KÜRTLER NEYE İNANIR

KÜRTLER NEYE İNANIR – KÜRTLERİN DİNSEL İNANÇLARI

Zaman zaman din sözcüğü inanç sözcüğünün yerine kullanıldığı gibi bazen de inanç sözcüğü din sözcüğünün yerinde kullanılır. Dinler tarihine bakıldığında farklı kültür, topluluk ve bireylerde din kavramının farklı biçimlere sahip olduğu, dinlerin mensupları tarafından her çağda coğrafya ve kültür değerlerine göre yeniden tasarlandığı görülür. Arapça kökenli bir sözcük olan din sözcüğü, köken itibarıyla “yol, hüküm, mükafat” gibi anlamlara sahiptir.

Kürtlerin Dinsel İnançları

Din bilimlerinin farklı alanlarında uzman olan pek çok din bilimcisinin kendine özgü bir din tanımı vardır. Şimdiye kadar yapılan din tanımları normal bir kitap hacmini dolduracak kadar çoktur. Ancak bu din bilimcileri dini kendi alanları açısından tanımlamışlardır. Örneğin konuya din sosyolojisi açısından yaklaşan Émile Durkheim, “Din, bir cemaatin meydana gelmesini sağlayan ayin ve inançlar sistemidir.” demiştir. Durkheim bu tanımında, dinin toplumdaki sosyal fonksiyonunu esas almıştır. “Din; dua, kurban ve inançla kendini gösteren bir arzudur.” diyen Ludwig Andreas Feuerbach ise din psikolojisi açısından bir tanım yapmıştır. Buna benzer birçok tanımı sıralamak mümkündür.

İslam

Bugün dünya genelinde Kürtlerin en çok inandığı dindir.

İslam, diğer adıyla Müslümanlık, tek Tanrı inancına dayalı olan en yaygın İbrahimî dinlerden birisidir. Allah’ın elçisi, resulü ve son peygamber olduğuna inanılan Muhammed aracılığıyla 610 yılında, Arabistan’ın Mekke şehrinde ortaya çıkmış ve yayılmıştır. Takipçilerine, “iman etmiş” veya “inanan” anlamlarına gelen mümin veya “Allah’a teslimiyet gösteren” anlamına gelen Müslüman denir. Günümüzde İslam dini, dünya nüfusunun yaklaşık %25’ini oluşturmaktadır ve 1.8 milyarı aşkın takipçisi ile yeryüzünün Hristiyanlıktan sonraki ikinci kalabalık dinidir. Peygamberi Muhammed, İslam dinini yaymasının yanı sıra siyasi ve askeri bir yapılanmaya da gitmiş ve İslam Devleti’ni kurmuştur. Daha sonraları hâlife ve hanedanlarca yönetilen bu devlet, zaman içerisinde bir imparatorluğa dönüşmüş ve bu devletin bölünmesiyle birlikte dünyanın farklı bölgelerinde yeni Müslüman devletler ortaya çıkmıştır.

İslam inancına göre İslam’ın kutsal kitabı olan Kur’an’ı oluşturan ayetler ve sureler, Cebrail isimli melek aracılığıyla sözlü olarak Muhammed’e vahyedilmiştir. İslam’ın temelinde, “ilah olarak Allah’ın varlığına ve eşi ile benzerinin olmadığına inanmak” manasına gelen tevhit inancı yatmaktadır. İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an’ın dışında Muhammed’in hayatını, davranışlarını, sözlerini, mucizelerini ve hatta vahiy niteliğindeki Allah’ın sözlerini içeren hadis kaynakları da vardır.

Hristiyanlık

Hristiyanlık, Nasıralı İsa’nın yaşamına, öğretilerine ve vaazlarına dayanan, tek tanrılı bir İbrahimî dindir. Günümüzde Hristiyanlar, dünya nüfusunun %30,1’ini oluşturmaktadır, 2,4 milyarı aşkın takipçisi ile dünyanın en büyük dinidir. Takipçilerine “Mesihçi” anlamına gelen Hristiyan denir ve Kitâb-ı Mukaddes’e inanan takipçileri, Tanah’ta kehanet edilen İsa’nın Mesih olarak gelişinin Yeni Ahit (Yeni Antlaşma) olduğuna inanırlar.

Hristiyanlar İsa’nın Tanrı’nın Oğlu ve Eski Ahit’te geleceği müjdelenen Mesih olduğuna inanırlar. Hristiyanlık teslis inancı üzerine kuruludur. Bu inanca göre Tanrı’nın kendini açıkladığı üç kimliği vardır: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Hristiyanlığın inanç sistemi ve ibadetleri İsa tarafından; 1. yüzyılda, Roma İmparatoru Tiberius’un iktidarında Filistin’de ortaya konulmuş, havarileri ve diğer takipçileri tarafından öğretilerek yayılmıştır. Bir kişi Hristiyanlık inancına, Kitâb-ı Mukaddes’teki ayetlerden biri olan Romalılar 10:9 ayetinin yönlendirmesini uygulayarak geçebilmektedir.

Hristiyanlığın kökenleri en azından, MS 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu yönetimindeki İsrail’e değin uzanır. Hristiyanlık, temel olarak Yahudilik üzerine kurulmuş ve daha sonraları Tarsuslu Pavlus’un da etkisiyle müstakil bir din olarak gelişmiştir.

Yahudilik

Her ne kadar yahudilik bir milletin dini olarak ilk önceleri benimsenmişsede bugün Yahudilikte evrim geçirerek yeni bir anlayışa gelmiştir. Geleneksel Yahudilik ve kucağını diğer milletlere açan Yeni Yahudilik.

