EHMEDÊ XANÎ

EHMEDÊ XANÎ’NİN HAYATI, ESERLERİ VE ŞİİRLERİ

EHMEDÊ XANÎ (1651-1707)

Hicri 1061, Miladi 1651 yılında doğdu. Babasının adı İlyas’dır. Dedesi Iyaz (Eyaz), büyük dedesi ise Rüstem’dir. Eserlerinde kendisini “Hani” lakabıyla tanıtmaktadır. Hani lakabını Hakkari yakınlarında bulunduğu söylenen Han köyünden veya burada yaşayan Hani aşiretinden yada mensubu olduğu Haniyan ailesinden aldığı tahmin edilmektedir. İlk eğitimini babasından ve ağabeyinden alan Hanî, öğrenim hayatına Doğubayazıt’ta bulunan Muradiye Gulgûn Medresesi’nde devam etmiştir.

Arapça, belagat ve dini ilimleri okudu; ayrıca astronomi ile ilgilendi. Dini ilimler başta olmak üzere
zamanın edebiyat dünyasındaki ilimlere genç yaştan itibaren vakıf olmayı başarmış ve yaşadığı dönemin kültür, edebiyat ve düşünce dünyasına damgasını vurmuştur. Hicri 1081 yılında daha yirmi yaşında iken Beyazıt’ta Divan Katibi olarak tayin edildi. Daha sonra o görevden ayrıldı ve kendisini ilme adadı. Bir süre bu bölgenin kültür merkezi olan Cizre’de yaşadığı ve Mem-u Zin adlı eserini orada kaleme aldığı ve daha sonra tekrar eski Beyazıt’a gittiği bazı kaynaklarda belirtildiyse de bir görüşe göre doğumu, yaşantısı ve ilmi hayatı hep Beyazıt’ta geçmiştir.

Ahlat ve Bitlis medreselerinde öğrenim gördü, sonra Botan ve Mezopotamya’da devam etti. Bağdat, Şam, Halep ve İran medreselerinde uzunca yıllar öğrencilik yaptı. Kabe’yi tavaf ettiği, Mısır’a gittiği yazdığı eserlerinin içeriğinden anlaşılmaktadır. Bilhassa Suriye medreselerinde Antik Yunan Felsefesini, Mezopotamya ve İran Medreselerinde Tasavvuf ve İslam Felsefesini, astronomi, şiir ve sanat tekniğini öğrendiği belirtilmektedir.

Ahmed-i Hânî’nin, İshâk Paşa Sarâyı’nın temeli atılırken  duâ ettiği rivâyet edilir. Bu sarâyda kâtiplik yaptığı bilinmekle birlikte ancak bu göreve hangi târîhte geldiği ve bu görevde kaç yıl kaldığı hakkında şu anda elde bilgi mevcût değildir. Doğubayâzıt’ta Murâdiye Câmi’inde imâmlık yapmış ve Bayâzıt Mîri Mîr Muhammed’in de dîvân kâtibi olmuştur. Ona olan yakınlığını ve ona duyduğu sevgisini ölümü üzerine yazdığı mersiye tarzı bir şiirinde dile getirmiştir. Mîr adına İrân serdârı ile yapılan bir anlaşmaya imzâ atmıştır.

Ahmed-i Hânî, 16.yüzyılda Hakkâri’nin Hân Köyü’nden göç eden, bir süre Van dolaylarında kalan, sonunda Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesine yerleşen Han aşiretine mensup bir ailenin çocuğu olarak 1651 yılında bu ilçede doğmuştur. Yaşamının ve ilmi faaliyetlerinin büyük bir kısmını sürdürdüğü bu ilçede 1707 yılında vefat etmiş ve burada defnedilmiştir.

Yazma bir eserde “Tare Hani İla Rabbih (Hani Rabbine Doğru Uçtu)” cümlesinden yola çıkılarak ebcet hesabıyla
Hicri 1119, yani Miladi 1707 yılında vefat ettiği ileri sürülürken, bazı tarihçilere göre Miladi 1736 veya 1737’de vefat ettiği de belirtilmiştir.

