NUSRET KILINÇASLAN
Girizgâha kendimi tanıtmakla başlamak istiyorum. Kızıltepe’nin
Derik köyünde doğdum. Ailem Helecan aşiretine mensup olup, aynı
zamanda bu aşiretin ağalarıdır. İlkokula Heyserî (Dikmen) köyünde
başladım ve 2. sınıfa Kızıltepe’de devam ettim. 1952’de Kızıltepe
Merkez İlkokulu’ndan mezun oldum. Aynı yıl imtihana girerek Diyarbakır
Amerikan Kolejine kaydımı yaptırdım. 1967’de kolejden mezun oldum.
Akabinde Hacı Ali Demirel’in, Ankara’da açmış olduğu özel yüksek
okulun İnşaat Mühendisliği bölümüne kayıt oldum. 1971’de 3. sınıftayken
DDKO davasından dolayı tutuklandım. Yargılama sonucunda 12 sene hapis
ve 5 sene Bolu’da mecburi ikamet cezasına çarptırıldım. 1974 affıyla
salıverildim. Aftan sonra okula devam etmedim. Köyümde ikamet edip
çiftçilikle iştigal etmekteyim. DDKO Bir Kürt Örgütüydü
Bugünü anlamak için, Kürt halkının geçmişten gelen hazin trajedisini detaya inmeden kısaca değinmek
gerekir. Bu değinme, DDKO’nun kuruluş şartları ile Kürtler arasında
ve Türkiye’de neden bu kadar kısa zamanda geliştiğinin az da olsa iyi bir
izahı olur.
Kürtler Osmanlı idaresinde kısmi de olsa idari, siyasi ve kültürel olarak
bazı özel statülere sahiptiler. Her ne kadar bazı Kürt aşiret, ağa ve şeyhleri
zaman zaman merkezi hükümete karşı isyan etmiş olsa da, Kürtlerde
henüz birleşip merkezi bir devlet kurma bilinci oluşmamıştı. O dönemde
genelde ümmet anlayışı, Kürtlükten önce birleştirici bir unsur olarak
görülmekteydi. Bu anlamda milli nitelikli hareketler hiçbir zaman bütün
Kürtleri bir araya getirip birlik sağlayamamıştır. Böylece ulusal nitelikli
her hareket cılız kalıp devlet tarafından rahatlıkla bastırılmıştır.
Osmanlı devletinin son dönemlerinde her ne kadar bazı Kürt aydınları
Kürtlük anlayışıyla halkı uyandırıp örgütlemek istese de, toplumda yerleşmiş
olan ümmet anlayışını kıramamış ve ulusal anlamda bir birlik oluşturamamışlardır.
Birinci paylaşım savaşından sonra, Osmanlı Devleti yıkılıp dağıldı.
Bundan sonra milli mücadele adı verilen süreçte, M. Kemal din kardeşliği
adı altında Kürtlerden büyük ölçüde istifade etti.
T. C. Devletinin kuruluşunda her ne kadar Mustafa Kemal: “bu devlet
anasırı islamiyeden (Türk, Kürt, Çerkez vb.) müteşekildir” dese de, kuruluş
tamamlandıktan sonra Kürtlere hiçbir siyasi, sosyal, idari ve kültürel
hak tanınmadı. Ayrı bir halk olarak hiçbir hak tanınmadığı gibi dili, tarihi,
kültürü ve etnik varlığı da inkar edildi. Yeni kurulan T. C. devleti
Kürtler için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. M. Kemal Türklük
adına hakimiyetini sağladıktan sonra, “anasırı islamiye” diye nitelediği
Türk olmayan diğer halkları asimile etmeğe ve Türkleş- tirmeye başladı.
Bu inkar ve zorbalığa tepki olarak Kürdistan’da Şeyh Said adıyla sembolleşen
1925 Hareketi gerçekleşti. Harekatın bastırılmasından sonra,
Takrîrî Sükun Kanunu çıkarılarak, yeni kurulan düzeni korumak ve
oluşacak her türlü siyasi ve sosyal muhalefeti bastırmak amaçla- nıyordu.