Yeni Yahudi dinsel teorileri Yahudiliğe başka milletlerinde inanabileceği onun dinsel itikatlerine uygun hareket ederek iman ve ibadet edebileceği anlayışı içerisindedir.

Bugün çok azda olsa Yahudiliğe inanan Kürtler vardır. İsraildeki Kürt Yahudi Cemaati buna en iyi örnektir.

Yahudilik, Yahudi milletinin kolektif inancını, kültürünü, hukuki kurallarını ve medeniyetini içeren etnik bir dindir. İlk İbrahimî din olmasının yanı sıra insanlık tarihindeki en eski dinler arasında da yer alan Yahudilik, monoteizm temelli dinlerin ilk örneğidir. Yahudilik, riayetkâr Yahudiler tarafından “Avraham’ın YHVH ile yaptıkları sözleşmenin bir ifadesi” olarak yorumlanır. Geniş metinleri ve uygulamaları, çeşitli teolojik pozisyonları ve örgütlenme biçimlerini kapsayan Yahudilik, bir İbrani felsefi görüşü olmakla birlikte aynı zamanda bir dünya görüşüdür. Torah, Tanah’ın bir parçasıdır ve Midraş ile Talmud gibi ikincil metinlerle birlikte temsil edilen tamamlayıcı bir sözlü geleneğin parçasıdır. Dünya çapındaki toplam 14 ila 15 milyon takipçisi ile Yahudilik, en büyük onuncu dindir.

Yahudilik, “evrenin yaratıcısı, ebedi güç sahibi, her şeye gücü yeten, her yerde olan, adil, merhametli, doğmamış veya doğurmamış” bir varlığın her şeyi yarattığı inancı temeline kuruludur; O varlığın (Tanrı) ismi inanışa göre o kadar mukaddestir ki, nihai telaffuzunun sonsuza dek bilinememesi için Tanah’ta יהוה‎ (YHVH) harfleriyle kodlanmıştır. İnanca göre YHVH’nin, Y’israil’in büyükbabası Avraham Avinu’yu ve ulusunu “tüm milletler arasında en üstünü” yapma ve “onlara özel bir toprak verme” sözünü vermesiyle isimsiz bir din olarak kurulur; bu din ismini, gelecek yıllarda dünyaya gelecek olan Yehuda’dan alacaktır.

Yahudilikte, Tanrı’nın Sina Dağı’ndaki Musa’ya hem yazılı hem de sözlü şekilde vahyettiği kanun ve emirlere dayanan, çoğu Rabbânî Yahudilikten ortaya çıkmış bir dizi dinî hareket vardır. Tarihsel olarak bu savunmaların tamamına veya bir kısmına, İkinci Tapınak dönemindeki Sadukiler veya Helenistik Yahudilik üyeleri gibi çeşitli gruplar tarafından meydan okundu; daha sonra Orta Çağ’daki Karaiteler ve modern Ortodoks olmayan mezhepler arasında bu fikir akımı devam etti. Hümanistik Yahudilik gibi Yahudiliğin bazı modern dalları, seküler veya nonteist olarak kabul edilebilir. Günümüzde en büyük Yahudi dinî hareketleri, Ortodoks Yahudilik (Haredi Yahudilik ve Modern Ortodoks Yahudilik), Muhafazakar Yahudilik ve Reform Yahudiliğidir. Bu gruplar arasındaki en önemli fark Yahudi hukukuna, Rabbânîk geleneğin otoritesine ve İsrail Devleti’ne olan fikirsel yaklaşım farklılıklarından kaynaklanır.

Ezidilik

“Ezidi” kelimesinin bu dinin tanrısı olan Azda kelimesinden türetildiği iddia edilmektedir. Kürt dilinde “Tanrı” ismini karşılayan iki kelime mevcuttur: Bunlar “Ezda” ve “Xweda”‘dır. Ezda beni yaratan, veren ve var eden anlamlarına gelmektedir. Xweda ise kendiliğinden var olan anlamına gelmektedir.

Ezidiliğin önceki ilahî dinlerde anlatılan Düşmüş Melek’in yaratıcının buyruğuna rağmen insan karşısında eğilmeyip saygı göstermemesi, onun aslında ne kadar asil olduğunun tüm Evren’e ispâtıdır ve yaratıcı tarafından sınanmıştır. İşte bu sınavı başarı ile verip tüm insanlığın ve dünya işlerinin başına geçme hakkını kazanmış diye düşünülür.

Ancak burada Düşmüş melek’in sahip olduğu özellikler, diğer dinlerden farklıdır. Yezidilikte tanrı, Dünya’nın sadece yaratıcısıdır, sürdürücüsü değildir. Tanrısal iradenin vücut bulması için Düşmüş Melek, bir nevi aracılık rolü üstlenmiştir. Düşmüş melek, Melek Tavus olarak adlandırılır ve bir tavus kuşu ile simgelenir. Gururlu bir melek olduğundan tanrıya isyan etmiş, ceza olarak 40.000 sene orada yanmış, sonunda döktüğü göz yaşları bu ateşi söndürmüştür. Artık tanrıyla barışıktır. Düşmüş Melek, yemek pişiren ve yangın çıkaran ateş gibi, Dünya gibi hem iyi, hem de kötüdür. Ezidiler için Melek Taus, en güçlü melek ve aynı zamanda affedilmiş Şeytan’dır. Bu ismi ağzına almak, mukaddes olduğundan yasaktır. Tanrı, özünde iyilikle dolu olduğundan ibadet edip onun gönlünü kazanmak gerekmez. Aksine ibadetin ona değil, içi kötülüklerle dolu olana, Tavus’a yapılması ile kötülüğün en büyük kaynağından korunulur. Bu anlamda iyilik ve kötülüğün kaynağı aslında Melek Tavus’tur. Âhiret inancı gibi sonradan hesap verilecek bir yerin varlığı söz konusu değildir. İnsanın inanışına ve yaşayışına göre Dünya Cennet’e de, Cehennem’e de dönüşebilir. Melek Tavus, bütün bu işlerin denetleyicisi ve tanrının bu Dünya’daki gölgesidir.

