DEWRÊŞÊ EVDÎ, ZOR TEMİR PAŞA VE KIZI EDÛLÊ OLAYI

Ali BURAN

  Araştırma  ve Sözlü dinlediklerim

 (Annem dördüncü babadan Dewrêşê Evdî ile  amca çocuklarıdır.)

Urfa Wêranşehir’den Şengal dağına kadar uzanan alanda büyük bir Kürt aşireti olan Mıllan Aşiretti konumlanmaktadır. Aşiretin lideri Temir Ağa, (Zor Temir Paşa) aynı zamanda Kürtlerin lideri konumundadır. Ayrıca şarkî  aşiretinden de bahsedilir. E’zidi olan bu aşiret de Mılla (Milli veya Milan olacak) aşiretine dayanır. Kürtler tarafından  oldukça yiğit ve savaşçı bir aşirettir.

Mılla aşiretini Araplar kendi denetiminde tutmaya çalışırlarken, diğer taraftan da Tükler talan ve vergilendirmeye dayalı olarak egemenlik sağlamaya çalışırlar. Aslında Mılla aşiretinin somutunda Kürtlere yönelim vardır. Araplar bir gün gelip yedi yıllık vergi isterler. Bu durumu gören Mılla aşiret reisi Temir Ağa, şarkî (Şarki ismi bu aşiretin Şengaldan doğudan geldikleri içindir) aşiretinin lideri olan Abdi Ağaya mektup göndererek destek ister.

Abdi: Temir ağanın destek mesajına alır ve Temir ağanın yanında oturan yiğit ve savaşçı Museke Hame ile birleşir ve savaş zırhlarını kuşanarak çatışmaya girer. 1700 kişilik Arap ordusunu darmadağın ederek ayrılırlar. Daha önce Abdi’nin selamını bile almaya tenezzül etmeyen, ancak yarım saat sonra cevap veren Temir Ağa, bu sefer bizzat kendi hayatını kurtardığı ve teslimiyetçiliğini gördüğü için Abdiyi misafir olarak evine kabul eder. Onu kadınların olduğu bölüme götürür. Kız kardeşi  Rahmene (Rahime olacak) kahve yapmasını söyler. Rahmen kahveyi altın tepside sunar.

Güzel bir kız olan Rahmen’den Abdi etkilenir ve aşık olur. Bunu fark eden Temir Ağa, Rahmeni ona vereceğine dair söz verir. Abdi bundan sonra artık hep onun etrafında dolaşır. Bir hafta sonra çocukları aklına gelince Temir Ağadan onları görmek için izin ister.

Abdi‚ çocuklarını görüp bir gün tekrar Temir Ağanın konağına döndüğünde, büyük bir düğün olduğunu görür ve Temir Ağanın çadırında yabancı  bayrağının asılı olduğunu fark eder. Köle Muhammed, Abdi’nın önüne gider “sende vicdan yok. Sen nasıl Rahmenin düğününe gelirsin” dediğinde, Rahmenin, Bakır Ağaya verilmiş olduğunu anlar. Abdi’nın yüreğine Kafdağı kadar bir ağırlık düşer.

Temir Ağa onu kandırmıştır. Abdi 1700 kişiye karşı göğsünü siper etmiş, savaşmış, Temir Ağa ise karşılığında onu kendi kadın haremine koyduğu halde, kız kardeşini ona vermemiş ve onu kandırmıştır. Abdi bu olaydan sonra Mılla aşiretinden ayrılır ve Temır ağa için O Mılla aşiretinin reisi, ben şarkî beyiyim diyerek ” Bir daha ayağımı onların aşiretinin bulunduğu yere basmayacağım” andını içer ve aşiretini ayırır.

Birbirini izleyen yıllarda Araplar şarklıların Mılla aşiretinden ayrıldığını öğrenince, Mılla aşiretine bir mektup göndererek savaşa hazırlanmalarını söylerler. Araplar bu sefer aşireti tamamen yok edip her açıdan ırzına geçmeyi hedeflemişlerdi. Bunun karşısında çok zor durumda kalan Temir Ağa, aşiretindeki 32 bin beye toplanmaları için haber yollar. Bunlar durumdan habersiz oldukları için, ziyafet verileceğini düşünerek sevinçle gelirler.

