Musa Anter, 1920 yılında Mardin’e bağlı Nusaybin ilçesinin Eskimağara köyünde Kürt bir ailenin çocuğu olarak doğdu. İlkokulu Mardin’de, ortaokul ve liseyi Adana’da okudu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Annesi Fesla Hanım, Türkiye’nin ilk kadın muhtarlarından biridir. 1944’te Abdurrahim Rahmi Zapsu’nun kızı Ayşe Hale ile evlendi. Cüneyt Zapsu’nun halası olan Sankt Georg Avusturya Lisesi mezunu Ayşe Hanım ile evliliğinden 1945’te büyük oğlu Anter, 1948’de kızı Rahşan ve 1950’de küçük oğlu Dicle dünyaya geldi.
Musa Anter İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi üçüncü sınıftan ayrıldı. Şark Postası ve Dicle Kaynağı’nda yazmaya başladı. Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte İleri Yurt gazetesini çıkaran Anter, yayımladığı Kürtçe şiiri “Qimil / Kımıl” sebebiyle 1959 yılında 49’lar Davası ile idamla yargılandı. 1963’te 23’ler davası ile tekrar cezaevine girdi. Mamak, Sultan Ahmet, Balmumcu, Seyrantepe ve Nusaybin cezaevlerinde yattı. 12 Eylül Darbesi’nde Kürtçülük propagandası yapmaktan tutuklandı. Yaşamı boyunca toplam 11,5 yıl hapis yattı.
Anter, 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’ın Seyrantepe mahallesinde uğradığı silahlı saldırıda sol bacağına iki, kalbi ve kafasına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Mezarı, Nusaybin ilçesine bağlı Akarsu Bucağı Eskimağara (Zivingê) köyündedir.
Bir süredir Bernamegeh platformunda geçmişte yapılmış ama kaybolmaya unutulmaya yüz tutmuş Türkçe ve Kürtçe tarihi röportajları yayınlıyoruz ki unutulmasın. Okuyacağınız röportaj Toplumsal Kurtuluş Dergisi’nin Musa Anter İle Yaptığı Röportajdır.
1917’den bugüne kadar dünyadaki tüm sömürge ulusları ancak ve ancak sosyalizm sayesinde kurtulmuşlar. Ekim devriminden bugüne kadar dünyada yüz devlet kurulmuşsa ezilen ve sömürüden kurtulan uluslardan bahsediyorum sosyalizm sayesindedir. Tek bir istisna var. O da israil. Bu gün de ABD emperyalistlerinin hegomonyasındadır. Haliyle ancak Türkiye’de sosyalizm ile, sosyalist iktidar işbaşına gelirse Kürtlerin insani haklarını elde edeceğine inanıyorum. Onun için o zamanın Kürt aydınlan TİP’te toplandılar. Her yerde ve defalarca söyledik, Kürtler Türkiye’yi bölmek istemiyorlar. Ancak beraber, insanca, kendi kimliğimizle yaşamak istiyoruz. Sağcıların ve onların ahmak bürokratlarının “Türkiye’de Kürt yoktur, Türkler dağlarda kara basınca kartkurt diye ses çıkardığı için dağdaki Türklere Kürt denilmiştir” ve benzeri gülünç laflarla Türkiye’de birlik ve beraberlik kurulamaz. “Kürt yoktur, Türkiye Türklerindir, Ne mutlu Türküm diyene” vb. şoven, mantıksız sözlerle bir yere varılamaz, işte 70 yıldır bu kafayla, bu laflarla gittik, buraya vardık.
—Sayın Anter, ülkemizdeki edebi görsel sanatların tarihsel gelişimini bize kısaca anlatır mısınız?
— Araplardan sonra ve zorla islamiyeti kabul eden ulus Kürtlerdir. Hicri 13. yılda Ömer zamanında Komutan Halid Bin Velid ile İbni Ğaneme devrinde yapılan baskılar sonucu İslamiyeti zorla kabul etmişler. İslamiyetken önce Kürtlerin dini Zerdüştlük ve Hıristiyanlıktı. O zamanlar Kürtlerin yaşadıkları topraklar birer kültür merkeziydi. Sanatta, bilimde büyük ilerlemeler kaydetmişlerdi. Resim, heykel ve tüm pozitif bilimler gelişmişti. Bunun somut kanıtı da bugün bina kalıntıları Nusaybin’de bulunan Maryakup’tur. Bu bina Miladi 4. yüzyılda altı fakülteli Maryakup Üniversitesi’ydi. Maryakup bu üniversitenin rektörü idi. Yardımcısı ise Mar Efrem’dı. Bu üniversitedeki fakülteler: Tıp. Felakiyet (Astronomi), Edebiyat, Teoloji, Felsefe ve daha sonra Haran Üniversitesi’nin yardımıyla Musiki; bugünkü adıyla konservatuar bölümleri bulunuyordu.
