”Koçgiri hareketi Celal Bayar’ın da itiraf ettiği üzere “Büyük bir ezme hareketi ile ve vahşice, uzun ve titiz bir çaba ile kanla bastırılmıştı.” diye açıklamıştı. Daha sonra Nurettin Paşa, Koçgiri sorunu konusunda verdiği raporda; “Bölgede sorunun tamamen hali için Dersim’in hal edilmesi gerekir.”
AHMET ÖNAL / DERSİM’DE KOÇGİRİ 1919/1922 VE SONRASI
Koçgiri direnişini ele alırken, Alişêr’ın iç ve dış siyaseti izleyerek, Kürt sosyolojisine ve bölgenin siyasal konjoktürüne uygun ittifaklar aradığını görmekteyiz. Aynı çabalarını Dêrsim’ın farklı alanlarında göstermesi, sıradan bir aydın ve lider olmadığını da açığa çıkarıyor.
Koçgiri, ismini Kürtçedeki büyük göç anlamından almaktadır.
Rum – Arap, Hıristiyan- Müslüman savaşlarında Kürtler, kalkan olarak kullanıldı, Pontus Yurdunun merkezi Samsun’dan Klikya Yurdu Adana hattına yerleştirildi. O dönemde de bır kısım Kürtler Zara ve dolaylarındaki bölgeye yerleştirilmiş oldu.
Koçgiri’nin Kürt Yurdu olarak şekillenmesi, 1514, 1515 yılı sonrasında yaşanan, Dersim-Horasan, Horasan- Dersim ve bu arada Koçgiriye yapılan göç sonucu oluşmuştur. Koçgiri aşiretlerinin aynısının Horasan’da da olması, aynı şivelerini konuşmuş olmaları tesadüfü değildir.
Osmanlı döneminde bölgenin idari merkezi Zara’dır. Zara, 1836’da Koçgiri adı ile Sêvas Sancağına bağlı bir nahiyedir.
1870’te Zara’dan sonra İmranlı, Qercanıs, Kangal, Divriği kapsayan Rêya Heq inançlıların yerleştiği bir Dersim parçasıdır. Zira Dêrsim, Yukarı Fırat vadisindeki Murad, Pêrî, Munzur ve Avareş(Karasu) su havzasının tamamı ve göç neticesinde oluşan Koçgiri’nin tammamını kapsar.
Koçgirî adı, Kemah Sancağı’na bağlı bir köy olarak geçer.
Koçgirî bölgesi dini ve kültürel durumdan dolayı da Dersim’e bağlıdır. Ancak idari olarak Sêvas’a bağlanmıştır.
Cumhuriyet döneminde ise Koçgiri’nin merkezi “Gümüşakar” adı verilen Küçük bir nahiye olarak adlandırılır ve idare edilir.
Cumhuriyet döneminde Koçgiri bölgesi, Nuri Dersimi’nin dediğine göre 300 köy cıvarındadır.
1800’lü yıllardan beri Rêya Heqîyê inancını taşıdıklarından dolayı, sürgün yemiş bir bölgedir. Sürgünler Çorum, Kayseri (Sarız, Develi, Andıran, Tufanbeyli), Kütahya, Eskişehir’e yapılmıştır.
Koçgiri’de bilinen 23(yirmiüç) aşiret vardır. Bunlardan Divriği ve Atma aşireti müslüman, diğerleri Rêya Heqîyê inancındandırlar.
1875-1877 yılında, gerileyen Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlı-Rus Savaşı’nda sıkışınca, Alişan Bey(Mustafa Paşan’nın babası)’e sığınan Osmanlı ordusu, önce Alişan Bey, sonra ise oğlu Mustafa Bey ile ilişkilerinin oluşmasına neden olur. Bu ilişki Koçgiri’de Mustafa Beyi “paşa” ünvanına kadar taşır.
Koçgiri’li Mustafa Paşa, Türkmenlerin Kars’tan getirilip İmranlı’ya yerleştirir, bu vesile ile İmranlı, zaman zaman bölge halkı arasında “Macıran” olarak da isimlendirilir. Yerleştirilen bu Türkmenler sonra Koçgiri aşiretine karşı Türk şoven histeriler ile kullanılır.
