Enel Aşk
Her şair, İnsanoğlunun çağlar boyu biricik sığınağı olan; korkunun, tutkunun, sevincin, hüznün, aşkın ve ayrılık acısının harmanlandığı, tüm insanların bağdaş kurduğu tabiat sofrasında bize renklerin, kokuların ve seslerin çağıldayışını duyurmak için bizi, alnı akıtmalı kır atların sırtındakadim zamanların atmosferine sürükler.
Sanatın Mayası Aşk
Sanatçı, kulvarında koştuğu sanat dalının malzemesiyle anlatır aşkı. Ressam, çizgilerin figüratif kompozisyonuyla yansıtır aşkını bakmayı bilen gözler görsün diye. Renklerin sevişmeleriyle kaynayan yüreğini alıp tuvale yerleştirir özenle. Heykeltıraş, taşın fazlasını atarak cansız bedenler çıkarır ortaya tüm ustalığıyla ve söz, göğsünün sedefsi düğmelerini çözmeye başlar. Şiirin elvani bahçesi günbegün yeniden tomurcuklanır. Her tomurcuk apayrı bir güzellik sunar estetik algımızın albenisine.
Aşk, dünya edebiyatında en çok işlenen temalardan biridir. Her sanatçı, kendinden önceki mirasın öz suyundan beslenerek aşk ırmağında bir maceraya atılmış; o ırmağa kendi kokusunu vererek aşkın gizemini deşifre etmeye çalışmıştır.
Aşkın Pervanesi Âşık
Ateşe yaklaşmak için can atan pervane, en coşkulu anında canını ateşe verir. Bu delilikten başka nedir? Âşık zaten delilikle itham edilir. Klasik şiir geleneğinde sevgilinin saçları bir zincir gibi aşığı zaptetmeye çalışır. Sevgilinin zülüfleriyle bağlanmak, âşık için bir tedavi sürecidir. Âşık, hareket etmesi halinde sevgilinin o değerli zülüflerini incitip sevgiliyi rahatsız edeceği korkusuyla taşkın hareketlerde bulunmaktan kaçınır.
Ünlü aşk hikâyesi Leyla ile Mecnun’da Kays, Leyla’nın aşkından delirip çöllere düşünce o denli derbederleşir ki kuşlar başına yuva yapar. Kuşların, bir insanın saçları arasında yuva yapması, o insanın herhangi bir yaşam belirtisi göstermemesi demektir. Aksi takdirde kuşlar, hareket eden bir varlığın üzerine konmaya cesaret edemez.
Deliliğin delili kendinden vazgeçmek değil midir? Bazen kendinizden sıyrılıp o oluverirsiniz, dallanıp budaklanır kahrınız. Başı dumanlı dağlarda başıboş gezinen kısrakların nal şakırtıları, isyan meşalelerini titretir gözbebeklerinizde. Baktığınız her yerde ondan bir şeyler görürsünüz. Bir yorgan yüzünün desenlerinde isminin harfleri belirir. Bir hurufi olur gözleriniz.
Âşıklar, sevgililerinden aldıkları mektuplarda bile sözden ziyade bir şeyler bulmak ister: bir iz, bir işaret ya da bir umut… Franz Kafka, Milena’ya yazdığı mektupların birinde Milena’nın “Doktor gelip beni muayene etti.” sözlerine karşılık şöyle der: “Eğer doktor sende, benden bir şeyler bulmadıysa doktorluğuna inanmam.” Bu ifadeler, Özdemir Asaf’ın “ Seni, bende; beni, sende arıyorlar.” dizelerini andırıyor.
Sadece mektuplar değil seher yeli bile hem halk şiirinde hem de divan şiirinde sevgili ile âşık arasındaki haberleşmeyi sağlar. Divan şiirinde seher yeli, sevgilinin gül ve misk kokusunu taşır ve aşığa sevgiliden haber getirir. Sevgili bu istihbarattan habersizdir fakat halk şiirinde seher yeli, gerçek bir postacının kimliğiyle karşımıza çıkar. Sevgili, uzağında bulunup ayrılık acısıyla kavrulan aşığına halini anlatan mektuplar yazıp seher yeline verir. Seher yeli, âşığa bu mektupları ulaştırıp âşığın inleyişlerini ve sevgiliye duyduğu derin aşkı sırtlayıp bunları sevgiliye ulaştırır.
Klasik şiirde sevgilinin parlak yüzü, güzellik açısından güneşi ve ayı kıskandıracak türdendir. Sevgili, gündüz dışarı çıkarsa güneşin; gece dışarı çıkarsa ay’ın, onun parlaklığı karşısında sönük kalacağı düşünülür. Böylece ay ve güneş, yenilgiye uğrayarak göğün arenasından çekilip sevgilinin zaferini ilan eder. Halk şiirinde de sevgilinin güzel yüzü, ay’a ve güneş’e benzetilir. Özellikle dolunay, sevgilinin yüzüdür.
