NACİ KUTLAY
İttihat Terakki Cemiyeti, Partisi ve anlayışı, Türkiye‟de lehinde ve aleyhinde en çok yazılan ve tartışılan konulardan biri. Son yüzyıla büyük ölçüde İttihat Terakki, (yazının diğer bölümlerinde İT olarak kısaltılacaktır) Cemiyeti ve Partisi damgasını vurdu. Altıyüz yılı aşkın bir yaşamdan sonra, Osmanlı Devleti‟nin sonu geldiğinde, değişimlerin ve geleceğin dinamiklerini İT temsil etti. Hatta günümüzde yaşananlar büyük ölçüde bu olgunun yansımalarıdır. Ortadoğu‟nun, Balkanlar‟ın ve genel olarak komşu ülkelerin tarihleri, bir ölçüde İT ile ilintilidir.
1889‟de kurulan Cemiyet‟in kuruluşunun 100. yıldönümünde İsveç‟in başkenti Stockholm‟de siyasi sığınmacıydım. Türkiye‟li siyasi mülteci bir Kürt. İT‟nin beni ilgilendiren yanını daha çok hissettim. İlk beş kurucularından ikisinin Kürt kökenli olması ilgimi daha da arttırdı. İlginçtir, hiçbir kurucu da Türk kökenli değil. En önde gelen ideolog da, Diyarbekir‟li Kürt Ziya Gökalp. Üstelik Türkleşmek, Muassırlaşmak ve İslamlaşmak şeklindeki ilkeleri koymuş. İTC‟nin “Kürt”lerle olan ilişkilerini bulmalıydım. Konu bu yönüyle ele alınmamıştı, kaynak ve olanaklar yok denecek kadar azdı.
İran, Irak, Suriye, Yunanistan, Ermenistan, tüm Kafkaslar ve Balkanlar İT‟den etkilendiler. Olumlu ya da olumsuz, yaşamlarına yansıdı. Cumhuriyet yaşamı ve öncesindeki Meşrutiyet ve sivil-askerlerin tümü; Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Fethi Okyar ve Celal Bayar, hepsi İT‟ci. Kültür dünyası da öyle. Yunus Nadi, F.Rıfkı Atay, H.Cahit Yalçın, Halide Edip ve diğerleri. Arap milliyetçiliği, Ermeni ve Kürt sorunları, Balkan ve Kafkasya‟daki değişimler, İT‟yi bilmeden açıklayamayız. Prof. T.Z.Tunaya, İT ve dönemini toplumsal laboratuar olarak gördü. İT yani Jön Türklük öyle etkili oldu ki, Jön Kürtlük ve diğer toplumların isimlerinin önüne “Jön” kelimesi gelerek yeni bir siyasi anlayış ifade etti. Günümüzde de Türk-İslam Sentezi‟ni ve “Ordu” faktörünü İT bilinmeden derinliğine açıklayamayız.
Ne var ki, İT‟ye ilişkin yerli ve yabancı araştırma eserleri ve anılar giderek arttı. Ancak, Kürtlerle İT‟nin bağlarını bulmak yine de zor. Yüz yıl önce Kürtlerde kentlilik ve eğitim düzeyi yetersizdi, doğrusu Kürt toplumu da İT‟ye sıcak bakmamıştı. Bunlar işi zorlaştıran faktörler. Bir de İT, Kürt elitlerin ilgisini bile doğru dürüst çekemedi.
İT düşüncesi modernleşme, yenileşme ve burjuvalaşma hareketidir. Bundandır 1908 Meşrutiyet hareketine birçok tarihçiler “Burjuva Devrimi” dediler.
Ermeni tehciri, Balkan ulusal kurtuluş hareketleri, Müslüman Arapların ayrılma mücadeleleri ve Kürt toplumuna karşı baskıcı ve asimilasyoncu politikaların uygulanması, İT döneminin yapısal eserleridir. Bunların sonuçları günümüzdeki “ulusal sorun”a şekil verdi. Sosyal ve siyasal olaylarla ilgilenenlerin ilk durakları İTC‟dir.
B.Nikitin Kürtlerin bilinmezlikler içinde unutulmasına üzülür. “Bir gün Kürdistan normal bir barış içinde bir hayat yaşama olanağına kavuşursa, bilim bundan sadece kazançlı çıkacaktır. Kürtlerin kendi aralarından da bir gün araştırmacılar çıkaracağı –nitekim bunun şimdiden ilk habercileri çıkmıştır- ve bunların yabancı bilginlerle etkin biçimde işbirliği edecekleri umulur” diye yazdı. Nikitin Basil. Kürtler. 1986. S.12. Bir Kürt olarak bana da sorumluluk düşüyordu. Beni İT Cemiyeti ve Partisi ile Kürtler konusunu incelemeye iten bir etken oldu bu anlayış.
1889 yılında Osmanlı Devletini yıkılmaktan korumak isteyen aydınlar, Tıp Okulu öğrencileri, Sultan‟ın despotizmine karşı olmak üzere “İttihad-ı Osmani Cemiyeti”ni 21 Mayıs 1889‟da kurdular. Osmanlıların Birliği Cemiyeti‟ydi. O denli Osmanlıydılar ki, hiçbiri Türk kökenli değildi. Kürt, Arnavut, Çerkez ve Azeri kökenliydiler. Etnisiteler Osmanlı olmak istediler, ama Türk değil.
19.Yüzyılın ortalarında Kürt mirlikleri ortadan kaldırıldı, büyük feodallerin yerini orta feodaller ve dinsel önderler aldı. Bu dönem Kürt siyasal ve toplumsal arayış yıllarıdır.
Kürtlerde de burjuva istem ve örgütlenmeler görüldü. Giderek sayıları arttı. 1898‟de Kahire‟de ilk Kürtçe-Türkçe gazete olan “Kürdistan” yayınlandı. Gazete, siyasal ve kültürel ağırlıklıydı. 1906 İran, 1905 Rusya ve 1908 Osmanlı Meşrutiyet hareketleriyle Kürtlerin yeni bir evresi başlıyordu.
Bu yıllarda kurulan (1891-92) Hamidiye Alayları, daha çok Sultan yanlılığını, aşiretsel yapı ve feodalizmi korumak istedi. İTC, Hamidiye Alayları‟nı ancak hükümet yararına kullanılacak yapıda tutmak istedi. Sultan A.Hamid‟in Kürt feodalleriyle iyi ilişkiler içinde olması İTC‟ni huzursuz kılıyordu. Bazı tarihçiler bu nedenle Kürtlerin Abdülhamid‟i “Bavê Kurdan” –Kürtlerin Babası- olarak andıklarını yazdılar. Sultan A.Hamid bu Kürt feodallerini “zamanla kendimize maletmek” istediğini “Siyasi Hatıratım”da dile getirdi.
- Yüzyılın son çeyreğinde Türk-Kürt-Ermeni ilişkilerinde önemli değişimler oluyordu. Nitekim 1894-96 yıllarında Sultan‟ın teşvikiyle Hamidiye Alayları ve Devlet askeri güçlerinin yeşil ışık yakmaları ve katılımları ile çok sayıda Ermeni öldürüldü. 1878 Berlin Anlaşması‟nın 61. Maddesi ile Batı‟lı Devletler bu nedenle Kürtlerin cezalandırılmalarını istediler.
1905-1908 yıllarında Kürt illerinde önemli olaylar oldu. Diyarbakır, Erzurum, Bitlis, Harput, Van ve Sıvas‟ta kentli tüccar ve esnafın önderliğinde demokratik içerikli küçük ve orta çaplı başkaldırılar ve huzursuzluklar yaşandı. Bu hareketlerde bir dereceye kadar Jön Türk örgüt ve fikirlerin katkıları var. Şu husus önemli; daha önceki yıllarda başkaldırılar feodal aşiret başkanlarının eliyle olmaktayken, şimdi aydınların, esnaf ve tüccarın önderliğinde oluyordu. Hamidiye Alayları‟ndan şikayetler de söz konusuydu. Telgrafhaneler işgal edilerek Sultan‟a ulaşılmak istendi. Diyarbakır‟da Mehmet Ziya –Gökalp-, Pirinççizade Arif, Yasinzade Şevki
–Ekinci-, Cizreli Aziz, Hacı Kadirağazade Rıza Beyler İT anlayışını paylaşan Kürtlerdi. Kars H.Zafer. Belgelerle 1908 Devrimi Öncesinde Anadolu, Kaynak Yay.1984, S.90. Erzurum‟daki mücadelelerde, Erzurum kent merkezinde yaşayan Kürtlerin yoğun olmamaları nedeniyle aktif rolleri belirleyici olmadı. Revue Du Monde Musulman Paris, Nisan 1908, Cilt 4 ve Sayı 4’te Erzurum, Bitlis, Diyarbakır, Dersim ve Van illerinde aralarında Kürtlerin de bulunduğu halk hareketleri dile geldi. Dersim‟de Diyap Ağa aktif olarak yer aldı. Osmanlı toplumunda Kürt illerinde yoğunluklu şikayetler ve gösteriler dikkat çekicidir. Bu illere illegal İT bildiri ve yayınlarının ulaştırılması söz konusu. Paris‟ten Kafkasya yoluyla yurda sokuluyordu bu tür yayınlar. İttihatçılardan Kürt illerine sürülenlerin buralarda uyanık Kürtlerle ilişki kurdukları polis kayıtlarında ve anılarda yer aldı.
Kürtlerin önce Kahire‟de ve sonra Avrupa‟da sürdürdükleri “Kürdistan” gazetesinin yayınlanmasında, gazetenin sahibi Abdurrahman Bedirhan İT‟cilerle dayanışma halindeydi. Avrupa‟ya iltica eden iki İttihatçı ünlü Kürt Dr. Abdullah Cevdet ve Dr. İshak Sukûti bu düzenlemelerde aktif rol aldılar.
- Yüzyılın başlarında Nehri, Baban, Bedirhan ve Cemilpaşa gibi önde gelen Kürt ailelerin İstanbul‟a yerleşmeleri ile uyanmakta olan Kürt milliyetçiliğine eğilim gösterdiler ve bu arada Sultan A.Hamid‟in antidemokratik uygulamalarına karşı konum aldılar. İT‟cilerin dile getirdikleri özgürlükleri arzuladıkları için bu Kürtlerin aynı zamanda İT‟ye sempati duydukları biliniyordu. İlk dönemlerde henüz İT‟cilerin Türkçü-milliyetçi yanları öne çıkmamıştı. İttihatçıların Avrupa‟daki gazetesi “Osmanlı” ile Kürtlerin “Kürdistan”ı düşünsel paralellik gösterdiler ve dayanıştılar. Hanioğlu M.Şükrü, İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902). İletişim Yay. 535.
Bu yılların söz edilmesi gereken bir başka olayı da, Rus Çarı‟nın despot yönetimine karşı
Sivastopol‟da isyan eden denizcilerden Teğmen Şmid‟in idam edilmesi üzerine, Osmanlı Donanması‟ndan 28 kişinin Rus Çarı‟na durumu protesto eden bir telgraf çekmeleriydi. Telgrafta imzası olanlar arasında iki de Kürt bulunuyordu. Kutlay N. İttihat Terakki ve Kürtler, 3.Baskı, Beybun Yay. 1992. S.59.
Kürt aydınlarının sayılarının yetersizliğine karşın, bölge halklarına ulaşmak isteyen, onlara seslenen eylemlerde bulundular. Dr. Abdullah Cevdet‟in 1906 yılında Azerbaycan Müslüman halklarına olan çağrısı bunlardan biri. Kars H.Z. Age. S.110.
- Yüzyıl ikinci yarısında Osmanlı Devleti‟ndeki “unsur”ların uluslaşma sürecinde artık gözle görülür yol aldıkları görülür. Parla Taha, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm. İletişim Yay. 1989. S.13. Her toplumun Avrupa‟da yayını çıkıyordu; Arapça, Arnavutça, Ermenice, Türkçe ve Kürtçe. “İttihad-ı Osmani Cemiyeti”ni kuranlardan Arnavut İbrahim Temo, anılarında öğrenci Kürtlerden söz eder. En çok da Diyarbekir‟li İshak Sukûti‟den. “Mezopotamya ve Şarki Anadolu kültürüne oldukça hâkimdi. Çok iyi dost ve arkadaş olduk…”İbrahim Temo’nun İttihat ve Terakki Anıları. 1987, Arba Yay. S.8-9. Arnavut İ.Temo ve Kürt İ.Sukûti, Osmanlı yönetiminin haksızlıklarına karşı mücadele için bir “Cemiyet” kurma fikrini geliştirirler, sınıf arkadaşları Çerkez Mehmet Reşit‟e açarlar bunu. Aynı günlerde Kürt Abdullah Cevdet de dördüncü kişi olarak katılır onlara. Daha sonra hep dinsizlikle suçlanan A. Cevdet, o yıllarda namazında niyazında dindar bir öğrencidir. Böylece 1889 yılı Mayıs ayı sonlarında, ilerde 1908 Devrimi‟ni gerçekleştirecek olan Cemiyet kurulmuş oldu. Beşinci arkadaşları Azerbaycan‟lı Hüseyinzade Ali‟dir. Din ve millet ayrımı yapılmadan tüm “Osmanlılar”ı kapsayan bir cemiyet. Yazım ve kayıt işlerini İshak Sukûti yürütür.