Mezârı İshâk Paşa Sarâyı’nın 500 metre doğusundadır. Halk arasında velî olduğu kabûl edildiğinden dolayı 1990-1991 tarihleri arasında Doğubayâzıt halkı ve belediyesi mezârının üzerine bir kümbet yaptırarak etrafını da bahçe ile çevirmişler. Burası çevre halkın hem mesîre hem de ziyâret yeri hâline geldiği için hâlâ yaz kış ziyâretçilerle dolup taşmaktadır.

Bölgedeki Nakşebendiyye ve Kadiriyye gibi bazı tarikatları etkileyerek tasavvuf ve irfan konusunda ileri düzeyde şiirler yazan ve mürşid-i kâmil olarak “Şeyh” lakabı ile de tanınan Ahmed-i Hânî, geride klasik bir tarikat anlayışını bırakmamıştır.

Çevre halkına faydalı olabilmek amacıyla eserlerini umûmiyetle ana dili olan Kürtçe ile kaleme almıştır. Ana dili Kürtçe’nin yanında Arapça, Farsça ve Türkçe’yi de iyi bilmektedir. İsmâil Bâyezîdî (ölm. 1121/1709), Şerîf Han Cûlâmergî (ölm. 1161/1748) ve Murâd Hân Bâyezîdî (ölm. 1192/1778) gibi zâtlar Ahmed-i Hânî’nin tesiri altında kalmıştır.

Doğum târîhini kendisi, Mem o Zîn adlı eserinde şöyle belirtir:

Ona yazmayı öğreten yazı senin yazındır,
Otuz yıldır yanlış yazılar yazmaktadır o,
Çünkü yokluktan koptuğu zamân,
Târîh bin altmış bir idi.
Bu sene kırk dört yaşına girdi,
O, günâhkârların öncüsü.

ESERLERİ: 

Eserleri üzerinde ciddi ve bilimsel bir tahlil yapıldığında Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Şeyh Ahmed Yesevi gibi arif ve mutasavvıf; Gazali, İbn Sina, Farabi gibi bir filozof; Nizami, Molla Cami, Hafız, Molla Ahmed-i Ceziri gibi bir edip ve şair; İbn Haldun gibi bir sosyolog, Zernuci gibi bir pedagog-eğitimci, alim, arif, bilge kişi olduğu anlaşılmaktadır. Araştırmacılar arasında felsefede Aristo ve Farabi’den sonra “Üçüncü Öğretmen” olarak tanınan
Hani, halk arasında dini ve tasavvufi alanda Hz. Adem ve Hz. Nuh’dan sonra “Üçüncü Baba” olarak tanınmaktadır. Bu sebeple “Hani Baba” unvanıyla anılmaktadır.

Arkada büyük bir düşünce mirası bırakan Hani’nin bilinen en meşhur talebesi İsmail-i Beyazidi’dir. Murathan-i Beyazidi, Molla Mahmud-i Beyazidi, Şeyh Muhammed Celali, Halife Yusuf Topçu, Molla Musa Celali gibi zatlar kendisinden etkilenen ve bıraktığı ilim mirasını takip eden Beyazıtlı ilim adamlarıdır.

1-Nûbâharâ Bıçûkân: 

Zamanın yasal okulları olan Medreselerde okuyan ilk aşama öğrencileri için hazırlanmış bir Arapça- Kürtçe hazırlık rehberidir. Bölümlerinin baş kısmında eğitim, ahlak ve toplumsal olaylarla ilgili veciz ifadeler bulunan ve bir ahlak kitabı mahiyetinde olan eserin dünyada yazılan ilk şiirsel lügat kitabı olduğu belirtilmektedir.

