Seyit Rıza ya da Kırmancki’deki adıyla Sey Rıza’nın kesin doğum tarihi bilinmemekle birlikte 1863 yılında Pulur Lirtik Köyü’nde doğdu, 15 Kasım 1937 yılında Xarput’ta altı Dersim ileri geleniyle beraber idam edildi.
75 yaşında olan ve yaşı küçültülerek idam edilen Seyit Rıza’yla beraber 58 kişi Elazığ’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı.
Dersim ileri gelenleri “isyana teşvik” suçundan yargılanır, Seyit Rıza ile beraber 6 kişi idam cezasına çarptırılır. Diğer sanıklarsa ömür boyu hapis cezalarına çarptırılır.
Dersim İsyanı’nın ardından barış görüşmeleri yapmak üzere Erzincan’a çağrılan Rıza, yolculuğu sırasında 72 taraftarı ile birlikte tutuklanmıştır.
Seyit Rıza’nın idamı, hükmü düzenlemekle görevli İhsan Sabri Çağlayangil‘in anılarında şöyle aktarılmıştı:
“Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. ‘Asacaksınız’ dedi ve bana döndü: ‘Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?’ Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. ‘Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz’ dedi.
“Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. ‘Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi…
SEYİT RIZA’NIN İNGİLİZLERE GÖNDERDİĞİ MEKTUB (21 Eylül 1937)
1925 Şeyh Said isyanından sonra, 1 Temmuz 1925′ten başlayarak 7.800 Kürt ailesi sürgüne gönderildi. Yaklaşık iki yıl sonra Bilhamdun’da kurulan birleşik Kürt örgütü Xoybun’un yönettiği Ağrı Ayaklanması’nın sonuçları ve akabinde 7 Eylül 1930′da Ağrı Kürt Cumhuriyeti’nin çöküşü Kürtlere karşı büyük bir saldırı getirdi.
Henüz sayısı bile tespit edilmemiş kadar insan yerinden edilerek zorunlu göçe tabi tutuldu ve onbinlercesi öldürüldü. Ağustos 1934′te Kenan Paşa tarafından bombalanan ve 1935′te Elazığ’da ‘ders olsun’ diye asılanlar, Doğu Vilayetleri Sivil Müfettişi Abidin Özmen’in Kürtsüzleştirme Politikası gereği sürgün edilen Kürtler, büyük bir patlamanın habercisiydiler.
25 Aralık 1935′te çıkarılan 2884 sayılı Tunceli Vilayeti İdaresi Hakkında Kanun ile bölgede uygulanan baskıcı yönetim ve General Hüseyin Abdullah Alpdoğan yönetiminde Dersim’de kurulmaya çalışılan garnizonaların tetiklediği Dersim İsyanı, 1937 ilkbaharında Kürtler için yeni bir süreç başlatıyordu. ‘Halkın ulusal haklarına saygılı mahalli bir yönetim’ isteğiyle ortaya çıkan ve çok sonraları bastırılması soykırım olarak kabul görecek olan Dersim İsyanı’nın lideri Seyit Rıza, bu dönemde Avrupa ülkelerinin Dışişleri Bakanlıklarına bir mektup yazarak dikkati bölgeye çekmek ve onlardan yardım almak istiyordu; fakat acıdır ki mektubun muhatapları olayı görmezden gelecekti.
Türk Hükümeti’nin sansür kararı gereği isyanla ilgili gazete haberlerinin dahi bulunmadığı Dersim İsyanı’nın manifestosu kabul edilebilecek bu mektup, 21 Eylül 1937′de İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na (Foreign Office) ulaşıyor. FO37120864 koduyla arşivlenen bu mektuba cevap olarak İngiltere, mektubun bir kopyasını Türk Hükümeti’ne gönderir ve olayı desteklemediğini diplomatik bir biçimde bildirir.
Seyit Rıza, isyanın manifestosu kabul edilebilecek bu mektubunda nüfusu 3 milyon olan Kürtlerin (1935 yılında yapılan nüfus sayımına göre Türkiye’nin toplam nüfusu 16.158.018′dir) barış içerisinde özgür yaşamak ve kültürlerini korumak istediğini belirtmektedir. Dahası, Alevi-Sunni herhangi bir ayırım yapmadan bütün Kürtlerin birliğine dikkat çekiyor ve Dersim İsyanı’nın, Ağrı, Zilan ve Beyazıt isyanlarından farksız olduğunu, Kürtlerin kendilerini savunmak uğruna silaha sarıldıklarını belirtiyor.