Aşiretlerdeki bütün gençler, yaşlılar ve kahramanlar bir araya toplanır. Cemaatte üç biçimde oturulur. Birinci; bey ve efendilerden oluşan bölüm. ikinci; kahraman, yiğit ve eşkıyalar. Üncü: ise; sakat, ihtiyarlar ve işe yaramayanlar biçimindedir. Cemaat tamamlanıp meclis toplanınca, Temir Ağa kendi nazarına kahve yapıp getirmesini söyler.

Kahve gelince Temir Ağa; ” Bu kahve ucuz bir kahvedir demeyin, bu kahve kanlı bir kahvedir” diyerek, Arapların mektubundan söz eder. Devamla, ” Arapların önüne geçmesek bütün beyliği talan edecekler. Namussa hepimizin namusudur çünkü hepimize yönelecekler. Hanginiz bu kahveyi kaldırsanız göğsünüzü Türk-Arap düşmanlarına karşı siper edip önlerine geçerseniz ve sağ salim dönerseniz. Edûle(kızı)yi size vereceğim. Edûlênin çeyizini de hazırlayıp, nikâhlayacağım” der. Köle Muhammed, kahveyi üç gün-üç gece gezdirir hepsi Edûlêye göz diktikleri halde kimse cesaret edip kanlı kahveyi alamaz.

Temir Ağa bunlardan umudunu keserek, Abdiye mektup gönderir. Elçi mektubu götürdüğünde Abdi kendi yaşlılar cemaatiyle oturmaktadır. Mektubu alır, okuduktan sonra yastığının altına koyar ve elçiye “git Temir ağaya söyle o Mılla beyi, ben şarkî beyiyim. Benim onunla ilişkim kalmadı, ben yeminliyim onun bulunduğu yere ayak basmayacağım der”. Elçi oradan ayrılırken yolda Derwêşê Delal( Dewre’ş olmalı) ile karşılaşır. Edûlêyi uzun zamandır sevmekte olan Delale Derwêş elçiyi gördüğüne çok sevinir.

Derwêş elçiye niçin geldiğini sorunca elçi “Ben bir mektup getirdim. Baban okuyup yastığının altına koydu” der. Derwêş babasının yanına mektupta yazılanları öğrenmek için gider. Babası ‚ “çok büyük bir engel var ki onu aşana Edûlêyi verecekmiş der. Ama Temir Ağa sözünü yerine getirmeyen yalancı bir insandır. Bir de önüne konulan şart ulaşılmayacak bir şarttır. Gidişi var dönüşü yok. Onun için boş hayallere kapılma diyerek devam eder: Tamam biliyorum.

Edûlênin mor örüklerinin karşılığı sandıklarla altın değil yiğitlerin kellesidir”. Derwêş Delale elçiyi göndermesini, büyüklerini dinlemezse pişman olacağını söyler. Baba oğul arasında birbirini ikna etme çabası sonuçlanmayınca Derwêş, cemaate seslenerek kendilerini dinletir ve kararın verilmesini ister. Ayrıca cemaatten kalbinin kırılmamasını da ister ve aşkını anlatır. Abdi oğlunun yürek acısına dayanamayarak elçiye “Şark aşiretinin beylerinin ve Derwêş’in geldiğini iletmesini söyler.

DEWRÊŞÊ EVDİ VE EDÛLÊNİN DESTANI –DESTANI I 

Derwêş arkadaşlarına kuşanın, Temir Ağanın konağına gidiyoruz” diye seslenir. Bu arada üç-gün üç gece cemaatte dolaştırılan kahve fincanına 32 bin beyden alma cesaretini gösteren kimsenin olmadığını ve Abdiya mektup gönderildiğini duyan Edûlê “Bu köpeklerden kahveye uzanacak kadar erkeklik damarı olan bir kişi yok mu ki, Derwêşê haber salınıyor. Derwêşi bu belaya sokacaklar, nasıl olsa ölse de-ölmese de onlar için kardır” diyerek, bu duruma üzülür.