Yeni arkadaşları oldu, tutuklandılar ve sürüldüler. İbrahim Temo Romanya‟ya kaçtı. A.Cevdet, İ.Sukûti ve arkadaşları sürgün edildiler ve 1898‟de Paris‟e geldiler. Avrupa başkentlerinde gazete çıkardılar. Cemiyet‟in kuruluşundan sonra İstanbul‟a gelen Ziya Gökalp, İ.Temo ve İ.Sukûti tarafından Baytar Mektebi‟ne yerleştirildi. O‟nu da Cemiyet‟e aldılar.
Bitlis‟li Kemal Fevzi subaydı ve ordudaki İttihatçılarla beraberdi. Zihni Paşa, Kürt Şerif Paşa ve Süleymaniye‟li Mustafa Paşa –sonradan Nemrut Mustafa Paşa olarak anıldı- bunlar da İttihatçı Kürtlerdi. Araplardan, Arnavutlardan ve Kürtlerden, sonradan milliyetçi olarak tanınacak olanlar o yıllarda katıksız “Osmanlıcı”ydılar. Her ikisi de doktor olan Kürt kurucular çalışkan ve aktiftiler. A.Cevdet, enerjik, Fransızca, İngilizce, Almanca ve Farsçadan başka İtalyanca biliyordu. Bu dillerden çeviriler yaptı. Ramsaur E.E., Jön Türkler ve 1908 İhtilâli. S.33. İ.Sukûti erken yaşta, 1903 yılında Roma‟da tüberküloz hastalığına yenilerek öldü. 1909‟da kemikleri getirilip Sultanahmet Türbesi bahçesine gömüldü. Beysanoğülu Ş. Diyarbakır’lı Fikir ve Sanat Adamları. S.114. Diyarbakır‟ın tarihi ismi olan Amed‟den olacak, İ.Sukûti “Amedi” adını kullandı. Kendisine ait belgeler “Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti Merkez Arşivi”nde bulunuyor.
Osmanlı Devleti ile anlaşarak A.Cevdet Viyana ve İ.Sukûti Roma elçiliklerinin doktorluğunu
yürüttüler ve arkadaşları zaman zaman onları eleştirdiler. A.Cevdet İçtihat Matbaası ve Dergisi‟ni kurdu, Kürt kültürüne ilişkin yazılar yazdı.
İ.Sukûti “Osmanlı” gazetesinde 1 Ocak 1900 tarihli sayıda “Arnavutlar ve Kürtler” makalesini yazdı, öz kültürlerini koruyarak değişik etnik toplulukların birlikte yaşayabilmelerini önerdi. Her ikisi de Osmanlılık içinde eşit ve özgür olmayı vurguladılar. İçtihad dergisinde “Mekatib” –Okullar- makalesinde bu görüşleri savundu A.Cevdet.
“… İşte bakın ben Kürdüm. Kürdleri ve Kürdlüğü severim. Fakat madem ki hukuk ve vezaifçe mütesâvi Türkiye vatandaşlarındanım, her şeyden evvel Türküm. Benim Şiiliğim, Sünniliğim, mütekidliğim, hürendişliğim, ırk-ı asfer veya beyzden oluşum hususi ve fenni işlerdir. Benim bu sözümden, ben madem ki Türkiya vatandaşıyım Kürd lisanı unutulsun, Kürdlüğüm unutulsun dediğim anlaşılmasın. Bilakis, Kürd Kürdçesini, Ermeni Ermenicesini hars-ü- ihya etsin. Bundan Türkiya‟ya mazarrat geleceğine sahib olan ancak kabak kafalı, yahud hain ruhlu kimselerdir…” Hanioğlu M.Ş.Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi. Üçdal Neş.1981.S.217. “Şura-yı Osmani Gazetesi Müdirine” başlıklı yazısı İçtihad‟ın 20 Mart 1906 tarihli 3. sayısında çıktı. “…Vatandaşlar! Türkiya Türkiyalılarındır. Türkiya vatandaşları
kat‟iyyen aynı hukuk ve hürriyete maliktir. Hiçbir unsurun meselâ Ermeni‟nin Türk‟e, Türk‟ün Arab‟a, Arab‟ın Arnavud‟a hiçbir tefâzulü yoktur…” (Fazla bir yanı) Hanioğlu M.Ş. Age. S.217. İslamiyeti çok iyi incelemiş olan A.Cevdet, “birlik içinde ayrı olma” anlayışını dini prensiplere göre açıkladı.
1918 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devleti‟nin ortadan kalkacağı belli olduğunda da Osmanlılık içinde Kürt kültür ve varlığını savundu. Kürdistan Teâli Cemiyeti‟nin organı “Jin” Gazetesi‟nin 1. sayısında, “Bir Kürd” imzasıyla “Kürdler Uykuda Değil” makalesini yazdı. Bir bölümü şöyledir:
“…Kürdler, böyle bir asrın böyle bir kiyametinde uyumak mümkün müdür? Ey Kürd, uyan! Diye bağırmaya ben lüzum görmem. Zira eğer Kürdler uykuda, hâlâ uykuda iseler, çoktan pek çoktan ölmüşler demektir…”
“ Kürd uyanıktır ve kendisini asırlardan beri uykuya dâvet etmiş ve uykuya dalmış olan hüda- vendleri (Türkleri) de uyandıracaklardır.”
“ O, kendisine suikast etmiş olanlara hüsnikast ile mukabele edecektir. Biz bir asırda yaşıyoruz ki bir saat uyumak, bir millet için ölmektir…” Hanioğlu M.Ş. Age. S.218.
Daha sonra Kürtlerin özerkliği veya bağımsızlığı fikirlerine yakınlık duydu. ABD Cumhur Başkanı Wilson‟un prensiplerinin açıklanması üzerine bu noktaya geldi. Bu anlayışını “Jin”, “Serbesti” ve “İnkilâb-ı Beşer” gazetelerinde sürdürdü.
İttihat-Terakki Kurucusu İki Kürdün Belirgin Özellikleri
Jön Türklere yakınlık duyan Kürtlerin büyük bölümü, eğitimin ve ilerlemenin değerini anlıyor ve buna uygun hareket ediyorlardı. Bu anlayış “Kürdistan” gazetesinde yer aldı ve işlendi. A.Cevdet ve İ.Sukûti‟nin Elazığ‟da kurdukları “Mazraat-ül-Maarifet” adlı okulun programı bunu açıkça gösteriyor. Kız ve erkeklerin birlikte okudukları modern bir eğitim örneği.
Müslim ve gayrı Müslimleri, Türk unsuru ile Osmanlı olan diğer unsurları eşit gördüler. “Osmanlılık” henüz “Türklük” olmamıştı. Ama böyle bir potansiyelin tehlikesi seziliyordu. Osmanlılıklarını savunan Kürtler, etnik niteliklerini birlikte yürüttüler. 1907‟de A.Cevdet, “Bir Hutbe Hemşehrilerime” broşüründe bu görüşü dile getirdi.
“…Bunu anladığınız gün, Arab, Arnavud, Çerkes, Kürd, Ermeni, Rum, Yahudi, Geldani, Süryani, Türk, Laz, Gürcü hasıl Müslim gayr-i Müslim zükûr ve inâs Türkiye‟nin bütün vatandaşları müştereken bir vata-ı umumi, adalet ve hürriyet şevkleriyle ayağa kalktıkları dakika…” Hanioğlu M.Ş. Osmanlı……Age S.628 İ. Sukûti, benzeri anlayışı “Osmanlı”da Ocak 1900‟de “Arnavutlar ve Kürtler” makalesinde yazdı.
Kürtler, “Hetavi Kurd” ve diğer Kürtçe yayınlarda duyguları bastıran ve aklı öne çıkaran istemleri dile getirdiler. “Roj-i Kurd” gazetesinde yabancı klasiklerin Kürtçeye çevrilerek okunması salık verildi. Din ve inanç özgürlüğü ile hoşgörü yüceltildi ve bağnazlığa karşı çıkıldı.
İttihat-Terakki ile Kürt ulusal demokratik hareketinin benzerlikleri yanında, farklılıkları giderek görüldü. Farklılıklar ve gelişmeler, İTC‟ne sempati duyan Kürtleri zora soktu. Birçok Kürt aydını ve İstanbul‟daki Kürt dini önderler giderek karşıt konum almaya başladılar. 1908 Meşrutiyeti‟nde Selanik‟teki Hürriyet Meydanı‟nda İttihatçılarla birlikte olan Said-i Kürdi 1909‟da artık “İttihad-ı Muhammediyye”deydi. Kürt şeyhleri, feodalleri, İttihatçılarla uyum sağlamadıkları bir yana, “özel” baskı gördüler. Mustafa Barzani‟nin ağabeyi Abdüsselam Barzani idam edildi. Süleymaniye‟li Şeyh Mahmut Berzenci‟nin babası Şeyh Said ve arkadaşları İttihatçı tertiplerle öldürüldüler.
Bedirhan Bey ailesinin çocuklarının bir kısmı aktif olarak İT‟ye yardım ettiler ve örgütte yer aldılar. Bir bölümü sempati duydular ve iyi ilişkiler kurdular. İT‟ye karşıt konum alanlar da oldu. Kısaca değinmek istedim.
Osman ve Hüseyin Bedirhan‟lar; 1879‟da Bothan‟daki yerel başkaldırıyı yönettiler. Hüseyin, 1910 tarihinde İT döneminde idam edildi.
Mikdat Mithat Bey, 1898‟de Kahire‟de “Kürdistan” gazetesini yayınladı ve İT ile zaman zaman sıcak ilişkileri oldu. Kardeşi Abdürrahman Bedirhan Avrupa‟da gazeteyi sürdürdü.
Kamil Bey, Kürt özerkliği için Rusya ile ilişki kurdu. Tiflis‟te yaşadı. İT anlayışıyla uygar ilişkileri oldu.
Abdürrahman Bedirhan, Avrupa‟da “Kürdistan”ın yayınını sürdürürken, İT ile birlikte oldu. 1902 ve 1907 İT kongrelerinde Kürtleri temsil etti. 1902 Kongresi‟nde bulunan bir diğer Kürt de Hikmet Baban‟dı.
Emin Ali Bedirhan, 1908 Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti kurucu ve 2. Başkanı. Demokratikleşmeye ve Kürt haklarına getirilen yenilikler nedeniyle 1908‟de İT‟ye sıcak baktı. Özgürlükçü olan aile genelde bu anlayıştaydı.
Abdürezzak Bedirhan, Sultan‟a karşı mücadele etti, sürüldü, 1908 sonrası Dışişlerinde iyi görevlerde bulundu, Kürt otonomisini sağlamak üzere Rusya‟ya ve İran‟a geçti, 1918 yılında İT yönetimince Musul‟da idam edildi.
Süreyya Bey, Mısır‟da Kürt Hakları örgütünü kurdu. İT‟ye karşı ya da yandaşlığı bilinmiyor. Bağımsız Kürt devleti için mücadele etti.
Celadet ve Kamuran Beyler, Kürt mücadelesinin kültürel uğraşısında bulundular. İT karşıtı olmadılar, 1918‟den sonra Kürt milliyetçiliğinin İT karşıtlığı çizgisinde yer aldılar.
Bedirhanlar‟ın bir kısmı “Kutay” ve “Çınar” soyadlarını aldılar. Vasıf Çınar İT‟ciydi, M.Kemal Paşa‟nın ilk dönem Maarif Vekili ve Moskova Elçisi oldu.
İT ile Bedirhan Ailesi‟nin ilişkileri sorunsuz gidiyorken, 1912 yılında Bothan‟daki karışıklıklarda Süleyman Bedirhan polis tarafından öldürülünce, ilişkiler bozuldu.
En önemlisi, Seyyid Abdülkadir (Nehri‟li) ile İT‟nin ilişkileridir. Seyyid A.Kadir, hem Kürtler arasındaki etkinliği ve hem de dinsel otoritesi Sultan A.Hamid tarafından iyi biliniyordu. Nakşibendiliğin Halidiye kolunun (Cedidciler) en nüfuzlu ailesi ve tekkesinin postunda oturuyordu. İran‟a karşı yaptıkları 1880 isyanından sonra Mekke‟ye sürüldü aile ve babası 1883‟de orada öldü. Sultan A. Hamid hem S.Abdülkadir‟den çekiniyor ve hem de O‟nu hoş tutuyordu. Hala izah edilemiyor, bu iki yakın müessese nasıl karşı karşıya geldiler. 1896 yılında İT İstanbul‟da bir atak yaparak gençlerden çok toplumun saygın ve etkileyici kişilerinden örgüt kurma gereği duydu. Bunların birisi de Seyyid Abdülkadir‟di. A.Hamid‟i devirip yerine Reşat Efendi‟yi geçirmek istediler. S.A.Kadir de İstanbul İT Merkezi‟nde yer aldı. Darbe ve komplo girişiminden Saray‟ın haberi oldu. Tümü tutuklandı ve S.A.Kadir Medine‟ye sürüldü. 1908 Meşrutiyeti üzerine İstanbul‟a dönebildi.
