19. YÜZYILDA BATILI SEYYAHLARIN GÖZÜYLE MUŞ

ŞEYHMUS BİNGÜL 

 

ÖZ
Bu çalışmada iki seyyahın gözlemleri çerçevesinde Muş’un 19. yüzyıl tarihi değerlendirilecektir. İlki Amerikan Misyoner Horatio Southgate’tir. İkincisi ise Keldani kökenli İngiltere vatandaşı Hormuzd Rassamdır. Çalışmanın örneklemini oluşturan eserlerin önemi sırasıyla Tanzimat’ın Muş’ta uygulanmasından öncesi ve sonrasına denk gelmeleridir. Zira Southgate 1837’de, Rassam ise 1877’de Muş’a gitmiştir. Böylece iki farklı dönem üzerinden Muş’un geçirmiş olduğu değişim ve dönüşümler tespit edilerek bunların karşılaştırması yapılabilecektir. Tanzimat’ın kent
kalkınmasına dair planlamasının 19. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde Muş’a ne ölçüde yansıdığı, toplumsal ve ekonomik şartların hangi yönde evrildiği çalışmanın cevap arayacağı sorulardandır.

1. Giriş
Tarihi olayların anlaşılmasında yardımcı bir kaynak olarak
başvurulan seyahatnameler, yerel tarih çalışmalarına katkı
sağlayabilecek türdendir. Seyyahlar anlatılarında, gezdikleri
yerlerin coğrafyası, insan yaşantısı, kentlerin demografik ve
fiziki yapısı, gelenek ve görenekleri ile sosyal ve ekonomik
yaşamı hakkında bilgilere yer verebilmektedir. Seyyahlar,
gidecekleri yere dair bir ön araştırma yapar ve gezdikleri
bölgeyi kendilerinden önce ziyaret edenlere referansta
bulunurlar. Gezip gördükleri mekanları, detaylı tasvir
etmenin yanı sıra karşılaştıkları insanların fiziki özellikleri
ve ruh hallerine dair yorumlar yapmaktadırlar. Sözgelimi
herhangi bir kentteki Müslüman, Rum ve Ermeni esnaf
kadar sokaktaki çocuklar veya geleneksel kıyafetleriyle
dolaşan insanlar da seyyahların ilgi alanına girebilmektedir.
Seyahatnamelerin içeriğini belirleyen ana unsur ise
seyyahın kendisi, mesleği ve dönemin şartlarıdır (Yılmaz,
2006: 28-34). Örneğin, resim ve kroki çizme yeteneği olan
seyyahlar, eserlerini görsellerle zenginleştirmiştir.

Fotoğraf makinesinin yaygınlaşmasıyla da günümüze ulaşabilecek
derecede görüntüler bırakmışlardır. Seyyahların, İstanbul
gibi köklü şehirleri tanımak, Osmanlı hakkında genel bilgi
sahibi olmak, Kudüs’ü ziyaret etmek, haber edinme, yeni ve
değişik yerler görme, bilimsel araştırma yapma gibi çok
yönlü amaçları bulunmaktadır. Varlıklı seyyahlar, gezileri
boyunca çeşitli dillerde tercümanlar tahsis ederek halkla
veya yöneticilerle daha yakın temas kurabilmektedirler.
Seyyahlar, gezilerini devletçe izin verilmiş bir ferman ya da
valilerden alınmış buyuruldu ile icra etmektedirler
(Baykara, 2006: 113-115).
Avrupa’yı adım adım etkisi altına alıp Fransız İhtilali’nin
sembolü haline gelen milliyetçiliğinin dünyaya ihraç ettiği
kimlik esaslı mücadele pratiği, 19. yüzyıla gelindiğinde
Osmanlı gibi çok uluslu imparatorlukların politikalarını
kökten dönüştürmüştür. Bu dönüşümü tetikleyen araçlardan
biri Batı kamuoyunda oluşturulan Osmanlı algısıdır.
Seyyah, misyoner, konsolos, tüccar ve çeşitli düzeylerdeki
askeri ve sivil memurlar, Osmanlı devlet ve toplum yapısını
en ince detaylarına kadar tanıyıp bunu anlamlandırabilecek
düzeyde bilgiler edinebilmekteydi. 19. yüzyılda söz konusu
aktörlerin Osmanlıyla kurdukları muhataplık giderek
artmıştır. Dönemin başlıca özelliği, kapitalizmin
Osmanlı’da sistematikleştiği yıllara denk gelmesiydi.
Osmanlı’yı daha yakından tanımayı gerektiren bu dönemde,
birçok yabancı, Osmanlı’nın çeşitli bölgelerinde birer “bilgi
toplama uzmanı” haline gelmiştir. Bu yabancıların hedef
bölgeleri ise çoğunlukla gayrimüslimlerin yaşadığı
kentlerdi.
18. yüzyılda ticaretin öncüsü haline gelen ülkeler, liman ve
ticaret kentlerinde daimî konsolosluk kurumları
oluşturmaya başlamıştır. 19. yüzyıla giden süreçte ticaret,
denizcilik ve endüstrideki gelişmeler, konsolosluk
sisteminin önemini arttırmıştır (Kocabaşoğlu, 2004: 16).
Diplomatik faaliyetlerinin yanı sıra birer seyyah niteliğinde
de olan konsoloslar, Osmanlı coğrafyasına gelen
yabancıların yereldeki muhatapları arasındaydılar aynı
zamanda. 19. yüzyılda doğu bölgesinde bulunan başlıca
seyyahlar arasında 1836’da Tebriz, Van, Bitlis, Siirt, Erbil
ve Süleymaniye’yi ziyaret eden J. Shiel, 1865’te
İngiltere’nin Diyarbakır konsolosluğunu yürüten ve
Diyarbakır, Siirt, Batman ve Bitlis’te gözlemlerde bulunan
J. G Taylor, 1891’de İran Kürtlerinin yaşadığı bölgeleri
gezen Isabella Bird ve 1892’de Erzurum, Van, Bingöl,
Erbil, Kerkük ile Süleymaniye’de bulunan F.R. Maunsell
gibi isimleri zikretmek mümkündür. Örnekleri daha da
çoğaltılmaya müsait olup doğuyu ziyaret eden bu gezginler,
Kürtler, Ermeniler ve Arapların yaşam tarzına dair detaylı
bilgiler derlemiştir (Kartın, 2006: 85-93).

Osmanlı kentlerinin çoğunluğunun karakterini yansıtan
kozmopolit kültürel ve demografik yapının belirgin şekilde
tezahür ettiği yerlerden biri Muş’tur. Muş’ta misyonerler
başta olmak üzere Batılıların ilgisini çekebilecek ana grup
Ermenilerdi. Çeşitli yıllara ait verilere göre, 19. yüzyılda
Ermenilerin nüfusu, değişmekle birlikte yaklaşık olarak
Muş merkezinde %25 ile % 44 arasında bir orana denk
gelmekteydi (Tuncel, 2006: 370). Ermeni nüfusunun yanı
sıra Karadeniz yoluyla Erzurum’u takip ederek Bitlis, Van
ve Musul’a giden ana yol güzergahında olması da Muş’un
uğrak noktalardan birini teşkil etmesini sağlamıştır. 19.
yüzyılda, yukarıda isimleri zikredilen kişiler dahil, Muş’a
birçok seyyah uğramıştır. Örneğin, İngiltere’nin Erzurum
Konsolosu James Brand, 1838’de Muş’un da dahil olduğu
geniş bir bölgeyi gezerek çeşitli gözlemlerde bulunmuş ve
gezisini bir rapor halinde yayınlamıştır (Brant ve Glascott,
1840: 341-434). Yine Millingen’in1 1870’te yayınlanan
Wild Life Among the Koords adlı eserinde Muş ve çevresi
hakkında detaylı bilgiler yer almaktadır (Millingen, 1870).
Doğrudan Muş ile ilgili bilgi veren bir diğer isim ise İngiliz
seyyah Lynch’tir (Alican, 2018; Kuş, 2019). Dolayısıyla
belli aralıklarla birçok seyyahın Muş’a uğraması, 19.
yüzyılın çeşitli dönemlerini karşılaştırma imkânı
sağlamaktadır. Nitekim 19. Yüzyılın Osmanlı tarihi
açısından başlıca gelişmesi Tanzimat’ın uygulanma
safhasıdır. 1839’da ilan edilen fermanın tüm Osmanlı
topraklarında uygulanmaya konması 1847’yi bulmuştur.

