”Bereket tanrısı Telepinu bir sabah kalktığında orağını bulamaz, çok öfkelenerek çekip gider. Toprağın bereketi kaçar, ekinler kavrulmaya başlar. Ne hayvanlar ne de insanlar gebe kalamamaktadır. Artık arpa, buğday yetişmez olur. Ağaçlar kurur, filizler çürür, kaynaklar kesilir, yaşamın kaynağı doğa çoraklaşır. Ülkeyi kıtlık sarar, i̇nsanlar, tanrılar açlıktan kıvranırlar. Tüm canlılarla birlikte tanrılar da aç kalır. Telepinu’nu babası baş tanrı Teşup bütün diğer tanrıları yardıma çağırır. Ancak bu kez hiç birinin çabası yeterli olmaz. Telepinu orağı olmadan geri dönmemeye kararlıdır.”
Donna Rosenberg
Canlılara bereket veren Telepinu, bir gün çılgın bir öfkeyle bağırdı. “Çok kızgınım! Kimse yanıma yaklaşmasın!” O kadar öfkeliydi ki sağ ayakkabısını sol ayağına, sol ayakkabısını sağ ayağına giymeye çalıştı. Bu onun öfkesini daha da artırmıştı. Sonunda ayakkabılarını giydi ve gösterişli bir şekilde çıkıp gitti. Yanına olgunlaşan tohumları, bereketli rüzgârları ve tarlalarda, otlaklarda ve çayırlardaki verimli ürünleri aldı. Kırlara doğru gitti ve bir koru içinde gözlerden uzak bir çayıra geldi. Orada üzerinde bir bitkinlik hissederek uyuyakaldı.
Telepinu’nun öfkesi tüm doğayı üzmüştü. Sis kırların üzerinde girdap gibi dönüyor, evlerin pencerelerini kaplıyordu. İnsanların evlerini duman doldurdu. Kütükler ocaklarda için için yanıyor ve alev almıyordu. Ağıllardaki koyunlar ve ahırlardaki sığırlar birbirlerini bilmezlikten geldiler. Kuzular, danalar bile anneleri tarafından hiçe sayılıyorlardı. Sığırlar, koyunlar ve insanlar artık gebe kalmıyorlardı. Hamile olanlar bile yeni bir cana hayat veremediler.
Tarlalarda artık darı, buğday ve arpa yetişmiyordu. Bütün bitkiler kurudu ve öldü. Nem olmadığı için dağlar tepeler kuraklaştı. Ağaçlar da kurudular ve taze filiz vermediler. Çayırlar kavruldu ve kaynaklar buhar olup uçtu. Ülkede kıtlık ortaya çıktı; hem insanlar hem de tanrılar açlıktan öleceklerinden korkmaya başladılar.
Fırtınalar tanrısı Taru, tanrılara bir göz gezdirdi ve oğlunu merak etti. “Telepinu burada değil” diye bağırdı, “öfkelendi ve bereketli her şeyi yanında götürdü.” Büyük tanrılar ve küçük tanrılar Telepinu’yu aramaya başladılar. Tepelerde ve geniş vadilerde oradan oraya dolaştılar. Gölleri ve ırmakları geçtiler. Ancak onu bulamadılar. Sonra Güneş Tanrısı “Git Telepinu’yu ara! Bütün yüksek dağları araştır! Derin vadilere bak! Denizin mavi dalgalarını araştır!” diyerek hızlı kartalı gönderdi.
Kartal çok uzakları ve çok geniş bir alanı araştırdı, fakat Telepinu’yu bulamadı. En sonunda güneş tanrısına döndü ve “Telepinu’yu aradım. Yüksek dağların üzerine süzülerek yüksel dim, derin vadilerin içine daldım ve denizin mavi dalgalarının üzerinden adeta sıyırırcasma geçtim. Yüce tanrı Telepinu’nun izini bulamadım!” dedi. Fırtınalar tanrısı kaygılandı ve öfkelendi. Babasının yanına gitti ve “Benim oğlumu kim gücendirdi ki, tohumlar kurudu ve her şey soldu” dedi. Babası şöyle yanıt verdi: “Onu kızdıran senden başkası değil, sorumlu da sensin!” Taru karşılık verdi: “Yanılıyorsun! Ben sorumlu değilim.” Bunun üzerine babası: “Konuyla ilgileneceğim. Eğer suçlu olduğunu öğrenirsem seni öldürürüm. Şimdi git Telepinu’yu bul!” dedi.
