YAŞAR KAPLAN / YEZİDİLİK VE YEZİDİLER
YEZİDİLİK VE YEZİDİLER
Ortadoğu’nun dini geleneklerinden biri olan Yezidilik ve ona bağlı topluluklar asıl olarak Kürdistan coğrafyasında yaşamışlardır. Günümüzde; Irak Federal Kürdistan Bölgesi, Türkiye, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Avrupa ülkeleri ve Rusya federasyonu sınırları içerisinde yaşamaktadırlar. Elimizde istatistik kesin veriler olmamakla beraber Yezidi kaynaklarının iddialarına göre; Irak Federal Kürdistan Bölgesi’nde 400- 450 bin, Suriye’de 15- 20 bin, Türkiye’de binler ile ifade edilecek küçük bir nüfus, Rusya Federasyonu’nda 150- 180 bin, Avrupa’da 60- 75 bin olmak üzere 750 bin[1] Yezidi yaşamaktadır. Etnik olarak tamamı Kürt orjinlidirler. Genel olarak Kürtçenin Kurmanci lehçesinin Botan şivesini kullanmaktadırlar. Yezidiler kendilerini Kürtçe Êzıdi veya Êzdi olarak tanımlarlar.Êzıd kök isim olup ‘i’ eki aitlik bildirmek üzere kendisine eklenmiştir. Yezidilere adını veren Êzid isminin ve Yezidiliğin kökeni ile ilgili olarak çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Burada kayda değer iki görüş üzerinde duracağız.
Mezopotamya ve İrani Köken: Bu ismin kökeninin Ezda’ya dayandığı, bunun da Kürt dilinde ‘ez’ (ben) ve ‘da’ (Yarattı, verdi) kelimelerinin birleşmesinden ortaya çıktığı ve ‘beni yaratan’ manasında Tanrı için kullanıldığı söylenmiştir.Bu görüşün içi iki biçimde doldurulmaktadır. İlkine göreYezidiliğin kökeni kadim Mezopotamya uygarlıkları olan Sümerler, Akadlar, Babilliler, Asurlular, Sabiiler (Mandayi) ve Harran Sabiilerine dayanmaktadır.[2]
Diğer görüş ise, Kürtlerin Hind- Avrupalı kavimlerden biri olmasından yola çıkarakZerdüştlüğün Kürtlerin kadim dini olduğu, İslam’ın Kürtlere kılıç zoru ile dayatıldığı;Yezidiliğin ise Zerdüştlüğün bir devamı olarak yüzlerce yıl yabancıların saldırılarına rağmen saflığından bir şey kaybetmemiş Kürtlerin esas dini olarak savunulmaktadır.[3] Fakat Yezidi literatüründe Zerdüşt, Mani ve Mazdek isimleri ile ilgili hiçbir anlatıya rastlanmaması, bunların Yezidiler tarafından bilinmemesi, Zerdüştlükteki hayır ve şer Tanrılarının (düalizm) varlığına rağmen Yezidilerde hayır ve şerrin tek Tanrının elinde olması, Yezidiler ölülerini gömerken Zerdüştilerin ölülerini gömmeyip sessizlik kulelerinde yırtıcı hayvanlara terk etmeleri, Yezidilerde var olan ruh göçünün Zerdüştilerde olmaması, Yezidilikteki yaygın kurban anlayışına rağmen Zerdüşt’ün kurbanı yasaklaması, Zerdüştlükte insanın aç kalması veya oruç tutması hoş görülmezken Yezidilerde oruç tutulmasının çok önemli bir yer tutması, Zerdüştlükte sigara içilmesi yasaklanırken Yezidilikte sigara içmenin önemli bir rol oynaması ve tütünün sahibi (Tanrıçası) olması gibi birçok noktadan hareketle Yezidiliğin Zerdüştlüğün bir devamı olduğu görüşünü zayıflatmıştır.[4]