Mustafa Paşa; gerek şiddet gerekse de “Dede Ocağı” ünvanları ile birleştirdiği yönetimini bölgede pekiştirir. Bunu devlet nezdinde de yapar. Mustafa Paşa’nın oğlu Alişan Bey Zara Kaymakaymı, Haydar Bey ise İmranlı’ya nahiye müdürü olur.
1902’de Sivas Valisi, Mustafa Paşa’yı Sêvas’a davet eder. Yola düşen Mustafa Paşa, Valinin zaptiyeleri tarafından zehirlenerek öldürülür. Bu olayı Mustafa Paşa adına yaktıkları “Miro” ağıtı ile anlatıldığını biliriz. Mustafa Paşa’nın ölümünden sonra bir aydın olan Alişêr ve eşi Zarife Xatun’un mücadele yaşamında sürdürdükleri uyumlu örnek evlilikleri ile “hevalo” ve “Hevalê” olurlar. Alişêr ve Zarife Xatun, bölgenin tartışmasız sözü dinlenir önderi, hatta önderleri olurlar. Bu ikilinin liderliği sadece Koçgiri ile sınırlı kılmaz, aynı zamanda Dersim bölgesinin liderleri konumuna taşırlar.
Mustafa Paşa’nın katibi olan Alişêr, Mustafa Paşa’nun korkulu halini, bölge halkı arasında kendisine çevirerek sevgiye dönüştürerek, yüreklerini kazanır. Alişêr, Alişan ve Haydar Beylerle iyi arkadaş olur.
Koçgiri direnişini ele alırken, Alişêr’ın iç ve dış siyaseti izleyerek, Kürt sosyolojisine ve bölgenin siyasal konjoktürüne uygun ittifaklar aradığını görmekteyiz. Aynı çabalarını Dêrsim’ın farklı alanlarında göstermesi, sıradan bir aydın ve lider olmadığını da açığa çıkarıyor.
1916’da Rus saldırısında Alişêr, taktik olarak Rusların Kürdistan’a girmesine ve Osmanlı işgalini zayıflatmasına karşı değildir. Ancak işgalin zayıflatılması ile Kürdistan’ın ilk elden özerklik statösüne kavuşmasını savunur. Bu taktiği, 1918’den sonra İnönü ve Sey Rıza’nın görüşmesini sağlar. Dersim, Sey Rıza’nın denetimine bırakılır. Bunun ardında Alişêr, Dêrsim’in Hozat, Ovacık mintikasından ayrılarak Erzincan-Erzurum hattına geçer. Erzincan’dan çekilen Rus birliklerinin yerini, başını Sêvaslı Murad’ın çektiği Ermeniler doldurmuştur. Ancak burada bir Kürt –Ermeni anlaşmazlığı vardır. Ne yazık ki, Alişêr’in Kürt–Ermeni ittifakını sağlaması için Ermeni Fedailerinin Komutanı Sêvaslı Murad ile yaptığı görüşme, Ermeni Fedai Sêvaslı Murad’ın sekter tutumu neticesinde, ittifak girişimleri sonuçsuz kalır, hayat bulmaz, Kürt ve Ermeniler amaçlarına varamadıkları gibi, kırımlarının bir sebebi olarak tarihe geçer! Ancak bu tarihi gerçek sonraki yıllarda da otokton halkların ders çıkarmadığı ve gereğini yapmadıkları bir realite olarak kalır.
Aynı dönemde, Mustafa Kemal, Kürtler arasında 4 Eylül 1919’da Alişêr’in deyimiyle,; “Hilafete bağlı ve hatta ‘gavurun elinde tutsak olan halifenin kurtarılması” temasını işlerdi. Bu nedenle Alişêr; Mustafa Kemal’ı “Hilafet Ordusu Müfettişi Umumisi” sıfatını uygun görür. Ancak, bugün Mustafa Kemal’ın laik olduğu dillendirile dursun, pragmatist bir asker olan Mustafa Kemal, İT-C ideolojisinin takipçisidir, 29 Temmuz 1919’da yapılan Erzurum Kongresi açılış konuşmasında amacını şöyle açıklar; “…Niyazım şudur ki, dilekleri gerçekleştirici Allah, en sevgili ve en seçkin peygamberi hürmetine, bu mübarek vatanın sahibi ve koruyucusu ve İslam dininin ta kıyamet gününe kadar gönülden tutukun asil milletimizin, saltanat ve halifeliğin yüksek makamını korusun. Yüce ve kutlu haklarımızı düşünmek ve vazifeli olan toplantımızı başarıya ulaştırsın. Amin!” (Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, C. I, s. 6) diye sözlerini noktalar!