Sonra Taru, ana tanrıça Nintu’nun yanına yaklaştı ve “Telepinu öylesine kızdı ki bütün tohumlar Öldü ve her şey kurudu. Babam, bunun benim hatam olduğunu söylüyor, bu konuyla ilgilenmemi istiyor ve beni öldürecek. Neler oldu? Ne yapacağız? Eğer Telepinu yakında bulunamazsa hepimiz açlıktan öleceğiz” dedi. Nintu yanıt verdi: “Sakin ol ve sakın korkma, eğer senin hatansa ben düzeltirim. Eğer hata senin değilse, yine düzelteceğim. Bu arada sen Telepinu’yu bul. Senin rüzgârların çok uzaklara ve geniş alanlara yolculuk edebilir.”
Böylece Taru, Telepinu’yu aramaya başladı. Oğlunun kentine gitti ve evinin kapısını çaldı. Fakat kimse yanıt vermedi ve kapı açılmadı. Sonra sinirlendi ve Telepinu’nun evine zorla girdi. Fakat oğlunu yine de bulamadı. Aramaktan vazgeçti ve Nintu’ya geri döndü. “Onu evde bulamadım” dedi. “Başka nerelere bakabilirim?” Nintu yanıtladı: “Sakinleş. Ben onu sana getireceğim. Bana arıyı getir, onu eğiteceğim ve Telepinu’yu arayacak.” Taru, Nintu’nun isteğini yaptı ve biraz sonra arıyla birlikte geri geldi. Nintu ona şöyle dedi: “Küçük arı, git ve Telepinu’yu ara.
Onu bulduğunda ellerini ve ayaklarını sok. Ayaklarının üzerinde sıçrayana dek sok onu! Sonra balmumundan biraz al ve gözleriyle ayaklarını sar. Onu arındır ve huzuruma getir!”
Taru, Nintu’yu küçük arıyla görünce, “Büyük tannlar, küçük tanrılar Telepinu’yu aradılar ve bulamadılar. Nasıl küçük
bir arının bu işi bizden daha iyi yapabileceğini düşünüyorsun” dedi. “Kanatları çok küçük ve zayıf, kendisi de son derece küçük ve zayıf bir yaratık. Tanrıların başaramadığı bir işi nasıl becerecek?” Nintu yanıt verdi: “Taru, kuşkularına karşın an Telepinu’ yu bulacak. Sadece sabırla bekle ve gör!” Arı kentten aynldı ve her yerde Telepinu’yu aradı. Akın-tılı nehirleri ve uğultulu kaynaklan araştırdı. Sıra sıra tepeleri, engebeli dağlan, kurak düzlükleri ve yaprakları olmayan ağaçlıklan dolaştı. Çok uzun süren yolculuk, gerçekten büyük bir gayretti ve an uçarken gövdesindeki bal ve balmumunu tüketmeye başladı.
Sonunda Telepinu’yu ağaçların arasında bir çayırda uzanmış uyur bir halde buldu. Ellerini ve ayaklarım soktu ve sonunda Telepinu’yu derin uykusundan uyandırdı. Telepinu ayağa kalkar kalkmaz, gözlerine ve ayaklarına bir parça balmumu sürdü. Onu arındırdıktan sonra çayırda uyuyarak ne yaptığını sordu. Telepinu kızgın bir şekilde yanıt verdi: “Sadece çok Öfkelendim ve yürüyüp uzaklaştım. Beni uykumdan uyandırmaya nasıl cesaret edersin! Bu kadar kızgınken beni nasıl seninle konuşmaya zorlarsın!”
Telepinu daha da öfkelenmişti. Azametle ayağa kalktı. Daha fazla zarara neden olmak için pınarlarda hâlâ fışkıran ne varsa önüne set çekti. Akan nehirleri kıyılarından taşırdı ve her yeri harap eden seller yarattı. Su şimdi evleri basıyor, kentleri yok ediyordu. Bu şekilde Telepinu koyunların, sığırların ve insanların ölümüne neden oldu.
Tanrılar dehşete düştüler ve “Telepinu neden bu kadar kızdı? Ne yapacağız? Ne yapacağız?” diye sordular.
Sonra ulu güneş tannsı, “Bırakın şifa ve sihir tanrıçası Telepinu’yu kutsal nağmelerle sakinleştirsin! Erkek bir insanoğlu
getirin. Telepinu’yu’arındırmak için büyüsünü kullansın” dedi. Şifa ve sihir tanrıçası şarkı söylemeye başladı: “Ey Telepinu! İşte sedir ağacının tatlı ve yatıştırıcı kokusu. Yoksun bırakıldıklarımız geri gelsin! işte seni arındırmak için özsu. İzin ver kalbini ve ruhunu güçlendirsin. İşte burada bir dan başağı du ruyor, bırak kalbini ve ruhunu cezbetsin. İşte susam da burada! İzin ver kalbini ve ruhunu yatıştırsın, rahat ettirsin. İşte incirler orada duruyor! İncirler nasıl tatlıysa bırak kalbin ve ruhun da öyle tatlı olsun. Zeytin nasıl içinde yağı ve üzüm de şarabı tutuyorsa, sen de kalbinde ve ruhunda krala karşı iyi duygulara sahip ol ve ona karşı nazik davran!” Telepinu tannçanın yanına müthiş bir Öfkeyle yaklaştı. O gelince, karanlık yeryüzü üzerinde ışıklar parlamaya ve şimşekler gürüldemeye başladı.
