BERNAMEGEH / Melayê Cizîrî’nin asıl adı Ahmed b. Muhammed el-Bûtî el-Cezerî’dir.9 Doğum ve ölüm tarihleri için farlı bilgiler verilse de10 son dönem yapılan ilmî ve akademik çalışmalarda 975/1567, 1568 yılında doğduğu ve 1050/1640, 1641 yılında 75 yaşında iken Cizre’de vefat ettiği tespit edilmiştir.
O, kendisi için “Mela” ve “Nişânî” olmak üzere iki lakap (ünvan) kullanmıştır. “Mela”, Kürt geleneğine göre ilmî icazet alan ve özellikle İslâmî ilimler alanında ders verip talebe yetiştiren din bilgini demektir. Bu nedenle olacak ki
kendisine genel olarak “Melayi Cızirî” yani Cizreli Mela denmektedir. “Nişânî” ise, nişan sözcüğüne nispet edilmesi demektir. Nişan, hedef, alamet veya ‘ben’ anlamlarına gelir. Mela Ahmed el-Botî el-Cızîrî, tüm dini ilimleri yaşadığı dönemin medrese usulüne göre tahsil etmiştir. O, anadili olan Kürtçenin yanında Arap ve Fars dillerini de ileri düzeyde öğrenmiştir. (ez-Zivingî, 1987, s. 1; Mikail, 2005, s. 25). Mela Ahmed el- Botî el-Cızîrî, günümüzde de yörede halk arasında bilinmekte, saygı ve rahmetle anılmaktadır.
Melayê Cizîrî, Cizre’de başladığı medrese tahsilini Diyarbakır, Hakkâri ve İmadiye bölgelerindeki medreselerde sürdürmüştür. O dönem Cizre’de Mîr Abdal Medresesi, Medresa Sor (Kızıl Medrese), Müküs’te12 Mîr Hasan-ı Veli Medresesi, İmadiye’de Kubbehân Medresesi çok sayıda âlim ve mutasavvıfın yetiştikleri ilim merkezleri olarak bilinir. Otuzlu yaşlara kadar medrese eğitimine devam eden Melayê Cizîrî, Diyarbakır’da yaşayan Molla Taha adındaki hocasından ilim icâzeti alarak bir dönem imamlık ve müderrislik görevlerinde bulunmuştur.
Bundan sonra yine Diyarbakır’a bağlı ‘Serba’ köyünde imamlık ve müderrislik yapmış olan Mela Ahmed el-Botî el-Cızîrî, bilahare Hasankeyf’e geçmiştir. Burada müderrislik yapmış, pek çok talebeye icazet vermiştir. Bir süre sonra memleketi olan Cizre’ye dönmüş, 75 yaşında vefat edinceye kadar orada ilimle uğraşmış ve talebe yetiştirmiştir. Ömrü boyunca başta Cizre’nin en meşhur medreselerinden biri olan “Medresa Sor” ve bunun yanında “Medresa Mir Afdal”, “Medresa Sere Meydane”, “Medresa Beni Nuh”, Medresa Mushafa Reş” ve diğer medreselerde müderrislik yapmış ve kabri de “Medresa Sor”da bulunmaktadır (Mikail, 2005, s. 31).
Mela Ahmed el-Botî el-Cızîrî’nin, Kürtçe olarak yazmış olduğu divanında tasavvuf, usul, fıkıh, tefsir, hadis, sarf, nahiv, mantık, estetik, felsefe, belâgat, matematik, astronomi, kozmoloji, tarih, fizik, metafizik ve benzeri ilimler, tam bir maharet ve ehliyet ile yazılmıştır. Onun divanında yer alan birçok kaside ve gazel türü bilgiler, bunun en açık delilleridir (Turan, 2010, s. 12). Bu kaynakları, şöyle sıralayabiliriz:
Necmü’d-Din el-Kazvin (ö. 675/1277)’nin mantık, matematik ve tabiiyyâta dair Hikmetü’l-‘Ayn, İbni Sînâ (ö. 429/1037)’nın kapsamlı bir felsefe ve bilim ansiklopedisi olan Şifa, tıbba dair el-Kanun ve mantık, ilahîyat, tabiiyyat, ahlak gibi felsefe konularına dair el-İşarât, Celâlü’d Din el-Kazvinî (ö. 739/1338)’nin Me’anî ve Beyan ilmine dair Telhis, et-Teftazanî (ö. 792/1389)’nin Belagat ilmine dair Muhtasar, ez-Zemahşerî (ö. 538/1143)’nin tefsire dair el-Keşşaf, Ebu’l-Hasan el-Mehamilî’nin Şafiî fıkhına dair Lübâb Şerhi.
