Bitlisli Kemal Fevzi Kimdir
Hizanizade Kemal Fevzi olarak da tanınan Bitlisli Kemal Fevzi, aslen Bitlis’in Hizan ilçesinde 1891 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Reşit Bey, Osmanlı döneminde uzun yıllar savcılık yapmıştır. 0n üç yaşına kadar Bitlis’te ailesiyle yaşayan Kemal Fevzi, 1904 yılında İstanbul’a giderek Pangaltı’daki Mekteb-i Harbiye’ye yazılır.
1912 yılında Balkan Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte genç bir teğmen olarak savaşa katılan Kemal Fevzi, Yanya cephesinde bir şarapnel parçasıyla ayağından yaralanınca genç yaşında malûlen emekliye ayrılmak zorunda kalır. Aldığı İttihatçı eğitimin etkisiyle Turancı düşünceler benimseyen Kemal Fevzi’nin yaşamında bu savaş tecrübesinden sonra büyük bir değişim gözlenir. Savaşın ardından İstanbul’a dönen Kemal Fevzi, Kürt dernek ve cemiyetleriyle daha yakın ilişkiler geliştirmeye başlar. Bu tarihlerde merkezi İstanbul’da bulunan Kürdistan Muhibban Cemiyeti’ne girer. Hevî derneğinin bir dönem yöneticiliğini de yapar; o sırada dönemin Kürt yayın organları Jîn, Kürdistan ve Hevî dergilerinde yazılar yazar. Abdullah Cevdet Bey ile Hêvî ve Jîn’in Türkçe sayfalarını hazırlar.
1.Dünya Savaşı ve mütareke yıllarında İstanbul’da Kürt ulusal örgütlenme çalışmalarının hızlanmasıyla Kemal Fevzi de Kürdistan Teali Cemiyeti içerisinde çalışma yürütür bir yandan da yazılarına devam eder. Kürdistan Teali Cemiyeti’nin bölünmesinin ardından İngilizlerin “Aydınlar Grubu” adını verdiği bir grupla birlikte hareket eden Kemal Fevzi, Kürt Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alır. Cibranlı Halit Bey’in kurucusu olduğu Azadi örgütünde de yer aldığı biliniyor. Simko ile de sıkı ilişkiler kuran Kemal Fevzi, Kürdistan’da İngilizler tarafından yakalanarak uzun süre hapsedilir. Kemal Fevzi, yoğun işkence ve baskıların ardından İstanbul’a kaçar. İstanbul’dan Avrupa’ya geçmek isterken yakalanır. Şeyh Said başkaldırısı nedeniyle idama mahkum edilir. Kemal Fevzi ve arkadaşları, 24 Mayıs 1925′te sabah saat 04.53′te Diyarbekir Ulu Camii önünde idam edilirler.
Kemal Fevzi’nin üçü yayımlanmış ikisi yayımlanmamış toplam 5 şiir kitabı bulunuyor : “Ordudan Bir Ses”, “Elem Çiçekleri”, “Kahraman Orduya Armağan”; “Ölmeyen Sevgi ” ve “Kanlı Yurt”.
Beka Milletindir
“Her gece Kadir olsa Şahım, Kadr’e olmazdı değer
Ve her taş bir cevher olsa, değer bulmazdı cevher”
diyen şairin bu sözlerini yabana atmak mümkün mü! Doğa bile bize değişik şekiller sergilemiyor mu! Genel ilişkilerde bir düzen ve birliğin sağlanması mümkün olsa bile, devamına olanak düşünmek olanaksızdır. Sergilediğimiz bu görüşlerimizden, Epikürist bir kanıya bağlı olduğumuz anlaşılmasın .
“İç bade, güzel sev, varsa aklın ve bilincin
Dünya varmış ya da yokmuş, ne umurunda senin!”