Bütün Türkiye ve özellikle de Kürdistan ve Kürt halkı için katliam
ve sürgünlerle dolu karanlık, müstebit ve baskıcı bir dönemin
başlangıcı oldu. Kürt halkının da Agirî, Dêrsim ve
diğer lokal hareketlerle 1938’e kadar başkaldırıları devam etti. Başkaldırı
hareketlerine iştirak eden ve etmeyen Kürt ulusalcıları ve aşiret
reisleri ve şeyhlerinin bir kısmı idam ve bir kısmının da tüm maddi imkanları
elle- rinden alınarak sürgünlere gönderildiler.
Böylece Kürtler için karanlık ve suskunluk dönemi,
baskıcı bir şekilde devam etti. 1925 Hareketi’nde benim ailem de Suriye’ye
kaçarak, batıya doğru gerçekleşen sürgünlerden kurtuldular.
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle nispi bir yumuşama
oldu ve bu vesileyle sürgündekilerin büyük bir kısmı geri döndü.
1958’de Mustafa Barzani’nin Sovyetler Birliği’nden dönüşü Türk basınında geniş yer aldı ve bu
gelişme- ler Kuzey Kürtlerinin özellikle ilgisini çekiyordu. Mustafa
Barzani’nin dönüşü ve bunun bölgede yarattığı hareketlilik, bilhassa
Kürt aydınları ve üniversite gençliği içinde bir ilgi ve cazibe odağı
oldu. Artık sohbetlerde Kürt halkının içinde bulunduğu durum yer yer dillendiriliyordu.
Devlet bu gelişmelerden rahatsız oluyordu.
Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle, kapitalist bloka resmen katılmış oldu.
DP ikinci döneminde, ekonomik sıkıntılarını gidermek için batı
bloğundan yardım almak zaruretindeydi. Bu çerçevede daha fazla
yardım alabilmek için ve antikomünistliğini tescil etmek adına;
1959’da komünistlik iddiasıyla 50 yurtsever Kürt gencini tutukladı.
Bunlardan Nusaybinli Emin Batu harbiye Zindanları’nda öldü ve böylece
tutukluların sayısı 49’a indi. Kürt tarihine 49’lar olayı olarak geçen bu tutuklamalar,
Kürtlük bilincinin ve ölmeyen mücadelesinin siyasal olarak kendini
yeniden göstermesidir. 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle
oluşturulan 1961 Anayasası’nın getirdiği nispi demokrasi, yeni bir
dönemin başlangıcı oldu. 1961 Eylül’ünde Barzani’nin Irak
Kürdistanı’nda silahlı hareketi yeniden başlatması, Kürt aydınları ve halkı
arasında ulusal demokratik özgürlük taleplerini uzun bir suskunluk döneminden
sonra yeniden canlandırdı. 1961 yılında bir kısım sosyalist
Türk aydınları ve sendikacıları bir araya gelerek Türkiye Işçi Partisi’ni
kurdular. Kürtlük bilincine sahip çok sayıda sol eğilimli Kürt aydını, ulusaldemokratik
hak ve özgürlüklerin mücadelesi için bu partinin içinde yer
alarak mücadelesini burada sürdürmeye
başladı. Diğer bir kısım ulusalcı Kürt aydınları da 1965 yılında
Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi’ni kura-rak illegal çalışma
içerisine girdiler. Böylece Kürtlük bilinci yavaş da olsa yayılmaya başladı.
