Adıyaman efsaneleriylede çok bilinen bir şehirdir.
Hısn-İ-Mansur Kale Efsanesi, Samsat Kalesi Efsanesi, Cendere Köprüsü Efsanesi bu efsanelerden birkaçıdır.
Adıyaman, aynı isimli ilin merkez ilçesidir. Kuzeyden Çelikhan, doğudan Kahta, güneydoğudan Samsat ve Atatürk Baraj Gölü ile, güneyden Fırat nehri ve batıdan Besni ve Tut ilçeleri ile çevrilidir.
Önceleri şehir merkezindeki kale etrafında konumlanan şehir, il merkezi olduğu 1954 yılından itibaren genişlemiş ve büyümüştür.
Tarih boyu farklı devlet ve milletlerin egemenliği altına giren Adıyaman, farklı isimlerle anılmıştır. Seyyah Ainsworth şehrin Doğulu coğrafyacılar tarafından Cholmodara adıyla bilindiğini, Romalılar tarafından da şehrin Carbanum diye isimlendirildiğini belirtmiştir.
Bizans İmparatorluğu döneminde şehir Pordoniom olarak isimlendirilmiş, Süryaniler ise şehri Klevdiye olarak isimlendirmiştir.
Müslümanların eline geçişinden sonra şehir Hısnımansur ismiyle bilinir olmuştur. “Mansur’un kalesi” anlamına gelen Hısnımansur isminin, bir rivayete göre Emevi komutanlarından Mansur bin Cavane sebebiyle, bir başka rivayete göre ise Abbasi halifesi Ebu Cafer el-Mansur sebebiyle
verildiği söylenmektedir.
Şehrin Kürtçe’de kullanılan ismi ise Semsûr’dur.
Uzun yıllar boyunca Hısnımansûr adıyla anılan şehrin içinde olduğu bölgede yerleşimin tarihi oldukça eski dönemlere kadar uzanmaktadır.
Bölgede tarih boyunca Hitit, Hurri, Mitanni, Kummuh, Asur, Pers, Seleukos, Kommagene Krallığı ile Roma ve Bizans hakimiyeti görülmüştür.
Artuklu, Eyyûbî ve Selçuklu, İlhanlı, Akkoyunlu, Dulkadiroğulları ve Memlüklü hakimiyetinden sonra 1515 yılında Osmanlı egemenliğine geçti.
1923’ten 1954 yılına kadar Malatya’nın ilçesi olarak kaldı.
22 Haziran 1954’te Adıyaman ilinin kurulmasıyla merkez ilçe oldu.
Yediyaman Efsanesi
Komagene Kralı 1. Antiochus, Nemrut Dağı’nın en yüksek tepesine bir tapınak yapmayı ister.
Kendini tanrılarla bir tutup onlarla aynı sınıfa koymak için Komagene topraklarının en yüksek dağı olan Nemrut’u seçer.
Ölümsüzleşeceğine ve yeryüzüne daha çok hakim olacabileceğini düşünerek, büyük çabalar sonunda tapınağın yerini belirler. Tapınağı aynı zamanda bir anıt mezar olarak tasarlamak üzere emreder.
Görkemli anıt mezar ile Tanrılara karşı yeni bir dinin temelini oluşturacağını ve gücüne güç kazandıracağına inanır.
Tapınağın yapımı için yüzlerce heykeltıraş ve binlerce köle görevlendirilir.
Tapınağı yapacak olan mimar ve heykeltıraşlar bu anıtın bitiminin çok uzun yıllar alabileceğini ve inşaasının çok zor şartlarda gerçekleşebileceğini bildirirler.
Baş mimarlar soğuk havalar nedeniyle buranın yılda en fazla üç ay çalışmaya elverişli olabileceğini de ayrıca bildirirler.
Çünkü kalan aylarda hava soğukluğu kimi zaman -30 dereceyi geçmektedir.
Çalışacak kölelerin bu şartlar altında çok çabuk ölebileceğini, heykeltıraşların soğuktan ellerinin donabileceğini hatta onların taşı oymak için kullandıkları metal keskilerin ellerine yapışabileceğini krala bildirirler.
Aynı zamanda heykel ve anıtlar için yukarıya hiçbir taşın taşınamayacağını, bu iş için ancak dağın zirvesinin oyula oyula şekillenip, malzemenin tamamen buradaki taşlardan olacağını raporlarına eklerler.
Komagene Kralı Antiochus, şartların daha fazla zorlanıp tapınağın yapımına bir an önce başlanmasını kesin bir dille emreder.
Böylece tapınağın yapımı başlar. Tapınakta tasvir edilecek her tanrı için bir usta heykeltıraş ve en az 10-15 yardımcıyla işe başlanır.
Komagene Kralı Antiochus, heykelinin yapımı için o bölgenin en önemli heykeltıraşlarından, aynı zamanda putperestliğin en güçlü inananlarından biri olan Sorgon’u bu iş için görevlendirir.
Sorgon’un yedi oğlu vardır. Sorgon, çok acımasız, sabit fikirli, kralına ve inancına oldukça bağlı, diktatör ruhlu, sevgi ve şefkatten uzak, zalim, otoriter biridir.
Yanında sadece oğullarının çalıştırır ve en zor işleri bile oğullarına yaptırırdı.