Felsefesini güdenlerdir ki insanlığın her gün açılan yeni bir yarasına bir avuç zehir katarlar. Bir başka dünyanın varlığını kabul etmeyip de maddi yaşamın mücadelelerinde zayıf düşen çaresizlerin karamsarlıktan başka nasipleri ve sonuç olarak intihardan başka çareleri yoktur. Zira o gibiler, hiç bir idealin hizmetçileri değillerdir. Zevki dış dünyada gören ya da arayanlar, umduklarını bulamadıkları zaman karamsar bir felsefenin mahkümü olurlar. İhtiras, onların benliğinde azap ile yaşayan düşman bir dost gibidir. Oysa subjektiv bir gayretle kavga alanına atılanlar ve bu uğurda ölümü hiçe sayanlar, zevki vicdanlarında bulduklarından, hayatın gizli sırlarını daha iyi görür ve daha iyi anlarlar. Fakat fani olan her varlığın er-geç sonsuzluk gölgesine karışması muhakkak olduğundan, beşikten mezara kadar uzayan yol üzerinde her mücadelenin karşılığı biraz huzur ve güvenlik, biraz da refah ve mutluluk olmalıdır. Bireysel olsun toplumsal olsun, bu husus sağlanmadıkça, bireylerde karamsarlık ve bundan doğan felaketler, sosyal yapıda da karışıklık ve yok olma sürecektir. Her çağ, kendisinden önceki çağdan feyzini alarak, kendine özgü bir felsefe ve bir fikir ve düşünce ile ondan ayrıldığı halde, zincirleme sürüp giden bu devirlerin sonsuzluğu içinde toplumların düzensizliği belli bir biçimde tespit edilememiştir.
Tarih hiç bir zaman insanlığın mutluluğunu güvence altına alan genel bir dayanışmaya tanık olamamış ve bu yüzden ulusal esirlik bugünkü çağa kadar devam edegelmiştir. VIII. yüzyıl düşünürlerinin görüş ve düşünceleri arasında Rousseau’nun ortaya koyduğu ulusal egemenlik esasları, yalnız Fransız devrimini hazırlamakla kalmadı. Bugünkü sosyalizmin köklerinin ta XVIII. yüzyıla kadar uzadığını kabul etmek zorunludur. XX. yüzyıl, bir yandan kan ve ateşle tarihin huzuruna çıkarken, öte yandan da ulusların gelişme özgürlüğü gibi insanlığın özgürlüğünü güvence altına alan hukuki temeller ile donatılmış bulunuyor. Bireysel yaşamın devam etmesi ve uzayıp gitmesi, birtakım gerekli koşulların düzenli ve uyumlu olmasına ve bu durumların her an ve her yerde bir birlik göstermesine bağlı olduğu gibi; ulusal yaşamın gelişme biçimleri de, o yaşamın her türlü sosyal koşullarının daima bir birlik ve uyum göstermesine bağlıdır. Ortak geleneklerin, ortak inançların, ortak alışkanlıkların ve ortak karakterlerin yansıyıp belirlendiği bir sosyal yaşam, doğaldır ki genel durumlarında dinsel, sanatsal, hukuksal vb. bir birlik ortaya koyar. Bu konu, bilimsel bir biçimde incelenirse en doğal sayılabilir. Karakterleri belirgin bir biçimde birbirinden ayrı olan iki birey arasında süreklilik kazanan bir yabancılaşmanın var olacağı kuşku götürmez. Bireyleri arasında tanışma bulunmayan bir sosyal topluluk ise, doğal olmadığından, o toplumun sürekli ve kalıcı olacağı yargısına varmak doğru değildir. Bireysel yaşamımızın sınırlı olduğunu ve yaşam sürdükçe ölümün de var olduğunu inkar edemeyiz.
Oysa aynı dili, aynı dini ve aynı karakteri taşıyan milletlerin, birçok istila sellerinden bile kurtularak yaşadıklarını ve ulusal temellerine zerre kadar bir bozukluk gelmediğini görüyoruz. Bireyler bir cismin atomlarıdır ki, ortadan kalktıkça yerlerine yenilerinin gelmesiyle o cismin yaşamını sürekli kılarlar. Bencillik, gözlerin sonsuzluk kapısına açılmasına kadar sürer. Oysa sonsuz yaşam topluma özgü olduğundan, milli bir tutku ile onun tekamülünü ideal edinenler, gerçek mutluluğa ulaşmışlar demektir. Zira beka*, milletindir.
Hîzanîzade Kemal Fevzi
*Beka: Kalıcılık, kalıcı olma durumu, sonsuz yaşam. Arapça olan bu sözcük, Türkçede tam karşılığı bulunmadığı için çeviride tarafımızdan aynen kullanıldı.
Jin Dergisi, Sayı: 2, s. 235, Çeviri: M Emin Bozarslan.
BERNAMEGEH
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!