Yezidiliğin Zerdüşt’e dayandığı görüşünün zayıflamasıyla beraber Zerdüşt öncesi İranilerin dini olan Mazdayasna’ya dayandığı savunulmaya başlanmıştır. Buna göre Zerdüşt (M.Ö. 660-583) kadim İrani dinini reforme edip Mazdaizm’deki Tanrıların birçoğunu pasifize ederek Ahura-Mazda’yı tek Tanrı ilan etti ve yeni dini çağrıya uymayanları Devyasna yani şer güçlerine, Şeytan ve Ehrimen’e tapanlar manasında isimlendirdi. Zerdüşt’ün dinine girmek istemeyen Magu rahipleri,pasifize edilen Mitrave Anahitagibi Tanrıları ve kurban ritüelleri tekrar canlandırarak eski İran inaçlarını(Mitraizm kültünü)geniş biralana yaydılar. Zerdüştlük Sasanilerin İran’a hâkim olmasıyla resmi din olunca tekrar Devyasna (Şeytanperest) olarak adlandırdığı Mitraistlere büyük bir baskı kurmaya başladı. Devyasna ile Yezidiler için kullanılan Dasıni ismi arasındaki benzerlik ve her iki gurubun da Zerdüştiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar nezdinde şeytanperest olarak adlandırılmalarındanyola çıkarak Yezidiliğin kadim İrandinine dayandığı ve bu dinin Zerdüşt’ün ıslah çalışmasına rağmen Zerdüştlüğü kendi içinde eriterek günümüze kadar geldiği savunulmaktadır.[5] Fakat Devyasna ile benzerliği kurulan Dasıni ismi kaynaklarda bir din, mezhep ya da bir meşrep için değil, şimdiki Duhok kentinin merkezi ve hemen güneyinden başlayıp doğuda Laleş’e doğru uzanan dağ silsilesini içine alan bölge ve bu bölgede meskûn bir Kürt aşireti için kullanılmıştır.
İslami Köken: Bugörüşe göre Yezidiliğin kurucusu olarak bilinen Şeyh Adi b. Müsafir (1074-1162) Musul ile Hakkâri bölgesinin kesişme noktasında bulunan Laleş adlı vadide bir zaviye kurmuş ve buradan bölge halkını irşat etmeye başlamıştır. Burada Adeviyye olarak bilinen bir İslam tarikatı oluşturmuştur. Şeyh Adi’den önce bu bölgede Yezidi isminde veya onu çağrıştıracak herhangi bir din veya mezhep ismi de bu kaynaklarda geçmemektedir.
Bu görüşü savunanlara göre Êzıd ismi Yezid b. Muaviye’ye dayanmaktadır.[6]Mutaassıp bir Sünni olarak bilinen Şeyh Adi b. Müsafir’in Sünni ekolden ayrıldığı nokta Muaviye ve oğlu Yezid hakkında sahip olduğu düşüncelerdir. Nitekim kendisi Yezid b. Muaviye hakkında: “Yezid b. Muaviye; Allah ondan razı olsun. İmam oğlu imamdır. Halifelik yapmıştır. Allah yolunda cihat etmiştir. Kendisinden ilim ve hadis nakledilmiştir. Hz Hüseyin’in katli yüzünden Rafızilerin kendisi hakkındaki iftiralarından beridir”[7] gibi övücü sözlerde bulunmaktadır. Ayrıca ibn’iTeymiyye’ninAdeviler’e (günümüz Yezidilerine) göndermiş olduğu risalesinde “Şeyh Hasan döneminde birçok batıl nazım ve nesir yayıldı. Şeyh Adi ve Yezid Hakkında çok aşırı gittiler”[8] gibi Adevilerin (Yezidilerin) Yezid b. Muaviye’ye muhabbet besledikleri ve ilahi vasıflar ile taltif ettiklerine yönelik sözleri göz önünde bulundurulduğunda Yezidilerin, Yezid b. Muaviye ile ciddi bir bağları olduğu ve ona ilahi sıfatlar yükledikleri ortaya çıkacaktır. Yezidi dini metinlerinde bazen Tanrı ve bazen de ilahi sır ya da Tanrı’nın hulul ettiği varlık olarak tasavvur edilen Êzi ve Êzid’den kastedilen bizzat Yezid b. Muaviye’dir.[9]Bunun dışında Yezidiler Müslümanları Hüseyniler olarak adlandırmakta kendilerini de Sünni olarak tanımlamaktadırlar. Bu algılama Emevi ve Haşımi çatışmasında yani Sünni ve Şii çatışmasında aldıkları tarihi rolün bir devamı niteliğindedir ki bu da onların İslami kökenlerini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Kürt dilinde Yusuf; İsıv veya Ûsıv şeklinde, Yakub; Akûb şeklinde, Yunus; Ûnıs şeklinde kullanıldığı gibi Yezid ismi de Êzıd formunda söylenmekte olup Êzıdi ismi buradan gelmektedir.
