NACİ KUTLAY
Ben, M. Naci Kutlay, 1931 doğumlu ve Ağrılıyım. Emekli doktorum. Kürt tarihi ve sosyolojisi üzerinde çalışmalarım,
Kürtçe roman ve çevirilerim oldu. Gazete ve dergilere çoğu Kürtler konusunda olmak üzere makale ve
öyküler yazdım. “İttihat-Terakki ve Kürtler”, “Zevîyên Soro” (Kürtçe roman), “Soro’nun Toprakları” (Zevîyên Soro’nun Türkçesi), “Kırkdokuzlar Dosyası”, “Kürt Kimlik Oluşum Süreci”, “Evîna Cemîlê” (Cengiz Aytmatov’dan tercüme
roman), “Anılarım”, Dê û Damarî” (Egîdê Xudo’dan Latin Alfabesine transkription), “21. Yüzyıla Girerken
KÜRTLER”, “Türk Siyasal Islamcılığında Kürt Damarları” kitaplarım yayınlandı. Yakında, Ekim ayı ortalarında “Milliyetçilik ve Kürtlere Dair” çalışmam da okuyucuların eline geçmiş olacak. İsmi değişebilir. Ankara’da oturuyorum. DEHAP ve HADEP Genel Başkan Yardımcılıklarında bulundum. Şimdi, Demokratik Toplum Partisi’nde Parti Meclis Üyesi olarak siyasi çalışmalarımı sürdürüyorum. BÎR dergisinin “DDKO DOSYASI” çalışmalarına katkıda bulunmak üzere bu değerlendirmeyi yapıyorum.
Diyarbakır DDKO kuruculuğu ve yöneticiliğinde bulundum. Devrimci Doğu Kültür Ocakları, son dönem Kürt yaşam ve tarihinin önemli bir olayı. Olay ve dönemin karakteri nedeniyle bu belirlemeyi yapıyorum. 1970-71 yılları Türkiye’de sosyal çalkantıların hızla arttığı, devrimci ve kimlik mücadelelerinin aydın, yarı aydın, küçük burjuva esnaf ve öğrencilerde, bilinç düzeylerinde büyük değişimlere yansıdığı yıllar. Devlet yönetiminde sıkıntılar yaşanıyordu. Sağ ve sol görüşlerin, Sünni-Alevi çatışmalarının yarattığı kaotik yıllar. Küçük grup ve örgüt arayışla- rının yarattığı belirsizlikler vardı. 1960 sonrasındaki aydınlanmacı ve sol çabalar, hızla, en çok da gençlik arasında ortam buldu.
Şeyh Sait Isyanı’ndan sonra yaşanan baskıcı, suskun, asimilasyoncu yapı başarılı olamamıştı. Kürtler geçici
suskunluğu giderek kırıp yer yer “Kürt” ve yer yer “Doğulu” olarak konuşmaya başlamışlardı. Türkiye Işçi Partisi’ndeki “Doğulular” grubu yani Kürtler, Kürt demokratik haklarını asgari ölçüde de olsa dile getirdiler. Sosyal gelişmeler başladıkları konumda kalamazdı ve nitekim öyle de oldu. Yasalar ve toplumsal düzey yetmeyince eylemlilik ve bilinçlenme giderek artıp insanları arayışa itti. Geleneksel Kürt milliyetçiliği de değişiyordu. Durağan halini ve kabuğunu kırarak örgütlendi. 1965 yılında TKDP’ni kurdu. Büyük gelişme gösterememesine karşın, kurulmuş olması başlı başına önemli bir olaydı. Daha çok köy mollaları, esnaf, çok güçlü olma- yan feodaller
arasında gelişti. Kürt yurtseverliği taşıyan okumuşlar da ilgi gösterdiler. Legal siyasete sıcak ilgi duymadılarsa
da Kürt yurtseveri olarak tanınan bazı politikacılara sempati duydular.
Yusuf Azizoğlu ve Ziya Şerefhanoğlu bunlardan iki örnek. II. Dünya Savaşı ve sonrasında Kürt milliyetçiliğindeki uyanış yeni bir evreye girdi. Bu “yeni” evre ve anlayış önemlidir. O güne dek, Kürt hareketlerini feodal ve dinsel önderler yürüttüler. Oysa şimdi yeni bir sosyal grup işin içine giriyordu. Kürt aydın ve okumuşları ile Kürt küçük burjuvazisiydi bunlar. Iran, Irak ve Suriye’de bu karakterdeki oluşumlar Kürt demokratik haklarının mücadelesini
verdiler. Türkiye’deki Kürtlerde henüz bir hareketlilik yoktu. Barzani Irak’ta, Qazî Muhammed Iran’da ve Suriye’de ise Kürdistan Demokrat Partisi’ni kuracak olan ve çoğu Türkiye’den göç etmiş Kürt önderler partileştiler ve kültürel istemleri dillendirdiler. Buradan 49’lar Olayı’na gelirsek; eskiden Kürt zengin aile çocuklarının okudukları Istanbul ve Ankara üniversitelerine artık orta sınıf Kürt ailelerin ve memurların çocukları da girdiler. O zaman sadece bu iki ilde üniversite vardı. Az da olsa, Kürt gençleri de okuma olanağı buldu. Ailelerinden, Tek Parti baskılarını, eşitsiz koşulları,
öldürülen ve sürülen Kürtlerin yaşam hikayelerini dinlemişlerdi.
Asimilasyon yöntemlerini okul yaşamlarında hep yaşadıkları için zaten doluydular. 1950 seçimleri yurttaşlara bir ölçüde olanak tanıdı, bazı şeyleri konuşabildiler. Suskunluk dönemi giderek bitiyordu. Insan yerine konulmak,
horlanmamak ve geri yaşam koşullarından kurtulmak istiyordu Kürtler. Kimileri bu şikayetleri dile getirdiler.
Üniversiteli gençler kendi anadillerini zaman zaman konuştular. Şarkılar söylediler ve halaylar çektiler. Kürt folkloru onların ilk kimlik sahiplenmesi oldu. Birbirlerini aradılar ve diyalog kurdular. Geceler düzenlediler. Kürtler ‘hemşehri’ olarak ilgi ve yakınlık duygusu taşımaya başladılar böylece. Bunun dozu, içeriği ve kalitesi giderek gelişti. Bunları anlatmadaki amacım; DDKO’lara birden gelinmediğini ve bir sürecin sonucu olduğunu kısmen açıklayabilmekti. 49’lar Olayı böyle bir dönemin yurtsever Kürt genç ve aydınlarının hareketi. 1960’lı yıllar, başta Afrika olmak üzere dünyadaki sömürge halkların uyanış ve kurtuluş yılları. Onlarca yeni devletler oluştu. Solcu ya da sola açık önderlerin yürüttükleri bu hareketler dünyayı ve bu arada Kürtleri de etkiledi. Bunlardan Seku Ture, Lumumba, Enkrumah ve
Tom Emboye’yi anımsıyorum. Hindistan’da Gandi ve ardından Nehru etkiledi Kürt gençlerini. En masum ifadesiyle bu toplumlar gibi demokratik ve kültürel hakları düşünmeye başladılar. Süveyş Kanalı’nı millileştirmek isteyen Mısır’ın Fransa ve Ingiltere’ye karşı savaşımı ve Cezayir Kurtuluş Hareketi, Türkiye gençlerini ve bu arada Kürtleri yeni
bir yaşamı düşünmeye taşıdı. Kürt gençlerinin kendi kültürlerini koruma ve buna eğilim göstermeleri, geceler
ve gezilerde Kürt folklorunu savunmaları, Cegerxwîn ve Ehmedê Xanî’den şiirler öğrenme çabaları, istihbarat
örgütlerini pirelendirdi. Oysa Kürt sorununun tümden “halledildiği” sanılıyordu. Dünyada esen sol rüzgar da etkiledi.