Klasik şiirde sevgilinin kaşları yay, kirpikleri ok, zülüfleri yılan olarak düşünülür. Sevgili, kirpik oklarını aşığın gönlüne nişan aldığı ve bu okları hedefe isabet ettirdiği için âşığın gönlü, delikli bir küreye dönüşür. Şair, bu delikli küreyi kafese benzettiği için sevgiliyi de bu kafesin kuşu gibi düşünür. Divan şiirindeki bu mantık, halk şiirine de geçmiş. Halk şairleri, bu mizanseni doğrudan anlatmasalar da kirpik okları, gönül kuşu, gönül kafesi, gibi metaforları sıkça kullanmışlardır.
Klasik şiirdeki sevgililer, misillemesiz ilanı aşkların havada uçuştuğu umursamaz nazeninlerdir. Âşıkların aşklarına karşılık vermedikleri gibi onlar için ağlamaları da düşünülemez Bu nedenle klasik şiirde gözü yaşlı bir sevgili imajına pek rastlanmaz.
Aşığın İmtihanı Ayrılık
Aşk sözcüğünde bir bağlanma vardır. Şairler, bu bağlanma edimini çoğunlukla “zincir” sözcüğüyle ifade etmeyi uygun bulmuşlardır. Aşkın ve âşıkların niteliği değiştiği için bağlanmanın da niteliği değişmektedir. Ayrılık, aşk sarmaşığının köküne her an dökülecekmiş gibi duran bir baldıran zehrini andırır. Âşık, sevgiliden ayrılmayı ölümden beter görür.
Âşığın, yürekte pişirerek söylediği sözlerinde saflığın görkemi vardır. Cananına kavuşma uğruna canından vazgeçen âşık, bazen de bu uğurda birtakım güçlerle çarpışmayı göze almak zorunda kalır. Amacına ulaşamadığında özlemin külleri alevlenir ve âşığın dilinde söz, köz olur hem şairi hem dinleyenleri yakar. Lirizmin fırtınalı denizleri, gönül lavlarıyla mayalanır.
Aşkın fizyolojik belirtileri içinde en çok bilineni kan akışının hızlanması yani tansiyonun yükselmesidir. Bunun da nedeni kalp atışlarının hızlanmasıdır. Sevgili, görüldüğünde âşık, heyecanlandığı için sıcak kan, damarlarda delice devinir âşık, kızarır ve terler.
Sevgilinin adı anıldığında âşık, ne kadar kötü durumda olsa da aniden canlanır. Âşığın kan debisi yükselir. Kalkmak için doğrulmaya çalışan âşık, -bedeni fiziksel açıdan buna izin vermeyince- acılar içinde yığılıverir ama gönül, yâre kavuşmak için âşığa elveda deyip kızıl küheylanların sırtında yâre doğru koşmaya başlar.
Ayrılığın İncileri Gözyaşı
Aşk acısı, beraberinde gözyaşını getirir.Gözyaşı ile gönüldeki elemin nemi dışarı atılır. Bu nem, uzun uzun aktığı için gözün alt kısmını kızıla boyar. Kan çanağına dönen gözlerden boşalan gözyaşları, kana benzetilir. Göz ağrısı deyimi de aşk acısından dolayı dökülen gözyaşlarının göze verdiği hasardan esinlenerek söylenmiştir.
Gözyaşı, âşıkların dert ortağıdır. Hüznü simgeleyen özelliğinin dışında bir de sevinci imleyen farklı bir yönü vardır. Âşık, iki sebeple gözyaşı döker: hicran kederi ve vuslat sevinci. Âşığın ayrılık acısıyla döktüğü gözyaşları bir denizse sevinçten döktüğü gözyaşları ancak bir ırmak olur.
Doğu’nun mistisizmi beraberinde çok sayıda söylenceyi getirmiştir.Bu söylencelerin içinde vuslatsız aşkların dramatize edildiği epizotlar,efsaneleşerek halkın derin muhayyilesinde renkten renge girmiştir. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Vamık ile Azra, Tahir ile Zühre ve Mem û Zin gibi âşıklar, aşkın deşifre olmuş sembolleridir.
Gözyaşının Mürekkebi Şiir
Kadim devirlerde gözyaşı şişeleri alınırdı. Beklenen kişi gelinceye kadar dökülen gözyaşları o şişelerde toplanırdı. Bazen o gözyaşları kızıla çalardı çünkü kanlı akardı. Sirişk, derdi şairler bu kanlı gözyaşları için. Sirişki, minik şişelerde biriktiren şairler bu kanlı gözyaşlarını mürekkeple karıştırarak, ahı göklere yükselen şiirler yazardı. Bu ahlar, semada birleşerek feryat bulutları oluşturur ve bu bulutlardan figan yağmurları yağıp keder denizlerini doldurur. Gamlı gönül, aşkın coşkusuyla fokurdamaya başlayınca aynı mekânı paylaşan ruh, yani can da o kaynayan denizde yalpalayan gemi gibi oynardı.
İlk şiirler aşkla dökülür dillerden her dem.Gözyaşı ile cilalanır kelimelerin harfleri. Cilalı harflerden “A”, “Ş”, “K” bir sırrı çözmeye çalışır tarih boyunca: Bir katre gözyaşında kaç cilt kitap vardır?
Roger Acun / Dicle Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü Ana Bilim Dalı / Doktora Öğrencisi.
BERNAMEGEH
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!