ŞEYH MAHMUD BERZENCİ

ŞEYH MAHMUD’UN MAHKEMESİ

“Sizinle savaşta idim, tarafınızdan yaralandım ve tutuklandım. Şu anda sizin hapishanenizde tutulmaktayım onun için bizler düşmanız. Sizler benim ve Kürt Halkının düşmanısınız. Şüphesiz bunun için sizden adalet beklemem ve adil davranmanızı istemem söz konusu değil. Onun için verceğiniz hükmü şimdiden kabul etmediğimi belirtmek isterim. Çünkü düşman düşmanı hakkında adil karar veremez.”

 

Cemal BABAN

Şeyh  Mahmud’un yaşamından kısa bir kesit:

Şeyh Mahmud, Şeyh Said’in oğlu olup atalarının bir bölümü şöyle sıralanmaktadır: Şeyh Muhammed, Haci Kak Ahmedê Şeyh, Haci Şeyh Marufê Nudi, Seyid Mustafa, Seyid Ahmed, Seyid Muhammed Kibrit-î Daha sonra Seyid İsa Berzenci, Seyid Baba Hemdani’ye yetişir.

Şeyh Mahmud Berzenci

Şeyh Mahmud 1881. yılında Süleymaniye’de doğmuştur. Şeyh Mahmud alim ve dindar bir aile ve çevrede hayata gözlerini açıp eğitimine bu çevrede başlamıştır. Arapça ve Farsça eğitimini tamamladıktan sonra diğer diller ve eğitim alanlarında da iyi bir eğitim almıştır.

Daha çocukluğunda Padişah Abdülhamit’in çağrısı üzerine babası ile birlikte İstanbul’a giderek Padişahın sarayına konuk olmuş, babası ile beraber burada bir süre yaşayarak oradaki yaşama kendisi tanık olmuştur. Döndükten sonra yavaş yavaş yetenekleri ve bilgisi ile nam salmaya, kendinden bahsettirmeye başlamış ve tüm bölgede ağırlığını hissettirmiştir. Şeyh Mahmud fikirleriyle olduğu gibi kısa bir sürede ailesinin yüksek dini ağırlığının sorumluluğunu üstlenme başarısını da gösterebilmiş, Kürdistan’da sözü geçen ve ağırlığı olan biri haline gelmiştir.[1]

İngilizler Irak ve Irak Kürdistanı’nı işgal ettiklerinde Süleymaniye’de Şeyh Mahmud’tan daha etkili ve yetkin biri yoktu. Orada tutunabilmek için onuIrak Kürdistan’ı Hükümdarı ilan ettiler. (01.11.1918)

Fakat çok geçmeden, özellikle Yarbay Soon bölgeye yetkili olarak atandıktan sonra aralarında çelişkiler baş gösterdi. Baziyan bölgesinde bir oldubittiyle çatışma başladı. Şeyh Mahmud bu çatışmalarda yaralı olarak (09. 06 1919) yakalandı ve özel İngiliz Askeri Mahkemesinde yargılanarak 25 Ağustos 1919 da idama mahkum edildi. Onu asmaya cesaret edemeyen İngilizler tutuklu olarak Hindistan’a götürüp orada sürgün olarak tuttular. Ancak ülkedeki karışıklıklar ve halkın ısrarlı talebi karşısında onu tekrar Süleymaniye’ye getirerek görevine iade etmek zorunda kaldılar.  Fakat bu sefer de görevlerini hakkıyla yapmasına izin vermeyerek problemler çıkarmaya devam ettiler. Bunun üzerine Şeyh Mehmud savaşmaktan başka çaresi olmadığına karar vererek yurtsever Kürt güçlerini harekete geçirerek savaşmaya başlar. Şehrin bombalanmasını göze alamayan Büyük Şeyh, Süleymaniye’yi terk ederek Penciwîn’e doğru çekilerek oradan savaşı idame ettirmiştir. Buna rağmen 4. Mart 1923’de kent ve bölge yoğun bir bombardımana tabii tutulmuştur. Daha sonra İran’ın Piran bölgesine çekilen Şeyh, İngiliz temsilcileriyle yoğun bir görüşme trafiği yaşar. Özellikle Irak’ta hükümet kurulması sürecinde hem sık sık görüşmeler yapılmakta hem de zaman zaman çatışmalar yaşanmaktadır. (Berderkê ve Süleymaniye çatışmaları 7 Eylül 1930) Avbırkê çatışmaları  (Şubat 1931) Zor koşullardaki bu savaşı daha fazla sürdürmenin bir sonuç getirmeyeceğini fark eden Şeyh Mahmud,  çaresizce bu savaşı bitirmeye karar verir ve Süleymaniye’ye dönerek Irak hükümetine teslim olur. Irak hükümeti onu 13 Mayıs 1931 de önce Semawa, daha sonra Nasıriye’ye  daha sonra da 1933’te Bağdat’a sürgün eder. Orada büyük bir saygı görerek ikamet eder.

