Bütün her şey gibi, gezegenimizin de bir tarihi vardır. Bu bir değişimin, milyonlarca yıldır olagelen çeşitli çarpıcı değişimlerin tarihidir. Değişimler asla bitmedi ve hâlen devam etmekte. Şimdi izin verirseniz bütün modern bilimcilerin ve temel bilimsel gerçekleri öğrenme fırsatına sahip olmuş çoğu insanın, tıpkı dünyanın düz olmadığı ve güneşin etrafında döndüğü gerçeği kadar kesin ve yadsınamaz şekilde doğru olduğunu bildiği birkaç şey üzerinde kısaca durarak başlayacağım. Gezegenimiz yaklaşık 4,5 milyar yıl önce bir kozmik patlamayla kızgın kaya ve gazlardan oluşan bir ateş topu olarak boşluğa fırlatıldı ve evrendeki pek çok yıldızdan birisi olan ve “güneşimiz” olarak adlandırdığımız yıldızın yörüngesine girerek yaşamına başladı. Yaklaşık bir milyar yıl boyunca gezegenimiz birçok fiziksel değişim geçirdi -ilk olarak soğumaya başladı, fakat üzerinde yaşam yoktu. Filmi bir milyar yıl ileri sarın. Bu bir milyar yıl içinde gezegenin fiziksel yapısında pek çok şey değişmişti: yeryüzü sıcaklıkları oldukça düşmüş ve bazı kara parçaları ve su kütleleri şekillenmeye başlamıştı. Fakat sıcaklık hâlâ oldukça aşırı düzeyde ve sular ile atmosfer asit ve zehirli gazlarla doluydu. Aslında, bir yolunu bulup zamanda yaklaşık 3,5 milyar yıl geri gidebilseydiniz, gezegenimizi tanımakta bile güçlük çekerdiniz! Karada yürüyen hiçbir hayvan, gökyüzünde uçan hiçbir böcek veya kuş, denizlerde hiçbir balık bulamazdınız. Ne bir ot, ne bir ağaç ne de çiçek açan bitkiler görürdünüz. Size tanıdık gelecek hiçbir işaret bulamazdınız: günümüzde bildiğiniz kıtalardan, sıradağlardan, ovalardan ve okyanuslardan hiçbiri henüz yoktu ortalıkta; ne içebileceğiniz temiz bir su, ne de yiyecek herhangi bir şey bulabilirdiniz ve hatta içinde hiç oksijen bulunmadığı için soluyabileceğiniz hava bile bulamazdınız. Fakat eğer 3,5 milyar yıl önce nereye bakmanız gerektiğini bilseydiniz (ve aşırı sıcaklıktan ve zehirli atmosferden kendinizi bir şekilde koruyabilseydiniz) bu gezegendeki ilk yaşam formlarına rastlayabilirdiniz. Ancak bunun için de etrafa dikkatle bakmanız gerekirdi, çünkü o zamanlar yaşam şimdikine pek benzemiyordu. (Ardea Skybreak)
PEKİ EVRİM NEYDİ
Evrim, popülasyondaki gen ve özellik dağılımının nesiller içerisinde seçilim baskısıyla değişmesidir. Bazen dünyanın evrimi, evrenin evrimi ya da kimyasal evrim gibi kavramlardan ayırmak amacıyla organik evrim ya da biyolojik evrim olarak da adlandırılır. Evrim, modern biyolojinin temel taşıdır. Bu teoriye göre hayvanlar, bitkiler ve Dünya’daki diğer tüm canlıların kökeni kendilerinden önce yaşamış türlere dayanır ve ayırt edilebilir farklılıklar, başarılı nesillerde meydana gelmiş genetik değişikliklerin bir sonucudur.