Şeyh Adi b. Müsafir el- Hakkâri ve Adevilik: Şeyh Adi b. Müsafir’in yaşadığı Hakkâri bölgesi tarihte güneyde Musul, kuzeyde Van Gölü kıyıları; batıda Cizre ve doğuda Azerbaycan’a kadar olan dağlık bölgeyi kapsamaktaydı.[10] Müslümanlar tarafından fethinden sonra Muhtar es-Sakafi tarafından kovalanan ve Hz. Hüseyin’in katlinde parmağı olan bazı Emeviler ile onların yandaşı olan Kinde Arapları bölgeye yerleşmişlerdi. Son Emevi hükümdarı II. Mervan’ın annesi bölge Kürtlerinden bir kadın olduğundan Mervan Kürtlerin yeğeni idi.[11] II. Mervan’ın Abbasiler tarafından öldürülmesi ile Hakkâri dağları Emevisempatizanları için en güvenli yer haline geldi. Buraya sığınan siyasi mülteciler daha sonra siyasi ihtiraslarını kaybettiler ve kendilerini İslami eğitime ve riyazete verdiler. BunlardanŞeyhu’l- İslam Ebu’l- Hasan Ali b. Ahmet b. Yusuf el- Hakkâri el- Emevi (1019-1097) Hakkâri bölgesininEmevi yanlısı olmasında önemli roller oynadı. Fadlullah el- Ömeri (ö. 749/1348) bizatihi Mir İmaduddin’inCulemêrg kadısının kendisine göndermiş olduğu bir mektuptan aktardığı“ Kendi dönemimdeki Culemêrg (Hakkâri) emiri İmaduddin b. Eseduddin Musa b. Mucella b. Musa b. Mengelan’dır. Bu emir nesebi itibari ile Utbe b. Ebu Sufyan el- Emevi’ye ulaşır. Bütün Kürtler kendisine büyük bir saygı duyar ve onu kendileri için bir melik ve hükümdar olarak kabul ederler” bilgisi[12]Emevilerin bölgede ne kadar etkili olduklarını göstermesi açısından önemlidir.
Özellikle X. yy’ın ortalarından itibaren İslam dünyasında merkezi yönetim dağılması ile beraber Hakkâri bölgesi, Şii Hamdaniler (929-991) ve Şii Buveyhilerin (945-1055)baskısı altına girdi. Mısır’da Şii Fatımi devletinin kurulmasıyla (909-1171) İslam coğrafyasının önemli bir bölümü Şiilerin yönetimine girdi. Bu dönemde batıni hareketler gelişmeye bir Sünni-Şii çatışması ortaya çıkmaya başladı. Selçukluların (1055) Bağdat’a inip Şiilerin etkinliğini kırmasıyla kısa bir süre sonra (1070) Şeyh Adi’nin doğum yeri olan Suriye, Şiilerden geri alındı. Bu dönemde Nizamiye medreseleri kuruldu ve Sünni ekol yavaş yavaş ipleri eline almaya başladı. Tam bu karmaşanın ortasında Haçlı seferleri (1096-1187) ortaya çıktı ve Filistin, Suriye ve Anadolu’nun önemli bir kısmında etkinlik kurmaya başladılar. Şeyh Adi’ninLaleş’te yaşadığı tarihlerde (1130-1162) Büyük Selçuklu devleti dağılmış, Musul’da ZengiAtebeyleri yönetime gelmiştir (1127-1222). İmadeddinZengi (ö. 1146), Haçlılara karşı sağlam bir güç oluşturmak amacıyla kuzeydeki Hakkâri ve Bohti kalelerine uzun bir süre saldırılar gerçekleştirdi.[13] Selahaddin’i Eyyubi iktidara gelinceye kadar (1169) Kürtler ile Zengiler arasındaki çatışmalar devam etmiştir. İşte Şeyh Adi b. Müsafir bu siyasi karmaşa ve huzursuzluğun hâkim olduğu bir dönemde gözlerden uzak Laleş vadisine gelip inzivaya çekilmiş ve daha sonra Adevi olarak bilinen tarikatını kurmuştur.