Muş, Tanzimat’ın en son uygulandığı bölgeler içerisindedir.
Bu yüzden Tanzimat’tan önce ve Tanzimat’ın
uygulanmasından sonra Muş’a uğrayan iki isim üzerinden
bir karşılaştırma yapılmaya çalışılmıştır. Bu kişilerde
sırasıyla Horatio Southgate ve Hormuzd Rassam’dır.
Horatio Southgate, 1812’de ABD’ye bağlı Portland’da
doğmuştur. 1832’de eğitimini tamamlamış ve teknolojiyle
ilgili seminerler almıştır. 1834’te ise Episkopal Kilisesi’ne
hizmette bulunmak üzere yaptığı başvurusu kabul
edilmiştir. Boston’daki kiliselerde belli bir süre din eğitimi
aldıktan sonra Osmanlı ve İran’da İslam’ı araştırmak üzere
misyoner teşkilatı tarafından görevlendirilmiştir. Southgate,
1836’da Newyork’tan yola çıkarak üç yıl boyunca Osmanlı
ve İran topraklarında gözlemlerde bulunmuştur. 1840’ta ise
misyoner olarak İstanbul’da görevlendirilmiştir.
Osmanlı’da kaldığı süre içerisinde Mezopotamya ve İran’da
geziler düzenleme imkânı bulmuştur. 1849’da Newyork’a
dönmüş, 1850’den itibarense ABD’nin çeşitli kentlerinde
piskoposluk yapmıştır. 1894’te vefat eden Southgate, hayatı
boyunca birçok eser kaleme almıştır (Connors ve Grigg).
Osmanlı’da görevlendirildiği dönemlerde “Türkiye’den
sorumlu misyoner piskoposu” şeklinde dönemin
gazetelerinde yer almıştır (The Southern Banner, 1844). Bu
çalışma kapsamında istifade edilen eseri, 1840 yılında
Narrative of a Tour Through Armenia, Kurdistan, Persia
and Mesopotamia adıyla yayınlamıştır.

Hormuzd Rassam ise Musul’da Keldani bir ailenin çocuğu
olarak 1826’da dünyaya gelmiştir. Asurolog ve seyyah olan
Rassam, 1845’te Koyuncuk ve Horsabad civarında
arkeolojik incelemelerde bulunan Fransız Konsolos M.
Botta ve o dönemde British Museum çalışanı olan İngiliz
Sir Austen Layard ile tanışmıştır. Avrupalı uzmanların
amacı yerel halktan birilerini kendi araştırmaları için
yetiştirmekti. Layard, bu iş için Rassam’ı uygun bulmuştur.
1845-1847 yılları arasındaki çalışmalarda Rassam,
Layard’ın asistanlığını yapmıştır. Kırım Harbi sürecinde
Layard çalışmalarına ara vermiş, Rassam ise İngiltere
hükümeti adına diplomatik işler için Aden’e gönderilmiştir.

1876’da Rassam, yeniden British Museum tarafından
Mezopotamya’da inceleme yapmak üzere
görevlendirilmiştir. Rassam 1910’da vefat etmiştir.
Çalışmalarının büyük bir kısmını Asshur and the Land of
Nimrud adıyla 1897’de yayınlamıştır (J.L.M., 1911: 100-
102). Rassam, yaptığı kazılarda son derece etkileyici
derecede Yeni Asur dönemine ait eserler bulmuştur (Mutlu,
2014: 12). Örneğin, Ninova’da Asurlu Kral Asurbanipal’ın
sarayındaki kütüphaneyi bulmuş ve buraya ait binlerce kil
tableti kaçak yollarla British Museum’a götürmüştür
(Temiztürk, 2019: 405).
Rassam her ne kadar Osmanlı idaresindeki Musul’da
dünyaya gelmişse de zamanla İngiltere vatandaşlığına
geçmesi, bu çalışma dahilinde kendisinin “Batılı seyyahlar”
başlığı altında incelenmesine olanak tanımıştır. İngiltere
vatandaşlığına geçtikten sonra yeni ve “Batılı” kimliğinin
giyim ve kuşamına dahi yansıdığını görmek mümkündür.2
Dolayısıyla bu çalışmanın örneklemini oluşturan kişilerden
birinin asıl mesleği misyonerlik diğerinin ise
arkeologluktur. Her ikisinin gezileri boyunca derledikleri
bilgiler birer seyahatname niteliğindedir. Bu
seyahatnamelerde yer ve şahıs isimlerinin kullanımına
kısaca değinmek icap eder. Seyyahlar eserlerinde yer
isimlerini farklı formlarda kullanmıştır. Örneğin, Southgate,
Muş için “Moush”, kâhya için “kiahya” ya da Kürt için
“Kurd” gibi kullanımlar tercih etmiştir (Southgate, 1840:
210). Rassam ise özel şahıs ve yer isimlerini nasıl ve neden
kullandığına dair detaylı bir açıklama yapmıştır. Rassam’a
göre, Arapça, Türkçe ve Kürtçenin imla kuralları farklı
olduğundan özel şahıs ve yer isimlerinin yazımında hataya
düşmek mümkündü. Bu hatanın en aza indirgenmesi ve
isimlerin doğru telaffuzu için bunları yazarken İngilizce
sesletim özelliklerini dikkate almıştır. Örneğin, Beyroot,
Kharpoot, Erzeroom, Mahmood şeklinde bir yazım tekniği
kullanmıştır. Ya da Mardin için “Mardeen” şeklinde iki “e”
harfi kullanarak bunların İngilizcede “i” şeklinde telaffuz
edilmesini sağlamıştır. Rassam, harflerin kalınlık ve incelik
özellikleri hakkında da okuyucuları bilgilendirmiştir.
Bunun için de Arapça “kkalb” ve “kalb” kelimelerini örnek
vererek birincisinin kalın “k” ile “kalp” ikincisinin ise ince
“k” ile “köpek” anlamına geldiğine dikkat çekmiştir
(Rassam, 1897: IX-X). Böylece bir usul geliştirmeye
çalışan seyyah, Muş, Kürt, Diyarbekir, Sason, Reşkotan
(aşiret) gibi isimler için sırasıyla Moosh, Koordish,
Diarbekir, Sasoon, Rushkootan gibi kullanımlar tercih
etmiştir (Rassam, 1897: 84). Rassam’ın bu hususa özellikle
dikkat çekerek örnekler vermesinin sebebi bir Keldani
olarak doğu dillerine daha yakından hâkim olmasından
kaynaklanmaktadır. Böylece günümüzde İngilizcede
kullanılan ve oda anlamına gelen “room” ya da ay anlamına
gelen “moon” kelimelerinin telaffuzundaki gibi iki “o”
harfinin “u” ve dolayısıyla en doğruya yakın biçimde
okunmasını amaçlamıştır. Dolayısıyla bu çalışmanın
örneklemini oluşturan seyyahlar kendi ilgi alanları ve
donanımları çerçevesinde coğrafya, millet ve kişi isimlerine
dair birtakım kullanımlar tercih etmişlerdir.