Diyarbakır ve Botan Beyleri Erzurum kongresine katılmazlar.
Erzurum Kongresinden sonra Mustafa Kemal, 28 Ekim 1919’da yapacağı Sêvas Kongre’sine Alişan Bey ile Dr. Nuri Dêrsimi’yi de Koçgiri Kürtlerini temsilen davet eder. Ancak, inisiyatifini kullanan bölge aşiretleri sadece durumu gözetlemek amacıyla Alişan Beyi Sêvas Kongresi’ne gönderirler. Alişan Bey kongre kulislerinde ve kongrede, “Bağımsızlığın her milletin hakkı olduğunu, Kürdistan’ın da bağımsız olması gerekir!” düşüncesini savunur. Ancak, Mustafa Kemal ve arkadaşları; “Kürtler, Türkler ile birleşip, ortak vatanlarını koruyamazsa, Kürdistan topraklarını da içine alan coğrafyada Büyük Ermenistan’ı kuracaklar! Zira Wilson Prensipleri de bunu hedefliyor!” diyerek karşı çıkar. Bu reddiye karşısında Alişan Bey, Sêvas Kongresi’ni terk ederek Koçgiri’ye döner. Aslında bu tutum Koçgiri’nin direnmeye karar vermesinin başlangıcı olur. Alişêr bu durumu, bir şiirinde;
“Sarı Paşa,
Çetelerden sonra girip savaşa,
Geçmiştir başa,
Ankara’da otağa kurulup
Bizi oyalamakla
Başlamış işe!”
diye uyarır ve uyanıklığı elden bırakmayan ender Kürt liderlerindendir.!
1919 ilk baharından sonra I. Paylaşım Savaşı son bulur.
Alişêr Bey, Koçgiri ileri gelenleri ile durum değerlendirmesi yaparak Dêrsim’e geçer. Görüş alışverişinde bulunur, konferanslar yapar.
Alişêr, Ankara’nın Wilsoon prensiplerine uyması gerektiğininin altını çizer ve uluslararası meşruiyet zeminine uygun hareket etmek suretiyle meşru haklarına kavuşacaklarını dillendirir.
Koçgiri’deki Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanı Haydar Bey de İstanbul’a giderek siyasal gelişmeleri öğrenmek ve cemiyetin merkezi ile görüşerek düşüncelerini almayı zorunlu görür.
19 Ocak 1919’da Versoy’da toplanan “Barış Konferansı” da Kürtlere umut ışığı olmuştur. Versoy Barış Konferansı ardında Osmanlı Hükümeti de Kürtler ile görüşmek üzere Bakanlar Kurulu düzeyinde bir heyet oluşturur. Kürdistan Teali Cemiyeti’nden bir heyet ile görüşmek üzere plan yapar. Ilk etapta, Seyid Abdülkadir, Emir Murad Bedirxan ve Emir Emin Asal ile görüşmeye başlarlar.
Kürdistana Özerklik, Kanunların uygulanması, Kürtlerin halifenin egemenliğini kabul etmesi, Osmanlı İmparotorluğunun bir parçası olmayı ön şartların kabulu ile siyasal bir yol haritası üzerinde anlaşırlar.
Koçgiri büyük bir alanı kapsamasa da; İT-C’ye, Mudafa-i Hukuk Cemiyetine, Kuva-i Milliye Teşkilatına, Kemalist Resmi ideolojiye ilk ciddi ittirazdır.
10 Ağustos 1920’de yapılan Sevr Antlaşması, Kürtlere verilmesi gereken hakların sağlanması gerekirken, Mustafa Kemal ve denetimindeki Ankara Hükümeti, “Müslüman kardeşliği” söylemi ile Kürtleri arkasına almayı ve hiç bir hakkını vermemeyi düşünür. Koçgiri’yi de bastırmakla meşgul olur.
Koçgiri hareketine karşı girişilen katliamı bir kaç aşiretin değil, bir ulusun parçalanışının serüveni olarak, anti- Kürt nizamı dünyaya yayma girişiminin başlangıcıdır.
