Kürtlerin Dünü, Bugünü ve Yarını

Süleyman Koçak

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın imkanlarıyla bakıldığın da, evrenin hala sonsuz olduğu, üzerinde yaşadığımız, yaklaşık 4,55 milyar yıllık gezegenin, samanyolu kümesinde, güneş diye bir cüce yıldız etrafında dönerken, son birkaç bin yılda, dünya üzerindeki canlılar arasında, aklıyla besin zincirinde önemli yer alan insan diye bir varlık türediği görülüyor.

Ömrünün yarısını yaşamış, yarısı da önünde olan gezegende, kıymetli bir yerde, dağlardan ovalara nehirler akar. O büyüleyici dereler, temiz kar, soğuk ve hayat dolu sularıyla, Dicle ve Fırat´ı besler. Kürdistan’ı sularıyla besleyen bu nehirler arasında verimli topraklar bulunur. Bu, çevre ülkelerce iyi bilindiği için sürekli saldırılar altındaydı. Orda yaşayan halklar hayatta kalma mücadelelerini ancak koyun ve keçi beslemekle tarım yaparak sağlayabiliyordu. Homo Erectus’tan türeyen Homo Sapiens, var oluşundan bu yana yaklaşık sadece 300 yıl barış içinde geçirmiş.

Gezegenimiz yine ikinci dünya savaşı denilen çalkantıdan sonra yeni paylaşılıp ayrı haritalarda şekilenince, sömürgeci devletler Kürtler’i o kadar kalabalık olmalarına rağmen niye görmezden geldi ve halk dahi saymadı?

Uluslararası arenada bunun üzerine yeni nesil Kürt gençlerinin ciddi bir şekilde, büyük fedakarlıklar eşliğinde eğilmesi gerekir.

Ulus devletin ortaya çıkması ile Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın Arap, Fars ve Türk devletlerinin içinde paylaştırılması, İngiliz Politikasının ayrılmaz bileşeni olduğunu biliyoruz.

Biraz geriye kronolojik olarak geçmişe gittiğimizde Kürt halkının toplumsal dokusu, halk olma bilinci, kültürel değerlerinin dokusu, kendine özgü giyim kuşam ve dili ile bir örnek toplum olduğu bilinmekte.

İngiliz sömürge güçlerinin bu halkı asimile etmek için denemediği yol kalmadı. Dağların efendileri ve sahibi olan Kürtler mücadele ediyor, diz çökmeyip canla başla bu güçlerin karşısında mücadele etti ve etmeye de devam ediyor. Araplar, Farslar ve Türkler gibi biat etmediği için devlet olmadılar. Gelelim asıl konuya; Kürt ve Kürdistan niye istenmiyor?

Kürdistan jeostratejik konumu nedeniyle binlerce yıldır sayısızca büyük savaşa ve katliama maruz bırakılmıştır. Çağımızın yakın tarihine geri gittiğimizde, İskender ordularının yenemediği Moğolların baş eğdiremediği Kürt milleti, bugün Birleşmiş Milletler’de bir sandalyeye bile sahip değil. Kürtler gibi kendi topraklarında misafir konumunda olan başka bir millet yoktur. Kürtler binlerce yıllık olgun tarihleriyle ve eşi benzeri olmayan kültürel çeşitliliğiyle işgalci milletlerden çok daha gelişmiş olmasına rağmen bir kimliğe bile sahip değiller. Peki bu neden böyle? Birkaç milyonluk Filistin’e yüzlerce devlet destek olurken, neden 50-60 milyon Kürdün davasına hiç kimse destek olmuyor?

Kürtlerin tarihine bakılınca, Kürtlerin neden devletsiz oldukları çok iyi anlaşılıyor. Devletsiz olmalarının en büyük nedeni kardeşlerine düşmanlıkları ve yabancılara dostluklarıdır. Bunu bilen Araplar bu yaşam alanlarını çok yakın tarihe kadar işgal etmek için sürekli saldırılar yaparak, bölgeyi talan etme girişimlerinde bulunuyordu. Avrupalılar bu kabile halklarının arasına sınır çizene kadar bu böyle devam etti. Bir tarafı kendi çıkarları için silahlandırdılar; diğer tarafı da onlara muhtaç bıraktılar. Kürtlerin bu Arap dostu tercihinde bulunan başta İngilizlere, Fransızlara ciddi güvenleri olmadı. Bu sebeple İngiliz ve Fransızlar Osmanlı’nın dağılmasıyla bölgede onların sözünden çıkmayan Arap kabile reislerini mevki, makam sahibi yaptılar.