Cezayir Hareketi’nin genç kızı “Cemile” ilk kez uçak kaçırıyor ve Cezayir’in taleplerini Fransa’ya ve
dünyaya deklere ediyordu. Ben de O’nun haklılığını “Cezayirli Cemile’ye” şiiriyle savundum ve bu şiir 49’lar
Davası’nda aleyhimde iddianamede yer aldı. 49’lar Olayı’nda Molla Mustafa’nın Sovyetler Birliği’nde oluşu, 14
Temmuz 1958 Irak Devrimi ve ardından Barzani’nin Sovyetler Birliği’nden Irak’a dönüşü ve yaşananların dünya ve Türkiye basınına yansımasının yarattığı etkiler söz konusu. Üniversite gençlerinin evlerinde ve üst aramalarında Barzani’nin resimlerine rastlandı. Türkiye Kürtleri Irak’taki değişimleri yakından izlediler. Etkilendiler. 11 Eylül 1961 ve daha sonrasındaki Irak Devleti-Irak Kürtlerinin silahlı savaşımları Türkiye Kürtlerinin kimlik ve demokratik haklar istemlerine boyut kazandırdı. 49’lar Olayı’nın ardından gelen tüm hareketlerde 49’ların etkileri oldu. Bir bölümü Kürt sosyalist hareketinin ve bir bölümü ise Kürt klasik istemlerinin önderleri oldular. Değişik anlayıştaki Kürt hareketleri, bir ölçüde 49’lardan kaynaklandı diyebiliriz. Ayrı bir inceleme konusu olmaya değer. ABD ile stratejik beraberlik içinde olan Türkiye’de, 1960’lara gelindiğinde ekonomik ve sosyal rahatsızlıklar baş gösterdi ve yönetimsel işler de dahil, iyi olmayan konumlar yaşanmaya başladı. ABD, Demokrat Parti’nin beklediği ekonomik ve siyasi yardımları yapmayınca Başbakan Adnan Menderes Sovyetler Birliği ile flört yapmayı deneme noktasına geldi. Türkiye’de solcu bir Kürt hareketinin varlığını ABD’ye göstermek üzere ABD Kültür Derneği binasına patlayıcı madde atıldı.
ABD ise şantajı yutmadı ve hükümet daha zor durumda kaldı.
Ekonomik yardım elde etmek için “Kürt tehlikesi” yaratılmak istendi. Inandırıcı olmayan bu sanal olaylardan
sonra 50 Kürt üniversiteli genç ve aydın tutuklandı. Onlardan Mardinli
Emin Batu hücrede ölünce, kalan 49 kişiden ötürü olaya 49’lar Olayı dendi.
27 Mayıs 1960’da yapılan askeri darbe yönetimi tüm siyasi tutukluları
tahliye ettiği halde, 49 Kürdün tutukluluğu devam etti. 27 Mayıs Askeri
Darbesi, Ittihat Terakki hareketi anlayışına sahipti. Türk milliyetçi-liğinin
egemen olduğu bir modernleşme diyebiliriz. Ağalığı ve şeyhliği ortadan
kaldırmak isteyen askeri yöneticiler, esaslı değişimler ve toprak reformu
yapmaktan uzak, Batı Anadolu’daki toprak ağalarına dokunamayınca Kürt
ağalarını tutuklayıp sürgüne yolladılar. Onda da başarı sağlanmadı.
CHP’li ağa ve feodallere dokunmadan kabak DP’lilerin başında patladı. Bazı
iyileştirici sosyal ve demokratik yasalar çıkarıldı. Anayasa Mahkemesi,
sendika seçimi serbestisi, Senato’nun açılışı ve Nisbi Temsil Sisteminin
seçimlerde kullanılması, göreceli basın özgürlüğü bu değişimlerin
arasında sayılabilir. Türkiye Işçi Partisi’nin kurulabilmesi olanağı bu
yasalarla sağlandı. Ancak Kürtlere ilişkin iyileşmeler yine de çok sınırlı
oldu. “Deng” dergisi, “Dicle-Fırat” gazetesinin yaşamasına olanak tanınmadı.
Askeri bürokrasi ve ilerici aydınların benimsedikleri burjuva-demokrat
bir hareketin askerler eliyle gerçekleştirilmesiydi 27 Mayıs Hareketi.
Kürtlere olumlu bakmayan bu burjuva- demokrat hareketle getirilen yeni
yasalar ve anlayıştan Kürtler de yararlandılar.
En küçük düzeyde de olsa, Kürtlerden ve yaşadıkları sıkıntılardan
söz etme olanağı sağlandı. Bu arada şunu belirtmeliyim,
49’lar Olayı’nın arkasında örgütlü bir duruş yoktu. Tek tek ve bağlantısız
konumdaki Kürt yurtseverlerinin ilişkilerin- den kaynaklanmıştı olay. Benim bildiğim bir örgüt ya da
örgütlenme isteminin olmadığıdır. Belki bu arzu daha sonra gündeme
gelebilirdi, ama o gün böyle bir olgu yoktu. Ziya Şerefhanoğlu’nun evindeki
aramada, aklımda kaldığı kadarıyla, Arap harfleriyle el yazması birkaç
sayfalık bir belge ele geçmişti. Kimseyi bağlamayan belge, “Kürt Istiklal
Partisi” ismini taşıyordu. Öyle anımsıyorum. Doğaldır 49’lar Olayı
DDKO’lu gençleri önemli ölçüde etkilemişti. Bunların çoğu lise öğrencisi
olmalıydılar 49’lar Olayı’nda. 1965 yılında Kürdistan Demokrat
Partisi kuruldu Türkiye’de. Partinin kuruluşunu Fehmî Efendîyê Licî
özendirdi. Partinin kurucu ve yöneticilerini etkiledi. “Partisiz bir halk ve
hareket olmaz” şeklindeki görüşlerini arkadaşlarına telkin etti. Bu makalede
değindiğim tüm olay ve kişiler özgün araştırma konusu olma karakterini
taşıyor. Fehmiyê Bîlal (1887-1967) Şeyh Sait’e sekreterlik yaptı. Şeyh Sait
Isyanı’nın ardından Irak ve Suriye’de bulundu. 1927 yılında kurulan Xoybûn
Kürt Örgütü -ya da partisi- kurucularındandır. Fransızca biliyordu. La
Fontaine’den şiirler tercüme etti. Kendisi de yazdı. O hareketli ve tehlikeli yıllarda saklanması için Şeyh Sait
ailesindeki dostları da yazdıklarını muhafaza edemediler. Küçük bölümler
bazı kimseler eliyle günümüze ulaştı. KDP’nin ilk Genel Başkanı Av. Faik
Bucak ve ardından Sait Elçi’ydi. Faik Bey Urfa-Siverek yolunda karanlık
güçlerce öldürüldü. Sait Elçi ise 1971 Askeri Darbesi nedeniyle Kuzey Irak’a
geçti ve orada henüz tüm detaylarıyla açıklanmayan bir şekilde Dr. Sait
Kırmızıtoprak ve arkadaşlarınca öldürüldüğü görüşü yazıldı ve söylendi.
Parantez açmam gerekiyor; Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi ile Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’nin
aynı örgüt olmadıkları biliniyor. Her iki partinin program ve tüzükleri 1971-72 Diyarbakır-Siirt Illeri Sıkıyönetim Mahkemesi’nde ayrı ayrı ele alındı. “Türkiye’de KDP”ninki sol
görüşle kaleme alınmış olup 48 sayfadır. Eski Bayındırlık Bakanı Şerafettin
Elçi ve arkadaşlarının suçlandığı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi,
demok- ratik istemleri talep eden bir tüzük ve programa sahiptir. Bunların
tümü, yani KDP’liler 1961 Barzani hareketine sempati duydular. Şeker,
lastik ayakkabı, elbise vs. kolay taşınabilir yardımlarda bulundular.