Şifa ve sihir tanrıçası şarkı söylemeyi sürdürdü. “Telepinu öfkeliyken kalbi ve ruhu tıpkı çalılar gibi yandı. Öyleyse öfkesi, hiddeti ve taşkınlığı kendilerini yakıp yok etsin! Tıpkı maltın kısır olması ve tohum olarak ve ekmek yapmak için kullanılamaması gibi onun kızgınlığı, öfkesi, hiddeti ve çılgınlığı da kısırlaşsın. Telepinu öfkeliyken kalbi ve ruhu ateş gibi yanıyordu, liu ateş nasıl söndüyse öfke, kızgınlık, hiddet ve çılgınlık da sönsün.” Sonunda “Ey Telepinu kızgınlığından, öfkenden, hiddetinden ve çılgınlığından vazgeç! Bir boru içindeki su nasıl yukarı akamazsa, senin Öfken, kızgınlığın, hiddetin ve çılgınlığın da geri dönmesin!”
Tannlar ağacın altındaki mecliste bir araya gelince erkek İnsan şöyle dedi: “Ey Telepinu, sen ağacı yaz sıcağında bırakınca ürünler hastalandı. Ey Telepinu öfken, kızgınlığın hiddetin ve çılgınlığın bitsin artık. Ey ağaç, baharda beyazlara bürünürsün, ama sonbaharda kıyafetin kan kırmızısı olur. Öküz altından geçtiğinde, tüylerine sürtünür ve yolarsın. Koyun altından geçtiğinde yününü yolarsın. Şimdi de Telepinu’nun öfkesini, kızgınlığını, hiddetini ve çılgınlığını yol! Fırtınalar tanrısı geldiğinde eğer korkulacak derecede kızgınsa, rahip ilerlemesini keser. Sütle pişirilen lapa taştığı zaman, kaşık daha fazla karıştırmaz ve durur. Benim sözlerim de Telepinu’nun öfke, kızgınlık, hiddet ve çılgınlığım durdursun!”
“Telepinu’nun öfkesinin, kızgınlığının, hiddet ve çılgınlığının uzaklaşıp gitmesini sağla!” diye dua etti adam. “Evi, pencereyi, avluyu, kapıyı, kapının ötesini ve kralın yolunu terk etmelerini sağla. Zenginleşen tarlalardan, bahçeden ve meyve bahçesinden ayrılıp çok uzaklara gitmelerini ve orada kalmalarını sağla.” Ve şöyle devam etti: “Onlann, Güneş tanrısının her gece öteki diyara gittiği yoldan gitmelerini sağla. Kapıcı yedi sürgüyü, kilidi ve öteki dünyanın kapılarını açtı. Metal kapaklı ve kulplu bronz sandıklan, karanlık yeryüzünün derinliklerinde duruyorlar. İçlerine giren hiçbir şey oradan çıkamaz, çünkü orada yok olurlar. Telepinu’nun öfkesinin, kızgınlığının, hiddet ve çılgınlığının bu sandıkların içine girmesini ve asla geri dönmemesini sağla!” Adam son olarak, “Telepinu’yu arındırdım, kötülüğü gövdesinden
dışarı attım, öfkesini, kızgınlığım, hiddetini ve çılgınlığını uzaklaştırdım” dedi.
Böylece Telepinu evine geri döndü ve ülkesiyle ilgilendi. Sis pencerelerden uzaklaştı, duman evleri terk etti, ocaklarda
ateş tekrar yanmaya başladı. Telepinu koyunlann ağıllara, sığırların ahırlara girmesini sağladı. Anneler çocuklarıyla, dişi koyunlar kuzularıyla ve inekler buzağılarıyla ilgilendiler ve onlara baktılar. Telepinu kral ve kraliçeyle ilgilendi ve ikisine de uzun bir yaşam ve güç verdi. Telepinu’nun önüne, üzerinde bir koyun postu asılı olan bir direk dikilmişti. Bu, bereketi simgeliyordu: Verimli tohumlar ve şaraplar, semiz sığırlar, koyunlar ve birbirini izleyen kuşaklar…
Bu post, meyvelerle dolu hafif rüzgârları ve yaşayan her şey için bolluğu ifade ediyordu.
Bernamegeh Türkçe
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!