Evrim, bir canlı popülasyonunun genetik kompozisyonunun rastgele mutasyonlar yoluyla zamanla değişmesi anlamına gelir. Genlerdeki mutasyonlar, göçler veya çeşitli türler arasında yatay gen aktarımları sonucu türün bireylerinde yeni veya değişmiş özelliklerin (varyasyonların) ortaya çıkması, evrim sürecini yürüten temel etmendir. Evrim, bu yollarla oluşan değişimlerin popülasyon genelinde daha sık veya daha nadir hale gelmesiyle işler.
Neredeyse sınırsız sayıdaki bu çeşitli yaşam biçimleri, evrimsel sürecin bir sonucudur. Tüm canlıların, ortak atalardan geldiği görüşü kabul edilir. İnsan ve diğer tüm plasentalı memeliler, yaklaşık 66 ila 100 milyon yıl önce yaşamış sivrifaremsi bir canlıdan evrimleşmiştir. Kuşlar, sürüngenler, memeliler, iki yaşamlılar ve balıkların ortak atasının yaklaşık 500 milyon yıl önce yaşamış olduğu düşünülür. Tüm hayvanlar ve bitkilerin, ilk olarak 3.4 milyar yıl önce ortaya çıkmış prokaryotlardan türemiştir. Biyolojik evrim, canlı nesillerinin ortak atadan değişerek türeme süreci olarak bilinir. Yeni nesiller, eski nesillere göre farklılıklar taşır ve ortak atadan uzaklaştıkça çeşitlilik artar.
İLK İNSAN TÜRLERİ
Yaklaşık 3 ile 2 milyon yıl önce Australopithecus’un bir türünden, özellikle alet kullanımına dair bulgulara rastlanıldığı için fosil kalıntıları Homo cinsine dahil edilen insan soyunun ilk temsilcileri evrildi.
Homo cinsinin günümüzde hayatta kalan tek türü Homo sapiens olup nesli tükenmiş olan Homo türlerinden bazıları insanın atası, bazıları ise daha çok modern insanın farklılaşarak atasal soydan ayrılan kuzenleri olarak görülmektedir.[65][66] Bu gruplardan hangilerinin ayrı bir tür, hangilerinin ise alt tür olarak sayılması gerektiğine dair henüz tam olarak bir görüş birliği sağlanamamıştır. Bunun nedeni bazı durumlarda fosil sayısının az oluşu, bazı durumlarda ise Homo türlerini sınıflandırılmasına dair yaklaşımlar arasında küçük farklılıklar olmasından kaynaklanmaktadır.[66]
Bir Australopithecus türünden ilk Homo türlerinin evrimi, daha önce göreli nemli ve göreli kuraklık arasında sık sık değişiklik gösteren Doğu Afrika ikliminin son bir kez daha kurak iklime doğru değiştiği bir dönemde gerçekleşmiş olduğu için dikkat çekicidir. Bu durum günümüzden 2,8 milyon yıl öncesi ile en az 1,8 milyon en çoksa 1,6 milyon yıl öncesine dayanan sedimentlerdeki toz birikimleriyle, bunun yanında savanların genişlemesi ve Antilop gibi Boynuzlugillere ait çok sayıda hayvan fosillerinin bulunmuş olmasıyla belgelenmiş olup tortul tabakadaki olası en büyük toz çökeltileri ile Homo erectus’un ortaya çıkması aynı döneme rastlamaktadır.[67] Bunun yanında arkeolojik ve paleontolojik bulgulara dayanarak, ilk insanların beslenme alışkanlıkları ve bu beslenme alışkanlıklarının insanın fiziksel evrimi ve davranış farklılıkları üzerinde oynadığı rolün incelenmesiyle ilk Homo türleri arasındaki bu varyasyon farklılıkların açıklanabilmesi bir ölçüde mümkün olmuştur.[68][69][70][71][72]
Homo rudolfensis ve Homo habilis
Homo türünün en eski iki temsilcisi, bugün Kenya’da Turkana Gölü olarak bilinen eski adıyla Rudolf Gölü’nün ismini taşıyan Homo rudolfensis ile Homo habilis’tir. Günümüzden 2,4 ile 1,4 milyon yıl önce yaşamış olan Homo habilis Güney ve Doğu Afrika’da Pliyosen ve Pleistosen dönemlerinde 2.5 ile 2 milyon yıl önce Australopithecine’lerden ayrılarak evrilmiştir. Homo rudolfensis ise günümüzden 1,9 ile 1,6 milyon yıl önce Kenya’da Turkana Gölü çevresinde yaşamıştı.