Hiç kuşkusuz, bu partililerin DDKO hareketinin inşasında düşün-sel ve
moral katkıları oldu. Bu arada Kürtlerin bir bölümü illegal TKDP’nde
yer aldılar, giderek geliştiler, halk kitlelerinde ve esnaf arasındaki etkinlikleri
arttı. Diğer bir bölüm, TIP içinde ve yakınında çalışmalarını
sürdürdü. Yenilikçi ve yurtsever gençler legal olan TIP’in içinde ya da yanında
yer aldılar. Üniversite gençlerinin Yusuf Azizoğlu, Ziya Şerefhanoğlu, Ali
Karahan ve A. Melik Fırat çevresindeki yoğunlukları giderek azaldı.
Gençler KDP’den çok TIP çevresine kaydılar. Üniversite gençliği henüz
ayrışmamıştı, Kürt kökenlilerle Türk kökenliler birlikte hareket ettiler. Kürtler demokratik haklarını ve geleceği
bu müşterek ortamda da savundular. Türk kökenli- ler de Kürt taleplerini
sosyalist bir anlayışla, yetersiz de olsa savundular.
Ne var ki, sosyal gelişmeler ve düşünceler giderek daha ileri noktalara
taşınırken TİP içinde görüş ayrılıkları başladı, Kürtlerde ise KDP
ve TİP çevrelerinde yer alanların karşılıklı eleştirileri söz konusu oldu.
Kürt haklarını legal alanlarda giderek solcu gençlerin ve TİP’lilerin öne
çıkardıkları görülüyordu. Kürt demokratik hakları konusunda TIP ve
Fikir Kulüpleri Federasyonu (Sosyalist Gençlik) yeterli değişimi
göstere- mediler. Oysa Kürt talepleri ve üniversite gençliği giderek yükselen
bir trende sahipti. Ayrı örgütlenme ve daha ileri talepler DDKO’ların
kurulmasının ortamını hazırlayacaktır. Bütün bu değişim ve yaşananlardan
DDKO’lar çıkacaktır. Sosyalist ya da sosyalizme açık Kürt yurtsever genç-liğinin örgütleri diyebiliriz bunlara.
Kürt kökenli üniversiteliler FKF’nin dışında örgütlenmeyi
düşündüler ve sonunda gerçekleştirdiler.
Sağcı Kürt önderler, gençleri tatmin edecek ve halka umut olacak
mesaj veremediler ve projeler sunmadılar, böylece ortamDDKO’ların
oluşturulmasına uygunluk gösterdi. Irak, İran ve Suriye’de KDP’ler
kurulmuştu. Böylece örgütlenme gereği ve çağdaş Kürt milliyetçiliği,
gelenekçi Kürtleri Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurmaya zorladı.
Bazı karşıtlıklar olsa da TIP’li ve KDP’li Kürtlerin ilişkileri yumuşak bir
şe-kilde sürdü. Yer yer dayanışmacı durum yaşandı, bazen de iç içelik oldu.
Istemler ve aktiviteler geliştikçe bu grupların mensupları ortak tavır alma
gereği duydular. En açık örnekleri; “Doğu Mitingleri” ve ortak bir gazete
girişimidir. 1967-69 yıllarında, seri halinde gerçekleştirilen bu mitinglere ulusal
basın “Doğu Mitingleri” nitelemesi yaptı. Kürtlerin Anayasal düzeyde
“hak arayışı” şeklinde algılamak gerekir bumitingleri. Sosyal eşitsizliği
ve kimlik mücadelesini ifade ettiler. “Doğu” ve “Güneydoğu” şeklindeki
söylemlerle “Kürtler” dile getirildi. Ilki Silvan’da (13.8.1967) ve ikincisi
Diyarbakır’da (3.9.1969) yapıldı. Kürt il ve ilçeleri sıraya girmişlerdi.
Siverek, Batman, Tunceli, Kozluk, Ağrı, Ankara, Suruç, Hilvan, Varto ve
Lice mitingleri yapıldı. O güne dek bu denli büyük kitleli toplantılar yapılmamıştı.
Devlet yöneticilerinin yakın izlemeye aldıkları mitingleri TIP’li ve
KDP’li Kürtler birlikte düzenlediler, halka moral veren ve her iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerini anlamaya
çalıştıkları bir ortam oluşmuştu. Sloganlar düşündürücüydü: “Batı’da
kurdela, Doğu’da yol kesilir”, “Millet aya Doğulular yaya”, “Dinlerim,
direnirim hakkı tutar kaldırırım”, “Bazoka değil fabrika isteriz”, “Petrol
kanımızdı onu da aldınız”, “Batıya fabrika, yol; Doğuya komando, karakol”.
Bunlar ancak sloganların küçük bir bölümüdür. Daha da düşündürücü
olanları vardı. TİP Genel Merkezi mitinglere büyük ilgi gösterdi. Aybar,
Behice Boran, Nihat Sargın, T. Ziya Ekinci bizzat katıldılar. Yereldeki TİP’li
Kürtler zaten düzenleyiciler arasındaydılar. KDP’nin yerel önde gelenleri
de öyle. Diğer partilerin Kürt parlamenterleri ilgi göstermediler ve katılmadılar.
İsmail Beşikçi Doğu Mitinglerini özel çalışma konusu yaptı. Olumlu bir ortam ve birliktelik sağlanabileceği düşüncesi gelişti. Iskan Azizoğlu, Silvanli bir parlamenter
olarak gelişmelerin yanında yer aldı. Önemli sayılabilecek ikinci ortak eylem, “Doğu Matbaacılık ve Yayın
Şirketi” girişimiydi. Küçük sermaye sahiplerinin de katılımını sağlama
amacıyla o günün koşullarına uygun hisse senetleri satışına önem verildi.
12 Mart 1971 Askeri Darbesi gelince üyelerin çoğu tutuklandılar. Yargılamalarda
bu konu da ele alındı. Kürt aydın ve kentlilerden ilkin küçük daha sonra giderek artan sayıda
insanlar TİP’e ilgi duydu. Kürtlerin asimilasyonuna, baskı görmelerine ve
ayrıma tabi tutulmalarına daha çok çağdaş ve sol anlayışlar yanıt verebilir görüşü ağırlık kazandı. Dünyanın
diğer ülkelerindeki uyanış hareketleri de bu karekterliydi. Türkiye sol hareketi
Kürt sorununa yeterince yanıt vermese de diğer sağ Türkiye partilerinden
farklı olduğunun sinyallerini veriyordu. Kabul edilebilir milliyetçilikleri
vardı ve şoven fikirler taşımıyorlardı. En azından o günün ölçülerinde
böyleydi durum. Bunu aşan demokratik ve kültürel açılımları dile getirecek düşünce ve niyetleri yoktu.
Kırk yılı aşkın devlet geleneğinde Türk milliyetçiliği çok güçlü bir konum
almıştı ve devletin kurumla- rında güç dengesi tartışmasız böyleydi.
TİP dahil, Türkiye solculuğunun esas gövdesini M. Kemal’in antiemperyalist
ve Kurtuluş Savaşı yıllarının ilerici söylemlerinden esinlenen
insanlar oluşturuyordu. Oysa 1930′ lardan sonra çok şeyler değişmişti;
Tek Parti Dönemi Türk milliyetçiliğinin prefaşist bir yapılanması kabul
edile- bilirdi. Arapça ve Kürtçe konuşan ve ayrıca Alevi inançlı yurttaşların eşit yurttaş kabul edilmediklerini
Aybar Gaziantep’te yapılan Genel Yönetim Kurulu toplantısında
dile getirdi. Büyük bir açılım olarak kabul edilen bu söylemleri aşan
gelişmeler olmadı partide. Legal alanda “Kürtleri” söz konusu etmek bir yenilikti.