En tehlikeli işleri ölebileceklerine bile aldırmadan onlara verirdi.
Sorgon kendi ailesi içinde kurduğu küçük krallığıyla kendini tanrılaştırmış, ve her tarafına kendi heykelini diktirmiştir.
Çocuklarına bu heykellere taparak itaat etmelerini ve kendisini ailenin baş tanrısı olarak kabul etmelerini emreder.
Oğulları bu zulüm ve acımasızlıklara yıllarca korkarak itaat ederler.
Fakat bir türlü cesaretlerini toplayıp babalarının bu acımasızlıklarına isyan edemezler.
En cesuru ve korkusuzu yedi oğlundan en küçük olanı Henun’dur.
Kardeşlerine göre daha cesur ve daha isyankardır.
Arasıra abilerine bu zulümlere karşı isyan etmeleri gerektiğini söylese de buna kimse cesaret edemez.
Tapınağın inşaasının daha ilk ayında yüzlerce köle ve heykeltıraş yıkılan kayaların altında kalarak ya da güçsüz düşerek ölmeye başlar.
Baş mimarlar, Antiochus’a rapor verirken daha büyük kayıpların olacağını bildirirler ama o buna aldırmaz.
Kral, Tapınağın yapımı için hiçbir bahaneyi kabul etmeyeceğini açıklar.
Sorgon, oğullarıyla beraber Antiochus heykelini büyük bir istek ve keyifle inşa etmeye devam eder.
Oğullarının soğuğa ve dev kayaların ağırlığına dayanacak güçleri kalmaz
Kardeşler her akşam iş bitişinde bir araya toplanıp bu zulmün, özellikle baba zulmünün bitmesi için dua ederler.
Gökyüzüne doğru kollarını açarak Tanrıya yalvarırlar.
Tanrının onları görebilmesi için de yedi tane mum yakarlar.
Yedi kardeşin en küçüğü ve en cesuru olan Henun, kardeşlerini cesaretlendirip, babalarına ve bu anlamsız inanışa karşı ayaklanmak için güçlerini birlikte kullanmalarını önerir.
Kardeşler, çektikleri bu zulme karşı dayanacak güçlerinin kalmadığına karar verirler.
Bütün kardeşler Henun’un çağrısına uymak gerektiğine inanır.
Yedi kardeş planlar yapmaya başlar. Henun derki: “Yakında bu sene çalışma sezonu bitecek ve evlerimize döneceğiz. Babamız bütün gücünü bu putlardan alıyor.
Eğer biz bu putları parçalayıp birliğimizi kurarsak, otoritesinin bozulduğunu ve hiç bir gücünün kalmadığını anlatacak ve bize uyguladığı zulmü bitirecektir.
Çünkü, onun inanıp tanrılaştırdığı bu putların bize bir karşılık veremediğini ve kendilerini bile koruyamadığına şahit olursa babamız bütün gücünü kaybeder.
Kardeşler planlarını yaptıktan sonra evlerine dönerler. Babaları evde olmadığı bir sırada heykellerin dizildiği büyük odaya girip en başta kendi babaları olan Sorgon’un heykelini parçalarlar ve daha sonra bütün heykelleri sırayla parçalarlar.
Kardeşler bu yaptıklarının büyük bir zafer olduğunu, bu gücü de gökyüzünde bulunan tanrılarına borçlu olduklarını düşünürler. Tanrılarının onlara verdiği bu güç için evin girişine yedi tane mum dikerek yakarlar.
Acımasız baba Sorgon, eve vardığında evin avlusunda yanan yedi mum dikkatini çeker. Hepsini tekmeleyip, mumları söndürerek bağırıp çağırmaya başlar.
O hışımla eve girer ve evin her tarafında parçalanmış heykel parçalarını görünce sinirden deliye döner. Oğullarının bunu yapacağını düşünerek her yanda onları arar, fakat onlar evi çoktan terketmişlerdir.
Yedi kardeş günlerce saklanırlar.
Sorgon oğullarını tuzağa düşürebilmek için bir plan yapmaya karar verir.
Onlara ulaşabilecek akraba ve arkadaşlarına; oğullarını affettiğini, onların haklı olduklarını, kendisini bir gaflet uykusundan uyandırdıklarını, putlar parçalandıktan sonra huzur bulduğunu söyleyip, eve geri dönmelerini ister.
Yedi kardeş bu sözler üzerine ikna olup evlerine dönerler.
Babaları onları affettiğini, onları haklı bulduğunu söyleyip sinsi planını yürütür.Oğullarının acıkmış olabileceğini düşünerek onlar için en güzel yemekleri hazırlattığını ve eve dönüş şereflerine bir ziyafet verdiğini söyleyip sofraya davet eder.
Sofraya oturan yedi kardeş babalarına güvenerek yemekleri yemeğe başlarlar. Sorgon çocuklarının yemeklerine çok güçlü bir zehir katmıştır.
Yemekleri yiyen yedi kardeş zehirlenerek ölürler.
Sorgon’un bu korkunç planı kısa sürede her yerde işitilir.
Ölen bu yedi kardeşe halk “Yedi Yaman” adını vererek her yıl yedi mum yakıp anmaya başlarlar.
Zaman içinde “Yedi Yaman” Adıyaman olarak şehre isim olmuştur.
Bernamegeh Türkçe
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!