Bu iki türün birbirleriyle olan akrabalık ilişkisi ile kendinden önce ve kendinden sonra gelen Hominini türleriyle olan akrabalıkları henüz tartışmalıdır. Bu iki türün Australopithecus‘a olan anatomik yakınlıkları Bernard Wood’u 1999 yılında onları Australopithecus rudolfensis ve Australopithecus habilis olarak tekrar adlandırılması önerisine yönlendirmiştir.[73] Buna rağmen her iki türün anatomik özellikleri onları genel anlamda daha eski olan Australopithecus türlerinden ayırmak için tanımlanır.
Bu anlamda Homo habilis ile Homo rudolfensis‘in yüzleri Australopitekus‘ta olduğundan daha basit yapılı olmakla beraber Homo habilis‘in gözleri örneğin Homo erectus gibi daha sonra gelen diğer Homo türlerine kıyasla birbirinden daha uzak bir mesafede yer alırlar. Buna karşın alın kemiğinde bir uçtan diğer uca doğru kesintisiz bir şekilde uzanan kaş çıkıntısı Homo erectus‘ta olduğundan daha az belirgindir. Homo habilis ve Homo rudolfensis‘in kafatasları Australopithecus oder Paranthropus‘ta olduğu gibi göz çukurlarının hemen arkasından başlayarak daralıp küçülmezler ve bu yüzden daha çok beyin hacmi oluşur.[74]
Bunun yanında her iki türün alt ve üst çeneleri Australopithecus’tan daha küçük olup bu nedenle çiğneme kaslarının kafatasıyla birleştiği üst çene bölgesi daha az belirgindir.[75] Friedemann Schrenk’e göre Homo habilis ile Homo rudolfensis’i birbirinden ayıran özellikler, Homo rudolfensis‘te daha büyük bir beyin, Homo rudolfensis‘in üst çenesinde yer alan küçük azıdişlerde (premolar) 3 adet, Homo habilis‘te ise 2 adet diş kökünün bulunması, alt çenede ise Homo rudolfensis‘te 2 kök, Homo habilis‘te sadece tek 1 kökün olması, Homo rudolfensis‘te yirmi yaş dişlerinin Australopitekus‘a kıyasla daha küçük olması ama Homo habilis‘te küçük olmaması, Homo rudolfensis‘in üst bacak kemiği ile ayak yapısı insanlarınkine benzerken Homo habilis‘te Australopitekus‘a benzemesidir.[76]
Homo gautengensis
Australopitekuslardan daha küçük dişe ve daha büyük beyne sahip olan Homo habilis‘in taş ve kemik aletler yapabildiği bilinmekte olup onu keşfeden Louis Leakey tarafından ona “becerikli insan” anlamına gelen Homo habilis ismi konulmuştu. Mayıs 2010 tarihine kadar Homo habilis‘in en eski Homo türü olduğu düşünülüyordu, ancak bu tarihte Güney Afrika’da Homo gautengensis‘e ait fosil kalıntıların bulunmasıyla bu yeni türün Homo habilis’ten de eski bir tür olduğu anlaşıldı.[77]