2. H. Southgate’nin Osmanlı Gezisinin Amacı ve
Muş’a Yolculuk

Southgate, eserinin giriş kısmını İslam dinine ayırmıştır.
Hz. Muhammed’in hayatından İslamiyet’in yayılışı ve
İslami ibadet tarzına kadar birçok detaya yer vermiştir.
Kuran-ı Kerim’i tanıtmış, birtakım ayetlere yer vererek
içeriği hakkında bilgi vermiştir. Okuyucularının zihninde
İslam’ın anlaşılırlığı için birtakım karşılaştırmalara da
gitmiştir. Örneğin, Kuran-ı Kerim’i tanıtırken “Hristiyanlar
için İncil ne ise Müslümanlar için de Kuran odur” şeklinde
ifadeler kullanmıştır. Müslümanlardan bahsederken
Muhammediler kavramını kullanmayı tercih etmiştir.
Ayrıca İslam’ın şartlarına kadar birçok detaya değinmiştir.
Kelime-i şahadetin İngilizcesine dahi yer vermiştir
(Southgate, 1840: 9-19). Hatta Sünnilik, Şiilik ve Alevilik
gibi hususlar hakkında da bilgi vererek Hz. Ali’den
bahsederken “Allah’ın Arslanı” gibi detay gerektiren
ifadelere de yer vermiştir (Southgate, 1840: 38-40).
Southgate, Osmanlı ve İran’da yapacağı incelemeler için
1836 yılının nisan ayında görevlendirilmiştir. 24 Nisan
1836’da denizyoluyla New York’tan Fransa’ya gitmek
üzere hareket etmiştir. 31 Mayıs’ta Fransa’nın Le Havre
kentine varmıştır. Daha sonra Paris’e geçmiştir. Doğu
dilleri hakkında bilgi edinmek üzere bir süre Paris’te
kalmıştır. Buradan da Marsilya’ya geçmiştir. Marsilya’dan
bir Fransız gemisiyle de İstanbul’a doğru yola çıkmıştır
(Southgate, 1840: 57-58). Southgate, Akdeniz üzerinden
gemiyle yola devam etmiştir. Bulunduğu gemi, yer yer
fırtınaya yakalanmış ve rotasını değiştirmek zorunda
kalmıştır. Akdeniz boyunca Afrika kıyıları, Yunanistan ile
Osmanlı arasındaki adaları takip ederek Çanakkale
üzerinden 31 Temmuz 1836’da İstanbul’a varmıştır
(Southgate, 1840: 70). Southgate’in İstanbul’daki ilk işi
Doğu dillerini öğrenmek olmuştur. Bu maksatla Arapça,
Türkçe, Farsça ve Kürtçeden herhangi birini seçmesi
gerekmiştir. Türkçe dışındaki diğer diller daha bölgesel
olduğundan her yerde geçerli olan Türkçeyi öğrenmeyi
daha doğru bulmuştur. Hem Türkçe hem de İslami
kültürünü öğrenmek için Türk bir ailenin yanında
konaklamayı istemişse de bu husus zor olduğundan tek
başına kalacağı bir hane kiralamak durumunda kalmıştır.
Bu esnada 1836-1837 vebası İstanbul’da hüküm
sürmekteydi. Hatta kendisine dil öğretmekten sorumlu
eğitmeni vebadan vefat etmiştir. Daha sonra ikinci bir
eğitmen tahsis ederek Türkçe öğrenmeye başlamıştır
(Southgate, 1840: 71-77). Seyyahların çoğunlukla
gezdikleri yerlerin dilini bilmemelerinden ötürü genelde
gayrimüslim rehberler tutarak incelemelerde bulundukları
göz önünde tutulursa (Yılmaz, 2013: 598) Southgate’in bu
çabası, kıymete değer bir nitelik kazanmaktadır.

Southgate, İstanbul’da uzun bir müddet kalarak İslamiyet
ve Osmanlı kültürü hakkında incelemelerde bulunmuştur.
İstanbul’dan ayrılmadan önceki son faaliyeti padişahın
onaylı fermanını almak olmuştur. Amerikan Maslahatgüzarı
vasıtasıyla aldığı ferman, tüm yolculuğu boyunca kendisine
her türlü kolaylığın sağlanması ve geçiş vergilerinden muaf
tutulmasını gibi hususları içermekteydi. 31 Temmuz
1836’da İstanbul’a varan Southgate’in İstanbul’dan
ayrılması 1 Haziran 1837’ye denk gelmiştir (Southgate,
1840: 148-149). Dolayısıyla neredeyse bir yılını
İstanbul’da ön hazırlık amacıyla geçirmiştir. İstanbul’dan
Trabzon’a gemiyle geçmiştir. Karadeniz yolculuğu oldukça
kolay ve sorunsuz geçmiştir (Southgate, 1840: 151).
Trabzon’dan sonra rotası Gümüşhane, Bayburt, Erzurum,

Muş, Bitlis, Van, Urmiye, Tebriz, Kazvin, Tahran,
Hamedan, Kirmanşah, Bağdat, Erbil, Musul, Diyarbekir,
Sivas ve Samsun şeklinde olmuştur. Bu kentler ana arterler
olup ayrıca birçok köy ve diğer yerleşim birimlerinden de
geçmiştir. İstanbul üzerinden dönüş yoluna girmek üzere
Samsun’a vardığında tarih 28 Mart 1838’i gösteriyordu.
2.1. Muş’un Fiziki Durumu ve İdarecileri
Erzurum yolundan hareket eden Southgate, 26
Haziran 1837’de Muş sınırlarına varmıştır. 29 Haziran’da
ise Muş’tan ayrılmıştır. Yol boyunca karşılaştığı yerler ve
insanlar hakkında çeşitli bilgiler veren Southgate’in Muş
için ilk yorumu “kuzey yönünden görünüşünün oldukça
romantik” olduğu şeklindedir. Fakat bu olumlu görüş şehrin
içine girdiğinde yok olmuştur. Southgate, bu durumu
“Muş’un içine girince uzaktan hissedilen güzellikten eser
kalmaz” şekline tasvir etmiştir. Southgate’in verdiği
malumata göre sokaklar çok kirli, düzensiz ve dardı. Muş
dağlarla çevrili bir ova içerisinde yer almakta ve yaz
aylarında dahi erimeden duran karlar dışında dağlık ve
tepelik alanlar çıplaktı. Etraftaki dağlar üzüm bağlarıyla
kaplı olup tepede bir de kale yıkıntısı bulunmaktaydı.
Dağlardan aşağıya doğru derin bir geçitten ve gürül gürül
akan bir akarsu kasabanın doğu yakasına ulaşır ve buradan
da Karasu’ya bağlanırdı. Southgate ayrıca sokaklardaki
fakir, deli ve hasta insanların sayısını şaşırtıcı derecede
fazla bulmuştur. Sokaklardaki kız ve erkek çocuklarının
üzerlerinde bir parça paçavradan başka kıyafet olmayıp
genellikle tamamının çıplak olduğunu da aktarmaktadır.
Hıristiyanların durumunu ise kısmen daha iyi bulmuşsa da
onların da fakirlikten şikâyet ettiklerini belirtmektedir
(Southgate, 1840: 202).