KDP’liler illegal oldukları ve sosyal yapıları gereği bu kadarcık istemleri de aşamayınca, TİP’liler
öncelik kazandılar. Nitekim TİP, 12 Mart Askeri Cuntası’ndan önce yapılan 4. Olağanüstü Kongre’sinde
“Kürtlerin varlığını” kabul eden ve dilleri üzerin -deki baskıları kınayan bir kongre kararı aldı. Esas nedeni bu
karar olmasa da, bu eylem gerekçe gösterilerek parti kapatıldı. 12 Mart
mahke- melerinde Kürt milletvekili, senatör ve aşiret reislerinin değil,
Kürtlük bir avuç TİP’li, Kürt ve solcu öğretmen ve gençlerin omuzlarında
kaldı. Kürt sağı, etkinliğinden çok şey kaybetti. Bu arada toplumda tartışmalar ve arayışlar hep sürdü. Kürt
gençleri ve aydınları Nihal Atsız’ın oğluna yazdığı vasiyet mektubunu okudular. Türk kökenli olmayan tüm
topluluklar “düşman” gösterilmişti mektupta. Doğal olarak Kürtler de.
Kürt aydınları bir ölçüde etkilendi, ama “herkes” ve “her topluluk” düşman
gösterildiği için çok da etkili olmadı vasiyetname. Ayrıca Kürt halk
kitlelerine ulaşamayan ve yalnız belirli sayıdaki Kürtlerin okuyabildiği
vasiyet bu gün de o konumunu koruyor. Niğde Milletvekili Asım Eren’in
Irak’taki Kürtlere “mukabele-i bil misil” olarak Türkiye’deki Kürtlere
aynı muameleyi yapalım önerisi daha çok tepki topladı ve Kürtleri uyardı.
Gençlik örgütü olan Fikir Klüpleri Federasyonu (FKF) ve sosyalist TIP ve sendikalardaki Kürtler, bu örgüt- lerde
yeterince temsil edilmedikleri ve demokratik Kürt haklarının dikkate alınmadığı gerekçesiyle giderek “ayrı
örgütlenme” anlayışını yer yer dile getirdiler. En canlı tartışmalar FKF’de
oldu. Kürt kökenli gençler giderek ayrı örgütlenme noktasına geldiler. DDKO’lar bu anlayışın gelişmesi sonucunda
oluştu denebilir. TİP, zaten heterojen
yapılı bir örgüttü. O dönemdeki “Doğulular” yani Kürtler ayrı
örgütlenmenin yarar ve zararlarını tartıştılar, ancak herkes TİP’in içinde etkin şekilde kalmayı gerekli gördü.
Ayrı örgütlenmeyi daha çok “Kürtmilliyetçiliği” şeklinde algıladılar. Oysa,
gerek siyasi partide ve gerekse gençlik örgütü FKF’de Kürt demok-ratik
haklarındaki istemsizlikler karşı – sında Irak’ta Molla Mustafa Barzani
önderliğindeki Kürt hareketi ve “Kürt konusunu” güncelleştirme de yardımcı
olmuştu. Her halk topluluğunun kendi örgütleri vardı. Ister istemez
Kürtleri bu yol ayrımına itiyordu.
Doğal olarak en başta da DDKO kurucuları olarak gençleri. Böylece ayrı
örgütlenme eylemi gençlerle başladı. Bu eğilim doğal bir gelişimin sonucuydu.
Sosyal olayların ne denleri ve özneleri böyle bir süreç izledi.
1908 Meşrutiyeti’yle başlayan bir Kürt örgütlenmesi vardı. Bunlar çok
yazıldı, yine de kapsamlı bir inceleme konusu olmalı. Bu nedenle ana hatlarına
değinmekle yetinmek zorundayım. Istanbul’daki Kürt aristokrat önde
gelen aileler ve üst düzey bürok- rasi içinde yer alan Kürt önderler Kürt
Terakki ve Teavvün Cemiyeti’ni kurmuşlardı. Kurucular feodal, aristokrat
ve dinsel ileri gelenlerdi. Çoğunun 1908 Burjuva Meşrutiyet Devrimi’ni
yapan Ittihat ve Terakki Cemiyeti’yle ilişkileri vardı. Sempati duymuşlardı.
Kısaca söylersek; “kültürel istemli” bir Kürt hareketiydi. Ayrı siyasi
istemleri yoktu. Kürt kültürü, dili ve adetleri serbest olmalıydı. “Kültürel
kimlik” söz konusuydu. Dikkat çekicidir; on yıl sonra 1918 sonlarında
hemen hemen aynı kadronun kurduğu Kürdistan Teâli Cemiyeti ise
artık “siyasi bir kimlik” peşindeydi. Bir bölümü siyasi bağımsızlık ve bir
kısmı ise Osmanlı Devleti’ne bağlı bir özerklik taraftarıydılar. Çünkü artık
Osmanlı Devleti yok oluyordu ve her topluluk başının çaresine bakıyordu.
Kürtler de öyle. TKDP ise 1965’te kurulduğunda, Kürt dilini ve kültürünü
savunuyordu. Ayrılma gütmüyordu Türkiye’nin bütünlüğü içinde,
Kürtlerin gelişimini ele alıyordu. Daha ileri Kürt talepleri olmasına karşın,
bugün tüzük ve programını incelediğimizde rahatlıkla illegal değil
de legal bir parti konumunu alabilirdi diyebiliyoruz. Gelelim DDKO’lara;
Türkiye’nin bütünlüğü içinde, daha çok Kürtlerden oluşan, Kürt demokratik
ve anayasal haklarını savunan gençlik örgütleridir. Siyasi parti
değiller. Ne var ki, talepleri birçok siyasi partilerin istemlerini aşan
demokratik ve ileri istemlerdir. Doğu ve Güneydoğu’da hükümetlerin baskı
ve şiddet uygulamalarına karşı çıkılır, hukuki ve siyasi önlemler alınması
için mücadele edilir. Asker, jandarma ve polis baskılarına karşı halkın hak
talepleri savunulur. Diğer sağ Kürt grupları ile TİP’liler bu DDKO’lu
gençler kadar aktif olamadılar. 1970’lere gelindiğinde ve sonrasında
ayrışan sosyal gruplar örgütlenme arayışına girdiler. DDKO’ları, Doğu
Mitingleri’ni ve TİP deneyini yaşayan Kürtler 1974 sonrasında Genel Af
Yasası’yla cezaevlerinden çıktılar. Cezaevleri tüm tutuklularda değişikliklere
neden olmuştu. Değişik şekilde örgütlenme anlayış ve gereğini
hisseden kadrolar, illegal örgütlendiler ve buna uygun dergi ve derneklerin
çevresinde toplandılar. Bu Kürt örgütlerinin büyük ideolojik farkları yoktu, küçük nüansları abartıp mücadele
ettiler. Birbirlerinden adam öldürdüler. Sosyalizmin farklı yorum ve biçimlerini örnek alarak “Sovyetçi”, “Çinci” ve “Arnavutçu” oldular ve hatta ikinci kez kendi aralarında ayrılığa
düştüler. “Sovyetçi”lerin deği- şik Kürt örgütleri oldu. 12 Eylül Askeri Cuntası
ve sonrasını biliyorsunuz. Sayıları kabarık Kürt örgütlerinden birkaçı bir
süre yaşadılar. Yeniden bölünmeler oldu. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa
Halk Cumhuriyetleri’nin yıkılışından sonra böylesi karakterli Kürt partileri
de ta-rihe karıştılar. Ayrı örgütlenme koşullarının olup
olmaması bir yana; Kürtler ayrı örgütlenmeyi bütünlüklü ve derli toplu
tartışmadılar. Sanki böylesi bir yol gerekiyor görüşü, çoğunlukla kabul
gördü. Bu nedenle o günkü tartışmalardan günümüze aktaracak argümanlar
çok değil. Ayrı bir inceleme konusu da olmadı.