İlk defa 1977 yılında Güney Afrika’da Johannesburg yakınlarındaki Sterkfontein mağarasında bulunmuş ancak bugüne kadar ihmal edilerek incelenmemiş olan bu fosil kalıntılar Mayıs 2010’de tekrar Dr. Darren Curnoe tarafından incelenmiş ve bu fosil parçalar arasında Swartkrans birey 1 fosilinin 1,9 ile 1,8 milyon yıl ile en eski olanı,[78] diğer StW 53 isimli fosilin ise 1,8 ile 1,5 milyon yıl olduklarını saptamıştır.[79] İnceleme sonucu Homo gautengensis‘in dişlerinin daha büyük olduğu beyninin ise Homo erectus, Homo sapiens, hatta Homo habilis’ten dahi daha küçük olduğu ortaya çıkmıştır. Homo gautengensis‘in boyu 0.91 m olup ağırlığı ise 50 kg kadardı. İki ayak üzerinde yürümesine rağmen avcılardan korunmak, uyumak veya beslenmek için ağaçlarda da zaman geçiriyordu.[80]
Homo ergaster ve Homo erectus
Günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce Homo ergaster ortaya çıktı. Günümüzden 1,5 ile 1 milyon yıl önce, erken Pleistosen dönemde Homo ergaster‘in Afrika, Asya ve Avrupa’daki bazı popülasyonları büyük bir beyin ve daha gelişmiş taş aletler geliştirdi. Bu ve diğer farklılıklar Homo ergaster’i diğerlerinden ayrı ve yeni bir tür olarak sınıflandırmak için çoğu paleoantropolog tarafından yeterli görünmektedir. Buna rağmen Homo ergaster‘in ayrı bir tür olarak değerlendirmesi hala tartışılmalı olup bazı araştırmacılar Homo ergaster fosillerini Homo erectus türünün ilk örneklerinden biri olarak değerlendirirler. Bu anlamda Homo ergaster‘in erken dönemlerde 1,8 ile 1,25 milyon yıl önce, Homo erectus’tan ayrı bir tür olarak ayrılmaya veya Homo erectus ergaster olarak alt türe dönüşmeye başladığı düşünülmektedir.
Homo erectus ise günümüzden 1.8 milyon ile 70.000 yıl önce Afrika’da, Hindistan, Çin ve Cava adası gibi çeşitli bölgelerde yaşamış olup[81][82] ilk fosil kalıntısı 1891 yılında Eugene Dubois tarafından Endonezya’da Cava adasında bulunmuştu. Homo erectus‘un Toba felaketi sonucu yok olduğu düşünülmektedir.[83] Homo erectus, Afrika’dan ilk çıkan Ön Asya üzerinden Doğu Asya’ya ve Avrupa’ya yayılan ilk Homo türüydü.[84] Bununla beraber Homo erectus soloensis ve Homo floresiensis bu felaketten kurtulmuş görünüyor. Bunun yanında Homo erectus gerçek anlamda iki ayak üzerinde dik yürüyen ilk Homo türüdür.[85] Bu da kafatasının alt kısmında bulunan boyun deliği Foramen Magnum’un farklı bir şekilde yerleşmesi ve dizlerinin kilitli bir şekilde evrilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Homo erectus‘un ateş yakıp kullanabildiği düşünülmektedir.[86]
En bilinen Homo erectus örneği Pekin Adamı olup diğer örnekleri Asya’da (özellikle Endonezya’da), Afrika ve Avrupa’da bulunmuştur. Bazı paleoantropologlar Asyalı olmayan Homo erectus grupları için Homo ergaster terimini kullanırlar veya Asya’da bulunan ama Homo erectus’tan az farkla ayrılan fosiller için kullanmayı tercih ederler.