S.A.Kadir‟in kişiliği ve düşünce yapısı ile İT‟cileri bağdaştırmak kolay değil. Yakın akrabaları da Medine‟ye sürüldüler. Sultan kendi özel bütçesinden de para verdi.
Hariciye Nazırı Süleymaniye‟li Kürt Sait Paşa‟nın oğlu Şerif Paşa, hem İT‟cı ve aynı zamanda karşıtı oldu. Pangaltı İT Şubesi Başkanı ve 1898-1908 yıllarında Stockholm Elçisi iken Paris ve Cenevre‟deki İT örgütlerine ekonomik yardımda bulundu. Resmi yazışmalarda ve anı kitaplarda bunlar yer alır. Giyabında iki kez idama mahkum oldu. Birisi Sadrazam Mahmut Şevket Paşa‟nın öldürülmesi olayıyla ilgiliydi. M.Şevket Paşa, İT‟çıların sadrazam yaptığı bir kişiydi. Şerif Paşa, “Meşrutiyet” gazetesini çıkardı Paris‟te ve İT karşıtlığı yaptı.
1909 yılında Yıldız Sarayı‟ndaki gizli belgelere el konulduğunda, Sultan A.Hamid‟e gelen jurnaller ortaya çıktı. Şerif Paşa‟nın jurnalleri de dile getirildi. Yakın Osmanlı ve Türkiye tarihinde “Kürt Şerif Paşa “olarak tanınır. Yaşam ve düşünsel çizgisi değişimler gösterdi. Barış Görüşmeleri‟nde Türk temsilcisi, ardından Kürtleri savundu ve orayı da yüzüstü bıraktı. Sadrazam olmak için Talat Paşa‟nın yardımına baş vurdu. Son zamanlarda elime geçen bir belgede İkinci Dünya Savaşı içinde de Nazi Almanya ve Faşist Mussolini ile ilişkileri oldu. Bu ilişkinin belgesini sunarken, Şerif Paşa‟yı incelemek isteyenlere belki bir yararım olur diye düşündüm.
Mirella Galletti, bir İtalyan gazeteci. İtalya‟nın “Archivio Centrale dello Stato, Segreteria paricolare del Duce, n. 541.245, 1922-43, dossier ‘Chérif Pacha’ arşiv ve dosyasında Şerif Paşa‟nın Benito Mussollini‟ye iki mektubunu buldu. Bunları Paris‟teki Kürt Enstitüsü‟nün yayınları arasında çıkan “études kurdes”ün 2000 yılı Kasım ayındaki 2. nolu yayınında yayınladı. 1942 yılında Nazi Almanyası ile Faşist İtalya‟nın aynı cephede II.Dünya Savaşını yürüttükleri yıllar. Şerif Paşa‟nın gizli ilişkileri mektuplardan anlaşılıyor. Konumuzun dışındadır, mektuplardan ilginç cümleler şöyle:
“ Şerif Paşa‟nın 27 Temmuz 1942 tarihli, Benito Mussolini‟ye mektubu. Ekselans,
Alman Hükümeti‟nin Daveti üzerine 22 Haziran‟da Paris‟e vardım ve akabinde 25‟ine kadar orada kaldım.
Alman yetkilileriyle görüştüğüm farklı sorunları içeren görüşmelerimin bir kopyasını siz ekselansların yüksek makamına sunmaktan şeref duyarım….”
Mektubun önemli cümlelerini aktarmakla yetiniyorum.
“…Kudus Büyük Müftüsü‟ne gönderilen Halife‟nin mektubunun bir kopyası.” “…Halife‟nin Papa‟ya gönderdiği mektubun kopyası…”
“…Halife‟nin Japon İmparatoru‟na gönderdiği telgrafın bir kopyası…”
“ Türkiye Cumhurbaşkanı‟na 21 Temmuz tarihli kaleme aldığım muhtıranın metni hakkında Alman Hükümeti‟ne teslim ettiğim mektubun kopyası…”
“ Arap ve Kürt sorunu ile ilgili muhtıranın kopyası..”
“Bolşevizme karşı işbirliğinden yana olan siz ekselasınızdan sizin büyük eseriniz karşısında eğilmez saygılarımın kabulünü rica ederim. İmza Şerif Paşa.”
Mektup Fransızca‟dır. İkinci mektup 16 Aralık 1942 tarihli. İfadeler benzer içeriktedir. Daha uzuncadır..”Hotel De Paris… Monte-Carlo antetli. Ekselans, diye başlıyor. Önemli cümleleri aktarayım:
“…26 Temmuz‟da Monte-Carlo‟ya dönüşümden hemen sonra Alman ve İtalyan yetkililerine bilgileri iletmekten geri kalmadım….”
“… Bu esnada Bolşevizm karşıtı Mihver ülkelerden dolayı Alman yetkililerinin yanında görevimi bitirmem gerektiği konusunda bir an bile tereddüt etmedim. Siz ekselansınıza sunduğum muhtıranın kopyası Rusya‟daki Müslüman esirlerin arasındaki unsurları silah altına alma biçiminde Müslüman bölgelerdeki bilgilerimi içermektedir……”
“… Ekselansların yüksek iradesiyle yapmam için tarafıma verdikleri izinle Bolşevizme karşı kutsal mücadelenin sadık görevlileriyle birlikte yaptığımın küçük bir hizmet olduğuna inanıyorum….”
“…Görüşlerimin içten ifadelerinin kabul buyrulmasını rica ederim……Şerif Paşa. (İmza) Mektuplardaki Halife, (Le Calife ABDUL-MEDJİD II) dir ve Paris‟ten yazılıp gönderilmişler.
Şerif Paşa 1936‟da Monte Carlo‟da yaşıyordu. İtalya‟nın Nice‟teki konsolosu yoluyla Duce (Mussolini) ile gizli ilişki kurmayı denedi. Daha sonra kızı Melek Hanım İtalyan kontu Pecorini Manzoni ile 1948 yılında evlenince onlarla birlikte 1950‟ye kadar Roma yakınlarında yaşadı. 22 Aralık 1951‟de Calabre‟de Catanzaro‟da öldü. Mısır‟da Kraliyet Mezarlığı‟nda toprağa verildi..
1901 yılı başlarında Bedirhanzade Osman Paşa‟yı ve Beyrut Jandarma Binbaşısı Kürt Ecelyakınzade Mustafa Beyleri Jön Türk yandaşlığı içinde görürüz. Şam‟da Bedirhan Paşazade Mahmut Bey ve Halep‟te oğlu Salih Avni Bey Jön Türklerin yanında yer aldılar.
Süleyman Nazif İttihatçı bir diğer Kürt. Osmanlıcı ve ardından ya da beraberinde İslamcı, daha sonra Türkçü oldu. O dönem İngiliz gizli belgelerinde Kürt önderlerinden biri olarak yer alır. Tüm peygamberleri Türk yapan bir Türkçü. 1918 tarihinde Kürt dergi ve örgütleriyle de flört etti. Kürtlerle Türklerin Kuvayi Milliye‟de birlikte olmalarına çalıştı. Başarılı olmayınca Kürtlere karşıt bir konum aldı. Malta‟ya sürüldü. Ancak Süleyman Nazif, Malta‟da aynı kararlılığı gösteremez. Malta‟da sürgünler arasında Harput‟lu Yakup Şevki Paşa da var. Yakup Şevki Paşa‟yı ikna etmek ve bu amaçla bir öneride bulunmak ister.
“…Sınırları nehirler çizer. En doğrusu da budur. Paşam ben Diyarbakır‟lıyım. Siz Harput‟lusunuz. Bu iki şehir de Fırat ve Dicle nehirleri içindeki bölgededir. Siz de ben de Irak‟lı olarak Bağdat hükümetine katılmalıyız. Osmanlı İmparatorluğu‟ndan umut yoktur. Başımızın çaresine bakalım….”der. İngilizlere müracaat etmek ister. Kürt Şerif Paşa‟yı yeren “Beau Cherif” –Güzel Şerif-i alay konusu yapan “Boş Herif” risalesini yazdı. 1918‟den sonra çıkan Kürtçe-Türkçe yayınlarda Kürtleri ve haklarını konu alan yazı yazdı.
Babanzade Ahmet Naim Efendi, İslamcı bir Darülfünun hocası. İT karşıtıydı. Aynı aileden İsmail Hakkı Baban, Darülfünun Anayasa hocası, İT Merkez-i Umumi üyesi ve Bağdat Mebusu‟ydu. Kürt Teavün ve Terakki gazetesinde Kürtlük lehine yazılar yazdı. İT‟nin Tanin gazetesinde ideolojik ve düşünsel yazıları çıkt. “Dreyfüs” adında ve Dreyfüs olayını ele alan bir de kitap yazdı.i
İT ile ilişki kuran bir diğer Kürt, 1904‟de Mısır‟a kaçan Lice‟li Ahmet Ramiz Bey‟dir. Orada “Kürt Azm-i Kavi Cemiyeti”nin kurucusu oldu. Palo‟lu Kör Sadi‟nin o dönemde İT ile ilişkilerini bilmiyoruz. 1925‟de Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi‟nce asıldı.
Kosova Valisi Kürt Hüseyin Fikri Bey‟in oğlu, 1908 Dersim Mebusu Lütfi Fikri İT‟nin anlayışında bir genç olarak Paris‟e kaçtı ve 1908‟de döndü. Ateşli bir İttihatçı iken sonradan karşıt konum aldı.
İT‟çı Kürt Mustafa Paşa Süleymaniye‟lidir. Nemrut Mustafa olarak da bilinir. Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi. İT Türkçüleştikçe Mustafa Paşa karşı cepheye geçti. M.Kemal Paşa dahil birçok kişiyi cezalandıran İstanbul Örfi İdare Mahkemesi‟nin başkanlığını yaptı, sonra memleketi olan Irak-Süleymaniye‟ye geçti. Şeyh Mahmut Berzenci Hükümeti‟nde yer aldı.
Ünlü İT Merkezi Umumi Azası ve teorisyeni Ziya Gökalp Diyarbakır‟ın Çermik ilçesinden ve annesi de yine Diyarbakır Lice ilçesinden. Osmanlıcılıkta fazla sebat etmedi. Türkçülüğü seçti. Selanik İT Kongresi‟nde Merkezi Umumi Üyesi seçildi. Kürt dili ve kültürü üzerindeki çalışmalarını sürdürmedi ve Turancılığı önerdi. “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muassırlaşmak” eseriyle Türkçülerin baş yapıtını yazdı. “Kürt Aşiretleri Üzerinde Sosyolojik Tetkik” incelemesini Rıza Nur‟un arzusu üzerine kaleme aldı.
Süleymaniye‟li Refik Hilmi İT yıllarında hareketin anlayışından oldukça etkilendi. Süleymaniye‟de kurulan “Hiva” partisinin kurucularındandı. Süleymaniye‟li Tevfik Vehbi Bey de İstanbul Harp Akademisini okudu ve ordudaki İT akımından etkilendi.
Süleymaniye‟li Pîremerd (1868-1950) İstanbul Hukuk Mektebi‟ni bitirdi, avukatlık yaptı, önceleri İttihatçıların özgürlük vaad eden anlayışlarını paylaştı; beklediklerini bulamadan yurduna döndü.
Sultan A.Hamid‟in yeğenleri Prens Sebahattin ve Lütfullah yayınladıkları beyannamede, 1901 yılı başlarında, “amacımız Türk, Arap, Arnavut, Ermeni, Makedonya‟lı, Yunan, Kürt, Yahudi ve öbür tüm yurttaşların güçbirliğini sağlamak uğrunda çalışmak…” diyorlardı. Kutlay N. İttihat Terakki ve Kürtler. 3. Baskı. Beybun Yay.S.109.
1902 İT kongresine 47 delege katıldı. Türk, Ermeni, Arap, Rum, Kürt, Arnavut, Yahudi ve Çerkes delegelerdi. Abdürrahman Bedirhan ve Hikmet Baban katıldılar Kürt olarak. Bu kongreden sonra Prens Sebahattin “Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”ni kurdu. Kürtler, “özerklik”i içerdiği için bu cemiyetten yana olmak istedilerse de, örgüt gelişmedi. A. Cevdet bu yeni cemiyette yer aldı. Said-i Kürdi de yakınlık duydu. Prens Sebahattin, Kürtler yerleşik düzene geçmediklerinden ötürü, özerklik taleplerine kuşkuyla bakıyordu. Hanioğülu M.Ş.Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi. Age. S.201.