Faşist ideolojinin organı olma misyonunu icra etme anlayışındaki
Ötüken adlı dergi, 1967 yılında Kürt düşmanlığını işleyen makaleler
yayınlamaya başladı. Kin, nefret, sürgün ve katliam kokan işgalci,
inkarcı ve de imhacı faşizan anlayışlarla yeni yol ve yöntemler
öneriyordu. Kürdistan’ın Kürtlerden boşaltılarak dışarıdan Türklerin
getirilip yerleştirilmesini öneriyordu. Dahası; Kürtlere “Defolun gidin,
Barzani’ye gidin, Hindistan’a gidin, Afrika’ya gidin, Birleşmiş Milletlerden
yurtluk isteyin.” diyerek faşist ve ırkçı
anlayışını sergiliyordu. Bu faşist anlayış Kürtlerde büyük
bir tepki uyandırdı. Bu tepkinin neticesi olarak bu faşizan ve ırkçı
anlayışı telin ve protesto etmek için Doğu’da mitingler düzenlendi. Ilki
Silvan’da ve sonuncusu benim de tertip komitesinde olduğum Ankara
Mitingi olmak üzere Doğu’nun birçok il ve ilçesinde mitingler yapıldı.
Birçoğuna ben de iştirak ettim. Bu mitinglerde TKDP ve TIP’li Kürt
aydınları beraber hareket ederek büyük destek verdiler. Artık bütün Doğu’da yaygın bir
şekilde uyanış ve bilinçlenme başladı. Artık açık veya kapalı da olsa, uzun
bir suskunluk döneminden sonra Kürt meselesi konuşulur oldu. Özellikle
büyük şehirlerde üniversite
okuyan Kürt gençleri arasında büyük bir uyanış vardı. Bir kısmı Fikir
Kulüpleri Federasyonları’nda (bilahre DEV-GENÇ oldu) yer alan ve sosyalist
görüşü benimseyen üniversiteli gençlerde ayrı örgütlenme anlayışı
gelişti. Ve böylece Kürtlük bilinci gelişmiş ve metropollerde okuyan Kürt
gençleri arasında Kürtlük anlayışı ile asgari müştereklerde birleşmek için
birçok toplantı yapıldı. Nihayetinde Ankara veİstanbul başta olmak üzere
örgütlenme kararına vardı. 1969 yılında Doğu Devrimci
Kültür Ocakları ismi ile Türkiye’de ilk legal Kürt örgütü kuruldu. Bu örgüt,
Cumhuriyet döneminde kurulan ilk legal Kürt örgütüydü. DDKO’nun
kuruluşu, Kuzey Kürt hareketinin yakın dönem tarihinin önemli bir
halkasını oluşturmaktadır. DDKO Kürt kültürünü araştırma
ve geliştirme, Kürtlük bilincini işleyip yaygınlaştırma; aynı zamanda ulusal
bilinç ve kültürün etkin unsuru olan devrimci kültüre sahip çağdaş düşünceli
öncü kadrolar yetiştirmek amacındaydı. Bu oluşum Kürdistan’da
yeni bir ekol oldu. Çağdaş anlamda özgürlükçü yeni bir neslin oluşmasını
sağlamada bir ilkti. Kurucuları sosyal ve sınıfsal yapı
itibarıyla küçük burjuva olarak tanımlanabilir. Bu örgüt, sınıfsal
karakteri henüz kesin olarak belli olmayan ve ilk olarak metropollerdeki
Kürt öğrencilerinin Cumhuriyetin kuruluşundan sonra kurduğu ilk legal
Kürt örgütüdür. Kürdistan’dan metropol- lere okumaya gelen
köylülük, küçük burjuva ve ağa çocuklarının Kürtlük ekseninde bir
araya gelerek kurdukları geniş tabanlı (cephe türü) bir baskı gurubu ve
bir sivil toplum örgütüdür. Daha sonra Doğu’da birçok il ve
ilçelerde DDKO’lar halk tarafından kurularak toplumda yaygınlaştı. Bir
halk örgütü olma yönünde yavaş yavaş taban oluşturdu ve gelişme
gösterdi. Kürt aydınları ve halktan büyük destek gördü.