Kürt sûfîliğinde bir dönüm noktası olan Melayê Cizîrî’nin tasavvufa ne zaman ve nasıl yöneldiği hususunda elimizde kesin bir malumat bulunmamaktadır. Genel olarak Divan’ında yer alan bazı beyitlerden yola çıkarak onun Nakşbendî tarîkatı mensubu olduğu belirtilir.15 Melayê Cizîrî’nin Cizre dışına sürgün edildiği dönemde Diyarbakır’a gittiğinden bahsedilir. Onun bu sürgün döneminde Diyarbakır’da bulunan Azîzan Tekkesi’nde postnişin olan Nakşbendî şeyhi Mahmud Urmevî (ö. 1048/1638)’ye intisap etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Şeyh Mahmud Urmevî, Diyarbakır’dan Van’a Cizre’den Musul’a kadar binlerce mürid ve muhibbana sahip ve Osmanlı padişahlarının dikkatini çekecek kadar tanınmış bir Nakşbendî şeyhi olarak bilinmektedir.
Melayê Cizîrî’nin Eserleri
Onun en önemli eseri Divan’ıdır. Divan’ının birden çok elyazması nüshaları mevcuttur. Bunlar arasında en eskisi Muhammed Tayyar Paşa-yı Amidi’nin 1131 Hicri tarihli el yazmasıdır. Bir diğer eski nüsha da Alman şarkiyatçı Martin Hartman (1851-1918) tarafından 1904 yılında Berlin’de Almanca bir önsözle birlikte tıpkıbasımı yapılan nüshadır. 2007 yılında alimin Divan’ı Kent Yayınları tarafında Türkçe olarak yayınlandı ve bu çalışmada eserin mevcut nüshaların tümü göz önünde tutularak hazırlanmıştır.
MELAYÊ CIZÎRÎ’NİN DİVANI
Melayê Cizîrî’nin Kürtçe’nin Kurmanci lehçesinde yazılmış olan Dîwanı klasik edebiyatın divan tertibine uygun bir şekilde gazel, kaside, rubai, terkip ve muaşerelerden oluşmuş bir divandır. Klasik divan edebiyatında kullanılan bir çok mazmun ve mistik alegori kendisinin Dîwanında da bulunmaktadır (Alkış, 2014; Turan, 2010). Dîwan’da başta Hafız olmak üzere, Sa’dî Şirazî, Molla Câmi, Sühreverdi Maktul, Hallac-ı Mansur, İbn Arabî ve İhvan-ı Safa etkisi görülür. Söz konusu kişi ve ekoller medrese ehlinin olumlu bir görüşe sahip olmadığı isimler olup Hallac-ı Mansur ve Sühreverdi Maktul gibi bazıları hakkında ulemanın verdiği ölüm fetvaları da bulunmaktadır. Dîwan’da en önemli tema aşktır ve bu yönüyle Dîwan lirik ve coşkun bir söyleyiş tarzına sahiptir. Mela, ilahî aşk üzerine yazdığı dizelerde evrenin ilahi sırları üzerindeki perdelerin Allah’ın ihsanıyla kaldırıldığını ve varlık alemini Allah’ın nuruyla temaşa edip, Allah’ın kendisine bahşettiği aşkla dolu kalp gözüyle alemi seyredip, dilinden dökülen dizelerin Ruhu’l Kudus olan Cebrail tarafından kendisine ilham edilmiş icazlı [mucizeli] sözler olduğunu belirtmektedir. Mela Ehmedê Cıziri’nin divanında toplam 140 şiir vardır.
Melayê Cizîrî’nin bugün elimizde bulunan ve Diwan adını taşıyan eserinin dışında başka eserler yazıp yazmadığı ile ilgili kesin bilgilere sahip değiliz. Diwan adlı eserinde klasik şark divanlarında bulunan kaside, gazel, rubai, methiye, terkipler ve müşara‘a gibi edebi türlerin hepsini işlemiştir. Divanının en önemli özelliği; vahdet, kesret, aşk, marifet ve tecelli gibi tasavvuf edebiyatının ve felsefesinin vazgeçilmez konularını ele almakla beraber çoğunlukla bir edebi türün sınırlarını aşan tematik unsurlara yer vermiş olmasıdır. Mela’nın divanını okuyan bir kimse, karşısında adeta sûfî-filozof bir eda ile varlık, bilgi ve aşk konularında konuşan birini görebilir.