Derwêşin başı kopartılmış civciv misali kaderine üzülerek bir şeyler yapmak ister. Bu beylerin karşısına çıkıp bir-iki söz söylemesinin yasak olup olmadığını düşünür, babasına sorarak ricada bulunur. ” Babamın beş kızı var ama hiç oğlu yok. 71-72ye dayanmış beli bükülmüş, onun temsilini ben yapabilir miyim? Acaba böylelikle Derwêş gelmeden önce bu beylerden biri namusa gelir de kahveyi alır mı?” diye düşünür. Babası da “Benim oğlum yok, sen benim temsilimi yapabilirsin. Aslanın dişi veya erkek olması fark etmez. Beylerin karşısına geç ne istiyorsan söyle, özgürsün” der.

Edûlê, cemaatin karşısına çıkar ve şunları söyler: Beyler, ağalar! Hepinize sesim ulaşıyor, hele bir kafanızı kaldırın Mılla ağaları. Ben öncelikle şunu biliyorum: Bir kadına bu kadar ağanın, paşanın karşısına çıkıp konuşmak düşmez. Ben ne yapayım, babamın hiç oğlu olmamış, Kadın olarak karşınıza çıktığım için beni kırmayın, beni dinleyin, bir-iki kelime söyleyeceğim.

Babamın başına gelen bu felaketten dolayı hepiniz toplandınız. üç gündür sırtınızı yastıklara dayamış, koyun-kuzu eti yemektesiniz. Ama kardeşler, kaç gündür cemaatte dolaşan kanlı kahveyi de kimse almıyor. Bu Mıllaların bayramıdır, şarklıların değil. Üç gündür dünya babama dar geliyor. Niye sizin nazarımızda dolaşan bu kanlı kahve ve kadın haremi karşısında kafanızı kaldıramıyorsunuz?

Öfkeden gözlerim kararıyor: Babam bana ilişkin kararı verdiği zaman ben 21-22 yaşındaydım. Aşiretin binlerce süvarisi ayağa kalkıyor, çevrelerindeki bayrak ve sancaklarla ilerliyorlardı. Wêranşehir’e kadar etkileri sürüyordu. Oradan Çiyayê Şengaleyê kadar süren etki alanına ağalar gelip ağırlanırdı. Ben atıma binip binlerce ev içerisinde dolaşmaya çıktığımda beni zılgıtlarla karşılarlardı. Beni ayakta karşılamayan tek bir yaratık yoktu.

Bütün Mılla ağalarının, reislerinin kadın ve kızlarının karşısında Sembol durumundaydım. Tanrı beni erkek doğurmadı ama ben babamın temsilini yapıyorum. Fakat bugün 32 bin beyin karşısında hiçbir kıymetim kalmamış. Tanrının katliamına uğrayacaklar.  Derwêşê Abdi gelecek, sırtını sırat köprüsüne dayayacak, önüne de kadın haremini alarak hepinizin nazarında kahveyi kaldıracak. Göğsünü Araplara karşı siper edecek ki, o Arapların atalarının cesetleri hala sahipsiz arazilerde kalmıştır.

Ağa ve beylerin hepsinin benzi sararmış, ölü gibi olmuş ağaları düşmüş, bıyıkları bükülmüş. Başlarına gelen felaketin ne olduğunu kimse bilmiyor. Edûlênin rengi sararır, kanı çekilir, dişleri ve dudakları titrer. “Şarkîlı Abdinin oğlu Derwêşin türbesini kazdılar. Çünkü onlara göre o buraya gelir ve fincandaki kahveyi içerse, Türklere ve Araplara yönelecek ve dönüşü olmayacak” diye düşünerek, bu oyunu bozmak ister. Edûlê ayağa kalkar, ” Kaldırın başınızı! iki genç gelecek sizin karşınızda perdenin arkasında beş kızı yatıracaklar.