Şeyh Adi b. Müsafir: İsmi, Adi b. Müsafir b. İsmail b. Musa b. Mervan b. Hasan b. Mervan eş- Şami el- Hakkâri’dir.Şami lakabı doğum yerine, Hakkâri lakabı ise yaşadığı bölgeye nispet edilmiştir.1074 (h. 467) yılında Şam’ın batısında bulunan Bekaa Vadisi yakınlarındaki Baalbek bölgesinin Beytifar köyünde doğmuştur.[14]Şeyh Adi’nin nesebi hakkında araştırmacılar iki farklı görüştedirler. Bazıları onun Emevi kökenli Arap olduğunu bazıları da Kürt kökenli olduğunu söylemektedirler.
Şeyh Adi ilk eğitimini kendi köyünde aldı. İlme olan merakı, dünyaya sırt çevirmesi ve uzleti sevmesinden dolayı birçok memleket dolaştı. İlk olarak Şam’a gitti ve bölge âlimlerinden dersler aldı.[15] Genç yaşta hacca gidip Medine’de dört yıl kaldı. İlk olarak kendisi gibi bir genç olan Abdülkadir Geylani (ö. 1166) ile burada karşılaştı.Daha sonra Bağdat’a giderek ilim tahsiline devam etti. Şeyh Adi esas olarak ilim tahsilini Bağdat’ta yapmıştır. Burada büyük bir ihtimalle Gazzali kardeşlerin sorumlu oldukları Nizamiye medreselerinde okumuştur. Fakat asıl tasavvuf eğitimini Ukayl el- Menbici’den (ö. 1165?) o da Mesleme es- Suruçi’den (ö. 1074) almıştır.[16]Sahralarda ve dağlarda uzlet köşesine çekilmeye meyyal olan kişiliği onun daha fazla şehirlerde kalmasına müsaade etmedi. Laleş vadisine gelip yerleşti. Uzun bir inziva hayatından sonra kendisi için bir zaviye yaparak bölge halkı arasında irşat faaliyetlerine başladı.
Laleş’e yerleşmesinden sonra birçok kerameti halk arasında yayıldı. Yaşam tarzı ve etkili vaazları ile kendisine tabi olanların sayısı oldukça artmıştır. Nitekim ibn’iHallikan. ‘bütün bölge halkı kendisine aşırı derecede bağlandı. Gerçekten tasavvuf ehline bu derece bağlandığı görülmüş değildir’[17]demektedir. Bunda zühdü ve dilden dile dolaşan keramet ve menkıbeleri oldukça etkili oldu.[18] Etrafında müritlerin çoğalmasıyla beraber Adevi tarikatı ortaya çıkmaya ve kurumsallaşmaya başladı. Yalnız şunu unutmamak lazım ki Adevi tarikatı tamamıyla sırtını dünyaya vermiş bir tarikat değildi.[19]Bölgede ilmi bir canlanma meydana getirdiğigibi aynı zamanda Haçlılara karşı bir cihat merkezi oluşturdu. Selahaddin’i Eyyubi’nin ordusunun askerlerinin çoğu bu bölge halkından idi ve çoğu Şeyhin rahleyi tedrisatından geçmişti. Bu yüzden şeyhi Kudüs’ün manevi fatihi olarak kabul edenler de olmuştur.Tercih edilen görüşe göre Şeyh Adi 90 yıl yaşamış ve 1162 (h. 507) tarihinde vefat etmiştir. Laleş’teki zaviyesine defnedilmiştir.[20]
Şeyh Adi’nin vefatından sonra yerine yeğeni ebu’l- BerekatSahr b. Sahr b. Müsafirve ondan sonra daoğlu Adi b. Sahr b. Sahr(1162-1228) geçti.Bu ikisi döneminde Adevi tarikatı Şeyh Adi b. Müsafir’in koruduğu Ehli Sünnet çizgisini devam ettirmiştir. [21]Şeyh Adi b. Sahr’ın ölümünden sonra yerine oğlu Şeyh Hasan geçti. Bu dönemden sonra Adevi tarikatında köklü değişiklikler oldu.