Ayrıca Ezidilikteki Melek Tavus inancı, eski Zerdüştlük ve Mitraizm’den etkilenmiştir. Günümüzde Ezidiler oldukça kapalı ve geleneklerine bağlı olarak kültürlerini devam ettirmektedirler. Kuşlara ve yılanlara olan hürmetin 6000 sene öncesine dayanan kuşa tapan inançlardan gelmiş olması muhtemeldi.

Zerdüştlük

Zerdüştçülük, Zerdüştîlik ya da Mecûsîlik, günümüzden 3500 yıl önce Zerdüşt tarafından İran’da kurulan, yaklaşık MÖ 6. yüzyıldan MS 7. yüzyıla kadar Med ve Pers İmparatorluğu’nun dini olan, içerisinde düalist ve Eskatolojik inanışın ilk örneklerini barındıran, dünyanın en eski tek tanrıcı vahiy dini. Bu dine inananlar Zerdüştçü olarak adlandırılıyor olup bedenen öldükten sonra dirilip Ahura Mazda’nın huzuruna çıkacaklarına ve orada sorgulanacaklarına inanırlar.

Bu dinin kutsal metni Avesta’dır ve ilk olarak Avestaca dilinde yazılmıştır. Ahura Mazda’nın Avestaca kelime anlamının “bilge efendi” olduğu düşünülmektedir. 9. yüzyıl itibarıyla, Zerdüşt bilginleri dini metinleri dönemin dili olan Pehlevice yazmaya başlamıştır.

Anlam olarak Zerdüşt kelimesi (Zoroaster), Zarathustra’nın Yunanca karşılığıdır. Adına eklenen uştra sözcüğünün bilinen anlamı deve ile ilgisi yoktur. Kimi akademisyenlerin önerdiği, kökü uş “pırıldamak” olandan zaratha (altın) ve uştra (ışık) türetilerek oluşan ad, dünyaya ışık getirenlerin en büyüklerinden birine verilmiş ad olarak “Altın ışığın adamı” anlamındadır. Halk dilinde ise Zerdüşt, yaşayan yıldız olarak nitelendirilir.

Zerdüşt dininin yaratıcısı olan üç peygamberden bahsedilir; I. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 3000 yıllarında yaşayan Mahabat, II. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 2040 yıllarında yaşayan Haşeng (bunun İbrahim olduğu da söylenir), III. Zerdüşt ise MÖ 660 yaşayan Zerdüşt’ün kendisidir.

III. Zerdüşt bilge, ileri bir düşünce adamı ve filozof olarak tanımlanır. Zerdüştlük esas olarak III. Zerdüşt tarafından sistemleştirilerek yaygınlaştırılmıştır. Zerdüşt’ün kurduğu dinin adına Mazdeizm denilir. Zerdüşt Mazdekizm’le tek tanrıcılığa yönelirken, çok tanrılığı aşar ve tanrıyı egemenlerden alarak, insanlığın özlemleriyle birleştiren bir güce dönüştürür. Zerdüşt tanrının kötülükleri affetmeyeceğine inanır ve kötülüklere karşı savaşımını bir tanrı emri olarak öne sürer.

Mazdekizm

Mazdekçilik ya da mazdekizm, İranlı Zerdüşt din adamı Mazdek’in düşünce felsefesine verilen isimdir. Mazdekizm, İsa’dan sonra 5. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan; eşitliği ve sosyal adaleti savunan bir akım olarak bilinmektedir.

Mazdek düşüncesine göre yeryüzü bütün insanların ortak yararına açık bir yaşam alanıdır. Bu yaşama alanında çalışan geçinir, çalışmayanlar silinip gider. Toplum bireylerin oluşturduğu ortaklaşa bir kuruluş olduğundan, kimsenin kimseyi baskı altına almaya, özgürlüğünü ortadan kaldırmaya ya da kısıtlamaya hakkı ve yetkisi yoktur. Bu nedenle, Mazdek düşüncesinde kadın erkeğin tutsağı değil, özgür bir insandır; dolayısıyla, yeryüzündeki hayatın da ortağıdır[.

Mazdek’in yaşamına dair ne kadar yazıt varsa, bilgi ve belge varsa; Mazdek öldürüldüğü zaman imha edilmişlerdir. Onun sadık eşi “Hürrem Bint-i Kade” tarafından sürdürülen inançları, dünyaya bakışı ve öğretisi daha sonra İslam tarihinde yerini bularak Hürremist hareketlerin temel öğretileri olmuştur. Hûrremîyye meşhur Bâbek Hûrremî’in temsilciliği yaptığı önemli bir harekettir. Hûrremîyye ismini Mazdek’in eşi Hürrem’den alır. “Xurem”, “Xwarin”, “Ve’xwarin” Hint-Avrupa dillerinde yiyecek, içecek anlamına gelirken; esası “tabu yoktur, her şey mübahtır” esasına dayandığı içindir.

Mitraizm

Kürtler M.S. 1. yüzyıl ile 4. yüzyıl arasında yaygınlaşmış Mitraizmede inanmışlardır.