Koçgiri bir halkın her özgürleşme girişiminin sadece düşmanlarının değil, iç ihanetin de barizce gün yüzüne çıkarılmasıdır.
Alişêr’in tüm çabalarına rağmen, Koçgiri direnişinde Kürt harekatinin bölgesel kalmasının çokça nedenleri vardır. Bunlar arasında Kürtlerin daha aşiret sosyolojisinden ulus konumuna geçememleri, dini saik ve refleksin ağırlığını hissetirmesi, geçmişte ortak bir tasa ve hedef uğruna ortak hareket etmemiş olmaları, oluşan örgütlenmelerin kültürel konumdan siyasal bir güç konumuna geçememelerinin yanında yönetme konusunda da basitersiz ve tecrübesiz olmaları önemli etkenlerinden olmuştur. Alişêr bir şiirinde bundan yakınarak, direnişe geçen Ovacık aşiretlerini, yanı başındaki Hozat’ın bile gayretsizliğini ve atalet içinde hareket ettğini dillendirerek “Ovacığın aşireti, Zapteyledi memleketi, Geriden haber gelmedi, Hozat etmedi gayreti!” diye nakarat eyler.
Abidin Özmen(Özdemir Paşa), “Dersim Raporu”nda “Dersim Kürtlerinin müslüman olmaması sebebiyle, Müslüman Kürtler kendilerini desteklemez!” diye belirtir. Bu durum, 1514’te, Yavuz Selim tarafından, Müslüman Süni mezhebinden 23 Kürt Beyliği ile antlaşarak Kürt İdris-i Bidlisi ile “1514 Amasya Antlaşması”nı imzaladığından beri, Rêya Heqîyê inançlılar, “İran yanlısı ve Kızılbaş” olarak nitelendirilmiş, nefret duyulmuş, katledilmiş, dıştalanmış ve adeta onlar düşman bellenmişlerdir. Bu durumun 1919-1920 ve sonrasında da devam ettiğini görmekteyiz. Ne yazık ki Alişêr, Koçgiri ve genel olarak Dersim bölgesindeki Kürt ileri gelenlerinin ekseriyetinin çabaları bu çelişkiyi nötr etmeye yetmemiştir. Bu açıdan İsmet İnönü, Erzincan’a bağlı olan Dersim’i kastederek, “Eğer Erzincanda Kürdistan kurulursa, Tüm bölgede Kürdistan Devleti muvafakat olur!” darken, bu ittifakın oluşmamasına işaret eder.
Koçgiri’nin anlaşılması, Kürtlerin başına ürülen kirli çorabın jenosid siyaset kasırgasının bütün Kürdistan çoğrafyasına nasıl yaymak istediklerinin resmini verir. Bu resim, Yakın Doğu halklarının sırasıyla yok edilme projesinin bir sır olmadığını da ele verirken, İT-C kadrosunun devamlılığını jenosid siyasette cisimleştirdiğini da açığa çıkarıyor.
Koçgirinin teslim alınması için, özel “danışma”, “ikna” ve akil kişi ve ekipler oluşturup yönetici kadroyla temas sağladıkları bilinir. Koçgiri hareketi başlarken, Mustafa Kemal, “Onların da diğer Kürtlerle birlikte olması için” bir “Nasihat Heyeti” oluşturur. (Bu Nasihat Heyeti “çözüm süreci” dedikleri dönemde “Akil İnsanlar Heyeti”ni hatırlatıyor. “Nasihat heyeti”nin başkanı ise Bazıd’lı(Ağrı) Şefik Bey’dir. Şefik Bey Alişêr’e varır ve şöyle der: “Kendim bir Kürdüm ve Kürdistan İstiklalinden yanayım. Bunun için hükümetle istişareler yaptık, şimdi de hükümetten sellahiyet ile geldim. Biz Kürt başkan ve önderleriyle müzakere etmeye gelmiş bulunmaktayız. Bütün şartları hükümet adına kabul etmeye geldim.” derken, hükümet de Koçgiri’de katliam yapmak üzere tüm tedbirlerini almış bulunmakta idi. Aslında Koçgiri liderleri bu “Nasihat Heyeti”ne biraz da kanmış, tedbirlerini gevşetmişti.
Koçgiri’nin nufüsü 50.000 civarında idi, bunun 15.000’i 1919-1922 tarihleri arasında katledilmiştir.