Mayıs 1941’de Reşid Eli Geylani’nin başa gelmesiyle isteyerek memleketi Baziyan’ın Darêkelê köyüne gider orada hastalanıp Bağdat’taki Hidri hastanesine yatırılır. Uzun ve mücadelelerle geçen ömrünün sonuna gelerek halkının gönlünde büyük bir yer edinmiş olarak hakkın rahmetine kavuşur. Biri Osmanlılar diğeri İngilizler tarafından olmak üzere iki defa idam kararı verilen bu değerli Kürt kahramanı öldüğünde tarih: 9 Ekim 1956 dir. Şeyh Mehmud’un cenazesi öylesine büyük bir kalabalıkla Süleymaniye’ye getirildi ki herkesin cenazesine omuz vererek ona karşı son görevini yerine getirmek istemesi üzerine izdiham nedeniyle az daha büyük olaylar oluyordu. Süleymaniye halkı onun  büyük dedesi Haci Kak Ehmed’in yanına Büyük Camiiye  Kürtlerin  hala sıklıkla ziyaret ettiği kabrine sevgi gösterileri altında defnetti.

Büyük Şeyh’ın kısa yaşam öyküsünü yukarıda aktarmaya çalıştık. Burada Kürdistan’ın o günkü koşullarının da göz önüne alınması gerektiğine inanıyoruz. Şeyh Mahmud’un mahkeme sürecinin anlaşılabilmesi dönemin kavranmasıyla mümkün olabilir.[2]

Kürdistan, bu günkü Irak ve o dönem Osmanlı devletinin denetiminde idi. ‘Hasta Adam’ Osmanlı  siyaseti ve sorumsuz yöneticileri her türlü baskı ve zulümü bölge halklarına reva görmekte idiler. Özellikle 1. Dünya Savaşı dönemi her türlü sıkıntı ile beraber baskıların da yoğun olduğu bir dönemdir bölge halkları için. Eğer bir örnek vermek gerekirse; örneğin o dönem Süleymaniye bölgesinde ve diğer bazı yerlerde, insanlar biri birini yemekte idi dense yeridir. Ve henüz savaş sona ermemişti. Osmanlı egemenliğindeki topraklara göz koyan galip devletler yavaş yavaş bu ülkeleri işgal etmeye başladılar. Anadolu’da Mustafa Kemal hareketi başlayıncaya kadar bu devletlere karşı hiçbir hareket oluşturulabilmiş değildi. Işte o zaman İngilizler Basra’dan başlayarak, Bağdat. Musul, Süleymaniye ve giderek bütün Irak’ı işgal ederek kesin bir denetim sağladılar. Özellilkle stratejik değeri olan bölgeler ile petrol yataklarının yoğun olarak bulunduğu Musul çok ciddi bir biçimde kontrol altına alındı.