1907 Jön Türk (İT) 2. Kongresi‟nde Abdürrahman Bedirhan ve “Kürdistan Gazetesi Çevresi” katıldılar. Her topluluğun lisanıyla ve bu arada Kürtçe sonuç bildirisi yayınlandı.
İttihat- Terakki’nin Sınıfsal ve Sosyal Özellikleri
Yapılan değerlendirmelerin çoğu sınıf ve sosyal yapı analizlerinden çok, ırk ve din farklılıklarının ön plana çıkarıldığı değerlendirmelerdir. Memur, subay, esnaf ve bir ölçüde ulema hareketiydi İT Orta burjuvazi hareketi de diyebiliriz. Küçük burjuvazi ve milliyetçileri etkilendiler. Eşrafı kazanmaya çalıştılar. Köylü ve işçi diye bir sorunları yoktu. Bu, onların burjuva ideolojilerine uygun düşüyordu. Üyelerin hemen hemen tümü ve bu arada o dönemdeki Kürtlerin de sosyalizme antipatiyle baktıkları biliniyor. 1910 yılında Meclis-i Mebusan‟da Babanzade İsmail Hakkı Bey tartışırken sosyalizme olumsuz yaklaştığını dile getirdi. Osmanlılık Türklük şekline dönüştükçe, Kürtler olumsuz etkilendiler. İT‟nin Türk milliyetçiliği özellikleri açığa çıktıkça, Cemiyet‟te yer alan Kürtler, uyumda güçlük çekmeye başladılar
Toplumsal yapıdan çok, tüm kabahati Sultan A.Hamid‟de bulan bir anlayışları vardı.Her şeyin kendileriyle başladığını sanan dik kafalı, politik değerlendirmeleri yüzeysel ve henüz biçimlenmemiş, Meşrutiyet hayranıydılar. Örgüte körü körüne bağlıydılar. Kapasiteleri sınırlı ve sorunların büyüklüğü karşısında şaşırıp kaldılar. Onlarsız vatan kurtulamazdı. Sorunların karmaşıklığı onları hızla “Türkçülük”e götürdü.
Kürt kentlerinde İT, az da olsa yandaş buldu. Kırsal alanlar ve Kürt feodalleri karşıt konum aldılar. Kürt aydın ve yurtseverleri önce İT‟ye ilgi duydular ve desteklediler, daha sonra karşıt konum aldılar. Ne olursa olsun, kazanmaktı amaçları İttihatçıların. Bu nedenle baskı ve şiddete başvurmayı doğal saydılar. Demokratik işleyiş, eleştiri ve özeleştiri söz konusu değildi örgütte.
İT, halkı örgütlemekten çok aydın ve burjuvaların desteğini düşündü. Mirikâtipzade Ahmet Cemil Bey, Aşiret Mektebi‟ni okudu, üst bölüm olan Mülkiye‟den mezun oldu. 1908 Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi başyazarlığını yaptı. Diyarbakır‟ın etkin ve okumuş bir ailesinden. Cumhuriyet döneminde “Asena” soyadını aldı. Ziya Gökalp‟ın samimi bir arkadaşıydı. İT‟yi ve olanakları iyi anladı. Yazıları modernizmi, toplumların beraberliği ve kimlik sorunundaki gereksinimlerin eksiksiz uygulanışını istedi.
Kürtler İT döneminde Meşrutiyet adıyla bir de Kürt Mektebi açtılar. Osmanlıcılık egemen ve etkendi.
Dönemin etkin Kürtlerinden olan Bediüzzaman Said-i Kürdi, Meşrutiyet ilân edildiğinde, Sadaret –Başbakanlık- yoluyla Kürt aşiretlerine çektiği telgraflarda “Meşrutiyet”e sahip çıkmalarını ve en çok “biz” –Kürtler- mutlakiyetten zarar görüyoruz, diyordu. Kürt hamallara da benzeri çağrılarda bulundu. Bir yıl geçmeden Said-i Kürdi karşıt konum aldı. Dinsel duygulardan ötürü olmalı.
1.Dünya Savaşı içinde Talât Paşa, Seyyid Abdülkadir‟in Rusya‟ya karşı, Kürdistan‟a gidip ayaklanma başlatmasını istedi, Rus tarihçi Lasaref, Seyyid A.Kadir‟in gizlice Rusya ile anlaşarak hareket ettiğini söylüyor.
Diyarbakır‟daki İT‟cilerin yardım ve özendirmeleri ile Diyarbakır Vilayet Matbaası‟nda basılan “Peyman” gazetesi, yazıların çoğunu İT‟liler yazdı, Kürtlerin konumlarına ilişkin ilginç belirlemeler yer aldı yazılarda. Meşrutiyetin ilanı üzerine, 79 tutuklu ve hükümlü af yasasından yararlanacaklar. Jandarma Yüzbaşısı Mahzar Efendi bir konuşma yapar ve Peyman‟ın sorumlu müdürü de konuşmanın Kürtçesini yineler. Kürtleri bekleyen daha demokratik ve modern yaşamı dile getirdiler. Kürtçe yazıların Ziya Gökalp tarafından yazıldığı iddia edildi. Beysanoğlu Ş. Age. C.2, S.756. 1908 yılı özgürlük ve görece demokrat arayış ve çaba yılıdır. Özellikle Diyarbakır‟da bu anlayışla ileri şeyler yazıldı ve söylendi. Yaşanan durumu ve geleceğe ilişkin beklentileri göstermesi bakımından bu konuşma ve yazıyı önemli gördüğüm için aktarmak istedim:
“ Kardaşlar!
Bugün nasıl bir gündür biliyor musunuz? Bugün aff-ı umumi günüdür, bugün büyük bir bayramdır. Şimdiye kadar böyle bir gün görmemişsiniz. Bu mübarek günün kadrini biliniz,
sizin için bilmesini şiddetle lazım gelen diğer bir şey daha vardır. O da ne için hapsolmuş olduğunuzu bilmektir. İşte ben bu hususu size bildireceğim. İçinizde kiminiz ağalık yüzünden hapse girmişsiniz.. Evet ağalık, fukarayı soymaksızın yapılmaz. Soymak ise korkutmaksızın öldürmeksizin icra olunmaz.”
“ Meşrutiyet ağalığı lağvetti, beyliği kaldırdı. Bugünden itibaren beyle hamal birdir. Ağalık yoktur. Aşiret yoktur. Hayır, hayır aşiretlik var fakat eskisi gibi değildir. Şimdi her millet bir aşirettir. Biz de Osmanlı Aşiretiyiz. Artık Milli, Silivi, Zırıki, Pencinari, Reşkoti yoktur. Yalnız Osmanlı vardır. Biz bütün Osmanlılar birbirimizin kardeşiyiz, yoldaşıyız. Dekşuri, Hewerki yoktur. Xelil Begi, İsa Begi yoktur. Sıleman Begi, İsmail Begi yoktur. Karşı karşıya yalnız Osmanlı ile Yunani vardır. Bizim aşiretimiz Osmanlılıktır. Moskof, İngiliz, Fransız gibi diğer aşiretler dostlarımızdır. Alman, Nemse (Avusturya), İtalya gibi aşiretler ise bunlara karşıdır. Aşiretimiz yani milletimiz evvelce zayıftı, şimdi kuvvetlidir. Niçin?
“Çünkü o zaman Padişahımız Abdülhamit‟ti. Abdülhamit bahtsızdı. Abdülhamit haindi, zalimdi. Bugün padişahımız Sultan Mehmet Reşat Han‟dır. Sahib-i din ü imandır. Sahib-i baht ü vicdandır. Adildir. Adalet-efşandır. Doğrudur. Hami-i müstakimandır.”
“Biz şimdi büyük bir aşiretiz. İslam, Hıristiyan herkim gönülden vicdandan Osmanlı ise bizim aşiretimize mensubdur. Yalnız bir reisimiz ve babamız vardır ki o da Padişahımızdır. Ondan başka ne reis; ne beg, ne efendi ve ne aga yoktur. Kim ki ağa olmak, büyük olmak isterse iyilik yapsın,doğruluk göstersin.”
“ Bazılarınız ağalar yüzünden hapse girdiğinizi de söylemiştim, evet doğrudur. Çünkü ağa dediğimiz adamlar bir takım avcılardır. Avcıların tazılara ihtiyaçları vardır. Bazıları ağaların emirleriyle adam öldürmüşler, hırsızlık etmişler, talan götürmüşler. Evet bunları yapmışlar da öyle hapse girmişlerdir. Bazıları ise ağaların kurbanları olmuşlardır. Daha doğrusu kendi arazilerinin kendi servetlerinin yüzünden hapse girmişlerdir. Çünkü ağalar ve beyler kendilerinden başka hiçbir kimsenin arazi ve mülk sahibi olmasını, bağlara ve koyunlara malik olmasını çekmezler. Onların fikrince bütün arazi ve emlak ağalarındır. İşte bu sebeple bütün servet onların eline geçmiştir.”
“Kardaşlar, amcazadeler.
“Arazi rencberlerindir. Koyun, keçi, bağ ve tarla köylülerindir. Beyler ve ağalar insaf etsinler. Fukaranın mallarını geri versinler. Bugünden itibaren herkes rençberlik ediniz, çift sürünüz. Birbirinizden vazgeçiniz. Buğz ve adaveti terk ediniz. İşinizle gücünüzle uğraşınız. Çiftlik Hz. Adem Aleyhüsselamın sanatıdır. Eskisi gibi askerlerden kaçmayınız. Askerlik Farıza-i Cihaddır. Kürtlerin aşiret hesabına gazveye gittikleri zaman „ ölüm var, dönmek yok‟ derler. Halbuki aşiret döğüşleri şeytan işidir. Askerlik ise Allah içindir. Namusumuzu, dinimizi, vatanımızı muhafaza içindir. Bundan böyle yiğit olanların kendi gönül ve arzularıyla, şevk ve sevinçleriyle mukaddes (bir kelime okunmadı) gitmelidirler. Asker ya gazi ya şehittir. Her ikisi de büyük fazilettir. İndellah son derece makbuldur. Kışla kudsiyete mabed gibidir. Muharebe korkulacak bir yer değildir. Allahın hıfz ve himayesi doğrulara hami ve nigehbandır. Devr-i istibdadda olduğu gibi vergiye derd ü bela demeyiniz. Aşar ve ağnama zülm te‟adi demeyiniz de, bunlar zekat-ı şeriyedir. Hepsi milletin ihtiyacına sarfolunacaktır. Her köyde medrese,, mekteb lâzımdır. Bilen insan kuvvetlidir. Bilmeyen adam zebundur. Okuyanlar bilenler kendilerini hapse sokacak hiçbir iş işlemezler. Mahpusların umumuna bakınız, hepsi cahildir. Hiçbiri okumak yazmak bilmez. Cahil oldukları için Allah‟a karşı isyan, hükümete karşı tuğyan ederler. Cezaya müstehak olurlar. Kürdlerin yalnız bir derdi vardır, o da cehalettir. Bu derdi dermanı okumak yazmak ve dünyayı öğrenmektir. Bundan böyle Kürdçe kitaplar yazılacak, Kürdçe gazeteler neşrolunacak. Mekteblerde Kürd lisanıyla ilim ve marifet öğretilecek. O zaman Kürdler de zengin olacaklar, bahtiyar olacaklar, iyi yaşamak usulüne agah olacaklardır.”
“Vatan ve millet ne demek olduğunu bilecekler, anlayacaklar ki aşiret dedikleri şey vatan ve milletten başka bir şey değildir. Bütün Osmanlıların yalnız bir aşiret olduğunu hepsinin
birbirine dost ve kardeş olduğunu idrak edecekler. Bilecekler ki düşmanımız ancak Yunan‟dır. Girit, vatanımızın bir köşesi, canımızın bir parçasıdır. Biz hep askeriz. Ne zaman bizi (birkaç kelime siliktir) vazifeye canı gönülden Yunanlılara doğru hücum etmeye hazırız.”
“Kulak veriniz. Dikkatle dinleyiniz. Padişahımız, milletimize merhamet ettiler, sizi affettiler. Fakat gafil olmayın, unutmayın ki o günden itibaren artık katiyen af yoktur. Ceza gayet ağırdır. Katlin cezası darağacıdır. Bir daha pençe-i hükümetten firar etmek mümkün değildir. Hükümet kuvvet ve satvetine tamamiyle malik olmuştur. Nevm-i gafletten kamilen uyanmıştır. Bugünkü hükümet adildir. Artık fukaraya zulm yapılmaz ve katiyen meydan vermeyecek.”