Bütün bu düşünsel birikim, değişim ve gelişimlerden DDKO’lar çıktı.
Başta Ankara ve Istanbul’da okuyan Kürt gençleri ki, değişik tandansta
sosyalisttiler, ya da sosyalizme açıktılar, Kürt demokratik haklarından
yana milliyetçi ya da yurtseverlerdi, içlerinde köklü Kürt ailelerin çocukları
vardı. Dönemin ve egemen anlayışın gereği, kendilerini sola yakın
hissediyorlar, baba ve dedelerinin aksine, Kürtlerin gelişim ve ileri düzeye
kavuşmaları için feodal ve eşraflıktan gelme avantajlarını eleştiriyorlardı.
Daha halkçı görünmeye ve yaşamaya çalışıyorlardı. Doğaldır, yapabildikleri
ve içlerine sindirebildikleri ölçüde. Artık eskisi kadar TIP’li
değillerdi. Giderek mesafeli oldular. Onlara göre, Kürt sorununda TİP
yetersizdi. Gençler daha aktif ve soruna sahip çıkma eğilimindeydiler.
Bu gençlerin çoğu üstelik TİP üyesiydi. Partinin aktivitelerine
katılmışlardı. Ankara ve Istanbul’daki Kürt gençleri kendi aralarında geleceği
ve dönemi tartıştılar. Kimi zaman TİP’li ağabeyleriyle diyalog
kurdular, ama kendi algı ve düşüncelerinde de kararlıydılar. Iki
büyük kent üniversite gençleri böylece Ankara ve Istanbul DDKO’ ları
kurma aşamasına vardılar. Gençlerin de aşırı istemli olanları vardı, ancak,
müşterek noktayı buldular. Kürt illeri olarak bilinen Doğu ve Güneydoğu illerinde örgütlenmeyi projelendirmişlerdi.
İşin ilginç yanı, DDKO’lar gençlik örgütlenmesi olduğu halde, tartışmalar
bir “parti”ymiş şeklinde oluyordu. “Doğu Ocakları” ya da “Devrimci
Ocaklar” diye bilindiler bu illerde. Acaba bilinç altında “Türk Ocakları”
ya da “Ülkü Ocakları”nın karşıtı olma ve benzeri isim alma var mıydı?
Bilemiyorum, olsa da, tartışmalara pek taşınmadı. 12 Mart 1971 Askeri
Darbesi’yle DDKO’lar kapatıldılar, kurucu ve yöneticileri cezalandırıldı.
Kürt kökenli gençlerin, aydınların, küçük burjuva okumuş ve esnafın siyasal ve sosyal olaylara çözüm
arayan bir hareketi diyebiliriz. Bazılarına göre Kürt kimlik sorunu
mücadelesini, geleneksel kadroların yerine modern ve lâik kadroların
yürüttüğü bir hare- ket. Az sayıda da olsa, yerel örgütler de halktan ve
geleneksel kadrolardan insanlar da yer aldı. Bu kadroların çoğu yaşıyor,
dönemi objektif olarak ele alan incelemeler yapılmadı. 12 Eylül 1980
Cuntası’nın tutukladıkları, cezalandırdıkları ya da yurt dışına çıkmak
zorunda kalanların bir kısmı yine bu kadrolardandı. Içerde ve dışarıda
eleştirel ya da özeleştirel değerlendirmelerin sayısı henüz az. Bunun
beklentileri var. Ben de içinde olmak üzere, bu görevin bilincinde olmalıyız.
Bu dönem ve eylemleri önemliydi. Resmi yetkililer, “ırk mülahazası ile milli duyguları yok etme” iddiasıyla
suçladı DDKO’ları. Amaçları için “sola açılma” yaşanmıştı. Anayasanın temel
ilkeleri “dil” ve “ırk” unsurları ele alınarak
azınlık hakları elde etme, Kürdistan Devleti kurmak istemişlerdi
DDKO’lar. Savcının belli başlı iddiaları bunlardı. Komünizm, Kürtçülük,
DISK, TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası), Dev Genç ve TIP bu
anlayışın örgütleriydi iddianamede. Daha sonra 1971 yılının ilk aylarında
Diyarbakır, Silvan, Ergani, Kozluk ve Batman DDKO’ları kuruldu. Tüm
Ocak’ların amaç maddesi şöyleydi: “…Insan hakları evrensel beyannamesi
ve Anayasamızın başlangıç ilkeleri ile 3. maddesi ışığında, 12. ve 20. maddelerinden esinlenerek,
insan hak ve hürriyetlerini savunmak, halkımızın kültürünü
devrimci çizgide geliştirip yaşatmak, demok ratik özlem ve
ihtiyaçlarına cevap verecek kültürel ve sosyal faaliyetlerde bulunmak, ırkçı, şoven ve tüm anti
demokratik akımlara karşı, insani değerlere dayalı, top- lumsal muhtevalı bir Misaki Milli
anlayışını hakim kılmak…”
Kozluk DDKO açılış töreninde beyaz sakallı, uzun boylu Mela
Ebdullayê Xarzî -Mela Ebdullahê Tumoqê diye tanınan Abdullah Beyik
Türkçe bilmediğini söyleyerek Kürtçe konuştu. “Zülümkarlığa paydos diyebilmek
için, fakirlikten kurtulmak için toplanmak hakkımızdır” dedi.
DDKO’lar, bu kısa süre içinde seminer, yürüyüş ve konferanslar düzenlediler.
Bildiri ve bültenler yayınladılar. Bu aktivitelerde jandarma
baskılarının üzerinde durdular. 27 Nisan 1970 tarihli bültende, “Silvan’da
Zulüm” başlığı ile jandarma ve komando eylemlerine karşı çıkıldı. “Türk-Iş
ve Doğu Anadolu”, Tunceli’de oynanan “Pir Sultan Abdal Oyunu”,
“Devrimci Mücadeleler”, “Halklar Meselesi”, “Dağdaki Komando
Hareketi”, “Beytüşşebap Olayı” DDKO bültenlerinin konularından birkaçı.
Jan- darma ve komando halktaki uyanışı engellemek ve onları
sindirmek istedi. Bu süreçte halkın demokratik taleplerini ve memnuniyetsizliğini
dile getirdiği, toprak istediği ve kültürel baskıların kaldırılmasını
dillendirdiği görüldü. Bu gidişin daha ileri talepleri hedefleyeceği
biliniyordu. Üstelik Irak’taki Barzani ve KDP hareketinin de tüm
Ortadoğu’yu etkilediği çok açıktı. DDKO’lar böyle bir dönemin örgütleriydi.
DDKO’lu gençler Diyarbakır, Batman, Mardin ve Siirt başta olmak
üzere bölgedeki il ve ilçelere ve köylere gidiyor, durum tespiti yapıyor,
yaşananları basına, devlet kurumlarına ve bu arada Cumhur- başkanına
iletiyorlardı. Halkla olan ilişkilerinde bir parti gibi tutum aldılar. DDKO’ların
arkasında illegal bir yapının olup olmadığı tartışma konusu olmadı.