Türk ordusuna karşı çatışmalarda üstünlük sağlayan Seyit Rıza, Kürdistan sözcüğünü kullanıyor ve bu başarının intikamının tüm ülkede Kürtlere uygulanan işkencelerle alınmaya çalışıldığını söylüyor. Nitekim isyanın bastırılmasında 6. ve 7. Türk Kolorduları, Diyarbakır, Urfa, Siirt, Elazığ ve Kürdistan’ın Adana’ya kadar olan bölümüne el koymuştu.
Bu, isyanın Kürtlerin tümü açısından önemli olduğunu ve Kürdistan’ın Dersim dışında kalan noktalarında da karşılık bulduğunun açık bir göstergesidir. Seyit Rıza’nın dikkat çektiği bir başka noktaysa Kürtçe gazete ve yayınların yasaklılığı ve anadiliyle konuşanların işkence edilmesi. 1935′te kabul edilen Tunceli Kanunu ile Türkçe dışındaki tüm dillere konuşma, eğitim ve yayın yasağı getirilmişti.
Mustafa Kemal ile Seyit Rıza Arasındaki Görüşme
Seyit Rıza idam edilmeden önce Mustafa Kemal Atatürk ile Elazığ Merkez Tren İstasyonu’nda görüştürüldü. Raporlara göre Atatürk, Rıza’dan af dilemesini istemiş ve Dersim’ın türkleştirilmesi için işbirliğinde bulunma isteğini ifade etmiştir. Fakat kendisi bu teklifleri kabul etmemiştir.
Bunun yanında Seyit Rıza, Mustafa Kemal’e şu sözleri söylemiştir:
“Ben sizin hilelerinizi anlayamadım, onlarla başedemedim, bu yüzden görüşmek için geldim. Ölüme gidiyorum. Bu bana dert olsun, ama ben de size boyun eğmedim bu da size dert olsun”
O dönem düzenlenen belge şöyle:
“MAH Başkanlığına
-Hususi-
Ankara’dan alınan şifreli talimatname ile İhsan Sabri beyle görüşülüp ve İhsan beyin vereceği emir ve talimatnamelere harfiyen riayet edilmesi gerektiği, bunlarla ilgili raporunda süratle Başvekalet’e iletilmesi emredildi.
Bunun üzerine İhsan Sabri beyle görüşüldü. Bize hafta sonu Seyit Rıza ile alakalı mahkemenin toplanacağı ve karar verileceği ve idamların hafta sonuna yetiştirilmesi gerektiği ifade edildi. Yalnız en önemli nokta mahkeme kararını verdikten sonra Seyit Rıza ile Reisicumhurumuz’un biraraya getirileceğini, bunun çok çok gizli olması gerektiğini, bunun için lazım gelen tüm tedbirlerin büyük bir hassasiyetle yürütülmesi, ayrıca MAH bünyesinden Zazaca bilen en güvenilir görevlinin bu yolculuğa hazırlanması talimatını verdi.
SON SÖZÜM: AF İSTEMİYORUM
Seyit Rıza, “Ben sulh için cumhuriyet için çok şey yaptım. Silah toplamaya yardımcı oldum. Silahlar toplandı. Şu adamlar teslim edilecek dendi, teslim ettim. Her istediklerinde ‘bu son’ dediler. Sonra daha fazla şeyler istemeye başladılar. İstekleri hiç bitmedi. Ben bunu önceleri anlayamamıştım. Sonra çıkan Tunceli Kanunu’ndan iyice anladım. Emin oldum ki biz Dersimliler ne yaparsak yapalım bu sizi durdurmayacak. Sizin de başından beri planınız Dersim’i toptan yok etmek, ortadan kaldırmaktı. Bunu çok geç de olsa anladım. Ben yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim, af da istemiyorum, bu benim son sözlerim, başka da bir şey demeyeceğim” dedi.
SİZE BOYUN EĞMEDİM
Reisicumhur, sinirlenerek ayağa kalktı, eliyle Seyit Rıza’yı göstererek ‘götürün gereğini yapın’ emrini verdi. Seyit Rıza’nın koluna girip dışarı çıkarken birden durdu. Reisicumhur’a dönerek “Ben sizin hilelerinizi anlayamadım, onlarla başedemedim, bu yüzden görüşmek için geldim. Ölüme gidiyorum. Bu bana dert olsun, ama ben de size boyun eğmedim bu da size dert olsun” dedi. Reisicumhur eliyle işaret ederek ‘götürün’ dedi. Onu alarak kompartımandan çıktık. Araçlara geçtik. Trenden gelecek İhsan Sabri beyi bekledik. İhsan Sabri bey gelerek öndeki jeep’e geçti, hareket ettik. Bizler de peşlerinden giderek Buğday Meydanı’na geldik.