İslamiyette resim ve heykel yasak olduğu için bunlar yavaş yavaş geriledi, islamiyet devriyle el zanaatları gelişmeye başladı. O devirde paraların bir tarafında lailaheilellah, diğer tarafında prensin ya da prensesin figürleri olurdu.
Bölgede yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılan kabartmalarda bugünkü kıyafetlerden daha güzel giyinişli figürler görülmektedir. Yine bazı Kürt kilimlerinde muhtelif hayvan motifleri işlenmiştir. Bu motifler halen de işlenmektedir.
Ayrıca el zanaatları çok meşhurdu. 20. yüzyılın başına kadarki fabrikalar dünyaya hakim olmadan önce Kürdistan’ın tekstil, kuyumculuk odebağcılık (dericilik) ve mobilyacılığı tüm dünyada meşhurdu.
Üretilen ünlü kumaşlar, yapıldığı şehrin adını alırdı. Örneğin has ipekten yapılmış kumaşa Musili, Harbetli, Amedi (Diyarbekiri) Serti, Hamami. Hatta Araplar da bundan etkilenerek bir çeşit kumaşlarına Şami demişler. Kürt kumaşları dünya saraylarında aranılan bir kumaştı.
Dericilikte; Çüngüş, Mardin ve Bitlis’te yapılan kösele işleri Hindistan’dan Amerika’ya kadar gidiyordu. Kuyumculukda ise; Van’ın Sevatlı, Mardin’in Telkari kuyumculuğu bugün de antikacıların aradığı eserlerdir.
Birinci dünya emperyalist paylaşım savaşında Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesinde bulunan gayri müslim ve doğululara yapılan muamelelerden dolayı bu sanatlar gerileyerek dağıldı. Fransız Le Monde gazetesinin bir yazısında deniliyor ki: “Eğer Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Birinci Dünya Savaşı olmasaydı belki bu bölge dünyanın sayılı ülkeleri arasındaydı. “Evet öyle olacaktı ancak bu, sömürgecilerin ve emperyalistlerin işine yaramazdı.
— Doğu şiirini kısaca tanıtır mısınız?
Siz her halde bölgemizdeki Kürt şiirini soruyorsunuz. Aslında Kürdistan’da edebi eserlerden şiiri sormanız gerekirdi. Çünkü bugün Kürdistan parçalanmış bir ülkedir. Çok değerli ve halkın yetiştirdiği şairlerimiz bugün Suriye, İran, Irak ve Ermenistan’dadırlar. Biz bunlar arasında ayırım yapmıyoruz. Hepsine Kürt halkının yetiştirdiği şairler diyoruz.
Göçebe Oğuzlar yani Türkler Kürdistan’a geldikleri zaman Sultan Selçuk okur-yazar değilken mükemmel bir Kürt dili ve edebiyatı vardı. Bugün Güney Kürdistan’da Madye şehrinde çıkarılan tabletlerde çivi yazısıyla yazılmış Kürt şiir türleri dil bakımından bugünkü Türk edebiyatını aratmayacak kadar zengindi. Bilimin her sahasında; tarih, edebiyat, teoloji, tıp ve el zanaatlarında Kürt asıllı büyük dehalar vardır. Bunlardan: Mele Ahmede Ciziri, Ahmede Hane, Melaye Bota, Melaye Ertüsi, Avdulkadıre Koyı, Şeh Rızaye Talabani, Fekye Teyra, Hejar, 20.yüzyılın dev sosyalisti Mele Şeyhmuse Hısari, diğer genewin’un seki, fikir ve düşünşünce bakımından Nazım Hikmet’i, kapsam bakımında da Mevlana Celaleddini Rumi’yi andırır.
—Kürt aydınlarının Türkçe yazmalarını nasıl karşılıyorsunuz?
— Türkiye de faşizan idareler, Kürt dilinin varlığını kabul etmedikten gibi yazıya da bir çok ,ceza kanunu çıkarmışlar Arkadaşlarımız, ben de dahil, mecbur kalıyoruz: Kürtçe düşünüp Türkçe yazıyoruz. Ve zaten bu yüzden muvaffak olamıyoruz. Nedeni de Türkçe yazmamızdır. Hâlbuki Türk dili hem zayıf hem Altay Ural kökenli olduğu için Aryen Kökenli olan Kürt dilinin zıddıdır. Aryen dilleri çekimlidir. Asya’da Kürtçe Farsça ve Peştürce (Afganca) Avrupa’da ise Latince. Germence ve Islavca dillen bulunuyor. Ben bu gruptaki birkaç dili bildiğim halde Türkçe ile yazdığım zaman başarılı olamıyorum. Tabii bu dediklerimi kötüye yormayın. Türk dilini küçültüyor denilmesin, bir realiteyi dile getiriyorum. Kürt yazarların Türkçe yazmaları bundan kaynaklanıyor. Enternasyonalizme gelince, ezilen ulusun tüm insanlarını işbirlikçiler hariç, enternasyonalist görüyorum.
— TİP İçerisinde uzun süre yer almış bir Kürt olarak TIP’in Kürt sorununa bakışını anlatır mısınız?