Böyle bir oluşumun varlığını düşünmüyorum. Kürt demokratik taleplerinin
mücadelesini vermeye aday birey ve genç üniversitelilerin sürece
denk düşen bilinçli ve biraz da yarı spontan bir dizi eylem ve çabaları
vardı. Örgütlerin TIP kadrolarının desteğini aldıkları doğru. Ancak, TIP
Genel Merkezi Ocak’ların karşısında olmadıysa da, onları desteklediği de
söylenemez. Bu eylemlerin geleceğine ilişkin endişeleri vardı. Kaldı ki,
DDKO’lara gelenekçi Kürt yurtseverleri- milliyetçileri de ilgi duydular, bazı
Ocak’larda kurucu oldular. Bu yıllar Kürt hareketinin ayrışım yıllarıdır.
Etkin siyasi Kürt gelenekçiler, süreci ikinci konumdaki gelenekçilerin insiyatifine
bırakmışlardı. Milletvekili, senatör ve güçlü bürokrat gelenekçiler
uzak durdular. Doğal olarak en yeni, en modern ve en aktif kadrolar
harekete damgasını vuracaklardı. Öyle de oldu. DDKO’lar siya- si partiler
kadar itibar sahibi oldular.DDKO’lar 1960’ların uyanan Afrika ve Asya’sındakilere ve onların
yeni kuşaklarına benzeyen bir hareketti. Milliyetçi, yurtsever, sosyalist ya
da sola açık, modern, lâik kadroların ideolojisi. Böylesine pür -saf- bir ideolojileri
olmasa da ilerici yurtsever bir karakter taşıyordu. Buna ne tür bir
ideoloji yakıştırılır, ne isim verilir, bu, değişik olabilir. Ben, durumu böyle
açıklayabiliyorum. Herkes, içinde kendisine yer bulabiliyordu.
İsminde “Devrimci” kelimesi vardı. O dönemin anti sömürgeci, anti
emperyalist ve anti feodal anlayışından esinlenme söz konusu. Değişimve
mücadele isteyen bir algı. “Ihtilâl” anlamından çok, sürekli ileriye doğru
bir değişim hareketi anlatılmak isteniyordu. “Eski”den ayrılmak, yeni
yöntemlerle gelenekçilikten kurtulmak isteniyordu. DDKO’lara göre,
Kürtler değiştikçe, yeni ve çağdaş eylem ve düşüncelere vardıkça mutlu
ve özgür olacaklardı. “Doğu” kelimesi de vardı Ocak’ların isminde. Örgüt ve
kurum isimlerinde o günkü Anayasa ve yasalara göre “Kürtler” kullanılamıyordu.
Bugüne oranla çok yasakçı bir uygulama vardı. Toplumda çoğu
kez, “Doğulu, eşittir Kürtler” anlaşılıyordu. Anımsatmam gerekir, ırkçı,
soy-sopçu bir anlamı yoktu”Doğulu”nun. O coğrafyada yaşayanların
tümünü içeren bir algılamaydı.Doğal olarak en başta da Kürtleri.
Kürtlere ve bu arada Türkiye’ye şu mesaj verilmek istendi sanıyorum.
Kürtler demokrat, modern, değişimci ve çağdaş olmalılar. Bu karakterleriyle
Kürt demokratik haklarını savunmalılar. Belki bazı farklılıklar taşıdıkları
söylenebilir, bence Ankara ve Istanbul DDKO’ları daha çok gençlere
dayanıyordu ve yeni fikirleri temsil ediyorlardı. Solcu ve yurtsever nitelikleri
vardı. Yereldekiler genç, uyanık esnaf, yurtsever din adamları ve orta
yaştaki aydınlardan oluşuyordu. DDKO’lar, diğer sağ ve sol örgütlerin
çok faal oldukları bir dönemde, 1971 başlarında, toplumda karşıtlıkların ve
şiddet olaylarının arttığı aylarda kuruldular. Ankara ve Istanbul örgütleri
daha önceleri faaliyete geçmişlerdi. Alevi ve Sünnilerin yan yana yaşadıkları illerde, Aleviler, ülkücüler ve dinciler
tarafından öldürüldüler. Doğu ve Güneydoğu illerindeki Alevi Kürtler en
çok zarar görenlerdi. Maraş’ta Alevi Kürtlerden yüzlercesi öldürüldü. Türk
kökenli Sünni ve Alevi illerindenÇorum’da korkunç olaylar yaşandı.
9 Martta sol eğilimli bir askeri cunta beklenirken, 12 Mart Cuntası
solcuları ve Kürtleri hedef aldı, ülkücülere ve biraz da Islamcılara
dokundu. Dengeli hareket ediliyor görünümü verilmek istendi. Doğu ve
Güneydoğu’daki ilerici, sosyalist, Kürt yurtseverleri ve demokrat insanlar
“balyoz” hareketiyle tutuklandılar. Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkı Yönetim
Komutanlığı tarafından yüzlerce ve ilk başlarda bini aşan kadrolar işkence
gördüler. Yargılandılar ve cezalandırıldılar. Gelenekçi Kürdistan Demokrat
Partisi üye ve yandaşları da nasiplerini aldılar. Demokratik gelişmeleri önlemek,
Kürtleri ve solcuları baskı altına almak, demokratik ve anayasal kırıntı
şeklinde var olan kazanımları geri almaktı amaç. Tüm baskı ve antidemokratik
uygulamalara karşın, engeller kalıcı olmadı. Deniz Gezmiş,
Hüseyin Inan ve Yusuf Aslan hiç de hukuki ve sosyal gerekçe yokken,
idam edildiler. Idamlarında “Türk ve Kürt halklarının kardeşliği ve
demokratik hakları” son sözleri olarak tarihe geçti. Onlar da DDKO’lu
Kürt üniversite öğrencilerinin arkadaşlarıydı, birlikte “üniversite
eylemleri”ne katılmışlardı. 12 Mart ve sonrasında DDKO’lara
karşı çok sert ve acımasız davranıldı. Anlayış ve hareket adeta durdu. Bir
süre sonra örgütlerin halk bağlantıları canlılıklarını sürdürdü. Geçici bir
suskunluktu yaşananlar. Cezaevlerindekilerle ilişkiler gelişti. DDKO’lar,
beklenen güçte olmasa da toplumdaetkili iz bırakmıştı. Hatta öyle bir
konum aldı ki gelişmeler, cezaevlerindekilerle birlikte örgütlenmeyi
düşünenler oldu. Dışarıda eylem ve üniversite eğitiminden vakit bulamayan
gençler düşünsel, teorik ve dünya örgütlenme deneylerini okudular
ve geliştirdiler. Kürt tarihi, dili, edebiyatı ve sosyolojisini inceleme ve
araştırma, artık vazgeçilmez bir gerek olmuştu. Sosyolog Dr. İsmail
Beşikçi’nin cezaevinde oluşu da böylesi çalışmaları özendirdi.
Içerde DDKO’ların İstanbul ve Ankara örgütlerinde görüş ayrılıkları
baş gösterdi. Iki gruba ayrılıp, komün kurdular. Bölge DDKO’ları bunların
dışında, her iki komüne az sayıda katılanlar oldu. TIP’li ve nispeten yaşlı
olanlar, arkadaşlık ve beraberliklerini sürdürürken, her iki komüne eşit
mesafeli olmaya çalıştılar. Ileride o günler daha objektif bir şekilde ele
alınabilir. Iki grup da “savunma” larını hazırlarken bilimsel argümanlara
sahip olmak üzere çaba gösterdiler.
Her yönüyle olumlu ve örnek bir davranıştı. Kürtlerin tarihte yaptıkları
bilimsel, kültürel çalışmaları da içeren ilk savunmalardı. Şeyh Sait, Seyit Rıza
ve diğer hareketlerde, bireysel savunmalar böylesine içerikli olmamıştı.
1965’te kurulan KDP sanıklarının Antalya’daki yargılanmalarında da
böylesi savunmalar yapılamadı. Belki olanaklar ve koşullar yetersizdi.