Southgate, kent merkezi dışında, Bitlis yolu üzerindeki
bölgeye dair de çeşitli gözlemlerde bulunmuştur. Buna
göre, yol boyunca yönünü verdiği güneyden doğuya doğru
üç mil boyunca sağ taraftaki yamaçlarda üzüm bağları
vardı. Daha üst kesimler ise çorak ve kuru topraktan
ibaretti. Şehirden üç saat uzaklıkta ise coğrafyanın karakteri
değişmekteydi. Artık zirvelerde uçsuz bucaksız ormanlar
görülmekteydi. Yol, dümdüz ve şahane güzellikte bir ovada
devam etmekteydi. Southgate, Muş Ovasının uzunluğunu
40 milden fazla bir alan olarak hesaplamıştır. Muş’tan bir
günlük mesafedeki bu bölgede çoğu Ermenilere ait 100
civarı köy mevcuttu. Dolayısıyla Southgate’e göre her
yerden erişilir ve görünür olan kasaba misyoner istasyonu
için en uygun konuma sahipti (Southgate, 1840: 209).
Southgate, Muş’un idarecileri hakkında da kısaca malumat
vermiştir. Buna göre, Muş Erzurum Paşalığına bağlı ikinci
derecedeki bir paşa tarafından yönetilirdi. Yöneticiler iki
asırdır aynı aileden gelen Kürtlerden oluşmaktaydı.
1837’deki yönetici Emin Paşaydı. Sıcak mevsimin de
etkisiyle vaktini dağlarda geçiren paşayı görme fırsatı
bulmamıştır. Emin Paşanın yazlık ve kışlık olmak üzere
şehir dışında iki sarayı vardı. Bu saraylar küçük burç ve
duvarlarla çevriliydi (Southgate, 1840: 207). Southgate’ten
yaklaşık bir sene önce Muş’a giden İngiltere Erzurum
Konsolosu Brant da Alaaddin Bey soyundan gelen Emin
Paşa ve ailesiyle tanışmış ve Muş’taki nüfuzlarına dikkat
çekmiştir (Brant ve Glascott, 1840: 348-354).

Southgate’in kentin yapısına dair değindiği bir husus da
Rus işgali sürecidir. Ona göre, Rus işgali (1828-1829
Osmanlı-Rus Savaşı) sürecinde küçük bir müfreze Muş’a
yerleşmiştir. Şehre giren bir grup memur burayı direnişsiz
bulmuştur. Kent sakinleri herhangi bir kötü muamele
görmemiştir. Buradan satın alınan her şeyin değeri
fazlasıyla ödenmiş ve işgalciler güzel bir hatıra bırakmıştır
(Southgate, 1840: 208). Dolayısıyla Southgate’in
anlatımlarından hareketle şehrin işgal sürecinde herhangi
bir yıkıma maruz kalmadığını ileri sürmek mümkündür.
2.2. Muş’un Demografik ve Ekonomik Yapısı
Muş kasabasının nüfusu yaklaşık 5.000 kişidir. Burada 600
Müslüman, 250 Ermeni ve 50 de Katolik Ermeni ailesi
yaşamaktadır. Müslümanlar kendilerini Osmanlılıktan öte
Türk olarak nitelendiriyor. Konuştukları dil ise İstanbul’dan
öte Tebriz tarzına yakındır (Southgate, 1840: 202). Papal
Ermeniler olarak da bilinen Ermeni Katolikler, yabancı
kiliselerle olan bağlarından ötürü Frank olarak adlandırılır.
Bunların Muş’ta bir rahipleri mevcuttur. Fakat ibadet
mekanları diğer Ermenilerin etkisiyle yıkılmıştır. Muş
Ovasındaki üç köyde yaşarlar. Bu köylerden birinde üç,
birinde iki ve birinde de bir rahipleri vardır. Kasabada
Kürtler ikamet etmiyor fakat sokaklarda Diyarbekir
bölgesinden yayla için gelen çok sayıda Kürt vardır. Bunlar
sürülerinden ürettikleri yoğurdu ve topladıkları odunları
kasabada satarak geçimlerini sağlarlar (Southgate, 1840:
205).

Muş sancağı ya da vilayeti 600 köyü barındırır. Bunlardan
75 ya da 80’i kasaba ile aynı bölgeye bağlıdır. Muş’taki
bütün Kürt ailelerin toplamı 5000’dir (Southgate, 1840:
207). Southgate’in burada nitelendirdiği “sancak ya da
vilayet” yukarıda nitelendirilen kasaba ya da şehir
merkezinden daha büyük bir alanı kapsamaktadır.
Kış aylarında Kürtler ovadaki Ermenilerin köyünde
konaklar. Ovadaki köylerin bazıları son derece temiz ve
büyüktür. Bunlardan biri de Hasköy’dür. Bu civardaki
köylerden biri Türkiye’de görülen en temiz ve düzenli
yerlerdendir (Southgate, 1840: 210). Marnik, Bitlis’e
varmadan önceki son Ermeni köyü olup sonraki tüm köyler
Kürt’tür. Bu köydeki yaşam, Xenophon’un yaklaşık 2.200
yıl önceki anlatımlarına benzemektedir. Evleri yer altında
olup hayvanlarıyla iç içe yaşamaktadırlar (Southgate, 1840:
211). Southgate’in binlerce yıl öncesine atıfta bulunduğu
benzer bir tespiti Kop (Bulanık) civarındaki köylere
uğrayan Millingen de yapmıştır (Millingen, 1870: 85-88).
Southgate, kasabada kaldığı süre boyunca yoğun bir ilgi
görmüş ve Müslümanlar kendisini sürekli ziyaret etmiştir.
Şehre gelişi büyük bir heyecan yaşatmıştır. Zira kendisi ve
yanındakilerin giyim ve kuşamı İstanbul’dan geldiklerini
işaret etmekteydi. Etrafına kümelenen kalabalık,
ziyaretleriyle ilgili çeşitli tahminlerde bulunmaktaydı.

Bazıları sultanın görevlileri olduklarını ve siyasal
düzenlemeler için Muş’a geldiklerini bir kısmı ise tüccar
olduklarını düşünmüştür (Southgate, 1840: 203).
Southgate, buradaki insanların fiziksel özelliklerine de
değinmiştir. Örneğin, yüklerin altında eğilen ve örtülmeyen
yüzleri sefaletin en derin izlerini taşıyan kadınlardan
bahseder. Erkeklerin çehresini ise o zamana kadar gördüğü
“en vahşi ve acımasız bakışlara sahip” nitelikte tasvir eder.
Southgate’in karşılaştığı erkekler orta boyda ve tıknazdır.
Yüz hatları ince burunları ise kemerlidir. Gözleri siyah ve
acımasız bakışlıdır. Southgate, hiç bu kadar “şeytani” bir
yüz ifadesi görmediğini aktarır. Ona göre, bazı insanlar,

yardımsever ve dostça tutumlarının yerine düşman olarak
Muş’ta bulunduklarını düşünür gibiydiler. Birçok erkek
onunla tanışmak istemiştir. Bir paşanın oğlu iki kez
bulunduğu haneye gelip, uzun süre sigara içerek bir şey
demeden kendisini izlemiştir. Diyarbekirli bir tüccar ise
Sultan’ın faaliyetlerini şikâyet ederek uygulamaların kendi
zararlarına olduğunu bildirmiştir. Southgate, üst düzey
olarak nitelendirdiği Kürtlerin ortak kıyafetlerini Muş’ta
gördüğünü aktararak bunları da tasvir etmiştir. Buna göre
bu kıyafetler, kırmızı tunik, büyük beyaz şalvar ve renkli
şallarla bağlanmış uzun keçe başlıktan oluşmaktaydı
(Southgate, 1840: 206). Dışarıdan şehre gelen Kürt
kadınları sefil bir biçimde giyinir, küçük çocukların büyük
bir kısmı ise neredeyse çıplaktı. Erkekler kılıç ve küçük
silah kuşanarak sokaklarda yürür ve kadınları ve kızları
onları takip ederdi. Southgate’e göre insanlar kötü
giyinmekte ve pislerdi (Southgate, 1840: 205). Kasabadaki
Türklerin büyük bir kısmı ise Kürt kıyafetleri giymekteydi
(Southgate, 1840: 203).