Mitraizm, Mitra tarikatı ya da Mitras Gizemleri, Antik Yunan ve Roma dünyasının, Eleusis ve İsis Sırları olarak bilinen diğer gizli kültlerde, yani ezoterik olarak nitelendirilebilecek geleneklerde olduğu gibi sadece bu tarîkata kabul edilenlere açıklanan sırlar etrafında gelişmiş bir mistik Roma kültüdür. M.S. 1. yüzyıl ile 4. yüzyıl arası Roma İmparatorluğu askerleri arasında yaygınlaşmıştır.

Mitraizm öğretisiyle ilgili hiçbir yazılı belge ele geçmemiş, fakat bunun yanında arkeolojik olarak antik dünyaya dair birçok dokümana sahiptir.

“Mitra” ifadesi, en eski olarak Hinduizmin Vedalar’ında kullanılmıştır. Daha sonra çeşitli sürümleri türemiştir. Sonradan türeyen sürümlerinden en önemlileri Med-Pers Mitraizmi ve Roma Mitraizmidir. Roma Mitraizminin Hristiyanlık dinini doğrudan etkilediği iddia edilmektedir.

Hint, İran ve Komagene Mitrası çok tanrılı bir sistemde ahit, yemin, anlaşmadan sorumlu ilahî varlıktır. Sözleşmelere uyulmasını denetlemenin yanında her şeyi görendir. Gerçeğin, sığırların, hasadın ve suyun koruyucusudur. Boğanın boğazlanması ile alakalı olmadığını da varsayan uzmanlar bulunmaktadır.

Mitraizmin kendi kendine gelişmiş bir inanç mı, yoksa Zerdüştlüğün bir yan kolundan mı türemiş olduğu tartışmalıdır. Çünkü Roma’nın Mitras tarikatı, mitolojisi ve dinî tatbikleri, Hint-Fars Mitra inancından önemli ölçüde ayrılır.

Yıldız gruplarının gökyüzündeki uzun dönemli hareketleri Eski Mısır ve Mezopotamya rahiplerince incelenmişti. Bir mâbedin 2.000 yıl sonra ekseninin yönünün yıldız gruplarının dönmesine benzer bir açıyla değiştirilerek yeniden inşa edilmesi, Mitraizmin kökenleri hakkında bir ipucu olabilir. Zerdüşt kutsal varlıklarından birinin Mitra olması da Mitra geleneğinin daha eski olmasından olabilir.

Maniheizm

Mani dini veya Maniheizm, 3. yüzyılda Pers İmparatorluğu içinde, “Peygamberlerin Mührü” yani “son peygamber” olduğuna inanılmış. Mani tarafından kurulmuş ve kısa sürede hızla geniş bir coğrafyaya yayılmış büyük bir dindi.

Pers İmparatorluğu antik ve modern olmak üzere ikiye ayrılır ve antik dönemi Ahameniş Hanedanı ile başlar ve Sasani Hanedanı ile biter. Modern dönem ise Nadir Şah’ın 1736’da Afgan ve Rusları ülkeden sürmesiyle başlayıp, 1925 yılında Rıza Şah’ın tahta çıkmasıyla Pers İmparatorluğu yıkılıp yerine İran kurulmuştur.

Mani dininin dünyayı görüşünde tanrısal aydınlık ile karanlık iki rakip olarak karşı karşıya durur. Bu ikisinin birbirleri ile mücadelesinde aydınlığın bir kısmı karanlığın içinde (dünyanın içinde) tutsak kalmıştır. Herhangi bir canı söndürmek, hatta bir meyveyi dalından koparmak bile tanrısal maddeye zarar verip aydınlığın tutsaklığını daha da uzatır. Işığın (aydınlığın) tutsaklığına ancak “seçilmişler”in yardımı ile son verilebilir. Seçilmişler hiçbir canlıyı incitmezler ve asla cinsel ilişkide bulunmazlar. Bu yüzden kendi başlarına geçimlerini sağlayamazlar ve “dinleyenler” onların ihtiyaçlarını temin ederler. Seçilmişlerin sindiriminde ışık ile karanlığın birbirinden ayrıldığına, dua ve şarkı yardımı ile bu elde edilen ışığın tekrar Tanrı’ya geri döndüğüne inanılır. Ancak dinleyenler de günahlarını temizlemek için birçok enkarnasyonlardan geçmeleri gerekir. İnanca göre dünyanın sonunda ışık ile karanlık ebediyen ayrılacaklardır.

Mani’nin içinde büyüdüğü bu tarîkat hakkında pek ayrıntılı bir bilgi mevcut değildir. Bir tür su ile arınma yani “vaftiz” uygulamasına sadık oldukları biliniyor. Tarîkat üyeleri, günahlarından arınmak için her gün abdest alıyorlar ve yiyeceklerini de su ile temizliyorlardı. Ayrıca, et yemiyorlar ve şarap içmiyorlardı. Her üye kendine ayrılmış bulunan tarlada çalışmak zorundaydı. Tarîkat’in yerleşik ve tarımsal görünümü bir Yahudi tarîkati olan Esseneler’i andırıyor. Bu benzeşimi güçlendiren diğer bir öğe de, kendi dinsel inançlarını tıpkı Esseneler gibi “Yasa” (Nomos) olarak adlandırmalarıdır. Diğer önemli bir unsur da, bu tarîkatin, bir Yahudi uygulaması olan “Sabbat” gününe riayet etmesidir.