Koçgiri’nin Cumhüriyet olma girişimi, TC planı daha başlamadan başlamıştı. Ancak, Koçgiri Cumhuriyet olmadı, yok edildi!
Koçgiri’nin bugün Kürtsüz bırakılmasının hali, devletin o günden şimdiye kadar güttüğü, Kürdistan coğrafyasını kuzeyden güneye doğru daraltma siyasetini sürdürdüğünü ve devam ettirdiğini göstermektedir.
Celal Bayar ölmeden once Tercüman gazetesi muhabiri Kutluğ Altuğ ile 1986’da yaptığı söyleşide; “Koçgiri isyanını bastırmak için, Muhafız Taburu komutanlığından Sakkallı Nurettin Paşa görevlendirildi. Çok kan aktı. Akan kan Yunanıstan ile yapılan savaşta bile akıtılmamıştı.” Sonuçta Koçgiri hareketi Celal Bayar’ın da itiraf ettiği üzere “Büyük bir ezme hareketi ile ve vahşice, uzun ve titiz bir çaba ile kanla bastırılmıştı.” diye açıklamıştı. Daha sonra Nurettin Paşa, Koçgiri sorunu konusunda verdiği raporda; “Bölgede sorunun tamamen hali için Dersim’in hal edilmesi gerekir. Bu olmadan Koçgiri sorunu da tamamen hal edilmiş sayılmaz. Çünkü bölge sorunları ile içiçedir.” der. Bu Dêrsim ve Koçgiri’nin iç içeliğinin devlet adına bölge halkını toplu halde evlere yerleştirip, mermileri harcamamak adına tutsu ile dumana tutup boğarak katleden birinin raporlarından yansıyan durumdu. Dersim halkının da 1937-1938’de TC’nin Malatya Emniyet müdürü olan ve Dersim kasabı olarak bilinen Abdullah Alpdoğan ile ortak mesaide olan İhsan Sabri Çağlayangil’in “Anılarım” kitabında aktardığı üzere; “Dersimlileri mağaralarda fare zehiri ile zehirleyerek öldürüdü!” ya da Sabiha Gökçen’in “Canlı ne görürüseniz ateş edin emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk!” beyanı sözkonusu Kürtler ve Rêya Heqiyê inançlılar olunca, değerlendirilemez oluyor!
Muhafız Taburu komutanlarından Sakkallı Nuretin Paşa’nın yanısıra Topal Osman ile aynı kanı Koçgiri öncesinde, Kızılırmak’ın kadim ahallisi olan Rum Pontus halkının jenoside tabii tutulması sonucu, 400.000 cıvarında insan, 19 Mayıs 1919 tarihinde başlanan toplu katliamlarla çürütülmüştü. Aynı ekip, şiddetini Laz halkına da göstererek sesizliğe ve susturulmuşluğa gark etmeleri de gözden kaçırılırsa, insanlığın vicdanı kanamaz mı?
Aynı Muhafız Taburu, 22 Temmuz 1922 tarihinde İzmir Alsancak’tan başlayan ve Narlıdere’ye kadar süren “Büyük İzmir yangını” ile strat verilip, 30 Ağustos 1922 tarihine kadar tüm Ege’de Rum Grek halkının katledilmesi, sürgün ve mubadele yolu ile bölgeden tamamen arındırılması gerçekleştirildi.
Tüm bu halkları katleden tetikçi ekip açıklamalarda bulunabilme olasılıklarını ortadan kaldırmak için kendilerini cezalandırdı ya da denetim dışına çıkabilecekleri infaz ettiler. İlk muhafız taburu komutanları yeni atanan Muhafız taburu komutanlığı olan İsmail Hakkı Tekçe ekibi tarafından tasfiye edildi. Topal Osman ve Mustafa Suphi ile arkadaşkarını katleden Kahya Yahya gibi tetikçileri susturmakla işe koyuldu. Türk Ordusunda Muhafız Taburu’nun hep böyle bir işlevi olmuştur! Zira Muhafız Taburu, emirleri muhafızlığını üstlendikleri devletin esas yetkilisi Mustafa Kemal’den aldıkları ve çok özel operasyonlar için kullanıldığı bilinir bir durumdur.
Nerina Azad
Makale gönderimi için: bernamegeh@gmail.com