Arapça-Kürtçe manzûm bir sözlük olup 1094/1683 yılında yazılmıştır. Klasik manzûm sözlük geleneğine uyularak eser, bir giriş ve her biri farklı vezinde on üç bölümden meydana gelmektedir. Giriş bölümünde eserin, Kurân okumayı öğrenen çocuklara sarf ve nahiv derslerine başlarken kolaylık sağlanması amacıyla kaleme alındığı belirtilir. Bu manzûm sözlük ilk defa Yûsuf Ziyâeddîn Paşa’nın el-Hediyyetü’l-Hamîdiyye fi’l-Lugati’l-Kürdiyye adlı kitabı ekinde yayımlanmış (İst.,1310, s. 279-297; tıpkıbasımı A. von Le Cok, Kurdische Texte, Berlin 1903, 1, 1-47).

Elimizde bulunan Hânî’nin en eski eseri olan bu eser aynı zamanda ahlak ve eğitim kitabı olarak da kabul edilmektedir. Zira bu manzum eserde dini, sosyal, eğitimsel ve ahlaki nasihatler bölüm aralarında verilmektedir. Aynı zamanda konuları kolaydan zora, bilinenden bilinmeyene ve yakından uzağa metoduna göre işlemesi onun aynı zamanda iyi bir pedagog olduğunu göstermektedir.

Bu esere daha sonra Abdüsselâm Nâcî el-Cezerî’nin tashîhiyle tekrâr neşredilmiştir (Dımaşk, t.s.) Zeynelâbidîn Zinâr eseri, Latin harflerine çevirerek neşretmiştir (İst.,1992). Bu sözlüğe, Ahmet Hilmî el-Kûgî ed-Diyârbekrî Gülzârâ Hamûkân Şerhâ Nûbahârâ Bıçûkân adıyla bir şerh yazmıştır (Dıyarbakır, t.s.).

2-Akidayâ İmânê – İman Akidesi:

İslam İnançları ve Akidesini şiirsel olarak Ehl-i Sünnet’in Eş’ariyye Fırkasına göre ele alan bir kitaptır. Medreselerde okuyan genç nesle ders kitabı olarak hazırlanmıştır. İmanlı ve inançlı bir genç neslin yetiştirilmesini hedef almaktadır.

Ehl-i Sünnete göre îmân esâsları ve diğer akâid konularının açıklandığı 80 beyitlik bir Kürtçe risâledir. Bu risâle, Ahmet Hilmî el-Kûgî ed-Diyârbekrî tarafından Rehberâ Şânî Şerhâ Akîdâ Şeyh Ahmed b. İlyâs el-Hânî adıyla şerh edilmiştir (Baskı yeri ve tarihi yok).

Genel anlamda İslam’ın Eşa‘ri fırkasının akaid anlayışına göre yazılan bu eserde bazen Maturidi fırkasının akide anlayışı tercih edilmiş, Mutezile, Cebriye, Müşebbihe, Mücessime ve Şia mezhepleri telmih yoluyla tenkit edilmiş ve onların görüşleri akli ve nakli delillerce çürütülmeye çalışılmıştır.

3-Çarkûşe:

Mülemma yani her bir mısraı dört ayrı dilde (Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe) yazılan rubâîlerden meydâna gelmiştir. Bu mülemma rubâîler aşk, ayrılık ve kavuşma temalarını ihtivâ ederler. Rubâîlerden ancak beş tanesi günümüze kadar ulaşabilmiştir (Dîvânâ Kurmancî, haz: Abdürrakıb Yûsuf, Necef 1971, s. 43,44)5.

4-Dîvân:

Dini, felsefi, sosyal ve edebi şiirlerinin derlenerek toplandığı eseridir. Ahmed-i Hânî’nin; Kürtçe, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerini ihtivâ eden eserlerinden biridir. Bazen Hânî’nin, bu dört dili bir şiirde kullandığı yanî mülemma’ şiirler yazdığı da dîvânda görülüyor. Dîvânında ayrıca, Türkçe ve Farsça gazelleri vardır. Dîvânı; Rusya, Almaya ve Suriye’de basılmıştır.

Günümüze ulaşan bu eserleri ile beraber bazı kaynaklarda Yusuf ve Züleyha, Leyla ve Mecnun, Siseban, Siyah Atın Sözleri, Fıkıh İlminde Tuhfetu’l-Avam, Nehcu’l Enam, Sekerat’ul-Mevt adlı kitaplarıyla birlikte Coğrafya ve Felek ilmi hakkında Erde Xwuda adlı bir kitap yazdığı da ifade edilmektedir.