Tanrının bu beş kıza verdiği aşk, olgunluk ve canlılık insanların tümüne acı verdi. Biri beyaz dolunayın 14ü gibi, diğeri aşk ve olgunluğunu erkeklerin güzelliğine verdi. Biri dağların Yücelliği gibi kendini gökyüzüne vermiş. Biri Edûlêdir kızıl kanatlarıyla kendini Mılla ailesinin muradına vermiş. Üşte ben hepinizin karşısında duruyorum. Bu Agit ve kahramanlardan biri kahveyi içsin. Derwêş’in yolu dumanlıdır, gelinceye kadar alın, göğsünüzü hainlere ve düşmana siper edin.

O anda elçi, şarklıların geldiğini haber verir. Temir Ağa Derwêş geliyor mu? diye sorar. Paşa seslenir: Mıllalar! Demeyin paşa bize demedi. Şarklıların erkekleri geliyor, kimse atlarının başını tumasın, selamlarını almasın, kıymet vermesin. Edûlêyle beş kız çadırlarının kapısını açıp bakarlar ki şarklılar gelmiş, şarklılar cemaate girerler, selam verirler ancak selamları karşılanmaz. Abdi ile Emer Paşanın yanına otururlar, bakarlar ki herkesin benzi solmuş ve başlarını öne eğmişler.

Cemaatin içine Derwêş gelince Edûlê ” misafirimize, kahveyi akşamdan beri hazırlamışım, fincanı kendi ellerimin üstüne koydum, sevda kafama vurdu, aşk bedenimi sardı, bilmiyorum acaba ayaklarım onun ayakkabısına mı değdi, bütün vücudum titredi. Yarın on iki süvarimiz 1700 Türk-Arap güçlerine karşı kılıç kalkan sallayacak, ben 41 Mılla kızını alıp kendimi Dicle suyunun kenarına bırakacağım. Dicle nin suyu kabarıktır ” der. Derwêş kahveyi içtikten sonra on iki süvariyle birlikte Musul ovasına savaşa gider.

Savaş bir tufan gibi kopar, her taraf duman içerisinde kalır. Yaşlılar bastonlarına dayanmışlar, genç gelinler kınalı elleriyle dışarı çıkmış seyretmektedirler. Herkes; ” nedir bu bizim Kürtlerin başına gelen? diye yakarır” . Derken savaş biter ve on iki süvari dönerler ama Derwêşê Abdi aralarında yoktur. Edûlê ” Bir süwari geliyor aşağıdan. Derwêş kendini aşağıya bırakalı üç gün-üç gece oldu, hiçbir haber yok” der. Derwêşin merakında olan Edûlê Süwariye yaklaşarak; ” Delalım nerededir” diye sorar. Süwari ” Ey gelin! Birçok delal varki, gelinler kınalı elleriyle Delallerini bekliyorlar. Bu delallerin birisi yaralı Sivereke gitmiş. Sen bana söyle, senin Delalinin işareti nedir? ” der.

Edûlê ” Benim delalimin işareti bellidir. Elbisesi melesindir, omzundaki zırhı davudidir, onun üzerinde agani bir aba vardır. Delalın göğsünde zırhlı gözlük, belinde kemeri vardır. Delalın şalvarı felemindir, ayakkabısı kız bağıdır. Delalın kafasında sarık var, kızıl bıyıkları var, Urfa (Dewreşin ailesi Süruçte ikmet edilir) kınasıyla yakılmış, yanakları nar gibidir. Delalın kalkanı Amedidir, kalkanın ucu Edûlênin örükleriyle süslenmiştir” der.

Süwari, “Edûlê senin dediğin şarklı Abdinun oğlu Derwêşdir ki, kanlı fincanı kaldırmış, Musul ovasında Türk ve Arap düşmanının gözlerini korkutmuş. Ne kadar yaralı ve ölü varsa onun eliyle olmuştur. O kaç tane eli kınalı gelinin ocağını yakmış. Fare delikleriyle dolu bir topraktan geçerken atının ayağı kırılmış, at onu sırtından atmış ve Derwêşin bütün kemikleri kırılmış. Git Musul ovasında onu sağ olarak gör. ” der demez, Edûlê kendini ovaya bırakır.