Adevilikten Yezidiliğe; Şeyh Hasan b. Adi: Şeyh Hasan1195 tarihinde Laleş’te dünyaya geldi. İbn-i Şakir Şeyh Hasan’ınbirçok müntesibi ve müridi olduğunu söyler ve bunların Şeyh Hasan hakkında aşırıya kaçtıklarını belirtir. Ardından kendisinden önceki Adevi Şeyhleri gibi sağlam bir akide sahibi olmadığına değinerek Zehebi’nin “onunla Şeyh Adi arasında dağlar kadar fark vardı” sözüne yer verir.[22]İbn’i Arabi’nin Musul’a geldiği sene onunla görüşmüş ve ondan oldukça etkilenmiştir.Şeyh Hasan ile beraber Şeyh Adi’nin Ehli Sünnet ve’l- Cemaat’in ilkeleri üzerine kurduğu Adevi tarikatı önü alınamayacak bir değişime uğramıştır. Öyle ki ibn’iTeymiyye, Adevilere uzun bir risale yazarak onlara İslami ilkeleri tekrar hatırlatma ihtiyacı hissetti ve onları Şeyh Adi’nin tertemiz yoluna çağırma ihtiyacı duydu. Bu değişimi şu şekilde sıralayabiliriz.
Yezid b. Muaviye ile Şeyh Adi hakkında aşırıya gitmeye başlanması. İbn’iTeymiyye şöyle demektedir: “Şeyh Hasan döneminde tarikata asılsız birçok nesir ve nazım soktular. Şeyh Adi ve Yezid hakkında çok aşırı gittiler. Hâlbuki Şeyh Adi’nin tarikatı sağlıklı idi ve böyle hurafeler içermiyordu.”[23]
İbn’i Arabi gibi mutasavvıfların Vahdet’i Vücut gibi düşüncelerinden etkilenen Şeyh Hasan; Vahdet’i Vücud, Hulul ve İttihad gibi düşünceleri savundu. Batın-Zahir, Şeriat- Hakikat ayırımları ortaya çıkmaya başladı. Bunların dışında da Şeytan hakkında aşırıya gittiler. Özellikle Tasavvuf’taguluv ve şath olarak bilinen, Hallac’ı Mansur, Ahmed el- Gazzali ve ibn’i Arabi’nin Şeytan hakkındaki yorumlarından etkilenerek Şeytan’ın Allah’tan başkasına secde etmeyerek en büyük Muvahhid olduğunu ileri sürmeye başladılar[24] ki bu görüşler Melek Tavus inancının oluşmasında önemli bir işlev görmüştür.
Adevilerin şeyhlerine körü körüne tabi olmaları. İlk Adevi şeyhlerinin olağandışı yaşam biçimleri, kerametleri ve menkıbelerinin tesiriyle Adeviler şeyhlerine aşırı bir bağlılık ve hürmet göstermişlerdi.[25] Bu dönemden itibaren şeyhler kutsanmaya ve aşırı yüceltilmeye başlandı.
Adevi şeyhleri ile müritleri arasındaki bağ tarikatın, taşrada yayılmasından ve müritlerinin aşiret üyelerinden oluşmasından dolayı farklı bir şekil almıştı. Sayıları arttıkça şeyh ile mürit arasında keskin bir hiyerarşi oluşmaya ve iradelerini tamamen şeyhe teslim etmeye başladılar. Bu durum çok örgütlü bir dini ve siyasi yapının ortaya çıkmasına neden oldu. Artık Adevi şeyhleri sadece dini irşat değil aynı zamanda siyasi bir liderlik de yapmaya başladılar. Siyasi bir hüviyet almaya başlamaları ile beraber Musul hakimi Bedreddin Lu’lu ile çatışmaya başladılar.1240-1254 tarihleri arasında Adeviler ve Musul hâkimi arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Ayrıca Bedreddin Şii idi. Adevilerin Yezid’e ve Emeviler’e olan sevgisi onu çok kızdırıyordu. Şeyh Hasan’ı tel ile boğdurdu (1246).[26] Bu süre zarfında Adevileri öldürmeye, sürgün etmeye ve türlü türlü işkencelere maruz bırakmaya başladı. İleri gelenlerinden yüze yakın kişiyi öldürüp organlarını parçalattı ve bunları Musul’un kapılarına asılmasını emretti. Ayrıca askerler Şeyh Adi’nin kabrini açıp kemiklerini yaktılar.[27] Bütün bu olanların şeyhlerine aşırı derecede düşkün olan Adevilerin ruhlarında nasıl yaralar açtığını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Şeyh Hasan dönemindeki bu dönüşüm ve kendilerine uygulanan bu ağır baskılara Moğol istilası da etkilenince Laleş’teki irşat faaliyetleri sekteye uğradı. Bazı önde gelen Adevi şeyhleri Şam ve Mısır’da tarikat faaliyetlerini devam ettirdiler. Fakat Laleş bölgesinde kalan Adeviler artık tedrici bir şekilde İslam’dan uzaklaşmaya başladılar. İbn’iTeymiyye’nin Şeyh Hasan’ın öldürülmesinden yaklaşık seksen yıl sonra kendilerine gönderdiği risale göz önünde bulundurulduğunda bunların bütün aşırı düşüncelerine rağmen hala Müslüman olarak görüldüklerini söyleyebiliriz.