5- Mem u Zin:

Ana teması İlahi Aşk olan eserde Hani Hazretleri kendi din ve dünya görüşünü, yöre halkının yaşayış biçimi ve ilişkilerini de ele alarak şiirsel olarak ele almakta, özlediği ideal toplumun çerçevesini çizmektedir.

Ahmed-i Hânî’nin ,yaşadığı bölgenin önemli kültür merkezlerinden biri olan bugünkü Şırnak vilâyetine bağlı Cizre kasabasında kaleme aldığı bir aşk mesnevîsidir. Leylâ vü Mecnûn, Ferhât u Şîrîn ve Hüsn ü Aşk tarzında yazılmış tasavvufî bir eserdir. Asıl şöhretini de bu ilâhî aşk mesnevîsiyle sağlamıştır. Hânî, bu eserin hâtime kısmında doğum târîhini 1061/1651 olarak verdikten sonra kitabı bitirdiğinde 44 yaşında olduğunu belirtir. Bu kayıttan Ahmed-i Hânî’nin mesnevîyi 1105/1695 yılında tamâmladığı anlaşılmaktadır. Yaklaşık 3000 beyit olan mesnevî, tesbit edildiği üzere arûz vezninin Mef ‘û lü/ Me fâ ‘i lün /Fe ‘û lün kalıbıyla yazılmıştır. Bu kalıp, o devir İslâm dünyâsında ortak duyuş ve düşünüşle yazılmış edebi eserlerde çok kullanılan kalıplardan biridir.

Şeyh Ahmed-i Hani eserlerinin en önemlisi Mem-u Zin’dir. Eserin girişinde ALLAH ‘a övgü, çağrı ve yakarış,
Peygambere övgü ve Peygamberden şefaat ALLAH tan af dileği gibi konulara yer ayırır.

Bu eserde Mevlânâ, câmî ve Füzûlî’nin tesirleri görüldüğü gibi, Muhyeddi-i Arabî’ini vahdet-i vücud felsefenin etkisi de belirgin bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla tevhid, münâcât ve naattan sonra yukarıda belirtildiği üzere halka dönük kültürel ve eğitsel etkinlikleri de bu eserde dile getirmiştir.

Mesnevînin konusu ise kısaca şöyledir: Eserin başında Allah ve Hz Peygamberin övgüsü yapıldıktan sonra yanî tevhît, münâcât ve naat akabinde asıl mevzûya girilir. Eserde olayların geçtiği bölgenin adı Bohtan’dır. Kasabanın adı ise Cizre’dir. Tâcdîn ve kardeşleri, Ârif, Çâker Bohtan beyinin amcası oğullarıdır. Mem de Tâcdîn’inin yanından ayrılmayan en yakın dostu ve arkadaşıdır. Sîtî ve Zîn, Beyin kız kardeşleridir. Kapıcının adı Bekir’dir.Eserde Tâcdîn ile Siti’nin ve Mem ile Zîn’in aşkları hikâye edilir12. Her ikisi de o zamânın beyinin kız kardeşleri olan iki kıza âşıktırlar. Tâcdîn, Sîtî ile evlenir; Mem ise Bekir adında bir müfterinin iftirâları sonunda beyin hışmına uğrar ve ölür; hikâye Zîn’in de ölümü ile son bulur. Hânî, bunların aşklarını müstehcenliğe düşmeden sembollerle, o kadar edepli ve ince bir tarzda anlatmıştır ki, bu kitâba ayrı bir özellik kazandırmıştır Anlaşıldığı üzere mesnevîde bir değil iki aşk hikâyesi yer almaktadır. Ancak, bunlardan biri mecâzî diğeri ise ilâhî aşkı sembolize eder.