SANDALYESİNİ TEKMELEDİ
İdamlar bitmişti. Sıranın kendisine geldiğini bilen Seyit Rıza gitti. Oradaki Çingen çocuğu eliyle iterek uzaklaştırdı. Sandalyeye çıktı, çok gür bir sesle “Evlad-ı Kerbelayız, ayıptır, zulümdür, cinayettir” dedi. İpi boğazına geçirerek sandalyeyi tekmeledi. Bu kadar yaşlı adamın cesareti herkesi hayrete düşürdü. Sonuç olarak idamların hepsi tamamlanmış oldu. 15 Kasım Pazartesi tüm gün asılı olarak halka teşhir edildi. 16 Kasım ise tüm cesetler Elazığ içinde dolaştırılarak halka teşhir edildi.
CESETLER GAZLA YAKILDI
İhsan Sabri bey saat 12.00’da valiliğe toplantıya çağırdı. 12’de valilikte Şefik bey, Elazığ Emniyet Müdürü İbrahim bey oradaydılar. İhsan Sabri bey bizlere, “Seyit Rıza’nın alelacele vakti idam edilmesi efkarı umumiyede merak hasıl olacağı muhakkaktır. Bizim devlet olarak Ankara’nın da talimatıyla herkese Seyit Rıza’nın Reisicumhur Elazığ’a gelmeden önce idam edilmesi mecburiydi. Çünkü Reisicumhur’un, Seyit Rıza’yı affetmesi ihtimali mevcuttu. Ayrıca cesetlerin yakılarak gizli bir yere azami gizlilik kurallarına riayet edilerek gömülmesi sağlanacak, bu görevide MAH bünyesindeki arkadaşlar gerçekleştirecek” diyerek toplantının bittiğini söyledi. Cesetler alınarak boş bir araziye gaz dökülerek yakıldı. Kalan kırıntılar da çuvallara konularak Elazığ Merkez Tren İstasyonu ile Yolçatı Tren İstasyonu arasında çukur kazılarak defnedildi. Gömülen yerin haritası ve tutanakları, trendeki konuşmalar, ses kaydı ile birlikte harita ile, İhsan Sabri beye teslim edildi. İş bu rapor iki nüsha hazırlanmış, 1. Nüshası Başvekalet, bir nüshası İhsan Sabri beye teslim edilmiştir.
Dönemin gazetelerinden TAN gazetesi, yaptıkları haberlerde Seyit Rıza ve arkadaşlarına ”Sergerde (elebaşı) ve ”Çapulcu” sıfatlarını kullanmıştı.
SEYİD RIZA’NIN ÇALINAN EŞYALARI
Dersim demek, Seyid Rıza demektir. Alişer, Zarife Hanım’dır, Mahkeme ifadesinde Seyid Rıza’nın, ”Dersim’ín yiğit kadınıdır. Bana ‘aman gitme, seni öldürürler, evimizi yıkarlar, bunlara itimad olunmaz, kaç kurtul’’ dediği Besê’dir.
Dersim direnişinin liderlerinden 80 yaşındaki Seyid Rıza, başı dik dar ağacına yürümüş celladına fırsat vermeden sandalyeye tekmeyi vurmuştur. Bu direniş karşısında Türk devletinin temel karakteristik özelliği devreye girer ve Seyid Rıza’yı küçük düşürmek, onurunu zedelemek için yalanlar üretir, manipülasyona başvurur. Amaçları hakikati örtmek, Seyid Rıza’yı feodal bir ağa olarak göstermektir.
Ancak tüm bu çabalara rağmen “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun’ diyerek tarihe not düşen Seyid Rıza, ardıllarına da bu sözüyle ilham kaynağı olur.
Tüm bu zamanlar boyunca Seyid Rıza’nın bilinenler kadar bilinmeyen yönleri de hep merak konusu olmuştur. Dersim Soykırımı sonrasında dönemin yazılı basınını incelediğimizde Seyid Rıza’nın kişiliği, yaşamı ve bilgeliği hakkında yeni bilgilere ulaşmak mümkün.
Son yıllarda Seyid Rıza ve Dersim direnişi hakkında çok sayıda belge ortaya çıktı. Ancak şu ana kadar Seyid Rıza’nın evinde el konulan eşyaları konusu pek gündeme gelmedi. Dönemin Türk basınını incelediğimizde konuyu etraflıca ele aldığını görüyoruz.