“Yaşasın Padişahımız. Yaşasın millet, yaşasın hürriyet, yaşasın Meşrutiyet, yaşasın İttihat ve Terakki Cemiyeti.” Malmısanıj. Yüzyılıömızın Başlarında Kürt Milliyetçiliğ ve Doktor Abdullah Cevdet Uppsala/İsveç. 1986 .S.36
İT‟nin getirdiği Meşrutiyet‟le düşünsel bir sıçrama yaşandı. Birçok dergi ve gazete yayınlandı. İstanbul‟da Süreyya Bedirhan‟ın “Kürdistan Gazetesi”, Diyarbakır‟lı Mehmet Şükrü‟nün ünlü yazar ve düşünce adamı Ali Emiri‟nin yardımlarıyla çıkardığı “Amid-i Sevda” –Kara Amid- gazetesi ve “Divançe-i Dehri” kitabı gibi. 1913‟te “Yekbun” –Birlik- adında Türkçe-Kürtçe gazeteyi, Kürt Hêvi Cemiyeti çıkarıyordu. Hetawi Kurd gazetesini de biliyoruz.
Revanduz‟lu Fanizade Zeynelabidin, Mesut ve Ali İlmi Beyler, İT‟nin liberal burjuva görüşlerinden yana olan çalışkan ve etkin kişilerdi.
1908 Meşrutiyeti‟yle gelen seçimlerde Kürtler Türklerle birlikte sayıldıkları için milletvekillerinin kökenlerini bilmiyoruz.
İTC‟nin 10. maddesi, ilk okulların parasız ve her toplumun kendi lisanıyla olacağı şeklindeydi. Ancak uygulama öyle olmadı ve giderek sorunlar yaşandı.
İT, Türkçülüğü öne çıkardıkça ve milliyetçileştikçe, Türk olmayan toplumlarla arası açıldı. İşler iyi gitmedikçe İT sertleşti. Türk olmayan toplumlara baskı uygulanmaya başladı. Artık karşı tutum alınıyordu ve Kürtlerde de böyle oldu. Arnavutlar ve Araplar Müslüman iki halk ve Ermeniler de Hıristiyan toplum olarak başkaldırı noktalarına geldiler. Kürtlerde de kuşku ve huzursuz arttı.
Kimlik oluşmasında, ulusal duyguların gelişmesinde, Osmanlı vatandaşı Kürtler, “Tanzimatçılardan, Genç Osmanlılardan ve İttihat Terakki‟den etkilendiler. Bu nedenle Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğinin benzer yanları, diğer milliyetçi akımların benzerliklerinden fazladır. Bazılarına ilginç gelebilir ama makul nedenleri var.
Süleymaniye‟li Kürt Mustafa Paşa, İttihatçı ve Teşkilatı Mahsusa üyesiydi. Zaman içinde İT‟nin Türkçülüğü karşısında, karşıt konum aldı. İstanbul Divan-ı Harb Mahkemesi üye ve başkanlığı yaptı. Ermeni kırımına katılanları ve ayrıca M.Kemal Paşa ve milliyetçi önderleri yargıladı. İdam kararlarında imzası var. Kürdistan Teâli Cemiyeti‟ne yakın durdu. Akrabaları KTC‟de yer aldılar ve bu siyasi Kürt cemiyetini yönettiler. Memleketi Süleymaniye‟ye döndü, Şeyh Mahmut Berzenci‟nin kurduğu Kürt Hükümeti‟nde Maarif Nazırı oldu. Türkiye‟de “Nemrut Mustafa” olarak anıldı. Namık Kemal ve Genç Osmanlılardan öylesine etkilenmişti ki, Süleymaniye‟de öldüğünde vasiyeti üzerine mezar taşına şu dörtlük yazıldı:
Etirsim ey weten bimrim, Nebînim bextîyarî tû.
Ba binosîn li ser qebrim, Weten xemgîn, min xemgîn….
Ey vatan korkarım ki öleyim, Mutluluğunu görmeden senin. Mezar taşıma yazılsın
Vatan mahsun, ben mahsun…
Kürt Mustafa Paşa‟nın mezartaşında yazılı olan bu dörtlüğü okuyunca, aynı anlam ve kelimeleri içeren Namık Kemal‟in bilinen dizesini anımsamamak olanaksız.
Ölürsem görmeden milette ümit ettiğim feyzi, Yazılsın seng-i kabrime; vatan mahzun, ben mahzun.
İttihatçılar, 19. Yüzyılın sonlarında, Osmanlı Devleti‟ndeki reformların ortaya çıkardığı yeni sosyal sınıfın özlerini dile getirdiler. Özgüveni az olan bu orta sınıf, meslek sahibi kimselerdi. Gazeteci, avukat, öğretmen, doktor, yüksek rütbeli olmayan subaylar, küçük memurlar, zanaatkarlar ve orta tüccarlardı. Feroz Ahmad. İttihcılıktan Kemalizme Kaynak Yay. 1986. S.13
19.Yüzyıl sonlarında, İTC‟nin kurulacağı yıllarda, henüz Kürt köylüleri feodallerin angaryalarında çalışan toprak kölesi konumundaydılar diyor Yuriy aşataoviç petrosyan. Sovyet .Gözüyle Jön Türkler. Bilgi Yay. 1974. S.146 Hamidiye Alayları‟nın varlığı devletin zulmünü kolaylaştırıyordu. Yuriy .a .p. Age.S.167.
İttihatçılar, maceraperest girişimlerinde Kürtleri en tehlikeli durumlarda kullanmaktan geri kalmadılar. Talât Paşa istifa edip, İT Merkezi Umumisi, Talât, Enver, Cemal Paşalar, Dr. Bahattin Şakir ve Dr. Nazım yurt dışına kaçmalarına karar verince, Enver Paşa önce karşı koydu, Kürt illerine –Vilâyat-ı Şarkiye- gidip mücadeleye devam etmeyi düşündü. Oysa 1915/16 kışında Sarıkamış‟ta ölenlerin çoğu bölge Kürtleriydi. Mustafa Kemal Paşa da, Enver Paşa da Vilâyat-ı Şarkiye‟yi düşündüler mücadele etmek için.
Şerif Paşa Sadrazam olmak ister ve Almanya‟da illegal yaşayan Talât Paşa ile gizlice İsviçre‟de görüşür. Ancak Talât Paşa‟dan beklediği sözü alamaz. Arif Cemal. İttihatçı Şeflerin Gurbet Maceraları. Arma Yay.1992. S.13 ve 50.
Abdürezzak Bedirhan, 1910‟larda Batı İran‟da iken, Paris‟ten Şerif Paşa‟nın, İttihatçılara karşıt olan Meşrutiyet gazetesinin –Şerif Paşa çıkarıyordu- bazı sayılarını İran üzerinden Kürdistan‟a gönderdi. Abdürezzak Bedirhan. Kendi Elyazısı İle Otobiyografya. Peri Yay.(1910-16).2000.S.30.
Jön Türklerin devletin sosyal yapısını reforme edecek bir amaçları yoktu. Padişahın kişisel despotluğundan kurtulmak istediler. Üstten gelen reformları arzuladılar. Çok köklü reformlar mıydı korktukları? Kolayca evet demek zor. Toplumun modernleşmesini arzuladılar, bu da elitler eliyle olacaktı. Önderlerin kafalarındaki en büyük sorun İmparatorluğun yıkılmamasıydı. Özgürlükler bu endişenin önüne geçmiyordu.
1898‟lerde Abdullah Cevdet, Şiller‟den Giyyom Tell‟i çevirdi. Önsözü Kâzım Nami Duru yazdı. „Abdülhamid‟e ve istibdada amansız bir hücumdu‟ bu önsöz. Mardin Şerif. Jön Türkler’in Siyasi Fikirleri. 1895-1908. İletişim Yay. S.163. Giyyom Tell‟i anlatırken A.Cevdet, bununla halkın ezildiği kanaatına vardı. “İçtihad” dergisini çıkarmasında bu düşünce etken oldu. Kültürel sorunlar çözülmeden siyaset yapılamayacağını savundu.
Halkın sessizliği İTC‟ni halktan uzak tuttu. Karşılıklı güvensizlik yaşandı Bu durum Kürt kökenli İT‟lilerde daha açık şekilde görüldü. Halk ve Kürt İT‟liler birbirlerinden uzak durdular.
Osmanlı Meclis-i Mebusanı‟nda ve 1.BMM.de 1. Dönem Erzurum Mebusu olan Kürt kökenli Hüseyin Avni Ulaş, İttihatçıydı. Prensipleri Parti programıyla çok uyuşmazdı. İz Mahir. Yılların İzi. İst. Yine 1.dönem Erzurum Mebusu Kürt kökenli, Kığı‟lı Necati Bey, radikal bir İttihatçıydı.
İT Sadrazamlarından Sait Halim ve Talât Paşa‟nın nazırlarından elde olanların, 1918 yılı sonlarında, sorgu ve yargılanmaları yapıldı. 6 Kasım 1918‟de, Meclis-i Mebusan‟da 5. Şube‟de soruşturma başladı. Çürüksu‟lu Mahmut Paşa 10 Kasımda sorgulandı. Anlatımlarından anlaşıldığı kadarıyla, İT çeteleri Hoy ve Salmas‟ta İran Kürtlerinden çeteler oluşturup Ruslara saldırınca,. Ruslar da daha büyük güçlerle Kürt köylerini imha ettiler. Teşkilat-ı Mahsusa ve Çeteler komşu ülkelerde ihtilal eylemlerine girişmekle meşguldular. Kocakoğlu Osman Selim. İTT’nin Sorgulama-Yargılanmaları. Temel Yay. 1998.
İTC, Meşrutiyeti ilan ederek hareketi başardığında, iktidara gelmek üzere hazırlıklı değildi. Bir süre sonra İTC ve Partisi, ideolojisini bilime uyarlamayı ve şekil vermeyi Ziya Gökalp yerine getirdi.
İT, II..Meşrutiyet boyunca Türk milliyetçiliğini açık veya gizlice yüceltme kararlılığıyla hükümet eden bir askeri oligarşidir. Başlangıçta eski rejimin memurlarını kullandı. Daha sonra adem-i merkeziyetçilerin baskılarıyla karşılaştı. Hürriyet ve İtilaf Fırkası iktidar oldu. Ocak 1913‟te. Bâb-ı Ali baskını ile İT iktidarı ele geçirdi.
Balkan Savaşları‟ndan sonra, Balkan Hıristiyan toplumlarına karşıtlıklar gibi Müslüman halklara da karşı oldular. İT içinde birçok Türk olmayan Hıristiyan ve Müslümanların bulunmasına karşın. İT hep milliyetçi oldu. Bu anlayış daha sonra Kemalizmle devam etti. Türk milliyetçiliği diğer Müslüman Osmanlıların milliyetçiliklerini hainlikle nitelendirdiler. Kayalı Hasan, Jön Türkler ve Araplar. Osmanlıcılık, Erken Arap Milliyetçiliği ve İslamcılık. (1908-1918) Tarih Vakfı Yay. 1998.S.4.
Şükrü Hanioğlu, Said-i Kürdi‟nin İT ileri gelenlerinden, Kürt aydını A.Cevdet ile yakınlaşmasını “etnik bir boyut”un, Kürt insanı olma özelliğinin varlığına dikkat çeker. Bir Siyasal Düşünür Olarak Abdullah Cevdet ve Dönemi. S.315. Said-i Kürdi, muhafazakar, dindar ve İslamcı bir kişi. Nasıl oldu da lâik, Batı‟lı ve pozitivist bir İT‟ye yardımcı oldu? İlk zamanlar özgürlükler ve Kürdistan‟da eğitim olanaklarının artması ve genişletilmesi için yandaş oldu. Dini inançları incitici ve Halife karşıtlığını sezince İT‟ye karşıt oldu denebilir.
T.Z.Tunaya‟ya göre, “İT‟nin bir yüzü ne denli Türkçü-milliyetçi ise öteki yüzü de o kadar İslamcıdır.” Asıl gerçek yüz, çağın gerçek yüzü olan milliyetçiliktir. Tunaya T.Z. Siyasi Partiler Süreci. İttihat Trakki Partisi.C.III. S.308.
İttihat Terakki Devrimi‟nin Kürdistan‟daki yansımalarını Kürt şairi Cigerhun siyasi göçmen olduğu İsveç‟te yazdığı Kürtçe anılarda dile getirdi. Padişahın ve özgürlükçü İT‟lilerin yandaşları vardı Kürdistan coğrafyasında ve İstanbul‟dak Kürtler arasında. Kürt şeyh, ağa ve beylerin çoğunluğu İT karşıtı ve Sultan yanlısıydılar. Haydaran Aşiret Reisi Kör Hüseyin Paşa, Milli Aşiret Reisi ve Miranlı Mustafa Paşa önde gelenlerden birkaçı. Kürdistan‟lı iki ünlü din hocası –molla- bu iki anlayışın propagandısını yaptılar. Said-i Kürdi özgürlükçüleri, Jön Türkleri ve “hürriyeti” öne çıkarıyordu. Solhan‟lı Molla Selim ise Sultan‟ı tutuyor ve hürriyeti yeriyordu. 1914 Hizan-Bitlis başkaldırısının organizatörü olacaktır sonra. İkisi de birer broşür yazdılar, Arapça ve Kürtçeydi broşürler.