Osmanlıların boşaltmaya başlaması ile beraber, daha önce de bahsedildiği gibi bölgenin en yetkin insanı olan Şeyh Mahmud Berzenci, Süleymaniye’nin denetimi ve yönetimini ele aldı. Galip devletlerin girdikleri yerlerde yaptıkları en önemli propaganda Wilson prensiplerinin gereği olarak dünyanın tüm mazlum halklarına kendi kaderlerine kendilerinin hükmedeceği vaadi idi. Bu vaatler İngilizlerin girdikleri yerlerde herhangi bir direniş gösterilmemesine, hatta bazı yerlerde sevinçle karşılanmalarına yol açtı.[3]

Şeyh Mahmud’un konumunu bilen İngilizler de onu Süleymaniye ve çevresinde kral ilan ederek konumunu resmen kabul ettiler. Fakat iyi niyetli ve devletlerarası ilişkilerde tecrübesiz Şeyh, bu devletlerin yalan ve dalavereye dayalı yöntemleri ile karşılaşınca büyük bir şaşkınlık geçirdi. Doğal olarak kısa süre içerisinde ilişkileri de bozuldu. Özellikle Major Soon’un Süleymaniye’ye gelmesi ile bu ilişkiler daha da kötüye gitti. Temsilci olarak Süleymaniye’ye getirilen Soon; gelir gelmez tüm kurum ve kuruluşlarla Şeyh Mehmud’un yetkileri ile yönetim tarzına müdahalelerde bulunmaya başladı.[4] Bölge halkı Şêx Mahmud’u sadece bir kral olarak değil daha çok Büyük Şeyh, Kak Ehmed’in torunu olarak sevilen ve saygı duyulan dini bir lider olarak görüyordu. Çünkü O Allah korkusu olan, dünyevi hırslardan uzak, ibadi bir insan, halkını seven iyi bir Kürt yurtseveri idi. Şeyh siyasetin gerektirdiği, öngörülerden, hile ve dolaplardan bihaber, siyasi hırslardan uzak bir insandı. Doğal olarak siyaseten oynanan oyunları kavrayıp ona uygun manevraları yapma yeteneğinden yoksundu. İşte bu koşullarda İngilizlerin petrol yatağı Musul’u ele geçirmek için Mustafa Kemal’le giriştiği siyasi manevraları anlayabilmesi de beklenemezdi. Bu sırada Türkiye Kürtleri üzerine oynanan oyunların kavranıp boşa çıkarılması da elbette beklenemezdi.

İngilizler 1925 yılında Araplarla anlaşarak 1. Faysal’ı Irak yönetimine getirdikten sonra Şeyh Mahmud’u Kürtlerin taleplerinden vazgeçirmeye çalıştılar. İngilizlerle Araplar arasındaki ilişkilerde Süleymaniye ve Kürt yönetimi siyasi bir termometre işlevi görmekte idi. Siyasi yetenek ve tecrübelerden yoksun Kürt yönetimi bu manevralarla baş etme yeteneğinden yoksun idi. Elbette ki İngilizlerin manevraları Irak’ın Arap halkının da çıkarlarını düşünmemekte idi, tıpkı Kürtlerin çıkarlarını ayaklar altına aldığı gibi. Dolayısı ile Kürdistan’ın Irak’ın bir vilayeti haline getirilmesi çabalarına ancak savaşarak direnmeye çalışmıştır. Uluslararası siyasette bunun kendi devletine sahip olabilmek için yeterli olmadığı da bilinen bir gerçektir.

Şeyh; 25 Mayıs 1919’da Süleymaniye’ deki İngiliz askeri birliklerinin tümünü kuşatarak hepsini hiç birisinin burnu bile kanamadan tutuklayıp hapsetti. Tüm bu olaylar esnasında tutuklulara hizmette kusur edilmedi. Major Soon bu olaylardan bir iki gün sonra kendini Kerkük’e atabildi. Kuşkusuz İngilizler bu işin peşini kolay bırakmayacaklardı. Musul, Erbil ve Kerkük’te bulunan güçlerini hemen Süleymaniye’ye doğru harekete geçirdiler. Bunun üzerine Şeyh, dağınık durumdaki Kürt güçlerini toplayarak kendisi de bizzat başlarında Baziyan mıntıkasında mevzilenerek siperler kazmaya girişirler. Şeyh İngilizlerin başka bir yerden ve yürüyerek bölgeyi aşabileceklerine ihtimal vermiyordu. Çatışarak da bu mevzileri geçmenin kolay olmadığını da biliyordu.