Southgate’in deyimiyle kasabada ehemmiyetli bir üretim
aracı yoktu. Temel üretim maddesi tütündü. Bu tütün
bölgede her ne kadar meşhur olsa da gerçekte kalitesi
düşüktü. Baskın türleri olmasa da birçok meyve yetişirdi.
Armut, şeftali, elma ve farklı kiraz çeşitleri vardı. Esas
meyve ise üzüm olup Hıristiyanlar tarafından şarap
yapılırdı (Southgate, 1840: 207). Kentin düzenli ve kapalı
bir pazarı olmayıp mevcut tezgahlar oldukça kötü bir
görünümdeydi (Southgate, 1840: 202). Kasabada bir adet
hamam bulunmaktaydı. Hamam oldukça pis, karanlık ve
haşeratla dolu şeklinde tasvir edilmiştir. Kasabada sadece
küçük bir han mevcuttu. Kış mevsimi beş ay boyunca
devam edip yazları sıcak geçmekteydi. Gün ortası sıcaklığı,
dışarı çıkmaya engel olacak şekilde aktarılmıştır. Muş’un
kışlık yakacak ihtiyacı dağlardan temin edilirdi. Kasaba ve
köyler arasındaki başlıca alışveriş bu yakacak odunlardan
oluşurdu (Southgate, 1840: 207).

2.3. Muş’un Dini ve Kültürel Yapısı
Muş merkezinde Müslümanların beş cami, on medrese ve
üç okulları vardır. Camilerden biri eski bir kilise olup
kapısının üstündeki camiye çevrilme tarihi Hicri 979
(Miladi 1571-1572)’dir. Merkez cami küçük olmasına
rağmen dış görünüşü itibariyle şehrin en güzel binasıdır.
Southgate, camide ibadet yapıldığı esnada herhangi bir
tereddütte yer verilmeden içeri girmesine müsaade
edildiğini aktarmaktadır. Burada sorularını cevaplayan yaşlı
bir Müslüman, medresede Kürtçe kitaplar bulabileceğini
söylemiştir. Southgate, konuyla ilgili yeni bilgiler elde
etmeyi ummuşsa da Kürtçenin yazılı bir dil olmadığını yeni
öğrendiğini aktarmıştır. Nihayetinde herhangi bir şey
bulamamış ve müderrisin, ya da profesörün, Kürt öğrenciler
için Arapçadan Türkçe ve Kürtçeye çeviriler yaptığını
belirtmiştir. Merkez medresesinde iki müderris olup burada
profesyonel yazar ya da kitapçı yoktu (Southgate, 1840:
203).

Ermenilerin beş kilisesi ve 40 rahipleri vardır. Kiliselerden
biri Keuk Vedabend ya da Kırk Basamak Kilisesi olarak
adlandırılıp 1.300 yıllık olduğu söylenmektedir. Kilise
küçük derenin vadisine bakan kasabaya hâkim yüksek bir
alanda duruyor. İsmini 40 adımlık kuşbakışı mesafeden
almaktadır. Burada 4 rahip ve 25 öğrenci mevcuttu.
Öğrenciler mezar taşları üzerinde ders yapmaktaydı.
Rahiplerle yapılan görüşmede kutsal emanetlerin olduğu bir
odaya girilmiştir. Önce odadaki duvar, ardından da ipek
mendiller açılmıştır. Parşömen üzerine Ermenice harflerle
yazılmış bu Yeni Ahit’i rahipler saygıyla öpmüştür. Tarihi
sorulduğunda ise bunun bir mucize olduğu aktarılmıştır.
Rivayete göre kilise inşa edildiğinden beri bu ahit oradaydı.
Mucizeler yaratma gücüne sahip olduğuna inanıldığından
insanlar buraya şifa bulmak için giderdi. Hatta
Müslümanlar bile bu şifa kaynağına inanıyordu. Southgate,
Müslümanların bu şifa kaynağına olan ilgisini Müslüman
rehberi üzerinden de yorumlamıştır (Southgate, 1840: 204).
Muş’a 6 saat mesafedeki güneybatı kısmında dağların
arasında Çengirli adında meşhur bir manastır yer
almaktaydı. Burası Ermeniler için hac yeri vazifesi
görmekteydi. Burada bir psikopos, bir rahip ve sekiş keşiş
bulunurdu (Southgate, 1840: 205). Ayrıca Muş’a 9 mil
(yaklaşık 15 km) uzaklıktaki Hasköy’de de üç kilise
mevcuttu (Southgate, 1840: 210).

Southgate, Muş’ta geçirdiği üç günlük kısa bir süreye
birçok şey sığdırmıştır. Söz konusu gözlemlerinin baskın
bir kısmı Ermenilerin yaşamına dairdir. Bu da asıl mesleği
olan misyonerlikten kaynaklıdır. Şehrin fiziki ve kültürel
dokusuna Müslümanlar üzerinden de değinmiş fakat ileride
kurmayı planladıkları misyoner istasyonları için bir ön
araştırma yapma güdüsüyle hareket etmiştir. Muş’a dair
genel kanaati ise kentin yoksul ve yoksun olduğu
yönündedir. 19. yüzyılın kent reformunun itici gücünü
oluşturan Tanzimat Fermanı öncesi bu tablo, sonraki dönem
anlatımlarının tarihsel süreci için tamamlayıcı bir rol
üstlenmektedir.

3. H. Rassam’ın Rotası
British Museum tarafından Mezopotamya’da arkeolojik
tespitler yapmak üzere görevlendirilen Rassam, birçok defa
Osmanlı topraklarında çalışmalar yürütmüştür. Muş’u da
kapsayan gezilerinden biri 1877 yılına denk gelmektedir.
1877 yılının temmuz ve ağustos aylarında İstanbul’dan
hareketle gezisini planlamıştır. İstanbul, İzmir, İskenderiye
ve Halep yolunu kullanan Rassam’ın rotası geniş olmakla
birlikte özellikle iki noktaya dikkat çekmiştir. Bunlardan
biri “Ermenistan’ın merkezi” olarak nitelendirdiği Van,
diğeri ise “Türk Kürdistan’ının merkezi” olarak
nitelendirdiği Diyarbekir’di (Rassam, 1897: 63-65). Muş
ise bu iki büyük vilayetin tam da ortasında ve dolayısıyla
Rassam’ın çizdiği rotada yer almaktaydı. 14 Ağustos
1877’de İskenderiye’den, 21 Ağustos 1877’de ise Halep’ten
ayrılarak yola devam etmiştir. Birecik, Siverek gibi
kentlerden Diyarbekir’e geçmiştir. Buradan Farkin, Sason,
Siirt ve Bitlis yolunu takip ederek Muş’a ulaşmıştır
(Rassam, 1897: 72-97). Bu civardaki Hristiyanlar,
kendisine Kürt aşiretlerini sürekli şikâyet etmiştir. Mutki
Kürtleri başta olmak üzere “kanunsuz Kürtler” olarak
nitelendirdiği ahalinin Hristiyanlara verdiklerini iddia ettiği
zararları aktarmıştır. Bitlis’te on dokuz yıldır faaliyette
bulunan Mr. ve Mrs. Knapp ile Misses Ely isimli Amerikan
misyonerlerini ziyaret ederek onlarla bilgi alışverişinde
bulunmuştur. 26 Eylül 1877’de Bitlis’ten Muş’a doğru yola
çıkmıştır (Rassam, 1897: 102-107).