— 1917’den bugüne kadar dünyadaki tüm sömürge ulusları ancak ve ancak sosyalizm sayesinde kurtulmuşlar. Ekim devriminden bugüne kadar dünyada yüz devlet kurulmuşsa ezilen ve sömürüden kurtulan uluslardan bahsediyorum sosyalizm sayesindedir. Tek bir istisna var. O da israil. Bu gün de ABD emperyalistlerinin hegomonyasındadır. Haliyle ancak Türkiye’de sosyalizm ile, sosyalist iktidar işbaşına gelirse Kürtlerin insani haklarım elde edeceğine inanıyorum. Onun için o zamanın Kürt aydınlan TİP’te toplandılar. Her yerde ve defalarca söyledik, Kürtler Türkiye’yi bölmek istemiyorlar. Ancak beraber, insanca, kendi kimliğimizle yaşamak istiyoruz. Sağcıların ve onların ahmak bürokratlarının “Türkiye’de Kürt yoktur, Türkler dağlarda kara basınca kartkurt diye ses çıkardığı için dağdaki Türklere Kürt denilmiştir” ve benzeri gülünç laflarla Türkiye’de birlik ve beraberlik kurulamaz. “Kürt yoktur, Türkiye Türklerindir, Ne mutlu Türküm diyene” vb. şoven, mantıksız sözlerle bir yere varılamaz, işte 70 yıldır bu kafayla, bu laflarla gittik, buraya vardık. Her gün televizyon ekranında içimizi kanatan şehit evlatlarımızın cesetleriyle ve yine Türk bayrağına sarılmış, bandolu, içimizi kanatan merasimlere vardık.
Bu kafa ve laflar Doğu ve Güneydoğu halkını öyle bir rendeye getirmiş ki halkta “biz” ve “onlar” imajım yaratmıştır. Tıpkı israil’deki Filistin gibi herhangi bir olayda halk soruyor: “Bizden kaç kişi vuruldu?” “Onlardan kaç kişi vuruldu?” Bu olayların sebebi bugünkü çarpık iktidardır. Bir ulusu, kendi ulusundan gayrı görmüşse, hesabını iş başındakiler yapsın…
– Bugün bölgenizde verilen silahlı mücadeleyi nasıl değerlediriyorsunuz?
– Hukuk ve insani kurallar susturulunca silahlar konuşuyor. Şöyleki; Türkiye’de birçok insani hakkımız yoktur. Ve eğer ben bunları size söylüyorsam bu yaşta bile her şeyi, tüm belaları bilerek söylüyorum. Bizim Türk Dış işleri Bakanı ve daha büyükleri bile televizyona çıkıp Bulgaristan’daki asi milasyondan bahseder. Kınar, yerer; basın aynı şakşakçılığı yapıyor zaten. Peki Bulgar ne yapar: “Türk yok” der, adlarını değiştirir seyahat haklarını kısıtlar, etnik haklarını kabul etmez Türkiye ne yapıyor? Bunların en katmerlisini yapıyor. Tüm köy ve kasaba adlarını deştirdi. İllerimizn de başlarına gülünç unvan getirerek, harf değişikliği yaparak Diyarbekir’e Dıyarbakır Elaziz’e Alazığ , Antep’e gazi Urfa’ya “Şanlı” diyerek dejenere ediyor. Sanki İzmir, İstanbul, Edirne, Bursa, Şanlı değil de zararlı illerdir. Arkadaş kime yutturuyorsun? Eğer Urfa o kadar şanlı ise bir-iki fabrika kur. Kültür ocakları aç, öbürlerin de öyle. Kürt adlarını koymazsın çocuklarına, çünkü Türk gelenek ve göreneklerine aykırıdır. Şimdi, insafla düşünelim, kenardan köşeden bir Kürt gençliği yetişmiştir. Köroğlu’nun bir türküsünde olduğu gibi bütün bu baskıcı kurallara ne desin? “Kanun padişahınsa, dağlar bizimdir” türünden bir harekettir. Şunu da ekleyeyim, bugün ben de genç olsaydım onlara katılırdım.
— Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
— Ben yetmişlik bir sosyalistim ve Kürdüm. Hiçbir ulusa kinim veya düşmanlığım yoktur. Hele hele Türk halkına. Benim (binlerce Kürt ve Türk gibi) gelinim, bir Türk kurmayın kızıdır. Ve aslan gibi Türk-Kürt torunlarım var. Damadım ise bir Türk mühendistir. Onlardan da torunlarım var. Bu bakımdan ortada bir Türk Kürt düşmanlığı yoktur. Kürdün de, Türkün de temel görevi ve sorunu faşizan idareye karşı çıkmaktır. Benim tavrım budur. Sözlerimi “Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Herkes kapısının önünün temizlerse mahalle temiz olur” Türk atasözleriyle noktalarken özgür bir dünya için elele olmayı ümit ediyorum.
23.07.1989 / Toplumsal Kurtuluş Dergisi
BERNAMEGEH / bernamegeh@gmail.com