Fakat Mamosta  Refik Hilmi’nin de buyurduğu gibi:

Şeyh Mahmut’la aralarında soğukluk ve çelişki olan Hemavend Beyzadeleri’nden Müşir Heme Silêman rehberliğindeki İngiliz birliğini kimsenin aklına gelmeyen dağ yollarından, Derbend tarafından geçirerek ulaştırdı. Şeyh Mahmud’un beklediğinin aksi yönde ve sabah erken saatlerinde büyük bir askeri birlikle karşılaşan Şeyh Mahmud’un; büyük askeri güç ve kalabalık topçu birliğinin ateşi ve uçakların bombardımanı karşısında Kürt savaşçılarının yapabileceği fazla bir şey yoktu. Bu koşullarda Kürt savaşçıları ile eşitsiz İngiliz askeri güçleri arasında çok kanlı çatışmalar oldu. Kürt halkının kahramanları cesaretle savaşıyordu. Birçok komutanını kaybeden Kürt güçleri çaresizlik içinde geri çekilmeye çalışırken Şeyh yaralanarak bir kayanın arkasına sığınmış halde Yine Müşir Ağa’nın tanımasıyla İngiliz askerlerinin eline düştü. Ingilizler Şeyh Mehmud’u büyük bir askeri konvoy eşliğinde askeri bir araçla Bağdat’a götürdüler.[5]

Bu savaş; 12 Mayıs 1919 günü başlayıp 22 Haziran 1919 a kadar sürdü.

Şeyh Mahmud’un Bağdat’ta tutuklu olarak yaraları tedavi edildi. Damadı Şeyh Mehemmedê Xeribi ile birlikte yaraları tedavi edilirken mahkeme gününü beklemekte idiler. Diğer taraftan da kendisi gibi esir arkadaşları; Qadır Efendi Qeredaxi, Ezet Topçi, Qaleyê Eyşe Xan, Reşid Cewdet, Reşidê Xefur, Edhem Efendi, Eli Awareyê Salih ile beraber yaralarının iyileşmesini beklemekte idiler.

O günkü Irak askeri hakimi Wilson şöyle aktarıyor: ‘Bağdat’taki hastanede kendisini ziyaret ettiğimde bana kendinden emin, ancak acılı insanların sesiyle şöyle haykırdığını unutmam mümkün değil. Dedi ki :

“Beni değil İngiliz Askeri mahkemesi, hiçbir mahkeme yargılama yetkisine sahip değil. Çünkü ben galip devletlerin (Müttefikler) kararı ile Kürt halkının hükümdarı olmuşum. İngiliz devletine karşı savaşım haklı bir dava olan Kürt ve Kürdistan halkının davasıdır. Bu aynı zamanda benim görevim di.”

Yine aynı Wilson devamla; ‘Şeyh Mahmud, Amerikan Başkanı Wilson’ un 1918 yılında yayınlanan 12 maddelik  (14 olmalı K.K.), halkların kendi kaderini kendilerinin belirleme hakkına sahip olduğunu da belirten beyannamenin İngilizce ve Fransızca tercümelerinin yer aldığı bir belgeyi yanında bulunan Kuran’ın içinden çıkararak bana gösterdi.’[6]

  Şeyh  Mahmud’un Yargılanması

Şeyh Mehmud ve damadı Şeyh Mehemedê Xerib için Bağdat’ta Sıkıyönetim mahkemesi  hükmüne sahip askeri bir mahkeme kuruldu. Bu mahkeme heyetinin tüm üyeleri İngiliz idi.