Mela Seid Efendî dibêjî: Hurriyetun etîyetu rehmanî, Îz eneka textesu bil îmanî.
Mela Selim Efendî dibêjî: Hurriyetun herîyetun binarî Îz eneka textesu bilkufarî.
Türkçeleri şöyle; “Özgürlük rahmettir ve imandır” diyordu Molla Said Efendi. Molla Selim de; “Özgürlük ateştir ve küfürdür” diyordu.
Uzun şiirlerden Cigerhun‟un anımsayabildiği mısralar, siyasal ve sosyal yapıyı yeterince gösteriyor sanırım. Cigerxwîn, Jinenîgeriya Min. Stockholm 1995. S.29-31.(Hayatım). APEC Yay.
|
1908 Milletvekili seçiminde Arnavut, Sırp, Rum, Ermeni, Arap, Dürzü toplum ve toplulukları kendi isimleri anılarak araştırmalara konu oldular. Aykut Kansu “1908 Devrimi” adlı eserinde bu tasnife uymuş, Kürtler Türklerin içinde sayılmış. İstisna tutulan birkaç kişiyi aktarayım.
Konya “ Kürdzade Hacı Mustafa Ef. Türk
Tüm Kürt illerinden olanlar “Türk” olarak ifade edilmiş. Bunlardan sonra 1. BMM‟nden takip edip Kürt olduklarını bildiklerimiz, ailelerini tanıdıklarımız hep “Türk” gösterilmiş. Beyazit Mebusu Süleyman Sudi (İttihatçı), Van Mebusu Tevfik Demircioğlu, Hakkâri Mebusu Taha Efendi Arap olarak kayda geçmişler. Bitlis‟ten Arif Ef., Muş‟tan Hacı İlyas Ef. Kürt olduklarını bildiklerimiz.
Meşrutiyet öncesi Kürdistan‟daki huzursuzluklara ve kentsel, kırsal başkaldırılara bakıp, bazı yazar ve araştırmacılar Manastır‟daki devrim hareketi benzeri girişimler beklenebilirdi dediler. Derviş Vahdeti; “Hürriyet topları Manastır‟da atılmamış olsaydı, mutlaka Kürdistan‟da ilân-i hürriyet edilecekti” diyor. Emiroğlu Kudret. Anadolu’da Devrim Günleri,. II Meşrutiyet’in İlânı. İmge Yay. 1999. S.272.
İT‟nin ve kurduğu devlet düzeninin Kürtlerle ve Kürdistan coğrafyasındaki uygulamalarının iyi anlaşılması için somut bir olguya değinmem gerekiyor. İT Diyaarbakır‟da etkiliydi. Ziya Gökalp, İshak Sukûti, Süleyman Nazif ve Pirinççizadeler, Yasinzade Şevki Efendiler Diyarbakır‟lıdırlar. Ünlü Cemilpaşa ailesinin çocukları 1908 Hareketinden sonra İstanbul ve Diyarbakır‟daki etkinliklerde yer aldılar. Ekrem ve Kadri Beyler Kürt yurtseverleri tarafından saygı gördüler. Ailenin büyüklerinden Mustafa Bey kati bir Müslüman ve M.Kemal hayranı. 1915 yılında Çerkez Mehmet Reşit Diyarbakır valisi. İT‟nin beş kurucusundan biri ve doktor. Ermeni karşıtlığı ve Türkçülüğü iyi biliniyor. En güvenilir korumaları yanındaki Çerkez birliği. Onlara güvenir daha çok. Vali Diyarbakır eşrafından Ermenilere karşı kullanmak üzere bir milis gücü oluşturur. Ermeni öldürülmeleri bunların eliyle olur. Mustafa Cemilpaşa milis albayıdır. Oğlu Zıraat Mühendisi Esat Cemiloğle yıllar sonra 1959 yılında 49‟lar Olayı‟nda Kürt milliyetçisi olarak tutuklandı. 1904 doğumlu Esat bey 101 yaşında Ankara‟da ölmeden önce Ermeni olayları hakkında bildiklerini ve anımsadıklarını kendi el yazısı ile yazdı. O dönemin havasını ve yaşananları iletmesi bakımından önemli. İmlasına dokunmadan aktarıyorum, el yazmasının fotokopisi silik de olsa vereceğim.
“ Yaşadığım ve gördüklerim.
Ermeni katliamında Cemilpaşa zade Mustafa Bey milis albayıydı. (Esat Bey‟in babası NK) Yasinzade Efendi Şevki Efendile, Pirinççizade Sıtki Taranci (Diyarbakır milletvekili Mustafa Ekinci‟nin babası ve şair Cahit Sıtkı Tarancı‟nın babası NK) maiyetinde yüzbaşı idiler. Çerkes Reşit Bey validi. Kırk Çerkes süvarisi vardı. Ermeni erkekleri toplanarak keleklerle götürülerek güya İslam edilecekler. Karadan da, kaçmamaları için süvariler yönetiminde gidiyorlar. Kırk Direğe (D.Bakırda Dicle nehrine yakın bir yer NK) gelince hepsini kılıçtan geçiriyorlar. Bizim Bahçecik köyünde Mala Nezzo denilen dört çalışkan kardeş vardi. Herkesten ewel eker, biçer, harmani bitirir anbar ve samanlığı taşırlardı. Kendi işlerinden başka bir şey bilmezlerdi. Ne zamanki erkekler toplanmağa başladı Kasım Amca teslim etti ve arkalarından da hüngür hüngür ağladı. Bu işlerde temamlanınca, Vali Reşit kadın ve çocuklarında sevkini istedi. Mustafa Bey bu iş ne Müslümanlığa nede insanlığa yaraşır. Mustafa Beyinde iki emirberi vardi. Hemid kahya ve Arslan ailesinden Henifi idiler. İçerideki konuşmaları dinleyince tabancalarını çekip içeri dalarlar. Vali Bey senin Çerkeslerin varsa, beyin de bizim gibi fedaileri vardır derler. Mustafa Bey çıkar kılıçla epoleti (apolet olmalı NK) kumandana gönderir ve istifa eder. Artık kafile başlamıştır. Sivastan, Erzincandan, Elazizden getirilen genç kız ve kadınları kapatma olarak alırlar. M. Ünalın babası Asım Efendi (1954 yılında DP Diyarbakır Milletvekili Mehmet Ünal NK) bunlardan birini almak ister, kız yüzüne tükürür ve benim bütün akrabalarım ölürken ben senin keyfini yerine getirmem der ve kendini nehre atar. (Eski D.Bakır-Silvan yolu Kırk Gözeli köprü ile Dicle nehrini geçerdi NK) Bir gün ağabeyimle Mıksi Oğlu köyüne giderken ondört onbeş çocuk pınarın etrafında kimisi patlıcan gibi morarmış. Kimisi de ölmek üzereydi. Reşit Beyi İngilizler Beşiktaş sırtlarında fulya tarlasında vurdular, veya intihar etti. İki kızı vardı. Birisi Tekirdağ başsavcısı Muşkara ile evli, diğeri ressam ve Milli Tayyare piyangosının resimlerini çizerdi. İzmir fuarındaki Ziraat paviyonunu tanzim eder, yeni tablolar çizerdi. Adı Ratib Tahirdi. Soyadı Burak idi.
Ermenilerin Taşnak „Taşnaksiyon‟ ve Hınçak adi altında iki tehdit ve terör teşkilatı vardı. Her yerde Müslümanları öldürüyor ve köyleri yağmalıyorlardi. Bir cülusi Humayunda şehrin bütün erkanı ve okul talebeleri Müftinin dua edeceği zaman bir adamın surlara çıktığını gören jandarmalar hemen mani olur ve yakalarlar, üzerinde iki tane bomba çıkar. Boynuna ip takıp sokak sokak çamurlar içinde gezdirirlerken tuvalete çıkacağım söyler, piçağile tenasül cihazını kökten keserek husyelerini eline alarak ben Taşnaksiyon Cemiyetindenim. Benden en ufak bir söz dahi alamazsınız der ve ölür.
Cemil Paşa zadelerde çalışan beş Ermeni kardeş vardı. Bunlara Behto giller denirdi. Karabet kahveci idi. Abdülkerim vekilharc ve diğerleri de köylerden çeltik, pamuk, arpa, buğday, nohut, mercümek, diş budak ağci direkleri ve Hami, Ali Keşkül, Kara ağaç, Haci Mehiş gibi bahçelerin çok fazla olan meyvalarını değerlendirirlerdi. Hergün hepisi konağın selamlığında akşama kader bekler verilecek işleri yaparlardi. Hiçbir siyasi fealiyetleri yoktu, buna rağmen hepisi teslim edildi. Bir çok Ermeni masum olarak öldürüldü. Gün geldi bir ayak kabi pençesini veya bir pantolon diken bulunmadı. Ermeni malını kim yedi ise hiç biri iflah olmadı. Bir müddet sultanlar gibi en lüküs bir hayat yaşadılar. Bunların başında Hüsso giller gelir. Oğulları Haci ve Sabit okul arkadaşlarımızdı. En sonunda yokluk ve sefalet içinde öldüler.
Faik Ali validir. Mustafa Beyi tevkif edip Maltaya gönderme isterse de muvaffak olamaz.
M.B. halası oğludur…..(Faik Ali, Süleyman Nazif‟in kardeşi ve D.Bakır Vali vekilliğine getirildi. Cemilpaşa ailesiyle de hısımdılar.NK)
Rahmetli Esat amca babası dahil Diyarbakır önde gelenlerin konumlarına böylece değinmiş. Şimdi bir parantez açmak istiyorum. İttihatçılığın kuruluş ve gelişim sürecinde görüldüğü gibi Kürtler “Osmanlı” üst kimliği altında “Kürt” oluşları bir sorun olmadı ve bunu seve seve kabul ettiler, hatta milliyetçi projelere sahip olma çabaları görülecektir. En açık şekilde Müslüman olmayan diğer halklar da bu anlayışı paylaşarak hareket ettiler. Ancak yüz yıl sonra “Türkiyeli”lik kimliğini taleb eden Kürtler sorunlarla karşılaşıyor ve kabul görmüyorlar. Fransız Devrimi Batı Avrupa‟yı ve ardından Avrupa‟nın diğer yörelerini ve Osmanlı İmparatorluğunu etkiledi. İttihatçılar da Paris‟te şekillendiler ve düşünsel gelişme buldular. Batı‟nın ulus-devlet yaratma, kendi kaderini belirleme ve halka yakın yönetimler isteme modeli ister istemez halklar arasında sürtüşme, çatışmaya neden olan bir yol izledi. Ancak Fransız Devrimi‟nden 1900‟lara gelindiğinde Batı Avrupa bu tür sorunların çoğunu çözümlemişti.. Milli olan sorunların evrensel yanları kabul edilir noktalara taşınmıştı. Osmanlı Devleti‟ni oluşturan toplumlar milliyetçilikle tanışıp siyasi projeler şeklinde tarihe taşındıklarında öncelikle Hıristiyanlar önde göründüler. Müslüman Osmanlı toplumlarından böylesi siyasi projeyi ise öncelikle “Türkler” uygulamaya koymak istediler ve sosyal değişim ve planlar bu yolla oldu. Bu anlayışın sahipleri Jön Türkler‟di. İT‟nin tarihi rolü buradadır. Diğer Müslüman Osmanlılar da bundan etkilendiler. Araplar, Kafkasyalılar ve Balkanlardan sonra gecikerek Kürtlerin de 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde milliyetçi algılarla Ortadoğu‟daki mücadelelere katıldıkları biliniyor. Bütün bunlara bakarak düşünsel etkileşim ve zincire bakarak Ortadoğu‟daki günümüz Kürt sorununun iki yüz yıl öncesinin ulus-devlet sorunu olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Burjuva devriminin geliştirdiği ve yarattığı milliyetçi sorunlar, kapitalizmin geldiği günümüzde form değiştirdi. Bu nedenledir ki, Türkiye, İran, Irak ve Suriye Kürt sorununa yüz yıl öncesi bir anlayışla bakmamalı. Kürt sorununun bir yerel – o ülkeye özgü- ve bir de Ortadoğu bölgesi karakterinin yanında uluslar arası yanı var. Kürtlerin, dinsel, kültürel, siyasal ve ekonomik hakları dayatıcı konumdadır. Bölge ülkelerinden birisindeki uygulamalar, Kürtlerin yaşamakta oldukları diğer ülkeleri de etkilemektedir. Uzadı parantez, kapatıyorum.