Mâniler’e Sasânîler Devri’nde “Zandik” adı veriliyordu. “Mes’ûdî”, Zandikler’i Zerdüşt’ün kitabı Avesta’dan ayrılarak onun tefsiri olan “Zend” kitabına bağlanan topluluk olarak tanımlamaktadır. Yani tefsiri kabul ederek asıl metni reddedenler anlamında kendilerine “Zandik” adı verilmişti. İslâm devirlerinde önce Mâniler, daha sonra da Mezdekîler ayni şekilde “Zandik” (Zindik) olarak adlandırılmışlardı.

Emevîler devrinde Zindik olarak adlandırılanlar nispeten azınlıktaydı. Me’mûn Horasan’a ilk geldiğinde “Mübid Mûbidân” halifenin veziri Fazl İbn-i Sehl’in yanında bulunmaktaydı. Me’mûn Zındıklar’a ve Mübidler’e karşı son derece müsamahakâr davranan bir halife olarak tanınmaktaydı.

VI. yüzyıldan başlayarak, Manicilik Batı’da neredeyse tümüyle yok oldu. Her ne kadar sağda solda, kimi gizli topluluklar ve düalist tarîkatlar varlığını sürdürdüyse de, bunların Babilonyalı peygamber Mani ile doğrudan ya da bilinçli bir ilintisi mevcut değildi. Ancak tam beş yüzyıl sonra, XI. yüzyılda Doğu’dan, Bizans ve Bulgaristan yolu ile gelen Paulisyenler ve Bogomiller Batı’yı etkilediler. Bunların düalist öğretileri, Kuzey İtalya ve Güney Fransa’da tohumlanabilecek verimli alanlar buldular ve böylece tarihte ilk kez Hristiyan topraklarına yönelik Haçlı Seferlerine yol açmış olan Kathar hareketinin temellerini attılar. Et yemezler ve savaşmak yasaktır.Bu nedenle savaşma yetenekleri azalır.

Sâbiîlik

11. yy.da Birûni, gerçek Sabiîleri II. Kiros ve I. Artaserhas zamanında Babil sürgününden Kudüs’e dönüşte geride kalan Yahudi kabilelerinin kalıntıları olarak tanımlamıştır. E. S. Drower’a (1937) göre bu kabileler Zerdüştçülük (Magizm, Zoroastrianizm) ve Yahudilik karışımı bir sistemi benimsemişlerdir.

Eskiden mensupları çoğunlukla Irak ve Suriye’de bulunurdu. İslam’ın ortaya çıkışından sonra inanç mensuplarının sayıları iyice azalmış ve zamanla yok olma noktasına gelmiştir. Günümüzde ise dünya üzerinde 60.000 ile 70.000 kadar Sâbiî olduğu tahmin edilmektedir. Ancak Orta Doğu’daki mensupları dünyanın geri kalanına oranla daha az sayıdadır.

Sözcüğün kökeni konusunda çok fazla spekülasyon bulunmaktadır. Arapça ص-ب-أ “büyümek” veya (yıldız için) “içinden çıkıp yükselmek” anlamına gelir. Bu durum onların bir yıldız tapınıcısı olduğunu açıklar. Din için kullanıldığında “eski dinini terk eden” anlamına gelir.

Sabiîliğin genellikle bir yıldız tapınımı olduğu kaydedilir. Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin de o günkü anlayışta yıldızlardan farkı yoktur ve Sabiîlikte bu gezegenlere de kendi günlerinde ibadet yapılır. Musa İbni Meymun’a göre onlarda yıldızlar birer tanrıydı ve en büyük tanrı Güneş’ti. Sonra Ay ve diğer gezegenler veya yıldızlar geliyordu. Sabiîler günlük tapınmalarını (namaz) güneşin gökyüzündeki yerine göre planlarlardı ve öncesinde su ile temizlenme ritüelleri bulunmaktaydı.

Sabiîlik keskin düalist bir dindir. Işık ve karanlık tanrıları bulunur ve Sabiîler bunlardan Işık tanrısına ibadet ederler. Sabiî dininde gündüz 3 kez, gece 2 kez kuzeye dönülerek Işık kralına ibadet edilir. Rişama denilen bir vaftiz türü kesinlikle bir akarsuda yapılmalıdır. Oruç, hac, kurban ibadetleri de bulunmaktadır. Âdem, Nuh ve Vaftizci Yahya’yı peygamber kabul eden bir dindir. Sabiî dininin Asur, Babil inançları yanında Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlığa ait ögeleri de içinde barındırdığı düşünülmektedir.

Ehl-i Hak / Yâresânizm / Kaka’ilik

Ehl-i Hak, Yâresânizm veya Kaka’ilik (Gerçeğin insanları), 14. yüzyılın sonlarında İran’ın batısında Sultan Sahak tarafından kurulan senkretik bir dini öğretidir. Toplam Ehl-i Hak nüfusunun 2 milyon ila 3 milyon arası olduğu tahmin edilmektedir. Esas olarak batı İran ve doğu Irak’ta bulunurlar ve çoğunlukla etnik Goran Kürtleridirler, ancak daha küçük gruplar halinde Türk, Fars, Lur, Azerbaycan Türkü ve Arap inananları da bununur. Irak’taki bazı Yarsanilere Kaka’i denir. Yarsaniler, bazen aşağılayıcı bir şekilde “Aliilahiler” veya “Aliyyullahiler” olarak da adlandırılabilirler. Birçok Yarsaninin, İran’daki İslami yönetimin baskısı nedeniyle dinlerini sakladığı tahmin edilir ve bu yüzden nüfuslarının kesin istatistikleri bulunmamaktadır.

Ehl-i Hak, çoğunlukla Goranice yazılmış ayrı bir liturjiye sahiptir. Kutsal kitapları, Sultan Sahak’ın öğretileri temel alınarak 15. yüzyılda kaleme alınan Kelâm-ı Serencâm’dır.