Bu anlamda Mela ve Dîwan’ı ilahi sırların ve Allah aşkının Allah’ın ilham etmesiyle Kürtçe dile getirildiği ve böylelikle Kürt dilinin kutsallaştırıldığı sembolik bir örnek durumundadır. Mela’nın dilinde ilham yoluyla Kürtçe dilen Allah’ın kendisidir. Yani Allah kalbe ilham verme yoluyla Kürtçe de konuşmaktadır. Bu yönüyle Mela’nın Dîwan’ı din dilinin Kürtçeleştiği bir örnek durumundadır.
Mela’nın Dîwan’ının bir diğer özelliği derinlikli bir felsefî tasavvuf niteliğini haiz olmasıdır. İbn Arabî’nin Vahdetü’l Vücud felsefesi, İbn Sina ve Sühreverdî’nin İşraq felsefeleri, Antik Yunan felsefesine ait kişi ve ıstılahlar şiirlerinde yer almaktadır. Böylesi bir felsefi yetkinlik onun ilahi ilhama mazhar aşk ehli biri olduğu kadar derin bir ilmi ve felsefi eğitim ve bilgiye sahip âlim ve filozof bir kişi olduğunun delili olarak da görülür.
Melayê Cızîrî Dîvânı’nda Aşk Ve Âşık Tipi
Melayê Cizîrî Dîvânı’nda konu, genel olarak maşûk, aşk ve âşık etrafında şekillenir. Bu üç unsur, Dîvân’da ele alınan temel unsurlardır ve diğer bütün unsurlar, bu üç unsura bağlı olarak işlenmektedir.
Melayê Cizîrî, aşkın başladığı nokta olarak Bezm-i Elesti işaret etmektedir. A‘raf Suresi 172. ayette geçen Bezm-i Elestte Allah, yeryüzüne halife olarak göndereceği insanın ruhuna, dünyada göreceği çetin imtihan öncesinde “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” sorusunu sorarak insanlığın şehadetiyle ilahlığını teyit etmiştir. Mela, kevser kadehiyle başlayan aşk sarhoşluğunu, tarih olarak insanın yeryüzüne gönderilmesinden öncesine kadar geriye götürmektedir (414, 436). Ona göre aşkın sarhoşluğuna kapılanların zevki, daha o mecliste, maşûğun “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?” sorusuna muhatap olma şerefiyle başlamış ve bu şehadet hali hayat boyu da devam edecektir.
Varlıkla a‘yanı tersine çevirir sevgi
Bir iksirdir aşk, bizse gümüş ve bakırız
(Melayê Cizîrî, 2013: 98-99)
Melayê Cizîrî manevi âlemde kalp gözüyle idrak ettiği aşkın tarifini, benzerine az rastlanır bir netlikle dile getireceğini söylemektedir. Ona göre aşk, kalpte tecelli eden bir güzelliğin (güzelin) nurudur. Mela’ya göre parlak (temiz) gönül aynasına akseden sevgilinin saf güzelliği, aşkın derin mânâlarını içermekte ve bu mânâlar ancak âşık olanların kalp gözüyle tam olarak idrak edilebilmektedir. “Gönül gözü” kavramı üzerinden aşkın tecrübî bilgi yoluyla anlaşılabileceğine işaret eden Mela, bu hale vâkıf olduğunu da beyan etmektedir. Ona göre aşk, âşığı hakikatin sırlarına ulaştıran bir bilgi edinme yoludur (Melayê Cizîrî, 2013: 302).
Bilinmez güzellerin ilm-i aşkı, rivayet ve nakil ile
Hal ilminden biraz olsun nasip yoksa kîl u kâl’ın tadı yok
(Melayê Cizîrî, 2013: 334-335)
Altın ve gümüş dünya malına ve dünyanın cazibesine işaret etmektedir. Nefsini kötülüklerden arındıran âşık, dünyanın süsüne rahatına tenezzül etmez. Rabbine kul olan âşık, altın ve gümüşün kulluğu ve köleliğinden kurtulur. İnsanları âşık gibi hevânın köleliğinden kurtaracak yol, Mela’nın ve Mevlânâ’nın tarifine göre bir olan Allah’a kulluktur.