Şeyh aşağıdaki suçlamalarla itham edilmekte idi:

1- Büyük Britanya Devletine karşı silah kullanmak, kan dökülmesine ve büyük bir zarar verilmesine sebep olmak.

2- Britanya bayrağını indirmek ve yırtmak.

Şeyh Mahmud başından itibaren, bu mahkemenin tamamen İngiliz devletinin denetiminde olduğunu, düşman olarak kendisini yargılamaya muktedir olmadığını, dolayısı ile bu mahkemeye meşruiyet kazandırmamak için de kendisini savunacak bir avukata izin vermeyeceğini, kendisine bir suçlu muamelesi yapılmasına da izin vermeyeceğini belirmekte idi. Buna karşılık, İngilizlerin yaptıklarının haksızlık olduğunu, kendisinin Kürt halkının meşru temsilcisi olarak yapılan ve yapılmak istenen haksızlıklara karşı durmasının aynı zamanda görevi olduğunu, çatışmalarda ölenlerin sorumluluğunun da İngiliz askerlerinde olduğuna ve suçlanması gerekenin de onlar olduğuna inanmakta idi.

İngilizler, Çemçemal bölgesinin siyasi Komiseri Yüzbaşı Bond’un organize ettiği Süleymaniye çevresinin tanınmış simalarından oluşan bir heyeti zorlayarak mahkemeye getirmişlerdi.

Süleymaniye’nin bu tanınmış kişilerinin önüne pranga ve zincirlerle bağlı olarak çıkarılan Şeyh Mahmud; bu durumdan etkilenerek susacak değildi. Şöyle başladı konuşmasına:

“Halkımın büyük çoğunluğunun isteği üzerine; Kürt Halkı için Britanya devletinden özgürlük talebinde bulundum. Hükümetleri yaptığımız anlaşma gereği halkıma özgürlük bana da yöneticilik verilmiştir. Fakat bu anlaşmaya uyulmamıştır. Halkımın isteği ile yönetci olan ben yine halkımın isteği ile bu anlaşmaya uyulmasını istemek durumunda idim. Kürt Halkının özgürlüğü için, ya silahla ya da sözle.”

Ve şöyle devam etti:

“Sizinle savaşta idim, tarafınızdan yaralandım ve tutuklandım. Şu anda sizin hapishanenizde tutulmaktayım onun için bizler düşmanız. Sizler benim ve Kürt Halkının düşmanısınız. Şüphesiz bunun için sizden adalet beklemem ve adil davranmanızı istemem söz konusu değil. Onun için verceğiniz hükmü şimdiden kabul etmediğimi belirtmek isterim. Çünkü düşman düşmanı hakkında adil karar veremez.”

Şeyh Mahmud bu büyük ve önemli olaylardan, (yaralanmak ve esir düşmek) sonra da taleplerinden vazgeçmiyor, korku taşımıyor ve düşmana karşı geri adım atmıyordu. O kafesteki bir kaplan gibi kendini ve halkını savunmaya devam ederek kavgayı sürdürüyordu. Koşulları kendi aleyhinde gibi görmüyor, fedakarca ve yiğitçe halkının haklarının peşinde İngiliz Askeri Heyetini sıkıştırıyordu. Mahkeme onun için bir hesaplaşma alanı haline dönmüştü. Haklılığını ve halkının haklarını kolaylıkla mahkemenin önüne seriyor, onlara söyleyecek hiç bir şey bırakmıyordu. Ellerini ve ayaklarını bağlayan İngiliz zincirleri onu asla yıldırmadığı gibi zerrece gevşemesine de neden olmuyordu.

Bundan sonra üstüne başına çekidüzen vererek kendi aleyhine şahitlik etmek üzere mahkeme salonunda bulunan İngiliz görevlilerden Greenhous adlı kişiye dönerek “Bütün bu bokluk senin başının altından çıktı, alçak (bedbaxt)” diye haykırdı.

Greenhous, ona karşı ifade vererek devamla “Eziz Necip İngiliz alayını ele geçirerek beni vahşice fırlatıp aşağı attı” diye bitirdi.