Yarsaniler, güneş ve ateşin kutsal varlıklar olduğuna inanır ve eşitlik, saflık, doğruluk ve birlik ilkelerini takip ederler, bu da bazı araştırmacıların bu dinde Mitraik kökenleri olduğunu düşünmesine sebep olmuştur.

Yarsanizm, doktrini ve ritüelleri büyük ölçüde gizli olduğu için tarihi kitaplarda çok az yer almaktadır. Yarsanizm’in takipçileri ritüellerini ve törenlerini gizlice yerine getiriyormişlerdir, ancak bu Yarsanilerin birçoğunun yüzyıllar boyunca İslami veya diğer yönetimler tarafından hedef gösterilmelerini engellememiştir. Bu öğretinin takipçileri, İran’daki İslam Devrimi’nden sonra Yarsani toplumu üzerindeki baskının arttığını ve 30 yıldan fazla bir süredir yoksun bırakıldığını ve ayrımcılığa uğradığını iddia etmektedir.

Ehl-i Hak erkeklerinin alametlerinden biri de bıyıktır, çünkü Ehl-i Hak’ın kutsal kitabı Kelâm-ı Serencâm, dini ayinlere katılmak için her erkeğin bir bıyığı olması gerektiğini söyler.

Ehl-i Hak hagiografilerine göre cemaatin kurucusu Sultan Sahak’tır. Irak’ın kuzeyinde Süleymaniye kentine bağlı olan Şehrizor bölgesinde Musa el-Kâzım soyundan dünyaya geldiğine inanılan Sahak, İran’ın doğusundaki Hewraman’a taşınmış ve cemaatin günümüze kadar ulaşan inanç sistemini kurmuştur. Hewraman, Yaresanlarca kutsal kabul edilip bugün dahi ziyaret edilmektedir. Aynı zamanda cemaat mensupları inançlarının temelini genellikle ünlü sufi Behlul Dana’ya dayandırmaktadır.

Ehl-i Hak ismi ilk defa 19. Yüzyılda Fransız diplomat ve yazar Arthur de Gobineau tarafından kullanılmış, kendi aralarında Yaresan, San, Taife-ye San isimlerini kullanmayı tercih ettikleri belirtilmiştir. İranlı araştırmacı M. Reza Hamzeh’ee tarafından yazılan “Yaresan (Ehl-i Hak)” isimli kitapta cemaatin beş dönemde şekillendiği belirtilmektedir. Kitaba göre 8. yüzyılda yaşamış Behlül Dana ile ortaya çıkan bu inanç Şah Fezl, Baba Serheng, Şah Hoşin ve son olarak 15. yüzyılda yaşamış olan Sultan Sahak ile birlikte dinsel örgütlenmesini tamamlamıştır. Ehl-i Hak mezhebinin kurucusu, kimi kaynaklara göre 1025-1027 yıllarında Luristan’da doğan, “Baba Hoşin, Şah Hoşin” unvanıyla anılan Mübarek Şah, bazılarına göre ise 14. yüzyılda yaşamış olan Sultan Sahak’tır.

Ehl-i Hakk’taki temel ibâdetlerden birisi, “Cemhâne” adı verilen ibâdethânelerde yapılan Âyin-î Cem’dir. Anadolu Alevîliği’ndeki Cem ile aynı adı taşıyan ve liturjik benzerlikler de barındıran bu ibâdet şeklinde, inananlar bir araya gelerek belirli dualarları okurlar. Bazı “Ehl-i Hakk” geleneklerine göre ise, yılda en azından 17 kere “Ehl-i Hakk Cemi” yapılması gerekmektedir. Ayrıca Ehl-i Hakk Âyin-î Cemi’ni müteakip, bir hayvan kurban edilmesi ve bu kurban etinin yenilmesi de ibâdetin önemli bir ritüel kısmını oluşturmaktadır.

Ali’den beri var olan ve Kürt Gorani geleneğine göre kurulan Ehl-i Hakk Tarîkatı’nın On Dokuzuncu yüzyıl başlarında liderliğini üstlenen kişi “Hacı Ni’metullâh” idi. Daha sonra ise onun oğlu olan ve 1966 yılında kitapları Osmanlı Türkçesi’ne çevrilen ve Kürt dinî musikisine kazandırdığı pek çok besteleriyle meşhur olan “Nur Ali Şâh Elâhî” (Doğumu: 1895 – Ölümü: 1974) başa geçti. İran’da Humeyni devriminden sonra Ni’metullâh’ın torunlarından biri olan “Muhammad Mokrî” (Doğumu: 1921 – Ölümü: 2007) Humeyni tarafından Sovyetler Birliği Büyükelçiliği görevine atandı. Seyyid Ahmed el-Berzencî “Ehl-i Hakk Tarîkatı” mensubu idi. Bugün Musul, Erbil ve İran’da Ehl-i Hakk’ın çok güçlü temsilcileri vardır.

Şiilik / Alevilik / Kızılbaşlık

Şiilik

Şiî Kürtler ağırlıklı olarak günümüzde İran sınırları içinde kalan, Kürtler’in yaşadığı coğrafyanın güney ve güneybatı uçlarına rastlayan bölgede bulunurlar. Özellikle Irak’ın Hânekīn ve İran’ın Kirmanşah eyaletlerindeki Kürt nüfusun önemli bir kesimi Şiî-Ca‘ferî’dir. Şiî Kürtler İran’da yaşayan Kürt nüfusu içinde azınlıkta kalmakta, bu nüfusun yaklaşık % 25’ini teşkil etmektedirler. İran’ın doğusunda ve kuzeydoğusunda yer alan Kuzey Horasan, Horasân-ı Razavî ve Gülistan eyaletlerinde de Şiî Kürtler yaşamaktadırlar.