Kürt toplumundaki bu siyasi gelişmelerden başka, DEV-GENÇ de
etkin bir güç olmaktan başka kendini işçi sınıfının öncüsü ve motor gücü
olduğu sanısına kapıldı. Bunun dışında faşizan ve milliyetçi Türk gençliği
de Ülkü Ocakları’nda örgütlenmişlerdi. Ve artık Türkiye süratle sağ ve sol
olarak kutuplaşıyordu. Sokaklar tehlikeli bir hal almış, öldürmeler başlamıştı.
Hükümet de ülkücü gençleri polisin yardımcı gücü olarak
görmekte idi. İşte bu karmaşa ortamının yaygınlaştığı bir dönemde;
1970’de yapılan TIP 4. Genel Kurul’unda bir kısım DDKO üyesi
delegenin Genel Kurula sunduğu önergeyle Türkiye’de Kürt halkının
varlığının kabul edilmesi ve anayasal demokratik hak ve özgürlüklerinin
olduğu gerçeğini Genel Kurul kararıyla kabul edildi. Böylece bu
kararla Türkiye’de ilk kez Kürt sorunu bir siyasi partinin programına girmiştir. Bu karar, daha sonraları
TIP’in Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasına gerekçe olmuştur.
Kendim Ankara DDKO kurucularından biriyim. Ilk yönetim kurulu
başkanı Yümmni Budak ve üyeler: Nusret Kılınçaslan, Ibrahim Güçlü,
Kemal Cengiz ve Mustafa Karacadağ idi. Yönetimimiz döneminde değişik
konularda birçok seminer ve konferanslar düzenledi. Bunun yanısıra
derneğin yayın organı niteliğinde, 15 günlük bir bülten çıkarıyorduk. Bu
bültenlerde güncel haber ve olaylar yayınlanıyordu. Özellikle askeri komandoların
Doğu ve Güneydoğu illerinde silah toplama ve eşkıya
yakalama bahanesiyle yaptığı operasyonlar ve baskılarla sebep
olduğumağduriyetler ve zulümler haber olarak yayınlanıyordu. Bu operasyonlarda
halkın maruz kaldığı haksızlıklar, dönemin cumhurbaşkanı ve meclis
başkanına detaylı bir rapor halinde iletildi. Bu olay aynı zamanda Türkiye
ulusal basınına da yansıdı. DDKO’nun 1. Olağan Kongresinde
teşekkül eden ikinci yönetim Ibrahim Güçlü başkanlığında, Zeki Kaya, Ihsan
Yavuztürk, Fikret Şahin ve Sabri Çepik’ten oluşmaktaydı. Yedek üyeliklere
Hamit Kılınçaslan ve Hasan Acar seçildi. Onur kuruluna ben
Nusret Kılınçaslan, Mümtaz Kotan, Irfan Özen ve Hakkı Kılıç seçildik.
Bu dönemde DDKO üyesi olup da Dev-Genç’de aktif olarak çalışan ve
DDKO’nun görüşlerine ters düşen; Kürt sorununa bölücülük ve ırkçılık
anlayışı ile bakan bazı arkadaşlar yönetimce disiplin kuruluna verilerek
ihraçları talep edilmişti. Disiplin kurulunda benim önerimle
arkadaşları ihraç etmeden “uzaklaştırma” cezası ile cezalandırmayı
uygun gördük. Bu şekilde yönetim kurulu tarafından disipline verilen
Mustafa Karadağ, Mehmet Demir (sevgi ve rahmetle anıyorum),
Abdulah Öcalan ve Murtaza …… (Malatyalı)ya birer yıl DDKO’dan uzaklaştırma
cezası verdik.
DDKO’ya karşı ilk operasyon 1970’de oldu. Ankara, Istanbul,
Diyarbakır ve daha başka yerlerden birçok kişi gözaltına alınıp Ankara’ya
getirildi. Kürt aydınlarından Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Mehmet
Emin Bozaslan, Canip Yıldırım ve DDKO yöneticilerinden diğer bir
kısım arkadaşlar gözaltına alınanlar arasındaydı. Ben de alınanlardan
biriydim. Mahkemeye çıkarıldığımızda arkadaşlarımızdan Mümtaz Kotan,
Ali Beyköylü, Nezir Şemmıkanli,Ibrahim Güçlü ve Sabri Çepik tevkif
edildi. Diğerlerimiz ise gayri mevkuf olarak duruşmalara devam etmek üzere serbest bırakıldık.