Fikret Şahin, Ibrahim Güçlü, Mümtaz Kotan, Ali Yılmaz Balkaş,Battal Bate, Mahmut Kılıç, Ali
Beyköylü ve Yümnü Budak 489 sayfalık ortak savunmalarını 28. 8. 1972
tarihinde mahkemeye sundular. Tarih- sel, sosyolojik, dilsel ve siyasal
görüşleri içeriyordu. Ihsan Yavuztürk, Faruk Aras, Niyazi Dönmez, Ihsan
Aksoy, Zeki Kaya ve Nüsret Kılıçaslan da 202 sayfalık toplu savunmayı yine
aynı gün mahkemeye verdiler. 489 sayfalık savunmada Türkiye’deki üretim
biçimi ve üretim güçleri ele alınıyor. Kürtlerin anadilleri olan Kürtçe ile
okuyup yazamamanın sonuçlarına değiniliyor. Kürtlerin geri bir üretim
biçimine ve mülkiyet ilişkilerine mahkum oldukları belirlemesi yapılıyor.
Ikinci bölümde, Pan Islamizm, Pan Türkizm, Ziya Gökalp ve Lozan
Anlaşması irdeleniyor. Üçüncü bölümde, Kürt dili ve kültürünün üzerinde
duruluyor. Dördüncü bölüm ve sonrasında ırkçılık ve Ocakların bültenleri
konu ediliyor. 202 sayfalık savunmada ise, genelde aynı konular var.
Sosyalizm, komünizm, milli demokratik devrim ve diğer savunmadaki
konular inceleniyor. Her iki savunma yeniden yayınlanacak niteliktedirler.
Ilk kez ciddi ve belgeli analizler var. Kürt kimliği olanakların el verdiği
ölçüde irdeleniyor. Aydınlar savunmalarda ve Doğu
Mitingleri’nde, DDKO açılış toplantılarında ağa, şeyh ve Kürt beylerine
karşı tavır aldılar. Kürt halkının varlığı savunuldu. Her iki grup, savunmalar
öncesinde 164 ve 26 sayfalık “Iddianameye Cevap” yazılarıyla benzeri
argümanları dile getirdiler. Ben, Tarık Ziya Ekinci ve Canip Yıldırım
gibi TIP’liler bireysel olarak savunmalarımızı yazılı yaptık. 57 sayfa
olduğunu anımsadığım benzeri savunmayı mah- kemeye sundum.
Diyarbakır Askeri Tutukevi’nde, DDKO’ların yöneticileri, TIP’liler ve
bunlarla manevi bağlantılı farklı kimseler önceleri çok sayıda, yüzlerce ve
ayıklanmalardan sonra değişik dönemlerde 100-200 arasında
değişen, tutuklu vardı. Bu arada yargılamalarda nasıl bir tutum alınması
gereği de giderek konuşuldu. Ankara ve Istanbul DDKO yöneticileri
de ayrıştılar. Bu ayrışma sinyalleri yargılamalardaki tavırlara da yansıyacaktır.
Bir bölüm, iyi hazırlanmış savunmalarla radikal karşı duruşu
istiyordu. Bazıları ise ortak karşı duruşu diğerleriyle birlikte
yürütmeden, sosyalist kefesi ağır basan savunma ve tavır taraftarıydı.
Aralarında uzlaşıdan uzak ideolojik farklar yoktu. TIP’liler, sayıları az ve
daha yaşlı arkadaşlardı. Her iki genç grupla hareket etmelerinin ortamı
yoktu. Dışarıdan gelen ve tüm tutuklularla görüşebilen avukatların da etkileri
oldu. Bunlardan da radikal tutum önerenler olduğu gibi, “mahkemeyi
kızdırmayalım” diyenler vardı. Bu telkinlerin ne ölçüde etkili olduğunu
tahmin etmek güç. Sonuçta her grup ayrı ortak savunmayı tercih etti.
Doğrusu, bu karar yargılamaları ve sonrasını bir ölçüde etkiledi diyebiliriz.
Tahliyelerden sonra, içerideki şekillenme ve projeler yaşama geçirilmeye
çalışıldı. Böylece değişik dergi ve siyasi tavırlar yaşam buldu. Illegal
partiler de o günlerdeki ayrışmalardan kaynaklandı. Zaman zaman, az da olsa,
gruplar arası sürtüşmeler yaşandı. Sovyetçi, Çinci ve Arnavutçu Kürt partileri
ile pür Kürt milliyetçi illegal partiler cezaevindeki gruplardan çıktı.
25-30 yıl sonra dönüp geriye baktığımızda, böylesi ayrı örgütleri yaratacak
ideolojik farklılıklar var mıydı sorusuna çok net yanıt vermekte
güçlük çekebiliriz. Hem evet ve hem de hayır demek mümkün. O dönem –
de Sovyetçi-Çinci ayrımı sosyalistler arasında derin ayrılıklara neden oluyordu.
Bu durumun Kürt hareketinin parçalanmışlığında ve Kürt sorunun –
un çözümünde etkili olduğu yazıldı ve tartışıldı. O gün için böyleydi. Önyar -gı
ve “taraf tutma” eğilimleri vardı. Bugün Diyarbakır-Siirt Illeri Sıkı
Yönetimi Askeri Tutukevi’ndekileri yeniden gözden geçiriyorum ve
“bugün”ün algılama deneyimlerine bakarak, bu ayrılıklar olmayabilirdi
diyorum. Ama, bugünün anlayışıyla…
Özne durumundaki aktörlerin önemli bir bölümü yurt dışına çıktı.
Mültecilik durumu yaşandı. Acılı günlerden sonra değişik ülkelerde değişik
konumları oldu. Yabancısı olduğumuz Avrupa kültürünü tanıma olanakları
elde edildi. Kürt hareketlerinin o güne dek izledikleri yöntemlerle
Avrupa’nın ve oraya mülteci olarak yerleşmiş diğer ülke insanlarının yöntemlerini
karşılaştırma fırsatı doğdu. Öğrenilecek çok şeyler vardı.
Ortadoğu’dan çok Avrupa’ya taşındı 1970’lerin Kürt önderleri. Önemli bir
olgu vardı; Kürt önderleri aynı zamanda yok olma sürecine girdiler. Kendi içlerinde parçalandılar. Sonunda mülteci
bireylere indirgen- diler. Yenilgi ve değişimi kabullenmek kolay
olmadı. Sosyalist blokun çöküşü bu süreci hızlandırdı. Bu dönem ve sonuçları, özel olarak incelenmeye
değer. Bir makaleye çok şeyi sığdırmak zor. Üstelik, her konunun ayrı araştırma,
inceleme ve irdelemeye tabi tutulması gereği var. Buradan hareketle,
süreci takip ederek son döneme de değinip bitirmek istiyorum. “WAR” ve
sonra da “BÎR” ismini alan derginin istemini kırmadan yazdım. “BÎR”in
kendine özgü taraflı bir dergi olduğunu biliyordum. Belirli konum
almak, herkesin doğal hakkı. Bundan önce de yazılarım yayınlandı dergide.
Sait Veroj’u olduğu gibi kabul ettim. Yazılarım Kürt dilinin ve edebiyatının
Ermeni, Azeri ve Gürcü edebiyatlarıyla ilişkilerini içeriyordu. Prof. Kinyas
Ibrahimov’dan yararlanmıştım. Sait Veroj, ilk kez siyasi nitelikli bir yazı
istiyordu benden. DDKO’ları konu alan dosyaya katkım isteniyordu.
Gönderilen e-mail’deki soruların son bölümü, günümüzdeki siyasi hareketleri
ve bir partiyi itham ediyordu. Soruların içeriği ve düzeni böyleydi.