Eziz Necip ise cevabında:

“Kürdistan Hükündar’ının emri ile hükümetimizin memur ve sorumlularını tayin etmekte idin. Bana verilen görevleri yerine getirirken bize sorun çıkarmakta olan bu alayı ele geçirdim hiç şüphesiz. Ancak Greenhous’a mümkün oldukça saygılı davranmakta idik. Kendisi ne yazık ki bir korkak olduğu için balkonundan atlayarak kaçmaya çalışınca incinmiştir. Kaçarken de hem bana hem de İngiliz hükümetine pis küfürler etmekte idi.”

Bu konu Şeyh  Mahmud’a sorulduğunda ise:

“Evet, İngiliz alayının ele geçirilmesini emrettim; Hükmetmekte ve siyaset etmekteki olumsuzluk ve bilgisizliğinizden dolayı İngiliz alayının ele geçirilmesini emrettim.”

İngiliz Askeri mahkemesi bu ağır hükmü, izleyiciler ve halk üzerinde caydırıcı etki yaratmak  için verirken iki temel konu üzerinde durmakta idi;

1- Britanya Imparatorluğunun gücü ve etkisinin pekiştirilmesi,

2- Şeyh Mahmud’u verilen kararla elde tutmak veya Irak dışına gönderilerek (sürgün) bunu da kendilerinin ‘hakkaniyet’ içinde hareket ettiklerini kanıtlamak, yapılan (kendileri tarafından) yanlışlıkların karşılığı olarak idam hükmünün yerine getirilmemesi, ya da farklı bir davranış içine girebilecek grupları vazgeçirmek için tutsakların bir koz olarak kullanılması.

Londra kararı 10 yıl hapis olarak değiştirdi. Daha sonra damadı; Şeyh Heme Xerib ile beraber Endaman adasına sürgüne gönderildiler.

Bu İngilizler ve İngiliz taraftarlarının öldürülen İngiliz askerlerinin sorumlusu olarak Şeyh Mahmud ve damadının cezalandırıldığı şeklindeki yoğun propagandanın boş bir söylenti olduğunun açık bir kanıtı olarak orta yerde durmaktadır. Binbaşı Greenhaos, Yüzbaşı Dougles, Yüzbaşı Holt, Yüzbaşı Rayt, Binbaşı Dafles, Skofeel, Yüzbaşı Bond ve birkaç askerin öldürüldüğü, Çemçemal Bölge Siyasi Komiseri Bond’un öldürüldüğü doğrudur. Ancak bunlar Irak’ta öldürülen askerlerin yalnızca bir bölümüdür. Değişik zamanlarda ve Irak’ın değişik yerlerinde birçok İngiliz askeri öldürülmüştür. Aşağıda öldürülen bu askerlerin bir bölümünün listesi var:

-Albay Bil, Musul bölgesi siyasi komiseri. Birakepır yakınlarında

-Yüzbaşı Woukır, Peerson, Barson, Weekly.  Zaxo’da

-Yüzbaşı Wekly, Yüzbaşı Makdonald. Amidiye’de

-Yüzbaşı Skot. Akre’de

-Yüzbaşı Luis, Binbaşı Shapırt, Roose. Mızori’de

-Albay Leechmon.

-Yüzbaşı Loyd. Baquba mahkeme başkanı.

-Yüzbaşı Rigly. Siyasi komiser yardımcısı. Yüzbaşı Bredfil, Newton. Miqdadiye’de

-Yüzbaşı Bukanan, John Baner

-Yüzbaşı Salmoon. Ibrahim Paşa ve Veysi Beg isyanı sırasında.

-Yüzbaşı Maan, Binbaşı Norbry. Kufe’de

-Yüzbaşı Bersoon. Goyiler tarafından öldürülenlerin bir kısmıdır.