3.1. H. Rassam’ın Muş’a Yolculuğu ve Kente
Dair İlk İzlenimleri

Rassam, Bitlis’te dört gün geçirdikten sonra 26 Eylül günü
Muş’a hareket etmiştir. Bitlis’teki ev sahibi ve idare meclisi
üyesi Miksee Karibjan isimli Ermeni kasabanın dışına
kadar kendisine eşlik etmiştir. Beş saatlik bir yolculuktan
sonra bir gölete varmıştır. Nemrut Dağı ile bağlantısı olan
bu göletin ahalice dipsiz olduğuna inanıldığını
aktarmaktadır. Rassam, Nemrut Dağında çok lezzetli
balıkların avlandığını ve burada bazı antik türbelerin
olduğunu aktarmıştır. Yol üzerine Müslümanlar tarafından
yapılan eski bir hanla karşılaşmıştır. Dört saatlik bir
yolculuktan sonra tepede kurulu olan ve yarısı Ermeni diğer
yarısı da Kürtlerle meskûn Afgood isimli köye varmıştır
(Rassam, 1897: 108). Afgood’dan ayrıldıktan dört saat
sonra Khaj-koy3 isimli Ermeni köyüne ulaşmıştır. Khajkoy’de
kahvaltı yapmak ve bölgenin durumunu istişare
etmek üzere muhtarın evinde konaklamıştır. Bu köydeki
Ermeniler, dağlardan gelen Kürtlerin yanı sıra komşuları
olan Müslümanları kendisine şikâyet etmiştir. Khajkoy’den
hareket eden Rassam üç saat sonra Muş’a
varmıştır. Burada Muş ileri gelenlerinden Vartan Ağa isimli
birinin misafiri olmuştur. Kendisini ziyarete gelen herkesin
bir hikayesi olduğunu ve genel şikâyetin ise dağ Kürtlerinin
tavırlarına dair olduğunu aktarmaktadır. Hatta ordunun bu
Kürtlere karşı Muş’a geldiğini fakat kasabadaki
Ermenilerden düşük fiyata ya da ücretsiz bir şekilde
alışveriş yaptıklarını ve dolayısıyla önlem adına etkisiz
olduklarını iddia etmiştir. Rassam’a göre Muş önemli bir
şehir olup nüfusu 6 bin kişiden oluşmaktaydı. Bunun üçte
ikisi Müslüman diğerleri ise Ermenilerdi (Rassam, 1897:
109).

3.2. Tanzimat Fermanının Muş’a Etkisine
Dair Gözlemler
Rassam, Muş’ta ahaliyle yaptığı görüşmelerden hareketle
Tanzimat’ın etkisine dair fikirlerini aktarmıştır. Rassam’a
göre hem Müslüman hem de Hristiyanlar Tanzimat’a karşı
olup halk Tanzimat’ın hukuksuzluğa yaradığını
düşünmekteydi. Bu düşüncesini bir polis memuruyla
yaptığı görüşmeyle tahkim etmeye çalışmıştır. Buna göre,
polis memuru, uygulama başladığından beri sadece
zenginlerin gücüne güç kattığını ve bunun dışında
uygulamanın kimseye yaramadığını kendisine aktarmıştır.
Polis memuru Tanzimat’ın “Kürdistan”4 için ne kadar
uyumsuz olduğuna dair bir de örnek vermiştir. Buna göre
Muşa yakın bir Ermeni köyünü Kürt eşkıyalar basmıştır.
Köyü basmalarının sebebi talep ettiklerini alamamalarıydı.
Polis memuru zaptiyelerle köye gittiğinde sabaha kadar
köyün yağmalandığına şahit olmuştur. Polisleri
gördüklerinde eşkıyalar kaçmışsa da içlerinden biri
köylülerden birini öldürmüş ve bazılarını da rehin almıştır.
Polisler bu eşkıyanın çevresini kuşatmış ve adama teslim
olmaması halinde kendisini yakacaklarını bildirmişlerdir.
Bunu duyduktan sonra adam teslim olmuş ve mahkeme için
Muş’a götürülmüştür. Şahıs, mahkemede pişmanlığını dile
getirmiş, günlerce hatta haftalarca sorgulanmış ama o kadar
uğraşa rağmen adamın kaçmasına da göz yumulmuştur.
Çünkü adam yargıçlara rüşvet vermiştir (Rassam, 1897:
110).

3.3. Kopp (Bulanık) ve Köyleri
Rassam, arkeolog olduğundan ilgi alanına göre rotasını
belirlemiştir. Bu yüzden Muş’tan ayrılacağı vakit bir
sonraki durağı olan Van güzergahında olmamasına rağmen
aldığı bir haber üzerine 28 Eylül’de Muş’a bağlı Bulanık’a
geçmiştir. Vartan Ağa, Bulanık’a bağlı Tirmait köyünde
bazı eski eserlerin varlığından söz ederek kendisine köye
kadar eşlik etmiştir. Rassam, Osmanlı Devleti döneminde
“Kop” olarak bilinen Bulanık için “Kopp” şeklinde bir
kullanım tercih etmiştir.
Muş’un çıkışında Müslüman ileri gelenleri kendisini
evlerine davet etmiş ve meyve ikramında bulunmuşlardır.
Rassam’ın Kopp yolunda ilk vardığı köylerden biri
Tirmait’tir5. Rassam’a göre Tirmait, oldukça fakir bir
köydü. On beş yıl öncesine kadar (yaklaşık olarak 1862
yılı) varlıklı bir idarecileri olduğundan hiçbir masraf
düşünülmeden köy için harcama yapılabilmekteyken 1877
itibariyle köyün reisi borç içinde yaşamaktaydı. Rassam,
köy civarındaki eski eserleri incelemiş ve bunların siyah
bazalt bloklardan ibaret olduğunu tespit etmiştir.
Tahminlerine göre daha önce dikilitaş olan bu eserler
zamanla toprak altında kalmıştı. Rassam, üzerlerinde
birtakım silik harflerin olduğu bu eserlerin kopyalarını
yanına alarak ileride uzmanlar tarafından deyatlı bir şekilde
incelenmelerini ummuştur. Köyün dışında ahalinin yaptığı
kazı sonucu ortaya çıkan ve 4. yüzyıldan sonra inşa
edildiğini tahmin ettiği antik bir kilise kalıntısıyla da
karşılaşmıştır (Rassam, 1897: 111).