Edûlê musul ovasında yerdeki süwarinin yanından geçer ve bakar ki Delali yaralıdır. Edûlê oturur ve şu ağıtı söyler : ” Koşarak Delala ulaştım. Namus kanı zırhından akıyor. Delal yedi yerinden yaralıydı. Ama yüreğinin üstündeki yara çok derindi. Yarasına dokundum ve baktım at ciğerine vurmuş tabii; biliyorum ki, Kürt atları bile kinlidir. Yere düşünce beli kırılmış. Göğsüne vurulan darbeyle birlikte dört damarı kopmuş”.

Ağıtlarına devam eden Edûlê: ” Delal kalk! Boyum posum incedir. Senin için büküldü, alnım aktır, sana açıktır. Kaşlarım incedir, kirpiklerim karadır, gözüm belektir ve senin için sürmelidir. . . Ben bu dünyada hiç kimseye layık değilim, ben ne Rumlara, nede Türklere layığım. Ben şarklı Abdinun kına bıyıklı oğluna layığım. Alevler içindeki şengalımın mezarlarına, karanlık türbelerine layığım.

Delal: Ben senden sonra kalmacağım. Artık kimseye Yemen kavhesi pişirmeyeceğim. Paşanın cemaatinde gezdirmeyeceğim. Boyumu posumu hiç kimse için süslemeyeceğim. Senden sonra bahtım kara olacak, hiçbir dilek ve muratta bulunmayacağım. Hiçbir beşiğin önünde oturup sallamayacağım. Dağların üzerine çıkıp ağıt yakacağım, kanlı gözyaşı dökeceğim, göğsümü hiç kimseye göstermeyeceğim. Delal, sen babamın evinin misafirisin” .

Dağlara çıkıp diyeceğim Delal Bütün çobanların kavallarıyla diyeceğim Delal; Ben süvarilerin gelini olacağım Delal. . . ” der ve dediği gibi yapar.

Bu destanın en belirgin yanı, aşk ile mücadele arasındaki bağlantıdır. Destanın kadın kahramanı Edûlê, kendisini tam anlamıyla aşiret olarak ifade edilen ülkesine adamış, ancak ülkesi yabancı güçler tarafından tehdit edildiği için, sevgisini bu tehdide karşı savaşmayı göze alan yiğit cengâvere vermektedir. Destanda bu yiğit Derwêşê Delale olarak adlandırılmaktadır. Destanın anlatımında da görüldüğü gibi Derwêş aynı zamanda ülkeyi temsil etmektedir. …örneğin Edûlê savaştan dönen süvarilere Derwêşi tarif ederken, Kürdistan’ın her yöresini temsil eden özelliğini anlatmaktadır.

Ayrıca Derwêşin ölümüne neden olan at darbesi iç ihaneti hatırlatırken, atın tekmesiyle ölümüne yol açan yüreğinde kopan dört damarı da, Kürdistan’ın dörde parçalanmışlığını anımsatır. Derwêşin atının fare delikleriyle delik-deşik edilmiş bir zeminde ürküp onu sırtından atması, düşmanlar tarafından kemirilmiş, zedelenmiş Kürdistan zemininin gerçekliği vurgulanarak, trajik bir sonu göstermektedir. Derwêş düşüş sonucu aldığı darbelerden dolayı yaşamını yitirmez.

İhanet tarafından yüreğinden yediği darbe sonucu yaşamını yitirir. Buna ek olarak Edûlênin ağıtında, kendisini başka hiçbir ulusa adamayacağını söylemesi, tam tersine Delale, onunla beraber dağların süwarilerine adayacağını söylemesi, kendisini ulusunun kurtuluş mücadelesi için adayacağının yeminidir. Bu da gösteriyor ki, Edûlênin aşkı özgür toprak aşkından bağımsız değildir.

Trajediyi hazırlayan diğer önemli bir gerçeklik de başarıya karşı duyulan umutsuzluktur. Kanlı kahvenin üç-gün üç gece dolaştırılmasına rağmen, 32 bin beyden hiçbiri bunu kaldırarak savaşı göze almaması, umutsuzluğun somut ifadesidir. Bu yetmiyormuş gibi savaşı göğüslemek isteyene türbe yaptırmaları peşinen yenilgiyi kabul etmeleriyle bağlantılıdır.