Yezidiliğin Müstakil Bir Dine Dönüşmesi: Yezidi ismi ilk olarak Şeyh Adi’nin vefatından beş yıl sonra(1166) Sem’ani tarafından Yezid hakkında aşırıya gidenler olarak Adevi ismi ile beraber kullanılmıştır.Ancak bu tarikat Şeyh Hasan’ın öldürülmesinden bir buçuk ya da iki asır (XV. yy.) sonra yeni bir din olarak şekillenmeye başlamıştır. XVI ve XVII. yy.lara gelince artık tamamıyla müstakil bir din hüviyeti almıştır.[28]
Adeviler; İslam öncesi Mitraist inanç ve geleneklerini canlandırmışlar, Nasturi Hıristiyanlardan, Harran Şemsilerinden, bölge Yahudilerinden ve İran kökenli inançlardan etkilenerek onların çeşitli inançlarını da bu yeni dini geleneklerine karıştırmaya başlamışlardır.Adeviler aleyhine verilen her fetva ve üzerlerine yapılan her baskı onların şeyhlerine körü körüne bağlı olmalarını daha da artırmış ve İslam’dan daha da uzaklaşmasına neden olmuştur.
Bütün bu saydıklarımıza binaen diyebiliriz ki Kürtlerin İslam öncesi dini ister Zerdüştlük ister Mitraizm ya da Devyasna olarak kabul edilsin Kürtlerin Müslüman olmasıyla beraber tamamen bu inançlar toplum içerisindeki etkisini yitirmemiş, hayatiyetini devam ettirmiştir. Fakat Yezidilik, Kürtlerin Müslüman olmaksızın bu eski dinlerinin bir devamı olarak ortaya çıkmamıştır. Aksine Müslüman olduktan sonra Adevi tarikatına intisap eden bir kısım Kürt’ün bir süre sonra İslam’dan peyderpey uzaklaşmaları ve uzaklaşma süresi içerisinde eski dinlerinin kalıntılarını canlandırmaları ve bölgedeki diğer inançların da buna eklenmesiyle oluşmuş ve günümüzde İslam’la ilişkisi oldukça zayıflamış bir dindir.
KAYNAKLAR:
[1]Baqesri, İzzeddin Selim, Mergeh, el- İzidiyyetu, el- Aslu, et- Tesmiyyetu, el- Mefahimu, et- Tukus, el- Merasim ve”n- Nususu”d- Dini, Matbaa Xebat, Erbil, 2003, s. 11-12. [2]XelilCındiReşo, PerınjıEdebêDinêÊzdiyan, Spirêz Yay.,Duhok, 2004,s. 64-65. [3]Mehrdad R. İzady, Bir El Kitabı Kürtler,(Çev. Cemal Atila), Doz Yay., İstanbul, 2004, s. 252-253. [4]XelilCındiReşo ile yaptığı röportaj. Bkz.www.kaniya-sipi.de, 26.09.2012, 14:00;XelilCındiReşo, a.g.e.,s. 66-67. [5]Bkz. Baqesri, a.g.e.,s.30; Ali Tatar Nêrveyi, Kurd û Mêjû,Spirêz Yay.,Duhok, 2010, s. 75-111. [6]RogerLescot, Yezidiler, Din Tarih ve Toplumsal Hayat, Cebel Sincar ve Suriye Yezidileri,(Çev. : Ayşe Meral), Avesta Yay., İstanbul, 2001, s. 17-18, 19-35; Ahmet Teymur Paşa, Arap Kaynaklarına Göre Yezidiler ve Yezidiliğin Doğuşu, (Çev. : Eyüp