Homo georgicus
Homo cinsinin Afrika kıtası dışında bulunan ilk kanıtları Gürcistan’da 1,8 milyon yıl öncesi ile tarihlendirilen ve daha önce Homo georgicus olarak adlandırılan Dmanisi fosil kalıntılarıdır. Dmanisi kazı alanında bulunan ve yaklaşık 1,85 milyon yıl öncesine ait olan 100′ün üstündeki bu taş aletler insanın Asya’daki ön ataları ve buradaki yerleşimleri hakkında en eski ve belgelenmiş örnekleri teşkil etmektedir. Bunun yanında Dmanisi’de bugüne kadar üç kafatası, büyük ölçüde aşınmış azı dişleri, bir de alt çene olmak üzere yirminin üzerinde insan kalıntısı bulunmuştur. Bu bulgulara göre 1,50 m boyundaki Dmanisi insanları, Afrikalı çağdaşlarına göre daha küçük ve narin yapılı olup beyin hacimleri de 0,6 – 0,8 litre arasındaydı. Bu bulgular Homo erectus’un 1,85 milyon yıl önce veya bundan daha erken Afrika’dan çıktığını ve dünyaya yayıldığını gösteriyor.[87]
Homo georgicus olarak adlandırılan bu kalıntıların Homo soy ağacı içindeki yeri son yapılan araştırmalarla belirlenmemiş olup Dmanisi’de bulunan bu fosiller Homo erectus olarak tanımlanmıştır.[88][89][90] Bulunan Homo erectus georgicus fosilleri erkek bireylerin belirgin bir şekilde kadın bireylerden çok daha uzun boylu olduğu için seksüel dimorfizm göstermektedirler. Dmanisi’de bulunan bu kalıntılar ayrı bir Homo türü olarak değil, aksine Homo habilis‘in Homo erectus‘a dönüşmesinin hemen ardından, 1,8 milyon yıl önce gerçekleşen bir ara form aşaması olarak değerlendirilmektir.[91][92]
Homo antecessor ve Homo cepranensis
İspanya’da bulunan ve 1,2 milyon yıl öncesi ile tarihlendirilen Homo antecessor fosillerin ayrı bir Homo türü mü olduğu yoksa Homo erectus’un başka bir yerel varyantı mı olduğu açıklık kazanmamıştır. Bazı araştırmacılara göre Homo antecessor, Homo ergaster ile Homo heidelbergensis arasında bir ara geçiş formu olabileceği gibi Richard Klein gibi bazı araştırmacılara göre Homo ergaster’den farklılaşarak ayrılan ayrı bir tür de olabilir.[93]
Bunun gibi İtalya’da 1994 yılında Roma yakınlarında Frosinone ilinde bulunan ve yaklaşık 350.000 ile 500.000 yıl öncesi bir döneme ait olduğu saptanan Homo cepranensis‘e ait kafatası kemik kalıntısı da H. erectus ile H. heidelbergensis arasında ara geçiş özellikleri göstermektedir.[94]
Homo heidelbergensis
Günümüzden yaklaşık 800.000 yıl önce Homo erectus’tan, ondan daha büyük bir beyine sahip olan Homo heidelbergensis evrildi.[95] Homo heidelbergensis‘e ait en iyi korunmuş fosil kalıntılar 600.000 ile 400.000 yılları öncesine ait olup Heidelbergensis insanına ait taş alet kültürü, Paleolitik Çağ’da Homo sapiens ve Homo erectus‘un el baltaları ve yongalardan hazırladıkları ve kesici alet kullanımıyla standartlaştırdıkları Acheuleen kültürüne çok benzemektedir. Homo heidelbergensis ortalama olarak 1.8 m boyunda ve 100 kg ağırlığında olup diğer Homo türlerinde kıyasla biraz daha uzun boyunlu idi. Ona ait en büyük fosil 2.13 m uzunluğunda olup Heidergensis adamı 0,5 milyon ile 300.000 yıl önce öncelikli olarak Güney Afrika’da ve Avrupa kıtasında yaşamıştı.[96] İspanya Atapuerca’da bulunan Homo heildenbergensis fosilleri onun ölülerini gömen ilk Homo türü olduğunu göstermektedir.[97] Bazı araştırmacılara göre, Homo heidelbergensis onların torunları olan Neandertaller gibi ilkel bir dil geliştirmiştir.[98]