Mem o Zin mesnevîsinin, ilk defa 1335/1919’da İstanbul’da, Kürt Tamîm-i Ma’ârif ve Neşriyât Cemiyeti tarafından Mükslü Hamza Bey’in önsözüyle ve eski harflerle neşredildiği görülüyor. İkinci baskısı 1947 yılında Halep’te Beşîr Şeyh Hasan tarafından yapılmıştır. 1954 yılında Erbil’de Gîvî Mukriyânî’nin yazdığı önsözle birlikte üçüncü baskısı yayımlandı. 1967 yılında yine Erbil’de dördüncü baskısı yapıldı. Margareta B. Rudenko, Mem o Zin eseri üzerinde doktora yaptı ve bunu 1962 yılında Moskova’da Rusça tercümesiyle birlikte yayımladı.

Bu esere Prof. Kanadâ Kurdo da önsöz yazdı. İran’da Ubeydullah Eyyubiyân 1962 yılında Farsça Çirîkey Mem û Zin’i yazdı. Ayrıca 1957 yılında Dımaşk’da, M. Saîd Ramazân el-Bûtî tarafından mensûr olarak Arapça’ya çevrildi. 1968 ve 1975 yıllarında da, İstanbul’da M. Emîn Bozarslan tarafından bazı bölümler çıkarılarak bir sayfada yeni harfli asıl metin ve karşı sayfada manzûm Türkçe tercümesi verilmek sûretiyle neşredilmiştir. M. Emîn Bozarslan, 1995 yılında Stockholm’de yayımladığı daha geniş kapsamlı çalışmasında, önceden çıkardığı bu bölümleri de ilâve eder. Ayrıca, Türkiye’den gidip Stockholm’de yaşayan Murâd Civân’ın da “Ahmedâ Xanî jiyân, behrem û bîr û bâverîyân vî” adlı eseri vardır. Ferhât Şakeli İşveççe Kurdisk Nationalism i Mem û Zin av Ehmede Xanî eserini yayımladı. Mem o Zin mesnevîsini, 1960 yılında Bağdât’ta ünlü şâir Hejar Mukriyûnî Mukrî lehçesiyle manzûm olarak bastırır. Bu esere, Hasan Kızılçî ve Hejar ayrı ayrı önsöz yazarlar. Suriyeli Muhammed Enver Alî de, 1972’de “Ahmed el Xânî Felsefetu’l-Tasavvuf bi-Dîvânihi Mem û Zin” eserini Beyrut’ta neşreder. Cihanî Pervîzî ise Mem û Zin’i Urmiye’deki Selâhaddîn Eyyûbî Neşriyâtı serisi içinde 1988 yılında yayımladı. Mem o Zin, 1989 yılında orijinal metîn ile birlikte Arapça, Farsça ve Türkçe açıklamalarıyla birlikte Paris Kürt Enstitüsü tarafından yayımlandı.

1413/1993 yılında Dımaşk’ta Arapça olarak Halîl Reşîd İbrâhîm tarafından sanatkârâne bir üslûpla Makâmatu Mem û Zin adıyla bir özeti neşredilir. 1991 yılında eser üzerinde bir de İngilizce doktora çalışması yapılmıştır: Michael L. Chyet , And a Thornbush up between Them : Studies on Mem û Zin, A Kurdish Romance.13 Piremerd (Süleymâniyeli Hâcı Tevfîk) ise 1925 tarihinde Mem o Zin’i Soranice piyes şeklinde yazmıştır.

Osmânlı şâirlerinden Ahmet Fâik, 1730 yılında Mem o Zin mesnevîsini aynı vezinle takrîben 1187 beyit hâlinde Türkçe yazmıştır. Bu eser 1969 yılında İstanbul’da Sırrı Dadaşbilge tarafından bir sayfada yeni harfli asıl metîn ve karşı sayfada ise bugünkü dille karşılığı verilmek sûretiyle yayımlanmıştır.