Şiîlik veya Şialık bir İslâm mezhebidir. Sünnilikten sonra gelen ikinci geniş nüfusa sahip mezheptir ve İslam dünyası içerisinde %10-15’lik bir kısmı oluşturur. Şiîlik sözcüğü, Câferîlik ile eş anlamlı olarak kullanılabilmekteyse de Şiîlik veya Şiâ, hilâfet veya imamet sorununda tarihsel olarak “Ali’ye yandaş olan kişiler” anlamına gelmektedir. Başlangıç dönemindeki bu ayrılık, daha sonraki devirlerde kendi kavramsal ve teolojik alt yapısını oluşturarak mezhepleşmiştir.

“Şia” terimi “takipçiler” veya “izdeşler” anlamına gelen Arapça شيعة kelimesinden gelmektedir. Tarihteki kullanım “Şiât-u Ali”, yani “Ali’nin takipçileri” anlamına gelen شيعة علي ifadesinin kısaltılmış formudur. Sünnî kaynaklar, bu terimin Muhammed’in ölümünü takip eden yıllarda kullanılmaya başlandığına, Şiiler ise daha önce de kullanıldığına inanırlar.

Şiî İslam inancında Ali’nin çok özel bir yeri vardır. Şii amentüsünde bulunan imamet anlayışına göre İslam peygamberi Muhammed öldükten sonra onun yerine imam/halife olması gereken kişi Ali’dir ve imamet Ali’nin soyundan devam eder.

Şiilik akımı değişik fikirler barındırmaktadır. Ortak noktaları, Muhammed’in ölümünün sonrasında imamet veya halifelik makamının Ali ile başlamak üzere O’nun soyundan gelen insanlara ait olduğunu kabul etmektir.

Sünnî ve Şiî ayrımı İslam peygamberi Ebû’l-Kâsım Muhammed ibn ʿAbd Allâh ibn ʿAbd’ûl-Muttâlib’in 632 tarihinde ölümüyle birlikte başlamıştır. Yaşadığı sürece dinî rehberliğin yanı sıra siyâsî önder vasfını da kendisinde bulunduran Muhammed’in artık hayatta olmayışı, Müslüman toplumu yeni önderin kim olacağı sorusuyla karşı karşıya bırakmıştı. Sakife denilen yerde toplanan bir grup Müslüman, hilâfete Ebu Bekir’i seçmiş, daha sonra “Şiat‘ü Ali” olarak adlandırılacak olan Ali taraftarı bir grup Müslüman da Muhammed’in damadı olan Ali’nin bu göreve daha layık olduğunu ve Ebu Bekir’i seçen grubun hak yoldan saptığını düşünmüştür. Dahası Ebu Bekir’in halifeliği Ali’nin elinden Fatıma’nın evinin basılması ve yakılması ile zorla aldığını iddia ederler.

Alevilik / Kızılbaşlık

Sünnilik ve Onikicilik’ten farklı olarak Alevilerin bağlayıcı bir dini dogmaları yoktur ve öğretiler dede adı verilen dini bilgin tarafından aktarılır. İslam’ın altı iman esası kabul edilir, ancak yorumlama farklılık gösterebiliyor. Hem İslam içi hemde İslam dışı olan birçok öğe ve uygylama mevcuttur. Bu yüzden Alevilik yada Kızılbaşlık gerçeğine araştırmacılar farklı görüşler ile bakmışlardır.

Kızlıbaşlık ise 500-550 yıla yakın bir geçmişe sahiptir. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd’in (1429- 1460), babası Şeyh Haydar’ın (1460-1488) askerlerini, düşman askerlerinde ayırmak için kafalarına giydirdikleri 12 dilimli kırmızı fesle ilgili bir kavramdır. Neden kırmızı olduğu, Kürdlerin tarihsel geçmişleriyle ilgilidir.

Ali, Hasan, Hüseyin, Kerbela, Oniki İmam, Ehlibeyt, Fatıma Ana, Evladı Resul, Seyidlik gibi kavramlar, Şii İslam’ın kavramlarıdır.

Heterodoks karakterli dinî bir fırka olan Kızılbaşlık/Alevîlik hem Kürtler hemde Türkmenler tarafından benimsenmiştir. Nitekim Safevî Devleti’nin kurucu unsurları olan Kızılbaş oymaklarının büyük bir kısmı Türkmen yada Kürttür. Ancak günümüzde mevcut Alevî Kürtler’in yanı sıra Hınıslı ve Çemişgezekli gibi Kürt kökenli Safevî taraftarı Alevî/Kızılbaş aşiretlerin varlığı Alevî Kürtler olgusunun tarihî bir arka planı bulunduğunu göstermektedir. Minorsky bunların sayısının 15.000 civarında olduğunu söyler. Alevî Kürtler’in büyük bir kısmı Zazaca konuşmaktadır. Yapılan araştırmalar Siverek, Erzincan ve Varto üçgeninde yaşayan Zazalar’ın azımsanamayacak bir kısmının Alevî olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Kurmançça konuşan Alevî Kürtler de mevcuttur.