Makalemizin sonlarında söyleyeceklerimizi toparlayacak olursak; Türkiye‟nin belirgin ideolojisi olan Kemalizm, İT‟nin ekonomik ve ideolojik yapısının ve mirasının üzerinde gelişti diyebiliriz. Büyük ölçüde başarılı olunan nokta, her ikisinin bir Türk-İslam burjuvazisi yaratma arzu ve çabalarıdır. Tüccar, komisyoncu ve toprak ilişkileri İT eliyle oldu ve Cumhuriyet yıllarında da CHP ve Tek Parti Yönetimleriyle. Devlet eliyle oluşan burjuvazi. Avrupa burjuvazisine ve emperyalizme karşı olmayan bir burjuvazi. Milli yanı cılız olan bir burjuvazi. Büyük korkuları Avrupa devletlerinden çok yerli Rum ve Ermeni sermayedarlarıdır.. Yerlerine geçmek istediklerinden korkuyorlar.
Lâiklik ve din konusunda da İT. özgünlüğe sahip ve bu anlayışı Kemalizm‟e de taşındı. Esnaf örgütlenmesine ve ekonomiye yansıdı. Anadolu‟da Ortaçağdan beri dinsel motiflerin esnaf örgütlenmelerindeki etkisi biliniyor.. Bu geleneksel anlayış Cumhuriyet dönemine de yansıdı. Oysa beklenen gelenekçi burjuvazinin yerini modern Avrupai burjuvaziye bırakmasıydı. Anadolu burjuvazisi de politik örgütlenmeye kavuşmadı, koşulları yoktu ve amaç da değildi. Siyaseten Anadolu esnafı silik ve sinmiş bir konum aldı. Dini yapılanmalar gizli olarak etkilerini sürdürseler de etkinliklerine ara verildi. Dinsel koruyuculuk esnaftan vazgeçmiş değildi. Anadolu burjuvazisi ve esnafı dinsel ilgisini kaybetmiş değildi, ancak görünmüyordu arenada. Korku bu insanları ve sınıfı CHP‟de olmaya götürdü Kuruluş yılları ve sonrasında. Uzun süre böyle oldu, ister istemez ülkenin sınıfsal yapısını etkiledi bu durum. Kürt illerinde eşraf, ülkenin diğer bölgelerindeki olanaklara sahip değildi. Bu nedenle gelişmesi daha sınırlı oldu. Bu konum eşrafı dinsel motiflere çekinerek de olsa yakınlık duymasına neden oluyordu. Doğaldır bu konum göreceliydi. Dinsel örgütlenme Kürt kimlik sorununu ve ilgisini yaşatıyordu. Devlet medrese yapı ve anlayışını tamamen kontrol altına alabildi denemez, bu nedenle azalmış olsa da bu olanak henüz vardı. Tüccar ve ekonomik koşullara yansıyordu bunlar. Halkın da desteği kaybolmuş değildi. Kürt illerinde kendine özgü bir durum vardı. Geleneksel yapı, jakoben yöntemli yönetim, koşulları yetersiz burjuvazinin çekirdek kadroları, dinsel motifler ve etnik farklılıkların yaşama getirdikleri, yakın geçmişte yaşananlar. Medreseler zar zor da olsa yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar, Kürtler konuşmadan, bakışarak Kürtlüklerini göstermek istediler. Aza inmiş canlılıkla Kürt kültür ve edebiyatı söz konusu oldu. Dinin yerine Türk milliyetçiliğinin konmak istenmesi Kürtleri dine, ticarete ve Kürt geleneklerine sahip olmaya götürüyordu. Devleti de idare(!) ediyorlardı doğal olarak.
Merkeziyetçilik egemendi, sözünü ettiğim kurum ve anlayışları baskı altına alıyordu. Bunları gerici, şeriatçı ve uygar olmayan düşünceler olarak kabul ediyordu. Bu nedenle Kürt illerinde ve Anadolu‟nun gelenekçi yörelerinde huzursuzluklar durmadı. Bu yapıların feodal düzenin ve gelenekçi yapının karakterini taşımış olmaları doğrudur, ancak şeriat istediklerini iddia etmek güçtür. İsteyenler olabilir, tehlikeli bir sınırda olduğunu öne sürmek doğru değildir.
- Dünya Savaşı ve Lozan Anlaşması sonrasında Kürtlerin parçalanmışlığı daha da somutlaştı ve arttı; eskiden aşiretleri ayıran sınırlar şimdi daha geniş anlamda Kürtleri ayırıyordu. Yalnız bu olumsuzluğuna karşın, İran, Irak, Türkiye ve Suriye devletleri sınırları içinde kalan Kürtlerde Kürtlük düşüncesi gelişmeye başladı. Olmayan yerlerde oluşma işaretleri görüldü. Ortak belleklerde ve duygularda “aynı Kürtlüğün” parçaları oldukları konuşuldu ve düşünüldü. Bu devletlerdeki Kürtlerin kendi aralarındaki ekonomik ve siyasi ilişkileri ise giderek azaldı. Tahran, Ankara, Musul, Halep, Şam ve Bağdat‟la olan ticari ve ekonomik ilişkiler arttı. Bunun bir de siyasete yansıyan yanı vardı. Her devletin Kürtleri kendi içlerinde değişime uğradılar. Artık kırsal alanlar azalıyordu ve yerleşik düzendeki Kürtlerin sayıları giderek artıyordu. Köylerden kentlere doğru nüfus akımı ve göçü yaşandı. Kentlerde Kürt kökenli memurlara gereksinim ve yaşam onların sayılarını arttırdı. Kentlerde esnaf Kürtlerin sayısı da öyle. Kürt burjuva sınıfının ve orta sınıfın oluşum ve gelişimi diyebiliriz buna. Az topraklı ve topraksız köylüler kentlere göçtü. Bunlar yeni bir Kürt milliyetçiliğine şekil vereceklerin oluşmakta olan kitleleriydi. Er ya da geç, Kürt önderlikleri değişecekti. Doğaldı
- Köylüler üzerindeki baskılar da karakter değiştiriyordu ve azalıyordu. Geleneksel Kürtlük az da olsa modern Kürtlüğe dönüşüyordu. Kürtlerde ayrışmanın bir yanıdır bu. İki anlayış karmaşık şekilde de olsa gelişiyor. Modernistlerin bir zorluğu da gelenekçilerle de mücadele etmiş olmalarıdır. Mahabat Hareketi‟nde, Irak Ulusal Demokratik mücadelesinde ve Türkiye‟deki başkaldırılarda bu çelişki hep yaşandı. Modernistlerin cılızlığı etkinliklerini aza indirdi o dönemde ve dönem değişti giderek.
Değişimler öyle kolay olmuyor. Aşiret yapılı ve parçalı Kürt toplumunda ilk Kürtçe kitap Nakşibendiliğin Halidiye kolu önderi Mevlana Halid‟in eseridir. 1844 yılında yayınlandı. Farsça, Arapça ve Kürtçenin Hewrami diyalektiyle yazılmış şiirlerdir. Daha sonra Latin alfabesiyle ve Arap alfabesiyle yayınlanmış İncil yayınlandı 1857 yılında. Kürtlerde okur yazar oranının düşüklüğü, Kürt kentlerine matbaanın gecikerek girmesi, Kuran dilinin Arapça olması toplumsal değişimi geciktirdi. Kürtler İT‟ye karşı oldular, ama ondan da etkilendiler. Modernleşmede ve milliyetçilikte bunu rahatlıkla görebiliyoruz.. Dönemini iyi anlayan ve değerlendiren Haci Qadirî Koyî bu değişim gereksinimini dile getirir.
“ Sed qa‟ime w qesîde naykrê be pulê
Rozname wü ceride kewtote qîmet û şan.”
“Yüzlerce mektup ve şiir bir kuruş bile etmez artık, Gazete ve dergiler saygın ve değerli olmuştur şimdi..”
Bu mısralar Kürtlerin İT ile tanıştıkları 20.Yüzyıla girerken yazılıyor ve bu yıllarda ilk Kürt gazetesi „Kürdistan” çıkıyor. Kürt uyanışı, demokratikleşme arzuları ve milliyetçiliği bu dönemin eseridir. Bu dönem Osmanlı toplumunun değişim arzularının mücadele yıllarıdır. Böylece gelinen 20.. Yüzyıl Kürt kimliğinin oluşmasında yeni ve önemli bir evreye giriliyor. Kürt milliyetçiliğinde ve örgütlenmesinde önderlik yine de Kürt aristokrat ve feodal soyluluğun egemenliğindedir. Ancak yeni eğilimlerin tohumlarından söz edilebilir. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti yıkıldığında Kürdistan Coğrafyası bir kez daha bölündü. Birinci bölüşüm Kasrı Şirin Anlaşması ile 1639‟da olmuştu, bu ikinci bölüşümün benzer yanları vardı, ama farklılıkları da açıkça görülebiliyordu. Coğrafya bölüşümünde etnik özellikler öne çıkıyordu şimdi. Birincide bölünen yarı bağımsız Kürt mirlikleriydi, şimdi merkezi devletlere daha sıkı bağlarla olan bağlılıklar söz konusu. Bir ulus olmaya daha yakın toplumun bölünmesiydi. Yeni ulus-devletler ekonomi, dil, kültür ve politik alanlar başta olmak üzere tüm alanları yöneten merkezi devlet yönetimleriydi. Bu nedenle de sıkı denetimli ve otoriter rejimlere sahip devletlerdi. Öncelikle yapılması gereken Kürtlerin asimilasyonuydu. Tümünün bu konudaki deney, güç kadro ve amaçları farklıydı. Geniş zaman içinde yumuşak yöntemler projelendiren İran‟ın ve Irak‟ın yanında baskıcı ve zora dayanan kısa zamanda başarıya gitmek isteyen bir Türkiye vardı. Suriye Fransa‟nın göstereceği yolu deneyecekt. Daha çok Irak ve İran‟da boy veren bir Kürt orta sınıfı gözlemlendi bu dönemde. Orta sınıfın eskiden farklı bir milliyetçilik anlayışı bekleniyordu. Protesto ve direniş yöntemleri hemen çatışmalarla son bulmuyordu. Ancak bu devletlerin tümü Kürt sorununu bastırmayı ilk hedef olarak seçmişlerdi. Zorla göçürme, mal ve topraklarına el koyma eksik olmuyordu. Kürt sorununda birlikte hareket ediyordu bu devletler. 1937 Sadabad Paktı bunu arttırdı ve resmileştirdi. Kırsal yörelerdeki yarı göçebe Kürt nüfus artık toprağa yerleşik insanlardi. Köylerden kentlere göç oldu ve kentler giderek büyüdüler. Düşünsel değişim de buna uyumlu olarak arayış içine girdi, mücadele yöntemleri değişti.
En önemlisi de politik gelişmeler ve toplumun önderlik sistemindeki müstakbel gelişmelerdi. Geleneksel politik ve sosyal önderlikler güçlerini muhafaza etmede güçlük çekmeye başladılar. Önderlikleri yer yer sarsılmaktaydı. Aşiret bağları gevşemekte ve feodal şefe bağımlılık zayıflamakta, başı sıkışanlar kentlerde çare aramaktaydı. Bu konum aşiret bireylerinin daha serbest hareket etmelerini sağlıyordu. Gelenekçilerle modernistlerin mücadeleleri ve ayrışmaları daha da ileri gitti. Beraberinde organize olmayı getiriyordu. Kürtler giderek ulus olmada az da olsa yol aldılar. Yeni yeni solcu kişilikler söz konusu oldu.
Kürt kültür, dil ve edebiyatına sahip çıkanlar oldu, çevre edindiler. Kürtlerin en azından özerk olabilme düşünceleri tartışılmaya başlandı; bu son ifademi daha çok Irak ve İran Kürtleri için kullandım. Sınırlar henüz bu parçalardaki Kürtleri tamamen ilişkilerden arındırmış değildi. Kürt milliyetçiliğinin giderek bir ideoloji halini alacağını tahmin etmek kolaydı.
- Dünya Savaşı öncesinde de, güçlü olmasa bile, bir Kürt devletine sahip olma duygusu bazı Kürtlerde vardı 17.Yüzyılda Ahmedê Xanê‟nin yazdıklarında da bunlar vardı. Ancak güçlü bir istem ve eğilim olmadı, Osmanlı Devleti‟nin yıkılış günlerinde Ortadoğu ve Dünya konjonktürünün değiştiği 1918-1930 yıllarında somut bir milliyetçi istem oldu. Ne kadar güçlüydü, o başka bir 1918-20 Osmanlı Devleti‟nin varlığına son veriliş yılları. Bu yıllar Kürt milliyetçiliği için yeni bir evre. Hem de önemli bir evre. Kürt milliyetçiliği bu evreye girerken ne kadar hazırlıklıydı ve sonrası ne oldu? Günümüzde de en çok tartışılan bir evre.. O dönem Kürt milliyetçi kadroların sınıf ve düşünce yapıları, Kemalist iktidarın baskı, şiddet ve red-inkar yılları. Tek Partili Türkiye ve uzun suskunluk yılları. 1960‟lı yılların ardından gelen Kürt küçük burjuva-aydın önderlikli sol örgütler.. 1980‟de Kürt milliyetçiliği bu kez yeni bir evreye girdi. Bu nitelikli örgütler silahlı mücadeleyi planladı, kimisi buna giriştiler ve kimisi de giderek mücadelenin dışına düştüler.