12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra sıkıyönetim ilan edildi ve
tutuklamalar başladı. DDKO dosyaları da Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı’na
tevdi edildi. Ben, toplu tutuklamalardan 2 ay
sonra yakalandım. Hapishaneye gittiğimde iki ayrı masa oluşmuştu. Bu
ayrılık hoşuma gitmemekle beraber, ben de bir masada yer aldım. Benim bulunduğum masada Faruk Aras,
Hasan Acar, Ferit Uzun (rahmet ve sevgiyle anıyorum), Isa Geçit, Ihsan Yavuztürk, Sabri Çepik, Ihsan Aksoy
ve Zeki Kaya bulunmaktaydı. Diğer Masada ise Mümtaz Kotan,
Yümni Budak, Nezir Şemmıkanli, Fikret Şahin, Batal Bate, Mahmut
Kılınç, Yılmaz Balkaş, Mahmut Fırat, Mehmet Tüysüz (rahmet ve sevgiyle
anıyorum) ve Ismail Beşikçi hoca vardı.
Açılan mahkemede savcının hazırladığı Kürtmilleti ve Kürt dilinin
inkârını esas alan iddianamesine her iki masa da ayrı cevaplar hazırlayıp
mahkemeye sundu. Her iki gurup da iddiaya cevap metinlerinde, Kürt
halkının ulusal ve toplumsal varlığından ve Kürtçenin ayrı bir dil olduğu
gerçeğini vurguladılar. Mahkeme safahatları boyunca hemen hemen
her kes Kürt halkının ulusal ve toplumsal gerçeğini dile getirdi.
Bu her iki gurup aynı şekilde 1973’te de esas hakkındaki mütalaaya
karşılık iki ayrı savunma metni hazırladılar. Bu metinlerde Kürtlerin
Türklerden ayrı bir halk olduğu; Kürt dilinin ayrı bir dil olduğu; Türkiye’de
Kürt sorununun bir realite olduğunu ve Kürt sorununun barışçıl ve
demokratik yollardan çözümünün ve
Kürtlere demokratik haklarının verilmesiyle mümkün olabileceği
görüşleri dile getiriliyordu. Bu toplu ve cesur savunmalar
Türkiye’de bir ilkti. Bütün Kürt Yurtseverleri ve demokrat Türk aydınları bu
savunmalarla yakından ilgilendiler. Netice olarak bütün DDKO
dosyaları birleştirilip sanık sayısı 92’ye çıktı. Bütün sanıklar bir seneden
başlayarak 16 seneye varan farklı cezalar aldılar. Bu arada ben de 12
sene ağır hapis ve 5 sene de Bolu’da mecburi ikamet cezası aldım. Nihayet
1974 affıyla hepimiz salıverildik. Af Sonrası, 12 Eylül Darbesi
ve Olgular Afla salıverildikten sonra, hapishanedeyken
başlayan hizipleşmeler dışarıda daha da fazla çoğalan guruplaşmalardan
ötürü bağımsız kalmayı tercih ettim. Şüphesiz ki bu tercihim,
olup bitenlere karşı duyarsız kalmak anlamına gelmiyor. Genel ve yerel
seçimlerde daima demokrat adaylara destek verdim ve tüm ilerici hareketleri
desteklemeye çalıştım. 12 Eylül 1980 askeri darbesi özellikle
sol görüşlü ve Kürt yurtseverleri üzerine bir karabulut gibi çöktü. Bu
sırada ben de arananlar listesinde idim. Bu nedenle yurt dışına kaçıp
Suriye’ye iltica ettim. Burada akrabalarımın yanında kaldım. Ilk 6 aydan
sonra Suriye devleti, mülteci olarak 4 ayda bir yenilenmek üzere bana serbest
dolaşma belgesi verdi. Bu durum Haziran 1991’e kadar devam etti.