Andrews’in 1989’da yayımlanan alan araştırmasına göre, Türkiye’deki Kürt Alevîler’in Bingöl (özellikle Karlıova ve Kiğı ilçeleri), Tunceli, Erzincan, Sivas, Yozgat, Elazığ, Malatya, Kahramanmaraş (özellikle Elbistan ve Pazarcık), Kayseri (Pınarbaşı, Sarız, Tomarza ilçeleri) ve Çorum’da (Alaca) birbirine uzak olmayan köylerde yaşadıkları; Adıyaman, Gaziantep, Hatay, Kırşehir, Nevşehir, Samsun ve Tokat illerinde ise dağınık gruplar halinde bulundukları ifade edilmektedir

Erdal Gezik ise Alevî aşiret mensuplarının genel yerleşim yerlerini Dersim, Erzincan, Bingöl, Sivas, Malatya, Maraş, Erzurum ve Muş olarak vermektedir. Alevîlik/Kızılbaşlık’tan yapısal olarak bazı farklılıklar arzeden Bektaşîliğin Kürtler arasında yayıldığı pek söylenemez. Her ne kadar Hacı Bektaş’ın Velâyetnâme’sinde onun Anadolu’ya gelmeden önce Kürdistan’a uğrayıp ilk müridlerini oradan edindiği kaydedilse de günümüzde Bektaşî Kürtler olgusundan bahsetmek güçtür.

Aleviler, Muhammed’in son peygamber olduğuna, Ali bin Ebu Talib’in ise veliliğine (ya da imamlığına) inanırlar. Aleviler, ibadetlerini cemevinde yaparlar. Günlük ibadetleri Sabah, Akşam ve Gece Gülbeng’idir. Kadir Gecesi’yle bağlantılı olarak üç gün ve Muharrem ayında ise on iki gün oruç tutarlar. Muharrem’den sonra da üç gün Hızır Orucu tutarlar. Muharrem orucundan evvel üç gün Masum-u Paklar orucunu tutarlar.

Alevilerde Tanrı, elbette, en büyük kutsal varlık olarak yüce yerini korumaktadır. Ondan sonra gelen Güneş ve Xızır (Hızır) Dersimlilerin dini inancında çok önemli bir yere sahiptir. Xızır en çok seslendirilen, yolunda en fazla adak sunulan evrensel kutsal varlıktır. Bu yönden onun rakibi yoktur.

Munzur Çem şöyle diyor:

”Aleviliğin temelinde tarihsel olarak birbirlerini izleyen Mitraizm, Zerdüştilik, Manizm, Mazdekizm ve Hürremilik gibi inanç ve hareketler olduğunu düşünüyorum. Zerdüştilik, bu işin merkezinde yer almaktadır. İslam’la ilişkiler, daha doğrusu Şiiliğin etkisi çok sonraları ortaya çıkan bir gelişmedir. Ayrıca Alevilik-Şiilik ilişkisi, daha çok söylemle sınırlı, pratikte oldukça zayıf kalan bir ilişkidir. 40-50 yıl öncesine kadar pratikte, 12 İmam mateminden başka Alevilerle Şiiler arasında neredeyse ortak hiçbir bağ yoktu. Aleviler son 30-40 yılda Şiiliğe kaydılar ve hala da kaymaya devam ediyorlar. Yeri gelmişken, bu kendi kendini asimile etme (oto-asimilasyon) kendi yörem olan Dersim’den birkaç örnek vereyim:
1970’lerden önceki mezarlara bakın, bir tekinde İslami her hangi bir motif ya da vurgu yok. Ama son 30-40 yılda yapılmış olanların hepsinde “Ruhuna Fatiha”yı görürsünüz. Çocukluğu Cem-cemaat içerisinde geçmiş bir olarak rahatlıkla diyebilirim, bugün yapılan cemler, çocukluk ve gençliğimde gördüğüm cemlere benzemiyorlar. O zaman Cemlerde vurgu Dersim evliyalarınaydı, 12 İmam anması oldukça geri plandaydı. Şimdiki cemlerde ise Dersimliler kendi evliyalarının adını bile ağızlarına almıyorlar. Cem İslami olmayan bir ibadet olmamasına rağmen, eline sazı alan Muhammed-Ali-Ana Fatma ile başlıyor, onlarla bitiriyor. Yine 1970’lere kadarki Dersim halk türkülerine ve dualara bakın; bunlarda İslami motifler yok denecek kadar azlar. Kaldı ki var olanların çoğu da sonradan eklenmiş. Şimdi ise, Türkçe sözlü, İslami içerikli dua ve beyitlerden geçilmiyor. 30-40 yıl öncesine kadar ölülerin gömülmesi sırasında “Mıle” gelir, Kurandan ve tabi Arapça 5-10 dakikalık bir parça okur ve tören biter. Ama şimdi öyle değil. Cenaze töreninde, Alevi örgütleri tarafından yazılmış şeriatçı nitelikte, tümüyle uydurma oldukça uzun Türkçe bir tekst okunmaktadır.

Bu birkaç örnekte gösteriyor ki bugün “Alevilik” artık 40-50 yıl önceki Alevilik değildir. Aleviler, özellikle de 1980’lerden itibaren atalarından devraldıkları Aleviliği bir kenara bırakıp “Türk-İslam” sentezi içerikli yeni bir “Aleviliğe” yöneldiler. Bugün adeta dili Türkçe, içeriği ise Şii İslam olan yeni bir “inanç”la karşı karşıyayız. Eskinin gerçek Aleviliğini yaşatmak isteyenler hala var ama güçleri ve etkinlikleri sınırlıdır.”

Bernamegeh Türkçe

UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!

AYRICA BAKIN

Aylin Urgal Kimdir Hayatı

Türk Pop Müziğinin unutulmaz isimleri arasında yer alan Aylin Urgal, 1951 senesinde İstanbul’da dünyaya geldi. …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!