Homo heidelbergensis‘in Anglo-Amerikan paleontolojisinde yaygın olduğu gibi ayrı bir tür olarak mı yoksa Avrupa paleontolojisindeki gibi Homo erectus’un bir alt türü olarak mı sınıflandırılması gerektiği tartışmalıdır. Afrika’da kalan Homo erectus popülasyonlarından günümüz modern insanı Homo sapiens evrilirken Avrupa’da Homo heidelbergensis’den veya alt tür olarak kabul edilirse Homo erectus heidelbergensis’ten Neandertaller (Homo neanderthalensis) evrilmiştir.[99]
Homo Rhodesiensis ve Gawis kafatası
300.000 ile 125.000 yıl öncesine tarihlendirilen Homo rhodesiensis veya Rodezyalı Adam, en güncel araştırmalara göre Homo heidelbergensis grubu içine dahil edilmekle beraber daha önce Arkaik Homo sapiens veya Homo sapiens rhodesiensis olarak da sınıflanırılmıştır.[100][101] Şubat 2006 tarihinde Etiyopya’nın Orta Afar bölgesinde Gawis yakınlarında bulunan ve bu nedenle Gawis kafatası olarak adlandırılan bir fosil Homo erectus ile Homo sapiens arasında ara özellikler göstermekte olup bu fosilin birçok evrimsel çıkmaz gibi geride bir soy bırakmadığı da düşünülmektedir. Bu kalıntılar 500.000 ile 250.000 yılları arasında tarihlendirilmekte olup fosili keşfedenler tarafından henüz kapsamlı bir araştırma yayınlanmadığı için bu kalıntılar hakkında sadece özetlenmiş bilgiler bulunmaktadır. Gawis adamının yüz özellikleri onun bir ara form ya da dişi bir “Bodo insanı” olduğunu düşündürmektedir.[102]
Neandertal ve Denisova insanı
Homo neanderthalensis alternatif olarak Homo sapiens neanderthalensis olarak da isimlendirilmektedir[103] ve günümüzden 400.000 ile 30.000 yıl önce Avrupa ve Asya’da yaşamıştır. Mitokondriyal DNA dizilemesinden elde edilen kanıtlar Homo neanderthalensis ve Homo sapiens arasında önemli veya dikkate değer bir gen akışı olduğunu göstermediği için bu iki tür 600.000 yıl önce ortak bir ataya sahip olan iki ayrı tür olarak değerlendirilmektedir.[104][105][106] Ancak, 2010 yılında yapılan Neandertal insanına ait genom dizilemesi Neandertaller ile anatomik modern insanın gerçekten de 45.000 ile 80.000 yıl önce (modern insanın Afrika’dan çıkıp göç ettiği ama henüz Avrupa, Asya veya diğer bölgelere yayılmamış olduğu dönem) birbirleriyle gen alışverişinde bulunduklarını göstermiştir.[107] Hemen hemen Afrika kıtası dışındaki tüm modern insanlar %1 ile %4 arasında Neandertal geni taşımaktadır[107] ve bu sonuç insanlardaki bazı alellerin ıraksamasını sorgulanmakta olmasına rağmen 1 milyon yıl ile tarihlendiren güncel araştırmalarla da uyumludur.[108][109] Homo sapiens ile olan rekabet Neandertallerin yok olmasına muhtemelen bir rol oynamıştır.[110][111] Homo sapiens ve Neandertal insanı 10.000 yıl boyunca Avrupa’da bir arada var olmuş olabilirler.[112] Daha yeni tarihli bir araştırma ise Neandertallerin modern insanlar kadar fazla genetik çeşitliliğe sahip olmadığını, bu nedenle 50 bin yıl önce yok olma tehlikesi yaşadığı, yeni koloniler kurarak 10 bin yıl daha hayatta kalabildiğini, bu anlamda Neandertallerin modern insanın Avrupa’ya ulaşmadan önce halihazırda yok olmaya başladıklarını göstermektedir.[113]