Suriye’de iken başımdan geçen bir olayı, fayda mülahaza edecek diye
sizinle paylaşmak istiyorum. Suriye’de Resulayn’da kalıyordum.
Rahmetle yad etmek istediğim SKDP kurucusu ve ilk yöneticilerinden biri
olan Hemze Nevêran, her gün yanıma gelirdi ve beni yalnız bırakmıyordu.
Zamanımın çoğunu onunla beraber geçirir ve hemen hemen her
gün mutlaka şehir dışına çıkıp bir iki saat yürüyüş yapardık. Rahmetli Hemze, Osman Sabri başkanlığında
Efrin’li Hemreş ile beraber yöneticilik yapmışlardı.
Bir gün mutad gezilerimizden birinde Hemze bana dönerek:
“Nusret kardeş! Elçiye zaval olmaz, eğer izin verirsen sana iletmek
mecbu- riyetinde olduğum bir durumu söylemek istiyorum. Bunun
aramızda bir sır olarak kalmasını istiyorum. Sana güvenerek konuşuyorum.
Bu durum duyulursa benim için kötü olur. Lütfen beni koru ve bu
sır aramızda kalsın.” Ben de “buyurun serbest konuşun,
ne de olsa siz bir elçisiniz” dedim. Rahmetli benimkararlı sözlerime emin
oldu ki konuşmaya başladı. “Şu anda Türkiye’den Suriye’ye
iltica edenler olduğu gibi, Irak’tan da Suriye’ye iltica edenler var. Irak’tan
Suriye’ye iltica eden 6 Arap ve 2 tane de Kürt partisi vardır. Suriye
Reisicumhuru Hafız Esad bu 8 muhalif Arap ve Kürt partilerini bir
araya getirerek müştereken Irak’ta bir silahlı kalkışma eylemini kararlaştırmıştır.
Irak’ta yapılacak silahlı kalkışmanın bütün maddi ve lojistik
deste-ğini Suriye sağlayacaktır. Bunu Irak-Suriye hududunda sağlamak
mümkün değildir. Ikmallerin Türkiye üzerin-den yapılması gerekir. Senin
aile çevren hem Türkiye’de hem de Suriye’de çok geniş olduğu için, bu işi
senin becerebileceğin düşünülmüş ve bunun için bu teklifi sana yapmayı
uygun bulmuşlar. Bu teklifi kabul edersen Suriye
devleti sana birçok imkan tanıyacaktır: Evvela sana özel plakalı bir
Mercedes taksi verecektir, istediğin silahı serbest olarak taşıyabilirsin ve
yanına istediğin kadar adam alabilirsin. Emrine bavullar dolusu
dolar verilecektir. Türkiye’den gelecek siyasi mültecilerin ilticalarının
kabulü senin onayına bağlı olacaktır. Sana verilecek bir belge ile istediğin
ihtiyaç duyduğun an ve yerde en yakın askeri birliğe başvurduğunda
senin her talebin emir kabul edilerek yerine getirilecektir. Bütün bunlardan
başka, senin ticaret için Türkiye’den getireceğin her şey (mesela
uyuşturucu gibi), değerli emtiayı huduttan geçirildikten sonra askeri
arabalar taşıyarak Suriye ve Lübnan’da istediğin yere ulaştırılacak
ve istediğin yere sevk edebileceksin. Ben de: “Peki! Ya buna karşılık
ben ne yapacağım” dedim. Hemze cevaben bana dedi ki: “Sen Suriye
Devleti’nin verdiği silah ve mühimmatı Türkiye üzerinden Irak’a sağlam
olarak ulaş- tırarak verilmek istenen yere teslim edeceksin.”