Rassam’ın Kopp’ta ziyaret ettiği köylerden biri Liz’dir6.
Burada gezmekte olan Bulanık kaymakamı ve köyün reisi
kendisini ziyaret etmiştir. Liz’i mühim bir yer olarak
nitelendiren Rassam, halkın fakir olduğu halde bir adet
okula sahip olduğunu aktarmıştır. Zira köyün reisi eğitime
önem veren biriydi. Rassam, Liz okulunu gezmiş ve burada
öğrencilerin söylediği Ermenice şarkıları dinlemiştir. Muş
merkezinde olduğu gibi Liz’de de birçok kişi kendisiyle
tanışmak istemiştir. Bazı kişiler kendisini köylerine davet
ettiği halde uzaklıklarından dolayı bu “cömert teklifleri”
reddetmek durumunda kalmıştır. Rassam, Liz’den sonra
Bulanık’ın merkez köyü olan Kopp’a geçmiştir.
Kaymakamın da yaşadığı köy olan Kopp’ta Muş
piskoposuna da denk gelmiş ve kendisiyle görüşmüştür.
Rassam, Kopp’u civar yerlere göre daha canlı bir hayatla
tasvir etmiştir. Hatta Kop’u Siirt’ten beri uğradığı
köylerden en iyisi şeklinde nitelendirmiştir (Rassam, 1897:
112). Nitekim Millingen de Kopp’un gezginler ve
konaklama için en uygun mekanlardan biri olduğunu
aktarmaktadır (Millingen, 1870: 85).

Kopp’un üç mil ötesinde bir manastırın varlığından
haberdar olan Rassam, burayı da ziyaret etmiştir. Kürt
reislerle gittiği manastırda 120 yaşındaki bir adamla
karşılaşmıştır. Ayaklarını kullanamayan ama zihni yerinde
olan bu adam, III. Mustafa (1757-1774) ve I. Abdülhamid
(1774-1789) dönemlerini hatırladığını kendisine aktarmıştır
(Rassam, 1897: 113).

Rassam’ın Kopp’ta denk gelip muhabbet ettiği kişilerden
biri de Ermeni bir doktordur. Doktor, kendisine “beni
buraya aşı yapmak üzere hükümet gönderdi fakat önyargı
ve memleketin durumundan ötürü işimi yapamıyorum”
şeklinde bilgiler aktarmıştır. 1 Ekim’e kadar Kopp’ta olan
Rassam, burada Muş yöneticisi olduğunu belirttiği Said
Paşa ile de görüşmüştür. Devlet idaresi hakkında
görüşmeler yapan Rassam, Said Paşa’nın Kürtlerin
Hristiyanlara uyguladığı baskıyı kabul ettiğini fakat
Ermenilerin Kürtlere ek vergi ödeme gibi durumların söz
konusu olmadığını kendisine aktardığını belirtmiştir
(Rassam, 1897: 113). Rassam, daha sonra “kanunsuz
Haydaranlı Kürtleri” olarak nitelendirdiği aşiret
bölgesinden geçerek Lattar7 köyüne varmıştır. Burada da
Ermenilerin şikayetlerini dinlemiştir. Yapılan şikayetlerden
biri kocası uzaklarda olan bir kadının gece dağlardan gelen
iki Kürt’ün tecavüzüne uğraması diğeri ise topladığı mısırı
kendilerine vermediği için öldürülen birine dairdir. Rassam,
ilk iddiayı çelişkili ifadelerden dolayı inandırıcı bulmamış
fakat mal kavgasından birinin canını almanın aklına
yattığına dair görüş bildirmiştir. Üstelik iddiasına göre yerli
otoriteler bu türden kişilerin firarına göz yummaktaydı.
Rassam, Haydaranlıların olduğu bölgeden geçerken Rusya
ile savaşta olan ordu için Bayezid’den erzak toplamaya
gelen ve gönüllü askerlerden oluşan bir grup “başıbozuk”
ile de karşılaşmıştır (Rassam, 1897: 113-114).
Rassam, mesleği gereği rotasını eski eserlerin olduğu
yerlere göre belirlemiştir. Bu yüzden genelde seyyahların
kullandığı alışılmış güzergahın dışına çıkarak Muş’un Kopp
(Bulanık) bölgesine uğramıştır. Asıl amacı eski eserlerin
tespit ve kopyalanması olsa da gittiği her yerde ahalinin
şikayetleri dinlemeye zaman ayırmak zorunda kalmıştır.
Böylece birçok insanın hayatına “dokunacak” bir geziye
dahil olmuştur.

4. Sonuç
Bu çalışmanın amacı iki farklı dönem itibariyle Muş’un 19.
yüzyılda geçirdiği kentsel, sosyal ve toplumsal dönüşümün
tespitine dairdir. Sözgelimi, yaklaşık kırk yıl arayla Muş’a
uğrayan iki seyyahın anlatımlarından hareketle,
Tanzimat’ın can, mal ve ırz güvenliğinin temini esaslı
geliştirdiği kalkınma planının Muş’a nasıl yansımış
olabileceğine cevap aranmaya çalışılmıştır. Bu cevaplar
aranırken yapılan yorumların söz konusu seyyahların
düşüncelerinden hareketle kurgulandığı göz ardı
edilmemelidir.
Southgate, bir misyoner olarak gezisi boyunca dini hayatın
maddi ve manevi hususlarına daha çok önem vermiştir. Bu
yüzden Müslümanları tanımak için camileri, Hristiyanları
tanımak içinse kiliseleri özellikle ziyaret etmiştir.
Osmanlı’ya ilk defa bir ziyaret gerçekleştirdiği için
İstanbul’da uzun bir ön hazırlık süreci geçirmiş ve devlet ile
toplumu yakından tanımak maksadıyla tüm imkanlarını
adeta seferber etmiştir. Böylece gözlem gücü kuvvetli ve
meraklı bir kişilikle karşılaşmaktayız. Tanzimat’ın tasavvur
edildiği yıllarda başkent İstanbul’dan hareket ederek birçok
yerden sonra Muş’ta mola veren Southgate, kent merkezini
geri kalmışlıkla nitelendirmiştir. İnsanların temel
ihtiyaçlarını karşıladığı pazar yerinin son derece düzensiz
olması bile tek başına kentlilik kavramının niteliğine dair
fikir verebilmektedir. Southgate’in özellikle üzerinde
durduğu bir husus da gördüğü insanların fiziksel
özellikleridir. İnsanlardan bahsederken okuyucuların
zihninde bunların milliyet, kültür ve yaşam tarzlarına dair
bir “resim” oluşturma gayretine girişmiştir.
Rassam ise Muş’ta çok kısa bir süre geçirmiştir.
Fakat bu çalışmada açıklanmaya çalışılan temel sorunun da
cevabını vermeye muktedir gözlem ve görüşmelerde
bulunmuştur. Şayet Rassam’ın görüşleri baz alınırsa
Tanzimat’ın uygulanmasının Muş için bir faydası
olmamıştır. Hatta tam tersine yeni aksaklıklar ve sorunlar
türemesine dahi sebebiyet vermiştir. Rassam’ın
Tanzimat’ın Muşla ilişkisine dair düşünceleri, görüşme
yaptığı kişilerin etkisiyle oluşmuştur. Fakat hem Müslüman
hem de Hristiyanlardan dinlediği olaylar asayişsizliğin
başlıca problem olduğunu göstermektedir. Bu da
Tanzimat’ın hedeflediği güvenliğin sağlanması hususunda
“kronik sorunların” aşılamadığı anlamına gelmektedir.
Nitekim bu husus, Osmanlı’nın birçok bölgesi için geçerli
olup devletin çözümüne öncelik verdiği meselelerden
biriydi. Asayişsizliğin Muş’ta biraz daha belirgin olmasının
başlıca sebeplerinden biriyse demografik yapısı ve coğrafi
konumuydu. Nitekim, Rassam, kenti ziyaret ettiğinde
Osmanlı Devleti ve Rusya savaş halindeydi. Dolayısıyla
Rassam, 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Savaşının
gölgesinde görüşmeler yapmıştır. Bu savaşın gelişim süreci
ve sonuçlarının Ermenilere dair yarattığı yeni algı, şüphesiz
Rassam’a yapılan şikayetlerde etkili olmuştur.
İki seyyahın Muş’un demografik yapısına dair
anlatımları ise aradan geçen zamana rağmen birbiriyle
uyuşmaktadır. Başka bir deyişle kent merkezinde Ermeniler
yoğun olsa da Muş’un genelinde Kürtlerin başını çektiği
Müslüman nüfus, her iki seyyaha göre de daha fazlaydı.
Her iki seyyah da kendi uzmanlık alanlarına göre
gezilerinin içeriğini belirlemiştir. Ortak noktaları ise halkın
birçok kesimiyle iletişim kurup onların hayat
hikayelerinden, şikayetlerine kadar birçok hususa dair bilgi
edinmeleridir. İki seyyahın temel farkı ise birinin Amerikalı
diğerinin ise Osmanlı kökenli İngiltere vatandaşı olmasıdır.
Bu yüzden Rassam, olayları değerlendirirken doğu
toplumlarının özelliklerine vakıf bir şekilde davranmıştır.
Southgate ise yeni bilgiler edinmenin şaşkınlığı ve
heyecanıyla hareket etmiştir. İkisinin anlatımlarından
hareketle Muş’un 19. yüzyıl modernleşmesinden belirgin
şekilde istifade edemediği sonucuna varmak mümkündür.