BAZI ŞİİRLERİ:

Uyan Gönül

Uyan gönül şen edanla geziye çıkalım
Yeter güçsüzlük, tembellik gülistanı seyre çıkalım

Gülistan kızıl gül, çimenler mor sümbül
Nisan mevsimi ahengiyle şakıyor bin bülbül

Nişana giden yolda güzergahı dilberin
Yüreğin ışıklı meşalesinde can veren benzeri kelebeklerin

Gönül sade bir ahuya taptı güzel, tatlı ve bey kızı
Zincirlerimden boşalttı, gizli davetine, sanki saray hırsızı

Tenhadaki halvette, kızıl dudak şerbetli ten
Bilesin ey dost! işvesine fermanlı köleyim ben

Fermanına saygılı, ona karşıt olmasan
Sözlerinin onay vereni, olursun Şêxê Sen’an

Şeyh gibi emre köle, fermanına olsan nazır
Kafir dostun dileğiyle Kur’an suresi yakmaya hazır

Yakarım mektup sayfasını uygun aşkın yasasına
Gönül verdim gülizara din ve iman pahasına

Şayet dilber soyut olsa, giysileri yumuşaksa
Sofu razı olsa dahi ince derin mana olsa

Yarasalar dengi miskin sofu, dönmüş zır deliye
Güneş renksiz, onun için güvenmiyor o sevgiliye

Gönlü görmez kördür o, vuslata varmamış o
Adaletin kapı muhafizı, divanı dilbere kapamış o

Sarhoşluğun sebebi can, umumiarda sevdalıyım
Anka tuzağı isteklisi, benler üstü zülüflerde tutsaklıyım

Zülüf, benleri dökülürler çiçek, al gül ve menekşeler .
Abdal olan biz canları talan edip virane ederler

O talan yüzlerce baş, binlerce hazinedir kaybettiğin
Dilim dilim yüz parça yürekli Xanî, yeter figan ettiğin.

Şen Gönül

Yine deli bülbül gibidir gönül
İradeli ışığı yelpazeleyen gönül
Bir av görüp bırakarak
Şahini iki milde uçurarak

Eğilimi arı erdemdir
Avı anka emsalidir
Kartalı yüksek değerdir
O yüzden amacı yücelerdedir

Ankayı yakalayamaz hiç kimse
Bir tuzağa ancak düşse
Gafil uyku sonucu acı
Şahin avlamaya giden avcı

Avcılığım oldu abes
Her zaman bana daraldı kafes
Rahatlamadım hiç bir nefes
Haykırışım oldu sazdan bir ses

Sohbetin saz ve seması
Düğünün halay ve safası
Boy, biçimine bakarken
Hatırlatır çok şeyi haykırırken

Mecazi biçim, maddi çokça şeylerdir
Hakiki av, bir gülü çemendir
Bir öpücüktür kelepçenin kilidini açan
Denizdir bizi deniz yapan

Zincirler kilitli olmalı
Bir çoğu, önünde kanlanmalı
Şunkar kuşu mecnun olmamalı
Dilberin kirpikleri şahin gibi saldırmalı

Şunkardır göz, kilittir gönül misali
Saldırttılar çifte sürmeli hilali
Xani o iki gözü utandırandır
O yüzden mecazice haykırandır.

Hikayenin Sonu

Ey dost! Candan iyi adamların dostu ol,
Ya da iyice iyi adamların düşmanı ol.
Onlar iyidirler ve iyiliği bilirler,
Onlar iyilikten başka birşey bilmezler.
Sen onlara ne kadar cefa göstersen,
Onlar candan vefa gösterecekler.
Sakın kötü adamların dostu olma,
Köpeklerin ne dostu ol, ne de düşmanı.
Onların dostu olsan, seni kirletirler,
Düşmanları olsan seni yaralarlar.

İnzivadaki Sofu

İnzivadaki sofu fikrinin prangalı tutsağıdır
Kervan sahibi kişi mangır mangalı tutsağıdır
Dilberin aşığı varsa, maşukun ilgisine bağlıdır.
Bilesin ki şüphesiz herkes işine dert ortağıdır.