Üzerinden onca yıl geçmesine rağmen halen yüzleşilmeyen Dersim Soykırımı’nın sembol ismi Seyid Rıza’nın kişisel eşyaları, ailesine halen teslim edilmedi. Bu eşyalara dair dönem gazetelerinin ve anlatılarının ışığında varılan ipuçları ise Seyid Rıza’nın kişiliği ve yaşamına dair bize önemli bilgiler barındırıyor.
Ulus Gazetesi’nin ‘hokkabazlığı’
Seyid Rıza’nın idamından önce evinde ve üzerinde el konulan eşyalarına dair bilgilerin yer aldığı haberlerden biri, Ulus gazetesinde 7 Kasım 1937’de (Sonteşrin 7 Pazar 1937) “Bir hokkabazlığın hikayesi” başlığıyla yayımlanıyor.
Seyid Rıza’nın “çadırında”, Mart 1937’de “Haçlar ve Ermenice kitaplar” bulunduğu belirtilen haberde şu ifadeler de yer alıyor: “Sergerde Seyid Rıza’nın çadırında neler bulunabileceğini tahmin edersiniz? Bir Kuran, hadis, ayet, enâmı şerif, muhammediye, siyerinebi, üfürükçü keşkülü, mavi boncuklar, içinde hayat iksiri bulunan renkli bir desti, bütün günahların yok olduğu Ekberin meslahı ve saire saire…”
Eşyalara dair anlatı, bununla sınırlı kalmıyordu: Ele geçirildiği söylenen Ermenice İnciller, haçlar ve kitaplar Ankara Emniyet Müdürlüğünde “suç unsuru” olarak teşhir edildikten sonra gazeteler, “İşte din hokkabazı!” gibi başlıklarla propaganda çalışmasını üstlenecekti.
Seyid Rıza’nın Almanca lügatı
Bu sırada gazeteler, çelişkili bilgiler de veriyordu. Örneğin Ulus gazetesinin 13 Eylül 1937 tarihli haberine göre eşyalar, Seyid Rıza’nın çadırında değil soykırım harekâtının hemen başında evinde “ele geçirilmişti.” Habere göre Seyid Rıza, Ağdat’taki evinin bombalanması ardından terk etmek zorunda kalmış, ardından evde yapılan aramalarda eşyalara el konulmuştu.
Bu haberde özellikle dikkat çeken ifadelerde ise şu bilgilere yer veriliyordu: “Fakat hayali en geniş olanlar bile [şaşacaktır:] şu din hokkabazı Seyid Rıza’nın çadırında Ermenice kitap, Almanca lügat, çeşid çeşid, boy boy, renk renk istavroz, üzerinde Ermenice yazılar olan taçlar, içinde İsa’nın baş parmağının kemiği olan eizzei nasardan birine aid bir kutu, diş tedavisi için bir kerpeten bulundu.” denilmiştir.
Eşyalar neden verilmiyor?
Seyid Rıza’nın torunu Seyid Ali Polat, 2013 yılında önce TBMM Dilekçe Komisyonu’na başvurarak dedesinin eşyalarının teslim edilmesini talep etmişti. Sürgüne gönderilmeleri öncesinde devlet yetkililerinin babasını çağırdığını ve idam edilen dedesinin eşyalarına karşılık dönemin parasıyla bin 500 Türk Lirası talep ettiğini ifade eden Polat, 1948’de sürgünden dönmeleri ardından ise tekrar çağrıldıklarını ve bu kez de 99 Türk Lirası vermeleri karşılığında eşyaların teslim edileceğinin söylendiğini anlatmıştı.
Meclis’ten talebine bir yanıt gelmeyince dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e başvuran Polat, büyük dedesinin mezar yerine dair bilgiler ile devlet envanterine geçirilen kürkü, köstekli altın saati ve tesbihi gibi özel eşyalarının kendisine teslim edilmesini talep etmişti. Dilekçede şu ifadeler yer alıyordu: “Dersim’de idam edilen Seyid Rıza’nın torununun oğluyum. Büyük dedem asıldığı gün kendisine ait beş kalem değerli eşyası varmış. Bunlar, altın köstekli saat, kerbiye tesbihi, bir kürkü. Bunlar o dönemin parasıyla bin 500 Lira değerindeydi.”
Gül’e yazılan bu dilekçe de sonuçsuz kaldı. Seyid Rıza’nın mezarının ve eşyalarının nerede olduğu, devlet tarafından bir sır olarak saklanmaya devam ediliyor.
BERNAMEGEH
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!