Neandertal insanının yanı sıra günümüzden 40.000 yıl önce Rusya’nın Altay Dağları’nda yer alan Denisova Mağrası’nda Neandertallerin akrabası olan ve Denisova insanı olarak bilinen yeni bir insansı tür ortaya çıktı. Bu insanlardan kalma şimdiye kadar bir azı dişi ile birer el ve ayak parmak kemikleri bulunmuş olup bu kalıntılar bilimsel olarak incelenerek tanımlanmıştır.[114][115][116] Bu kalıntılardan elde edilen mtDNA ile nükleit-DNA’larının analizleri sonucu Denisova insanların Hominini grubu içinde en çok Neandertaller ile yakın akraba oldukları, bu verilerin onları yeni bir insansı tür olarak tanımlamak için yeterli olduğu ve Neandertallerin yanında en az 250.000 yıl süren bağımsız bir popülasyon öz geçmişine sahip olduklarını ortaya çıkarmıştır.[116] Yine bu araştırmalarda bazı Melanezya yerlilerinin Denisova insanı ile %6 ortak genlere sahip olduğunu ve Güneydoğu Asya’da sınırlı bir gen alışverişi olduğunu da göstermektedir.[117]
Buna göre yaklaşık 40.000 yıl önce Altay Dağları’nda Homo sapiens ve Neandertaldan başka oraya göç eden üçüncü bir insansı tür daha yaşıyordu. Bunun yanında aynı zaman diliminde, Endonezya’da Flores adasında saptanan ve cüce insan diye bilinen Homo floresiensis türü de yaşamıştı. Cava Adası gibi daha uzak ve tenha bir bölgede 50.000 yıl öncesine ait Homo erectus kalıntılarının[118] bulunmuş olduğu da göz önüne alınırsa Homo cinsine dahil olan bu dört farklı insan türü, –Homo erectus, Neandertaller, Homo floresiensis, modern insan ve Denisova insanı belirli bir zaman dilimi içinde aynı anlarda Avrasya’ya yayılmışlardır.
Homo Floresiensis
Popüler ismiyle “hobit” olarak tanınan Homo floresiensis‘in 2003 yılında Endonezya’nın Flores Adası’nda bulunan kalıntıları bugün Homo erectus’un daha sonra ada cüceleşmesi yoluyla küçülmüş olan bir formu olarak da yorumlanmaktadır.[119] Bu türün temsilcileri 100.000 ile 12.000 yıl öncesine kadar Endonezya’nın Flores adasında yaşıyorlardı. Homo floresiensis modern insanla ortak olmayan ama modern insandan türeyen özelliklere sahip Homo türünün yeni bir örneği olarak sahip olduğu küçük boyutu ve yaşı ile de ilgi çekmektedir. Başka bir deyimle, Homo floresiensis modern insanla ortak bir ataya sahip olmakla birlikte modern insanın soy çizgisinden ayrılarak bağımsız bir evrimsel yol takip etti. Homo floresiensis‘e dair bulunan başlıca kalıntı 30 yaşındaki bir kadına ait iskelet fosilidir. 2003 yılında bulunan fosil 18.000 yıl öncesi ile tarihlendirilmektedir. Flores adasında yaşamış olan kadının boyu 1 metre uzunluğunda, beyin hacmi ise 380 cm3 olup bu değer şempanze beyninden veya ortalama bir Homo sapiens beyninden (1400 cm3) daha küçüktür.[120][121]
Bununla birlikte Homo floresiensis‘in ayrı ve bağımsız bir tür olup olmadığı güncel olarak tartışılmaktadır.[122] Bazı araştırmacılar Homo floresiensis‘in cücelik sendromuna sahip bir modern Homo sapiens olduğu görüşündedir.[123] Bu hipotez, Flores adasında yaşayan bazı modern insanların pigme kökenli oldukları için kısmen desteklenmiştir. Bu durum patolojik cücelik ile birleştiğinde cüce-benzeri bir insan oluşturmuş olabilir. Bu hipotezi başlıca destekleyen diğer bir bulgu da Homo floresiensis ile birlikte sadece Homo sapiens ile bağdaşlaştırılabilecek aletlerin bulunmuş olması.[123]
Ancak patolojik cüceliğe dair bu hipotez Homo floresiens‘in, hasta olsun olmasın modern insana benzemeyen ama Homo cinsinin daha eski üyelerine benzeyen fazladan ve ilksel özelliklerini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Kafatası özelliklerinin dışında el bileğindeki kemiklerin formu, dirsekle bilek arasında kalan kolun ön kısmı, omuz kemikleri, bunun yanında diz ve ayak kemiklerinin şekli bu hipotezin açıklamakta yeterli olmadığı özelliklerdir.