Cilâlânıp parladı kalbimiz feyzinden tıpkı bir altın gibi
Paslı bakır gibi siyah yüzümüz aldı safa rengini
(Melayê Cizîrî, 2013: 74-75)
Melayê Cizîrî’nin Varlık Görüşü
Mela, tasavvuf felsefesinin ve özellikle vahdetü’l-vücûd görüşünün sadık bir takipçisi olarak, tasavvuf metafiziğinin ve buna bağlı olarak sûfî kozmolojinin temel esaslarını divanında işlemiştir. Onun düşüncesinde varlık, mutlak halinden ya da henüz belirlenmemiş ve herhangi bir taayyün göstermemiş durumundan varoluş âlemine çeşitli süreçlerden geçmek suretiyle zuhur ve tecelli etmiştir. Başka bir ifadeyle varlık, birlik halinden çokluk haline geçerek görünür olmuştur. Henüz birlik halindeyken varlık için herhangi bir surette bir nitelik, kayıt ve belirlenim söz konusu değildir.
Mela’nın mutlak varlıkla ilgili bu görüşleri şu dizelerde dile gelmiştir:
Gerçi sözcüklerde farklıdır “vahid” ile “ehad”
Lakin gerçekte yoktur farkları birleştirir onları “samed”. (Mela Ahmedé Cizîrî, Dîwan, s.278–9)
Melayê Cizîrî’de İnsan Hazreti
Mela’nın varlık tasavvuru yukarıdan aşağıya doğru inen ve aşağıdan yukarıya doğru çıkan bir döngüsellik ile ifade edilebilir. Dolayısıyla, varlığın başlangıcında mutlak varlık olduğu gibi sonunda da yine mutlak varlık vardır. Bu döngüselliğin veya iniş çıkışın tam ortasında insan bulunur. Mela’nın varlık tasavvurunda insan, tanrısal boyutun şehâdet âleminde yani fenomenler dünyasında zuhur etmiş şeklidir. Ona göre insan, lâhût âleminin nâsût âlemindeki temsilidir. Bu sebeple insan, tanrısal nurun tecelli ettiği en önemli varlık konumundadır.
Mela, insan hazreti ile ilgili düşüncelerini şu beyitlerde dile getirmiştir:
Çok yüce unsurdandır varlık cevherimiz Mela
Doğrusu, süfli ve aşağı bir unsur değiliz biz (Mela Ahmedé Cizîrî, Dîwan, s.98–99
Yücelerden indi sultan olan insan, böylece lâhutu gizledi nâsût
Âlemin merkezi oldu daima, böyle başladı yükseliş deveranı. ( Mela Ahmedé Cizîrî, Dîwan, s.46–7)
Melayê Cizîrî Şiirleri
1-
cilvelim, nazlım zühre renklim
kalp hırsızım, kalp hırsızım
güvercin heybetli bakışlım
kalp hırsızım, kalp hırsızım
nazlım, hoş sözlüm gerdan güzeli
terhin çiçeği boş yanında
yürek hırsızm, yürek hırsızım
dudak tatlısı nazlım
öldürdün beni emin ellerde
aşkın çengeli ile
yürek hırsızm, yürek hırsızm
mela’nın gözlerindeki aydınlıktır
vermiş olduğun o tecelliyi
ahmet’e yürek revadır
yürek hırsızım, yürek hırsızım
2-
“Bu gönül aşktan yüzlerce şiş ile dağlıdır Mela
Ney misali feryat figan koparman bundandır”
Gönül birdir aşk da bir olmalı, aşıklara bir sevgili yeter
Kıble de bir olmalı, gönüllere gönülçelen bir sevgili yeter
Bir zülfüne esir olup pir-i aşka verdim gönlümü
onun için aşk ihramını giyip zünnar bağlamak yeter”
Aşkından dolayı lal’im,
Zayıfim hilal gibiyim.”
Mela bu aşkın elinden Hasta olmuş bade zevkinden mest olmuş
O,akıl ve şuurunu kaybetmiş, Meyhane köşelerinde kendinden geçmiş”
“Her dem naz ve işve ile beni öldürmeye gerek yok
Ey sevgili, zaten kurbanınım ben senin, bunca naz ve cilveye ne gerek var”
Aşkta ikinci Şeyhim, gönlüm manalar denizidir,
Akıl ve gönül sahipleri için işaretlerimde şifa vardır.
Söz ikliminde mîrim, şiirde cihangirim,
Aşıklar kafilesinde yükselir bayraklarım, sancaklarım!