Tanrıverdi), Ataç Yay., İstanbul, 2008, s. 57-59; Enes Muhammed Şerif ed- Doski, Etbau Şeyh Adi b. Müsafir el- Hekari, mine”l- Adeviyyetiile”l- Yezidiyye, MatbaatHavar, Duhok, 2006., s. 260-267. [7]Adi b. Müsafir, İ’tikaduEhli’s- Sünneve’l- Cema’a,(Tah. : Hamdi Selefi, Tahsin Doski), Medine, 1998, s. 38. [8]İbnTeymiyye, el- Vasiyyetu’l- Kubra: Risaletü Şeyhülislam İbnTeymiyye ila etba’iAdib.Müsafir el-Ümevi,(Neşre haz. : Muhammed Abdullah en-Nemr, Osman b.Cum”aDamiriyye). 2. bs. Taif: Dârü”l-Faruk, 1989/1410,s. 106. [9]XelilCındiReşo, a.g.e.,s. 333,335,339,340,345,352,358,537,,385,355, Baqesri, a.g.e., s.27. [10]Hırori, Derviş Yusuf Hasan, Biladu’l- Hekari (945-1326), (Çev. : Mukaddes Tovi), Hani Yay.,Duhok, 2010.,s. 32. [11]İbn’i Kesir, İsmail b. Ömer el- Kuraşi, el-Bidaye ve’n-Nihaye, C. X, Mektebetü’l- Mearif, Beyrut, 1981, s. 49. [12]Ömeri, Fadlullah, et- Ta’rifubi- Mustalihi’ş- Şerif , (Tah: Muhammed HüseynŞemsuddin), Dar’ul- Kutub’ul- İlmiyye, Beyrut, 1988, s. 58, Kalkaşandi, Subh’ul- ‘İşa, Dar’ul- Fikr, Dımeşk, 1987, c. 7., s. 306. [13]Hırori, Derviş Yusuf Hasan, a.g.e.,s. 125-126, 164-165. [14]İbnü’l-Esir, İzzeddin ebu’l- Hasan Ali,el- Kamil fi’t- Tarih, C. IX, Dar Sadir, Beyrut 1966, s. 459;İbnü’l-Mustevfi, Şerefuddin b. EbiBerekat, Tarihu Erbil, C. I, (Tah. : Sami b. SeyyidHamis es-Sakar), Tabet’uVezaretu’s- Sekafetu ve’l- ‘İlam- Cumhuriyyetu’l- İrakiyye, Dar Reşid,1980, s. 114; İbn’i Hallikan, Ahmed b. Muhammed, Vefeyatu’l- A’yan ve EnbauEbnai’z- Zaman, C. III, Dar’us- Sekafe, Beyrut, 1970, s. 254. [15]Enes Muhammed Şerif ed- Doski, a.g.e.,s. 64. [16]Tadufi, Muhammed b. YahyaKelaidu’l- Cevahir (Cevherden Gerdanlıklar),(Çev. : Naim Erdoğan), Sinan Yay., İstanbul, 1972, s. 229, 239-240. [17]İbn-i Hallikan, a.g.e., s. 254. [18]Tadufi, a.g.e.,s. 229-230, İbn’iHallikan, a.g.e., s. 254. [19]İbn’iTeymiyye, a.g.e.,s. 57. [20]Enes Muhammed Şerif ed- Doski, a.g.e.,s. 81-83. [21]Bkz. Şatnufi, Behcetü’l-Esrar ve Me’denü’l-Envar, Mısır, 1330, s. 215; Ahmet Teymur Paşa, a.g.e. s. 25;İbn’iHallikan, a.g.e., s. 254. [22]İbn-i Şakir el- Kütübü, Fevatu’l- Vefayat,,Mısır, c.1.,s. 242. [23]İbn’iTeymiyye, a.g.e.,s. 106. [24]Enes Muhammed Şerif ed- Doski, a.g.e.,s. 132. [25]İbn-i Hallikan, a.g.e., s. 254. [26]İbn-i Şakir el- Kütübü, a.g.e. c.1.,s. 242., Ahmet Teymur Paşa, a.g.e.,s. 23 [27]Ahmet Teymur Paşa, a.g.e.,s. 20. [28]Enes Muhammed Şerif ed- Doski, a.g.e.,s. 269, 284.