Emeksiz kimseden bekleme! ödün yahut himmeti
Gayesiz kimse çekmez başkası için zahmeti
Yok hiç kimse, yükünü ücretsiz taşıyan
Ancak İsa’dır fikrinin tutsağı, bedel arayıp sormayan.

Uyanık ol ki ömrünü boşuna etme telef
Çünkü fayda etmez ne mal, hazine, çocuk ne de halef
Hıdır ve yetimlerin duvar macerası masal oldu
Bu zamanda ise kendi duvarının mimarı olmak yasal oldu

Görmelisin savaş çıktığında
Şayet tedbir, iltifat ve maişet olmadığında
Ok atan savaşçı bedeva can vermeme siperindedir
Komutanın emir komuta erki, önderindedir.

Ey Xanî! Ömrünü tüketme boş ve bilinçsiz
Ey çok hevesli! Talebin yok ki paydan kalmışsın nasipsiz.
Yüce sanatkarın hiç kimseye yoktur ihtiyacı
Oncak çalışanadır onun lütfü, iyiliği ve ilacı.

Ömrüm Yolunda Tükendi

Aşkının yolunda ömrüm tükendi ey herhalden anlayan sevgili
lnleyiş ve ahlarım, zaman, aylar ve yıllarım hasretinle geçeli

Çoktan sana helaldır kanımı istiyorsan eğer
Aşk elinden deli divaneyim bende alal ve olgunluk ne gezer

Sen kalbimdeki düş, cesedimdeki ruh
Virane etti gönlümün mülkünü, gam ordusundan bir güruh

Aşk evinde tutsağım imdadıma sen derman
O Tatar’lar aklımı, dinimi, mal ve mülkümü ettiler talan

Çoğaldı dertlerim, acılarım tarifsiz, el aleme dağıldı sırlarım
Kerbela şehitleri dengi hasret kadehinin susamışlığıyım.

Sende mi divanesin dağlanmış gönlüm misali
Yeniden naz etti bana ceylan gözlü sevgili

Hasretinle yaşıyorum habersizsin ey sevgili
Ayrılıktan, halimden her dem bihabersin

Ahvalimi canana arz eyledim canu gönülden
Biganesin arzularım ve halimden, aşk çeşmesi bülbülünden

Acep var mı yardan yana bir kısmetim ve nasibim
Kapında bekleyen çaresizim, deli divane bir garibim

Xanî’nin illetinin dermanı kavuşmaktır ey Tabibim!
Derdim çok kime yanam senden gayri yok Habibim.

Zülüflerin Avı

Ben şahinlerin soyundan yarin zülüf çengeline takılan
O zarif ve nazlı yarin mestiyim

Dilberlerdeki sır ve hikmeti ibadetsizce kavrayan
Mürşidi kamil benim, bugün sır ve hikmet sahibiyim

İçinde bulunduğum yumurta abes oldu kafesimdir aşiyan
Çok şey isterdim ama, kanatlanacak güçten ayrıyım

Bu ibretli yaşamı ne yapayım, yaşamda sonsuzluk yalan
O gülümseyen dilberin gamzesinin şehidiyim

Xanî’ye yoldaş olacak dertlerine ortak olan
Bir yardımcı olursa, sihirli saz ustasıyım.

Sanmasınlar

Sanmasınlar biz suskunuz, uykudayız
Bestesini öğrenen coşup haykıranız

Gönül hazinemiz cevherlerle dolu olanız
Görünüşte ise çanak çömlek satanız

Görünmeyen giysilerimiz ibrişim ipek, gizli şahız biz
Aşikarda ise yırtık pırtıktır elbiselerimiz

Canımız yanan ateştir, cismimiz közün odu
Kor yürektir coşku selinin sorunu

Meyhanemiz cennettir huriler sakilerimiz
Meyimiz kevserdir herdem içeriz

Boş laf eden değil Xani
Dünya gezgini gelecek satandır o fani.

Yokluk Çölü

Dünya çölü gerçi yol güzergahımdır.
Anka’nın sedası sonsuzluk rehberimdir.

Gam değil bilinmeyen bela oku atılsa felek yayından
İnanç, iman kalkanım, siperimdir.