“Mela’nın ruhu, Mela’nın canı, nişanı taşıyan o nur
Gizli bir işaret verince bana, ney ve def gibi inledim adeta”
“Gönüldeki mecazi ateş dönüştü gerçek ateşten bir cemreye
Kalbimdeki aşk tıpkı ateşin kızgınlığı gibidir demirde”
Ezel ve ebed aynı şeydir kıdemiyette
Çünkü ezel ve ebed farkı yok sermediyette
Gerçi sözcüklerde farklıdır “vahid” ile “ehad”
Lakin gerçekte yoktur farkları birleştirir onları “
Âlem ağaç, insan onun meyvesi, gelip oturmuş sultan tahtına
Onunla süslenmiş ikbal, onunla bulmuş mutluluğu devlet
Yücelerden indi sultan olan insan, böylece lâhutu gizledi nasut
Âlemin merkezi oldu daima, böyle başladı yükseliş deveranı
Duygusuz olanlar ne yapsın güzelliği, dûn bakışlıdır zaten onlar
Eşek tabiatlı olanlar nergizsle dikenli otun farkını anlamazlar
Duygusuzlar kaçmakta güzellerden, gamzelerle cilvelerden
Dikenli ottur siyah eşeğin istediği, ne anlar güllerin kıymetinden
Zamane insanları beni-adem mi acep Mela
Farkları yok çünkü siyah eşeğimizle senin gamsız öküzünden
Ab-ı hayat çeşmesine ulaşmayı gerçekleştir Nişanî
Mağrur olma dünyaya ki, dünya tamamiyle seraptır
Teferruatı bırakıp fer’den asla geç ki bu köhne dünyada
Ta ki, olmayasın cehalete merkeb, yükü altında hudûsun
Her daim onu gör Mela, eğer tanıyorsan onu
Odur mabud, odur meşhud, dareynde yok ondan gayrı mevcud.
3-
Ulaşmaz akıl tek başına yıldızların ve feleklerin remizlerine
Vahdet ilminin nuru olmazsa kalır daim şek ve şüphe içinde
Pek zahir olsa da felsefe ilminin feyzi örtülerle gizlidir aslında
Kafkaf bardakta gördüm onu, o fincandan aldım bir yudum
İçirince bana saki, o gül renkli saf şaraptan, onun feyzi,
Giderdi kalbimdeki tüm şüpheleri, doldurdu dosdoğru ilimleri.
4-
Taze bir kadeh sundu bize aşktan o Hekim ezelde
Durmadan içmekteyiz ondan, doludur hala bardağımız lebeleb
Elest seherinde gördüm sevgilinin elinde kevser bardağı
Bir yudum verip mest etti mela’yı, ondandır sarhoş olduğumuz ömür boyu
Ta ki görünsün yıldızlar semada, binlerce Maruf çıksın Kerh’ten
Şibli, Sa’di ve Ferruhi gibilerde keşfetsin kendini aşk
Onlarla görünsün güzellik ve aşk her bir yerde
Aşıklar okusun diye sevgili; aşk defterini sundu onlara.
5-
Aydınlattı o nur her tarafı, göründü alem onunla
Rengarenk parıltılar içinde attı şimşekleri dört bir yana
Ayrı bir isimden feyz alıp tılsım şeklinde görünür bize her biri
O nurdan çıkan parıltılar aydınlatır her bir cismin manasını
Çoğalma hakkında söylediklerim dayanmaz vehm ve taklide
Tevhid konusundaki sözlerime kalb şehadet etmede kesinlikle
Aşık ile maşuk bir olunca müncezip olur sıfatlar birbirine
İltifat edince biri diğerine birleşmek ister sıfatlar tümüyle
…
Varlık sayfamızda yazılanları iyice oku
Görürsün o zaman nasıl bir imlayım ben
…
Ne vakte kadar böyle gizli içeceksin badeyi
Ney ve tefle gel meclise mirim, bekçisi sensin bu gecenin
Dedim: Aşkın şarabından içmekteyim eskiden beri
Dedi: içip sarhoş olan sen değilsin sadece.
…
Bil ki, sevgilinin zülüflerinden daha siyahtır bahtın Mela!
Gelip gitmede sevgili her seher vakti, değilsin bunun farkında.
KAYNAKLAR:
-Abdulcebbar KAVAK / Melayê Cizîrî ve Tasavvufî Kürt Edebiyatının Gelişim Dönemi.
-Nurettin TURGAY, AHMED EL-BOTÎ EL-CIZÎRÎ VE DİVANINDA KUR’ÂN’A YAKLAŞIMI.
-Serdar Şengül, Melayê Cizîrî ve Diwan Okuma Geleneği.
-Şeyhmus Orkin, Hatip Erdoğmuş, Melayê Cızîrî Dîvânı’nda Âşık Tipi.
-M. Nesim DORU, MOLLA AHMED EL-CEZERÎ (MELAYÊ CİZÎRÎ)’NİN VARLIK DÜŞÜNCESİNDE İNSANIN ONTİK
DEĞERİ.
–Osman Tunç, Kent Yayınları, Molla Ahmed-İ Ceziri, Divan.