Notlar

1 Frederick Millingen’in babası İngiliz Dr. Julius Michael Millingen,
Yunan isyanı esnasında Osmanlı güçlerine esir düşmüştür. Dönemin
İngiltere Dışişleri Bakalı George Canning’in temasları neticesinde serbest
bırakılmışsa da İstanbul’da yaşamaya devam etmiştir. İstanbul’da kaldığı
süre içerisinde saray doktorluğu yapmıştır. Bu esnada eşi ve Frederick
Millingen’in annesi olan Elisabeth Millingen’den boşanmıştır. Elisabeth
Millingen ise Kıbrıslı Mehmed Paşa ile evlenerek Melek Hanım adını
almıştır. Frederick Millingen ise Kıbrıslızade Osman Bey olarak
adlandırılmıştır. Böylece Millingen ailesi zamanla Osmanlılaşmıştır.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Taner Timur, Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı
Çehreler, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2006, s. 50.

2 Rassam’ın resimleri ekler kısmında yer almaktadır.

3 Günümüzde Muş’a tabi Hasköy ilçesi bu isimlendirmeye en yakın
yerleşim yeridir.
4 Rassam Kürdistan tabirini dipnotta özetle şu şekilde izah etmiştir: Muş,
Avrupalıların nazarında Ermeni toprağı olarak görülse de ahali burayı
Ermenistan yerine Kürdistan olarak adlandırmaktadır. Eğitimli Ermeniler
eski bağımsızlıklarını dile getirmek için Ermenistan kelimesini kullanırlar.
Osmanlı hükümeti ise Ermenilerin bu kullanımını hiçbir zaman
tanımamıştır. (Rassam, 1897: 110).

5 Günümüzde Muş’un Korkut ilçesine bağlı Alazlı köyüdür.
6 Günümüzde Muş’un Bulanık ilçesine bağlı bir belde olan Erentepe’dir.

7 Günümüzde Muş’un Bulanık ilçesine bağlı bir belde olan Elmakaya’dır.

 

Kaynakça
Alican, M. (2019). İngiliz Seyyah Lycnh’in Seyahat
Notlarına Göre Muş. A. G. Saygın & M. Saygın
(Haz.) Tarih ve Kültür Bağlamında Muş
Uluslararası Sempozyumu Bildirileri (s. 425-468).
Ankara: ATAM Yayınları.
Baykara, T. (2006). Seyyahlar (Gezginler), Yeni Yerler
Görmeye Meraklı İnsanlar mı? Devletlerinin Haber
Alma Görevlisi mi? Gözlemler Düşünceler. İçinde:
M. Ç. Özdemir & Y. E. Tekinsoy (Ed.) Yabancı
Seyahatnamelerde Türkiye (s. 109-120). Ankara:
Türk Yurdu Yayınları.
Bingül, Ş. / Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2020 8 (UMS’20) 101-109 108
Brant, J. & Glascott, A. G. (1840). Notes of a Journey
Through a Part of Kurdistan, in the Summer of 1838.
The Journal of the Royal Geographical Society of
London, 10, 341-434.
Connors, T. J. & Grigg, S. Guide of the Horatio Southgate
Papers. Yale University Library. (Erişim:
24.08.2020),
https://archives.yale.edu/repositories/12/resources/2
918
Horatio Southgate. (Erişim: 18.08.2020),
http://anglicanhistory.org/usa/hsouthgate/
Kartın, C. (2006), XIX. ve XX. Yüzyılda İngiliz
Seyyahların Gözüyle Doğu. İçinde: M. Ç. Özdemir
& Y. E. Tekinsoy (Ed.) Yabancı Seyahatnamelerde
Türkiye (s. 81-108). Ankara: Türk Yurdu Yayınları.
Kocabaşoğlu, U. (2004). Majestelerinin Konsolosları:
İngiliz Belgeleriyle Osmanlı İmparatorluğundaki
İngiliz Konsoloslukları (1580-1900). İstanbul:
İletişim Yayınları.
Kuş, A. (2019). H.F.B. Lynch’te 19. Yüzyılın Sonunda
Bitlis. TAD, 38 (66), 300-325.
M, J.L. (1911). Obituary: Hormuzd Rassam. The Royal
Geographical Society, 37 (1), 100-102.
Millingen, M. F. (1870). Wild Life Among the Koords.
Hurst and Blackett Publishers: London.
Mutlu, S. A. (2014). Eski Mezopotamya’da Tanrılara
Sunulan Kurbanlar. Tarih Okulu Dergisi, 17, 1-17.
Rassam, H. (1897). Asshur and The Land of Nimrod. Curts
& Jennings: Cincinatti, Eaton & Mains: New York.
Reade, J. (1993). Hormuzd Rassam and His Discoveries.
British Institute fort he Study of Iraq, 55, 39-62.
Southgate, H. (1840). Narrative of a Tour Through
Armenia, Kurdistan, Persia and Mezopotamia, Vol:
1. New York: Co. 200 Brodway & D. Appleton.
Temiztürk, H. (2019). Kitab-ı Mukaddes Arkeolojisinin
Ortaya Çıkışı ve Metodolojik Tartışmalar.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 19 (2),
395-423.
The Southern Banner, XIII (35), 1844.
Timur, T. (2006). Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı
Çehreler, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.
Tuncel, M. (2006). Muş. TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 31,
İstanbul, 368-371.
Yılmaz, Ö. (2006). Mahalli Tarihin Kaynağı Olarak
Seyahatnameler: Örnek Çalışmalar Yöntem ve
Yaklaşımlar. İçinde: M. Ç. Özdemir & Y. E.
Tekinsoy (Ed.) Yabancı Seyahatnamelerde Türkiye
(s. 21-42). Ankara: Türk Yurdu Yayınları.
Yılmaz, Ö. (2013). Osmanlı Şehir Tarihleri Açısından
Yabancı Seyahatnamelerin Kaynak Değeri. Tarih
İncelemeleri Dergisi, (28/2), 587-614.

Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 2020 8 (UMS’20) 101-109.

AYRICA BAKIN

Aylin Urgal Kimdir Hayatı

Türk Pop Müziğinin unutulmaz isimleri arasında yer alan Aylin Urgal, 1951 senesinde İstanbul’da dünyaya geldi. …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!