Onlara göre Derwêşin düşmana karşı yapabileceği en büyük başarı, savaşıp ölmesidir. Bu bakış açısı ancak birçok değeri kaybetmiş, silikleşmiş ve en önemlisi de ihanete bulaşmış topluluklara aittir. 32 bin beyliğin hepsi Edûlêye karşı duydukları arzuya rağmen bunun bedelini ödemeye yanaşmamaları, ulusal bağımsızlığı isteyip de gereken savaşımı vermemeye benzemektedir.

Burada özel olarak Kürt gençliğinin çıkarılması gereken derslerde vardır. Edûlê ve Derwêş her ikisi de gençtirler. Bu tarihsel destan bu iki kahramanın şahsında Kürt gençliğine nasıl bir duruş sahibi olmaları gerektiğini de hatırlatıyor.

ANNEMİN TARAFI 

Anneme Kürtler Edê ve Edûl, diye hitap ederdi. Sırasıyla 6 nesil:

 Edûl, Xelef, Bişar, Mustefa, Milhim, (Dewre’şe’Evdî Ailesi)Evdî Pêtık Pan (ayak tabanı geniş).

Annem, bütün Êzidîlerin aşiret reisinin kızıdır. Hamidiye Alayları Komutanı Binbaşı Bişar Ağa’nın torunudur. Aynı zamanda efsanevi halk kahramanı Derwêşê Evdî’nin dördüncü babadan torunudur. Derwêşê Evdî’nin 1768-1788 yılları arasında yaşadığı söylenir, ancak bu tarih kesin değil.

Annem 17 yaşındayken, Hamidiye Alay Komutanı İbrahim Paşa’nın en küçük oğlu TEMO  tarafından kaçırılıp Suriye’ ye götürülür. Yani Annem ‘ZİDİ dinin mensupken Zorlla İslamlaştırılıyor  Annem hep bana anlatırdı kendisi için çok zor ve zahmetli bir yaşam olmuştu.Deniliyor ki, annemin kaçırılışı, Evdî ile İbrahim Paşa’nın halası Edûl’ün aşklarına misilleme olarak yapılmış..Temo Öldürülmesinden sonra Milli aşiret kararı ile Dedem Haci sino babama eş olarak ister

DEWRE’ŞE’ EVDÎ DESTANI 

De way-waylê, de way-waylê

Delalo, mîrê Ûnisî vê sibê deng li çêra kir

Go:”Gazî Dewrêşê şêx Evdî kin

Weynin heramê dîwanê

Destê lêxin kelamçê ye

Lingê deynin li qeydê ye

Bigrin, bavên zindanê ye”.

Delalo, dilîko

Te malî piro êlî hindiko

Ji xelqê re ne tişteko

Ji min, we tehrê ez daketime deşta bêlecûko

Têkevime nava hezar û hevsid hinarî,

hinrekî ji xwere bi bijêrim, şîrino, bê dendiko.

Way-waylê, way-waylê,way-waylê,

Delalo, tu delalî.

De way-waylê, de way-waylê

Dewrêşê şêx Evdî gote mîrê Ûnisî

Go:”Ev xeber ji devê te hevt bavê te zêdeye

Heta tu destê min deynî kelamçeye

Lingê min lêxî qeydê ye

Min bigrî, bavêjî zindanê ye

Bi îzna rebê alemê, ezê sêsid mêrê Ûnisî

rehet kim orta dîwanê bi soranîyê ye”.

Way-waylê, way-waylê, way-waylê,

Delalo, tu delalî.

Way-waylê, way-waylê, way-waylê,

Delalo, minê vê sibê ji xudanê xwere çi bigota,

jê çi bixwesta?