Homo sapiens
Homo sapiens Latince’de “akıllı, bilge” anlamına gelir ve yaklaşık 250.000 yıl öncesinden günümüze kadar yaşamaktadır. Orta Pleistosen döneminde, yani günümüzden 250.000 yıl önce, 400.000 yıl öncesi ile ikinci Buzul Çağı arasında bir dönemde, Homo erectus’tan Homo sapiens‘e doğru geçiş ile birlikte insanın beyin hacminde ve taş alet teknolojisinin gelişiminde büyük bir patlama yaşanmıştır.[124] Şimdiye kadar elde edilen kanıtlar Homo erectus’un Afrika’dan çıkarak diğer bölgelere göç ettiğini, bunun yanında Afrika’da Homo erectus’tan Homo sapiens‘e doğru bir türleşme olayı yaşandığını göstermektedir.[125] Afrika içinde ve Afrika kıtası dışına sonradan meydana gelen ikinci bir göç dalgası ile daha önce yayılmış olan Homo erectus’un yerine yenileri gelmiş ve Homo erectus’un gerilemesine ve giderek azalmasına neden olmuştur.[126] İnsan türünün tarih öncesi bu göçleri ve sahip olduğu ilk kökenler genel olarak “tek orijin” veya “Afrika’dan çıkış” teorileri ile ele alınmakta ve ifade edilmektedir. Bunun yanında güncel bulgular insan evriminde aynı zamanda “çoklu bölge” modellerine de imkan tanımakta ve sonradan göç eden Homo sapiens popülasyonlarının diğer yerel Homo türleriyle karışmış olabileceğini de hesaba katmaktadır. Bu güncel olarak paleoantropolojide hararetli tartışmaların sürmesine neden olan bir konudur.
Güncel araştırmalar Homo sapiens‘in genetik olarak oldukça homojen bir yapıya sahip olduğunu, bunun yanında bireylerin sahip olduğu DNA’ların diğer canlı türlerinde olduğundan birbirlerine daha çok benzediği, bunun insanın göreceli olarak henüz yeni evrilen bir tür olduğundan veya Toba felaketi gibi doğal felaketler sonucu oluşan olası bir genetik darboğazdan kaynaklanabileceğini göstermektedir. Belirgin genetik özellikler, ilk olarak az sayıda kişilerden oluşan insan gruplarının başka koşullara sahip olan yeni bir çevreye göç etmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Çevreye uyum sağlama sonucu ortaya çıkan bu özellikler Homo sapiens genomunun ancak çok küçük bir parçası olup bu çeşitli özellikler arasında deri rengi,[burun yapısı veya şekli gibi yüzeysel dış özelliklerin yanında deniz seviyesinden daha yüksek olan rakımlarda daha verimli nefes alabilme yeteneği gibi ilk bakışta gözle görünemeyen iç özellikleri de barındırır.
BERNAMEGEH
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!