Bizlerden yanıt istendiğine göre bizim yerimize yanıt veren yönlendirmeyi
doğru bulmadığımı telefonla, bir ağabeyi tutumuyla kendisine ilettim.
Ertesi gün bu son soruyu değiştirip daha genel bir biçim verdi.
Türkiye’deki legal ve illegal konumdaki Kürtlerin çoğu 12 Eylül Askeri
Cuntası’nın gelişiyle yurt dışına çıktılar. Yukarıda değindim. Suriye, Irak,
Iran ve Lübnan’a geçen parti ve grupların istemlerinde siyasi mücade –
lelerini sürdürme vardı. Tümü sosyalist nitelikli hareketlerdi. Iddiaları
böyleydi. Tabanı ve geleneği daha çok köy- lülüğe dayanan KUK -Kürdistan
Ulusal Kurtuluşçuları bile sosyalistliğini ilan etti. Dergi ve broşürleri
bu karakterde çıktı. Diğerlerinin isimlerini yazmıyorum, Çinci ve Moskovacı örgütlerdi. Kürtlerin geleceklerini bu
çizgilerdeki çabalarda gördüler. Farklılıkları vardı, ama genel yapıları
böyleydi. Kendi içlerinde parçalandılar ve sürtüştüler. Avrupa’ya taşındıkça
daha çok kültürel çalışmalara ağırlık veren örgütlere dönüştüler.
Giderek eski “Kürdistan öncülüğü” iddialarını terk ettiler. Türkiye içinde
kalan kadrolar minimalize oldular. Suskun ve inaktif konumları vardı.
Güçlü iç ve dış örgütlerin varlığından söz edilemezdi. Kürt dili, edebiyatı ve
tarihine ilişkin önemli çabaları oldu. Çoğu okumuş, aydın, öğretmen ve
gençlerdi. Az da olsa avukat, doktor ve sendikacı vardı. Bunların hemen
hemen tümü, söylem ve yazılarında “bağımsız” ya da “federe” bir
Kürdistan talep edi-yorlardı. Avrupa’ya taşındıktan sonra silahlı
eylem projeleri yoktu artık. Ortadoğu’da PKK olarak bilinen
grup ise Avrupa’ya önceleri az kadrolar şeklinde çıktılar. Avrupa’da yerleşik
Kürtlerden ya da diğer gruplardan kadrolar ve yandaşlar kazandılar.
Köylü tabanı geniş ve okumuşları azdı. Katı bir marksizm ve disiplin öngören
yapıya sahiptiler. Kürtlerin yaşadıkları tüm ülkelerdeki Kürt coğrafyalarını
içine alan bir Kürdistanı dile getirdiler. Ortadoğu’da kaldılar. Kendi dışındaki
örgütlerle ilişkileri yer yer şiddet içerdi. Irak Kürt örgütleriyle de öyle.
Barışık ve karşıtlıkları oldu. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra giderek
katı sosyalist anlayıştan ayrıldılar. Bağımsız Sosyalist Kürdistan anlayışları
yumuşadı. Türkiye’de demokratik, eşit haklara sahip yurttaşlığı esas alan
noktaya geldiler. Bu arada günlük gazete, televizyon ve değişik kurumlar
kurdular. Devletle girdikleri silahlı şiddet eylemleri onları uluslar arası
bir örgüt yaptı. Türkiye, ABD ve bazı AB ülkeleri terör örgütü olarak
nitelediler. Örgüt lideri Abdullah Öcalan ABD yönetiminin yardımıyla
tutuklanıp Imralı Adası’nda yargılandı. Önce idam ve ardından ömür boyu
hapis cezası aldı. PKK dışındaki Kürtler legal ve illegal olarak toplumsal
mücadeleye damgalarını vuracak konum kazanmadılar. Bu örgüt ve
bireyler genellikle PKK’ye sıcak bakmadı. PKK de onlara. PKK’nin, üniter
devlet yapısı içinde eşit haklara sahip olma istemi, diğer Kürtler tarafından
eleştiri konusu oldu. Türkiyelileşmek ve Türkleşmek gibi ifadelerle itham
edildiler. Bunun ne denli objektif bir değerlendirme olduğu tartışma konusu.
Yaşam içinde görüşlerinin değişime uğradığı doğru. Kürtler arasında, hangi görüş ve
anlayışta olurlarsa olsunlar, yetkin sosyolog, tarihçi ve siyaset bilimcisi
yetişmedi henüz. Ya da uluslararası kriterleri taşıyanlar olmadı. Döneme
yanıt verilemedi. Türkiye’de uygulanan siyasi ve kültürel politikalar
böylesi insanların yetişmelerine olanak vermedi. Olumsuz gelişme ve
baskılara karşın, dünyaya uyumsağlama, AB’ye girme çabalarının gerektirdiği
kriterler ve Kürtlerin demokratikleşme ve kültürel çabaları ve de
Kürt olmayan Türk yurttaşlardaki değişimler, devlet yöneticilerini Kürt
sorununda liberalleşmeye zorladı. Azımsanmayacak adımlar atıldı.Kürtlerin varlıklarını ret ve inkardan
“kısmi” hakların kabulüne gelindi. Artık Kürtlerin varlıklarında tereddüt
yok şimdi, çağa ve gereksinimlere uymayan, azamide tutulan kültürel
haklar ve demokratikleşme var. Seksen yıllık “homojen Türk” hayalinden
bugünlere gelindi. Öyle kolay değil. Türkiye’nin hiçbir siyasi partisi
Kürt sorununun adil ve demokratik çözümünü politikalarının merkezine
alamadı. Yer yer kendilerine uygun kimselerle Kürtleri “idare” ettiler. Kürt sorununun çözümünü esas alan
partiler yine Kürtlerden oluştu.
Anayasa “Kürt” partilerine müsaade etmiyor. Bunun doğal sonucu, büyük
çoğunluğu Kürt kökenlilerden olan partiler kuruldu. Toplumbunları “Kürt
partileri” olarak algıladı. Bazılarında az ve bazılarında daha çok Kürt
olmayan insanlar yer aldı. Genel Başkanlığını bu niteliktekiler yaptılarsa
da yine “Kürt partisi” diye anıldılar. Demokratik Kitle Partisi (DKP),
HEP, DEP, HADEPkapatıldı. DEHAP’ın kapatılması için açılan dava ise Anayasa
Mahkemesi’nde karar aşamasındadır. Şimdi Demokratik Toplum Partisi,
Hak ve Özgürlükler Partisi faaliyet yürütüyorlar. Önümüz -deki süreçte
kuruluşu beklenen Şerafettin Elçi ve arkadaşlarının partisinden söz ediliyor.
Türkiye’de Kürt partileri olarak isimlendirilen partilerin gerisinde illegal
oluşumlar olduğu fikri var. DTP ve o gelenekten olan HEP, DEP, HADEP ve
DEHAP için PKK; Demokratik Kitle Partisi için KDP ve Hak ve Özgürlükler
Partisi için TKSP’ye işaret edilir. Oysa tümüyle yanlış. Vaktiyle bu örgütlerle
ilişkisi bulunan birkaç kişinin günümüz legal partilerinde yer
almaları doğal. Buradan hareketle organik bağlar kurma düşüncesi,
demokratik anlayışın yeterince güçlenmediği ve zenginleşmediğini
gösteriyor. Etkilenmek, organik bağlılık, savunulan ve müca- delesi
verilen istemlerin benzerlikleri başka şeylerdir. Kürt ağırlıklı tümlegal partilerin
istemleri benzeşirse de farklılıkları var. Bu yanlışlık siyasal olguları
diyalektik ayrıma tabi tutmadan aynı kefeye koymaktan kaynaklanıyor.
BERNAMEGEH