Mala bavê min bar kir, danîye zozanê

Şerfedînê, çîyayê Eledaxê, çîyayê Girîdaxê,

hersêk mil bidana, serkonê mala bavê min,

bihata xarê, stûna konê pêşin ji ortê ve bişkesta

Dewrêşê Şêx Evdî, hûtê binê berîya jêrîn

Siyarê Senemê, xudanê zeng û zêrîn,

bajota, bihata derê çadira min porkura,

Xwedê bi sekinîya, şîrin taseka ava sar ji min bixwesta

Minê dest bibira cêba xwe, tasa zêre-zîve

nexşkiriye derxista, meşiyame ser kanîya

Kurd Elo Memed paşa tijî ava sar kira,

banîya, pîr, marîfet, kemedar bûma, bidama li desta

Avrûyê çavê birûyê belek,

şirikê xizêma xwe bi lêvê xwe bi gesta.

Delalo, deliko

Te malî piro, êlî hindiko

Xudanê şeşxana kiniko

Ji xelqê re netişteko

Ji min , we tehrê dakevime deşta Bêlecûko

Pêkevim nava hezar hevsid hinarî,

hinarek ji xwera bibijêrim, şîrino,bêdendiko

Way-waylê, way-waylê, way-waylê,

delalo, tu delalî.

Way-waylê, way-waylê, way-waylê,

Çûme odê, ode têre tijî, çûme dîwanê, dîwan jî têre tijî

Mesînê qawê ser dara çemê wê dikelijî

Min go:”Qaweçîyo, yekê tijîke,

bide destê delaliyê dilê min jî”.

Tibêta dilê min neda, minê destê xwe dirêjî fincana qawê kir,

tijî kir, birda desta, minê nizanibû ji şerma bû,

ji germa bû, ji tirsa bû, destê min reçivî,

çoka min lerizî,

niqutek rijiya ser eba besrayê dewrêşê Şêx Evdî jî.

Kubara sibê rabûm, min qolî zêrê serê xwe qetand,

çûme li Hemayê, li Hekayê, li Şamê, li Bexdayê,

derê dikanê wan beqala min da hevt qalib reqîya sabûnê,

hildam pêda-pêda meşîyam çûme ser ava xabûrê,

minê ebayê besrayê Dewrêşê Şêx Evdî,

hûtê binîya berîya jêrîn, sîyarê Senemê,

xudanê zeng û zêrîn,şûştî ye,

hevt qalib sabûnê destê min de mefîyaye,

ava Xabûrê, bextê min porkurê, ser min demiçiqîye,

eba Dewrêşê Şêx Evdî temîz nebû ji vê qirêjê,

ku li derdê eba ma dilê min jî.

Delalo, deliko

Te malî piro, êlî hindiko

Xudanê şeşxana kiniko

Ji xelqê re netişteko

Ji min , we tehrê dakevime deşta Bêlecûko

Pêkevim nava hezar hevsid hinarî,

hinarek ji xwera bibijêrim, şîrino,bêdendiko

Way-waylê, way-waylê, way-waylê,

delalo, tu delalî.

Way-waylê, way-waylê, way-waylê,

Delalo behare, heramê derketine

Xanî germ bûne, kêç ketine

Pîra dîya min hatîye ber mirinê

Kale bavê min hatî ye ber şûştinê

Hevt birê min porkurê hatine ber kuştinê

Wexta çavê min li çavê Dewrêşê Şêx Evdî,

hûtê binê berîya jêrîn dikeve,

ji min tirê temama saxin hingî rû dinê.

Delalo, deliko

Te malî piro, êlî hindiko

Xudanê şeşxana kiniko

Ji xelqê re netişteko

Ji min , we tehrê dakevime deşta Bêlecûko

Pêkevim nava hezar hevsid hinarî,

hinarek ji xwera bibijêrim, şîrino,bêdendiko

Way-waylê, way-waylê, way-waylê,

delalo, tu delalî.*

Dewrêşê Evdî hakkında en önemli kaynaklardan biride, araştırmacı yazar Eyüp KIRAN’DIR.

Bernamegeh Türkçe

UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!

AYRICA BAKIN

Oya Küçümen Kimdir Hayatı

Oya Küçümen, uzun yıllardır Oya Bora ikilisi olarak müzik severler tarafından tanınan isimdir. Oya-Bora, Oya …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!