Cihan bağında acayip hurmayım ben
Başımdaki bela, şimşek, meşakkatlar ise semerimdir.

İmdada gel saki bana kapı açan ol!
Çünkü meyhane yolunda ilk seferimdir.

Kavuşan aşığım duvarlara ne hacet
Cenneti dahi istememek kesin görüşümdür.

Kanadı yanmış kelebeğim, ebedi mumum
Cehennem kıvılcımları, cennete uçuş sebebimdir.

Aşk yolun elemiyle, cefasıyla hoşum ben
Xani bu yolda ilk adım ve önderimdir.

Yalnızım

Heyhat doğu batı güneşinden ayrı ve yalnızım
O ay yüzlüden sonra tarümar olmuş mülküm, karanlıkta kalm!şım

İçmem kevser suyunu onun dudaklarından sonra istemem,
Dünya yarısını o gümüş göğüslüden sonra

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Yazık, yüzlerce kez ela gözlü terk edip gitti
Ahlar, figanlarım feleğin çarkıyla eşleşip gitti

Serzenişlerimden melekler ve insanlar oldular aciz
Burmalı zülüfler sonrası gamların girdabındayım haciz

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Hicranla yanan ışıklı mumun fitiliyim
Hasretle harlanmış nar közün ateşiyim

Vücutsuz bir vücudum, o yaktı küle döndüm ben
Dünya yarısı hiç etmez yakıcı gözlerden sonra hem

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Öleceğim anda üzerime gelse Azrail
Aynı anda cenneti müjdelese Cebrail

Benim için Hıdır ve İlyas olsalar delil
Hem derim ki cenneti, kevseri isteyen olsun sefil

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Felek çarkı ibresi, vaveylanın geçişi beni talan etti
Dönen başlı idim daha başı dönen etti.

Gönülsüz, akılsız, hevessiz tümden idraksız etti
Bu mürüvvetsiz olay beni böylesine yağma etti.

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Sakın ey dostlar! Hicret anımda
Bu iki dize bulunsun dilekçe yazımda

Huzura çıktığımda bir belge olsun elimde
Vuslat tarihinde halim nağmelensin dilinde

Şayet mahşerde görmeyeceğimi bilsem dilberi
Cenneti ne yapayım başına yağdırırım külleri

Ey Xani! Bu soru ve yanıtların hesabı nasıl olur bilsene!
O’nun hükmüdür ey perdesiz kendine gelsene!

Öleceğim anda üzerime gelse Azrail
Aynı anda cenneti müjdelese Cebrail

Ey ocağı yıkık! O ilahın kazasıdır kabul et
Seni ateşe götürebilir konuşmalarından bir buket.

KAYNAKLAR:

Ahmede Xane, Mem û Zîn, Fransızca’dan çev: Ömer Sudaüzen, Redaksiyon ve Önsöz: Dr. M. Naci Kutlay, Yeryüzü Yay. Ank. 2004, s.278, 279.

Mahmut DÜNDAR, Ahmed-i Hânî’nin İlmi Faaliyetleri / Kurdiyat – Yıl / 2020 – Sayı / 2.

Dr. Turgut KARABEY, AHMED-İ HÂNÎ (1651-1707) HAYÂTI, ESERLERİ VE MEM O ZÎN MESNEVİSİ.

M. Sait Özervarlı, Hânî, Şeyh Ahmed Mad., TDV İslâm Ansiklopedisi.

H. Mem, Üçüncü Öğretmen XANİ, İst., 2002.

M. Emin Bozaslan, Mem û Zîn.

Ahmede Xane, Mem û Zîn, Fransızca’dan çev: Ömer Sudaüzen, Redaksiyon ve Önsöz: Dr. M. Naci Kutlay, Yeryüzü Yay.

BERNAMEGEH

UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve dağıtılması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!

AYRICA BAKIN

Alev Koral Kimdir Hayatı

Sinema ve tiyatro oyuncusu ve seslendirme sanatçısı Alev Koral ya da kimlik adıyla Hatice Alev …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!