Ataların söylemiş olduğu “Zorbalar yukarıya doğru tırmanırlar” sözü çok doğrudur. İngiliz Emperyalistleri gelip Kürdistan’ı işgal etmiş, Kürt Halkını boyunduruk altına almaya çalışmakta, buna karşı Şeyh Mahmud bu haksız uygulamaya karşı çıkmış ancak hiçbir gayesi olmamaktadır. Bu ne saçma bir suçlamadır. Kendi halkının haklarını savunmak için savaşan bu kahraman için İngilizler utanmazca şöyle demektedirler: Niçin bana karşı durmakta ve Britanya bayrağını indirmektesin? Acaba bu orman kanunları uygulayan bir gücün iddiası değil midir? Bu Şeyh Mahmud’un adam öldürmek iddiasıyla suçlanmasını gerektirecek bir durum mudur? Kendi evinde, kendi ülkesinde oturmakta olan bir adam ülkesini ve halkını savunmak için kendi hayatından vazgeçebiliyorsa, yurtseverlik uğruna mücadeleye giriyorsa bu insana “Sen bana karşı çıkıyorsun onun için suç işledin” denebilir mi? Bu kahraman Kürt önderini idama mahkum edip sonra da Hindistan’a sürgün ederek ‘Kürtlere merhamet ettik’ demenin insani bir davranış içerdiğini iddia etmenin doğruluğu var mıdır?

Şeyh Mahmud yargılama boyunca mahkemenin kendisine bir avukat tutması doğrultusundaki tüm telkinlerine rağmen böyle bir davranışa girmedi. Çünkü kendisini hiçbir zaman bir suçlu olarak görmedi. Avukat kabul etmenin suçluluğu kabul etmek anlamına geldiğini düşünmekte idi. Aksine, O İngilizleri suçlu olarak görmekte idi; çünkü onlar kendi ülkesini işgal etmişlerdi. Mazlum halklara hak ve hukuktan, onların bağımsızlığından, kendi kendilerini yönetmesinden bahsederek yalan söyleyen, karşı çıkanları, kendilerini yönetmek isteyenleri de zorla tutuklayıp sürgünlere gönderen bu ikiyüzlü yalancıları suçlamakta idi.

Şeyh Mahmud; askeri olarak yenilmesine, yaralı olarak esir düşmesine rağmen Askeri mahkeme karşısında asla korkuya kapılmadı, geri adım atmadı. Cesur ve kahramanca bir tutum takınarak onlara haklılığını anlatmaya çalıştı, onları Kürdistan’da bulunmaktan, ülkesini işgal etmekten dolayı suçladı. Askeri mahkemenin Şeyh aleyhine tanıklık etmek için getirttiği tanıkları şiddetle suçladı, onların tüm ölümlerden sorumlu olduğunu ve kendilerinin yalancı şahitler olduğunu söyleyerek söylediklerinin hukuki hiçbir değeri olmadığını, tamamen siyasi bir gösterinin bir parçası olduğunu belirterek hakarete varan azarlamalarda bulundu. Bu ‘tanıklardan’ Greenhaus’a mahkeme salonunda,

“Alçak adam bunların tümü senin ve arkadaşlarının adi oyunlarının sonucudur!”

diye bağırmıştır. O İngiliz işgal güçlerine karşı memnuniyetsizliğini dile getirmiş ve buna karşı silaha sarılmaktan başka bir yol bulamamış, görevlerini yerine getirmek için cesurca savaşmış bir kahraman olarak halkımızın gönlünde taht kurmuş bir öncüdür. Bu kahramanı minnet ve saygıyla anmak her kürdün görevidir.

Sorancadan çeviren: Köroğlu KARAASLAN

Not: Bu yazı, Avukat Cemal BABAN’ın; Tarihteki Bazı Büyük Davalar, adlı kitap sh.107-119. Bağdat 1981.

Kovara Bîr, Hejmar 2.

BERNAMEGEH

UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!

AYRICA BAKIN

Alev Koral Kimdir Hayatı

Sinema ve tiyatro oyuncusu ve seslendirme sanatçısı Alev Koral ya da kimlik adıyla Hatice Alev …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!