Ben Hemze’ye dönerek “size bir sual sormak istiyorum: “Şayet bir
gün Suriye Devleti’nin Kürtlerle ilgili politikaları değişirse benim yerim
neresidir?” O da cevaben: “Sen artık Suriye’nin
adamı olursun” dedi. Ben de “öyle ise bu teklifi kabul edemem” deyip ret
ettim. Bunun üzerine Hemze alnımdan öperek memnuniyet ve takdirlerini
belirti. Böylece ret cevabım daha fazla
Suriye’de kalma şansımı ortadan kaldırdı. Bana 4 ayda bir yenilenmek
üzere verilen siyasi mülteci vesikam, müddeti bitince yenilenmedi ve elimden alındı.
Bu gelişmelerden sonra Avrupa’ya gitmeye karar verdim. Ancak
Avrupa’ya gitmeden önce çocuklarımı görmek için Türkiye’ye geldim.
Durum değerlendirmesinden sonra fikir değiştirip teslim odum. 45 gün
soruşturmada kaldım ve mahkeme beni serbest bıraktı. Takriben 6 ay
sonra tekrar aranmaya başladım ve bundan dolayı 2 sene de yurt içinde
firar kaldım. Yakalanınca 45 günlük soruşturmadan sonra mahkeme yine
gayri mevkuf olarak beni serbest bıraktı.
12 Eylül askeri harekâtıyla beraber Kılınçaslan ailesinden 15
yaşını bitiren herkes, ama herkes değişik tarihlerde gözaltına alınıp
işkencelerden geçirildi. Yaşı 90 yılın üstünde olan babam İsmail Ağa da
gözaltına alınarak o da bundan nasibini aldı. Ailemden beş kişi Mehmet
Kılınçaslan, Şeyhmus Kılınçaslan, Mehmet Şerif Kılınçaslan, Ibrahim
Kılınçaslan, Mehmet Kılınçaslan (keleç) tevkif edilerek yıllarca hapis
yatıp ağır cezalar aldılar. Kardeşim Hamit Kılınçaslan yurt dışına kaçmak
zorunda kaldı ve böylece hapis ve işkencelerden kurtulabildi.
Burada konumuzun dışında bazı olaylara değinmem sizleri sıkmış olabilir,
ancak bu tür olayların ulusal ve toplumsal boyutunun da olduğuna
inanıyorum. Yine 1990’da PKK’liler ortada hiçbir gerekçe olmadan bir
köyümüzü basıp ailemden 4 kişiyi otomatik silahlarla vurdular. Biri ağır
yaralı olarak kurtulurken diğer üç kişi olay yerinde öldü. PKK şu ana
kadar bu katliama bir gerekçe gösterememiştir.
Böylece bir taraftan devletin baskısı ve diğer taraftan da PKK’nin
baskısı ve imha etme tehditleri aileme yöneldi. Bu durumda bize
yönelen baskı ve tehditlere karşı ya boyun eğecektik ya da karşı koyacaktık.
Bu şartlarda ben ve kardeşim Hamit Kılınçaslan karşı çıkmamıza
rağmen, ailemden birkaç kişi kendilerini koruyabilmek için korucu oldular.
Bu insanların yaşaması için başka da alternatifleri yoktu. Ben kuruculuğu
kabul etmedim ve bundan dolayı da sürekli jandarma, siyasi polis ve
jitem tarafından tehdit ediliyordum. Bu tehditlere rağmen onurumla
yaşamayı tercih ettim. Diğer yandan da aydın ve yurtsever kesimden haklı
olarak serzenişlerim vardır, aileme yönelik yapılan bu katliama karşı
hiçbir tepki verilmedi. Daha sonraki dönemde Hak-Par
kurulunca orada yer aldım. Yaptığım değerlendirme sonucu bir bütünlük
oluşturamayacağımızı düşündüğüm için, oradan ayrıldım ve Hür Kürtler
Gurubu’nun parti kurma çalışmalarına katıldım. Şu an Katılımcı
Demokrasi Partisi’nin kurucuları arasında yer almaktayım ve parti
meclisi üyesiyim. Halkıma faydalı olabilirsem bu benim için en büyük
mutluluk olacaktır.
BERNAMEGEH