İT‟nin Kürt toplumundaki olumlu ve olumsuz etkilerin en çok görüldüğü, daha doğrusu sonuçların açığa çıktığı yıllar I.Dünya Savaşı sonu yıllardır. İmparatorluğun, Türklerin ve Kürtlerin kader yılları. Bu yıllarda yani Osmanlı Devleti‟nin yıkılma döneminde Kürt milliyetçiliğinde bir canlanışa şahit oluruz. Ama bu yetkin ve ümit veren bir milliyetçilik değil. Karar verici ve geleceği belirlemede beklentilere yanıt vermiyor. Bu canlanış muhafazakar elit milliyetçiliğidir. Ancak kabul edelim yine de yeni bir evredir. Türk milliyetçiliği İT‟nin başka bir ekibi tarafından toparlanacak ve bundan bir ulus devlet çıkaracaktır. Kürtler örgütlenemediler, kararsız ve ne yapacakları belli olmayan birkaç yıldan sonra, 1923‟lere gelindiğinde yapacakları çok azdı. Dönemi inceleyen Hamid Bozarslan sosyolojik, tarihi ve örgütsel olarak artık yapılacak çok şey olmadığını düşünür.(La question kurde: Etats et minorités au Moyen Orient, Paris. Presses de Sciences Po 1997) Ardından gelen direnişler, tarihen başarı şansları olmayan parçalı,amaçları toplumca paylaşılmayan parçalı köylü karakterli ve en önemlisi de önderlikleri bilinmeyen hareketlerdi. Bunlardan en etkili olan Şeyh Sait, Dersim ve Ağrı direnişlerinin kabul gören önderleri vardı. 1908 Barzanlı Şeyh Abdüsselam ve 1914 Bitlis-Hizan başkaldırıları İT karşıtı ve bu nedenle Türk milliyetçiliğine karşıt hareketlerdi. Yaşananlara ve konjonktüre bakılırsa bu karakterleri her iki başkaldırının doğal karakterleriydi.
Bir noktanın irdelenmesi gerekir. Türkiye Kurtuluş Savaşı dediğimiz olgu başarıyla sonuçlandı. 1923 yılının sonlarında artık Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve sağlama erişmiştir. O yıllarda Kürtlerin Cumhuriyet‟e karşı radikal bir şekilde karşı çıkışı yoktur. 1923‟ün ardından direnişler başlıyor. Bunu nasıl açıklamak gerekir? Rahatlıkla kabul edilen görüş, hükümetin baskıcı ve milliyetçi yönelimleridir. Bu doğru, ancak yeterli midir? Türk karşıtlığından söz edilebiliyor. Ancak yine de bu karşıtlıkta İT. karşıtlığı var. İslami ideoloji bir erozyon mu geçirecekti acaba.?
Böyle bir ruh yapısı yaşandı. Bütün bağların, ümitlerin birlikte olma alışkanlıklarının aniden kesilme olasılığını insanlar kabullenemediler. Kürtler de öyle. İT, Kürt aydınları, bürokrası hep etkileşim içinde olmuşlardı. Bazı alışkanlıklar ve davranış biçimlerini birbirlerinden öğrenmişlerdi. Bu denli örgütçü, modernist ve Batılı anlayışa yakın olan ;İT‟nin halka bakışı ilginçti. Halka inanmıyorlardı. Onu küçük görüyor, tepeden bakıyorlardı, halk sorgu sual etmeden İttihatçıların arkasından gidip onların dediklerini yapmalıydılar. Bu yönden Kürtlere baktığımızda aynı şeyleri söylemek olanaklı mı? Kürt toplum yapısı henüz böyle değildi, ama Kürt aydın ve İttihatçıları da bir ölçüde böyleydiler. Henüz aşiret yapısı yaşandığı için çok kopuk değillerdi Kürt halkından, ama öyle sıcak da değillerdi. Kürt milliyetçiliğinde bu da bir konumdu. 1918-20 yıllarında imparatorluk çöküş yıllarında, halkların başlarının çaresine bakacakları bu yıllarda Kürt elitlerinin halkçılaşamadıkları görüldü. İstanbul‟u bırakıp aşiretlerine ve yörelerine ve onların görüşlerine baş vurma söz konusu olmadı. İttihatçılar da Kürtler de Osmanlılığı kolay kolay terk edemediler. Birinci Dünya Savaşı içinde bir imparatorluğun parçaları da olsalar, iktidardaki İT‟nin ve devletin bir unsuru olan Kürtlerin hesapları ayrıydı. Politikaların çoğunun gizli yanı kalmamıştı. Türkçü İttihatçılar ve özellikle de yönetimin ırkçı-Türkçü kanadı Kürtleri Batı ve Orta Anadolu‟ya nakletmek ve oralarda toplu bulunmalarını engellemek, zaman içinde Türkleştirmeleri düşünülüyordu. Kürtler de artık bu projeleri konuşuyorlardı. Öngörü sahibi, uyanık ve bir ölçüde okumuş Kürtler ciddi cidi düşünmeye başladılar. Korktukları başlarına geliyordu. “Sıra bize mi geliyor” diye düşündüler. İttihatçılarla bir olup Ermeni kırımlarına katılmaktan pişmanlık duyanlar bile vardı. Talat Paşa Anadolu illerine şifre telgraflarla hazırlıklı olmalarını bildirdi. Kürtlerin küçük birimler halinde değişik illere yerleştirilmeleri uygulanacaktı. Kürtler önderlerinden tefrik edilmeliydiler. Türk nüfus içinde dağıtılacaktı Kürtler. Talat Paşa 2 Mayıs 1916 tarihinde Diyarbakır vilayetine şifre ile bildirdi: “Kürt mültecilerini Urfa, Zor gibi havali-i cenubiyyeye göndermek kesinlikle caiz değildir. Bunlar oralarda Araplaşmak veyahut milliyetlerini muhafaza etmek suretiyle yine gayri müfid (faydasız NK) ve muzir bir anasır halinde kalacakları cihetle…..sevk ve iskanları lâzımdır…” Parla Suat Kürtler İncelemesi.S.595.. Seyahata uygun olmayan yaşlı ve hasta Kürtlerin ise Maden kasabasıyla Ergani ve Behramaz nahiyeleri gibi Türk köyleri bulunan yerlere yerleştirilmeleri istendi. Türk uluslaşması için bunlar gerekli görüldü. Ölüm kalım günlerinin sürdüğü savaş anında bunlar düşünüldü ve uygulandı. Genelleştirirsek İttihatçılar Kürtleri ve Kürtler de İttihatçıları sevmedi. Jön Türk hareket ve anlayışının benzeri Kürtlerde söz konusu oldu. Benzeyen yanları kadar benzemeyen yanları vardı. Jön Türk bir elit okumuş hareketti. Oysa Kürtlerde ve hem de Osmanlı Devleti‟nin savaşı kaybettiği yıllarda bile okumuş Kürtlerin sayısı azdı. Jön Türkler daha çok Batı‟dan etkilendiler.. Bazı araştırmacıların Jön Kürtler olarak andıkları Kürtler de Batı yanlısı idiler. İngiltere ve Rusya‟nın Kürtlerle sınırlı ilgilenmeleri Jön Kürtleri bulundukları çizgide tuttu.
Orta Doğu, Balkanlar, Kafkasya, İran ve Osmanlı‟daki tüm toplumlarda İT‟nin düşünce, siyasi, kültürel ve her türlü eylemleri etkili ve belirleyici oldu. Birinci Dünya Savaşını kaybedip ülkeyi terk ettikten sonra çok açık bir şekilde etkileri sürdü. Hatta günümüzdeki tüm siyasi partilerimizin, kültürel ve yaşamımızın her alanında etkisi sürüyor. Bu konuda ciltlerle kitaplar yazıldı. İT Partisi yönetici ve önderlerin ülkeyi terk ettikleri yıllar ve ardından gelen gelişmelerde Kafkaslarda, İran‟da ve Anadolu‟da yaşananlar bir de bütünlüklü tetkiki gerektiriyor. !918-1923 arasında çok şeyler oldu. Kafkaslarda halklar hem milliyetçi ve hem de sosyalist devrimler yaşadılar. Önce sosyal demokrat ve sonra sosyalist yönetimler kuruldu. Bugün bile Türkiye‟de çok kişinin izlemediği, buna Kürtlerde dahil, bir şey gerçekleşti. Azerbaycan ile Ermenistan Sosyalist Cumhuriyetleri arasındaki coğrafyada, Kürtlerin yaşadığı küçük bir bölgede “Kızıl Kürdistan” kuruldu. İran‟da, Türkiye‟de Kürt milliyetçileri birtakım arayışlarda ve başkaldırılarda bulundular. İttihatçıların önderleri ülkeyi terk ederken bir bölümü de M.Kemal Paşa‟nın çevresinde örgütlendiler. Her toplum ve anlayış için gerçekten yeni bir evre başladı. Sancılı ve hareketli bir dönem.
İT‟nin Selanik‟teki kongresine Mustafa Kemal Bingazi delegesi olarak katılır. Balkanlardaki subayların büyük çoğunluğu üye. Fethi Okyar, Enver Bey, Niyazi Bey, Sabri Bey, Karabekir Kazım, Rauf, Ali Fuat ve Kuvayi Milliye hareketinde M.Kemal‟in yanında yer alanlar. M.Kemal‟in İTC. İçinde bir grubu var, ama etkinlikleri sınırlı. Enver ve arkadaşları M.Kemal‟e engel. Onun için M.Kemal taraftarı gibi görünen arkadaşları M.Kemal‟in askerlerin siyaset ve İT Partisinin parti işlerinden uzak durmalarını istediğini söylerler. Uygulamalar ve M.Kemal‟in daha sonraki davranışları bu görüşü çok haklı bulmuyor. İkinci, üçüncü plana itiliş etken olmalı. Cemil Koçak‟ın “Belgelerle İktidar ve Serbest Cumhuriyet Fırkası” eseri bazı hususlara fazlasıyla ışık tutuyor. M.Kemal‟in Kürtler ve 1919-1924 arası yönetimi üzerinde yeniden düşündüm. Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak‟ların Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi‟ndeki yargılanmalarını anımsadım. Hatip Dicle, Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa‟nın düşünce farklarını ve dolayısıyla M.Kemal‟in Kürtlere ve demokrasiye bakışını anlattı. Enverizmi ırkçı ve totaliter milliyetçi bulurken M.Kemal‟in Kurtuluş Savaşı‟ndaki birleştiriciliğini vurguladı. Doğrusu, tarihe ters düşmeyen bu yorumu özellikle sol eğilimli birçok Kürt de paylaştı. Hem daha önceki yıllarda ve hem de günümüzde, insanın elinde olmadan “Nutuk”un okunduğu 1927 ve 1931 CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası-Partisi) Kongreleri‟ni anımsıyor. 1930‟lu yılların Tek Parti Yönetimi, Türk Tarih Kurumu ve Güneş Dil Tezleri ve yarı faşist o yılları yeniden düşünüyor. Bunların mimarları kimlerdi?
Gerisini Cemil Koçak‟tan sürdürmek gerekiyor, konumuzun dışında kaldığı için sadece değineyim, M.Kemal Serbest Cumhuriyet Fırkası‟nı, benzeri anlayışlarla kurdurmuş olmalı. Hem de en güvendiği arkadaşına. 1930 deneyimi tutmadı. Ekonomik durum bozuktu ve yolsuzluk söylentileri göklere çıkmıştı. Baskı had safhadaydı. „Ağrı İsyanı‟ büyük kayıplara neden olarak bastırıldı. İsveç‟ten Kibrit Tekeli‟ne karşılık alınan borçlar Ağrı Dağı‟na yatırıldı. Bunları 12 Eylül 1980 sonrasında siyasi sığınmacı olarak yaşadığım Stockholm‟daki İsveç Devlet Arşivleri‟nden öğrendim. 1929 Dünya Ekonomik Krizi vardı üstelik. Mustafa Kemal Paşa‟nın morali de iyi değil. 1931 Şubat‟ında yurt gezisine çıktı. 1919‟larda Kürtleri, Arapları, Alevileri ve tüm diğer kimlikleri birleştiren M.Kemal, eski toleransa sahip değil sanki. SCF‟na oy verenlerin içinde 1000 Kürt amele, Boşnak, „Dönmeler‟ ve Araplar var. M. Kemal‟in ilgisini çeken ve üzerinde durduğu raporları sorun yapar. Koçak sabırla aktarır bunları. Bu nedenle Türkiye tarihinin ve özellikle de İttihat ve Terakki‟nin bir kez daha ve yeni bir gözle ele alınması gerekiyor. Bunu Kürtler de çok iyi yapmalılar ki, gelecek ve doğrular bunların irdelenmesinde gizlidir.
BERNAMEGEH