Kürtleri ise kontrolü altına alamadığı için daima baskı altında tutup, bu egemen güçlerin arasında paylaştırıp eritme amaçlı onları dörde böldü ve onlara teslim etti. Tabii İngiliz ve Fransızların bu projeleri öyle bitmeyen, uzun, sabırlı sürdürülebilir taktiği devam etmekte. Kürtlerin tehlikeli seçimi, ulus bilinci yerine aşiret kalma tercihi onların bu güçler karşısında en zayıf tarafı oldu. Bu tercihleri davam ederse, ki maalesef hala öyle, hiçbir zaman başımızı kaldıramayacağız, çünkü  biz yenilmiş olacağız; düşmana bile gerek kalmadan.

Daha iyi anlaşılması için, Kürdistan’ın her dört parçasına iyice bakıldığında, aşiretçilerin varlığı görülüyor. Örnek verecek olursak, Rojava’da benzer ağalar vardı. Örneğin, Huseyin Ased gibi kişiler. Suriye devleti tarafından bilerek, diğer köylüleri topraksız bırakarak ekonomik anlamda ağaya muhtaç bırakıldığı görülüyor. Türkiye’de iki defa sözde toprak reformu ile topraksız köylüyü toprak sahibi yapmak amaçlandı ise de, bunun bir formalite icabı olduğu anlaşıldı. Bir kısımda uygunladı ise de, ciddi bir değişim sağlanmadı. Ağaların belli bir aileden seçilmesi, kalan tüm arazilerin gelirlerinin bir aile tarafından kullanılması, tam bir zalimlikle sürdürüldü. Çünkü kalan köylü sadece ırgat ve ağanın vereceği biraz buğdayla yaşama muhtaç edildi. Kürtler bu şekilde bir ağa insafında yaşamaya mahkum edilerek bir nevi devlete gerek duymadan insani koşullardan uzak bir halde yaşamaya mahkum edildi. Bu ağalar dünya nimetinin tümüne ulaşırken  Kürtlüğü siyasi çıkarlarına göre şekillendirdi. Bu durum hala devam etmekte; kendi çıkarları doğrultusunda. Buna en iyi örnek olarak Siverek’ten Viranşehir’e kadar olan alanda yaşayan halkı görmek mümkün; burada devlet tarafından olan Bucak ailesi ve bunlara bağlı İzollar (İzol aşireti) mevcut. Sosyal doku bu devlet destekli ağalarca kontrol ediliyor. Nasıl kullandıklarını görüyoruz. Tarihi kayıtları ve Osmanlı sonrası, İngiliz devletinin kurduğu Türkiye devleti tarafından Kürt aşiretlerinin ulus olma hamlesine karşı gösterilen duruşu görebiliriz.

“(19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş sürecinde, Osmanlı bünyesindeki birçok halk, ulusal bilinç kazanıp modernleşme sürecine girerken Kürt halkı koyu bir cehalet karanlığı içindeydi. Bu cehalet ortamı, bu dönemden itibaren, Kürt toplumunu kucaklayacak liderlerin ortaya çıkamaması, liderlik ve otoritenin şeyhlere, din adamlarına, daha sonra da küçük çaptaki aşiret ağalarına geçmesine neden oldu. Taassup ve parçalanmışlık, ileride Kürtlerin birlik olmasına, ulusal bilinç kazanmasına en büyük engeli oluşturacaktır. (1916 Kürt Tehciri{ Celal Temel }/ İsmail Beşikci Vakfı\ Sayfa 4)”

Cumhuriyetle başlayan devletin, Kürtlerin yoğun bir şekilde yok edilmesine yönelik planlarının başlanmasıyla, Dersim katliamı, Zilan, Ağrı ve bunu takip eden Şeyh Sait, Saidi Rıza idamı tam bir caydırıcı etki yarattı. Tabii devamında aşiretlerin genel yapısı bozulmuş, kalan Kürt aşiretleri biat edilmeye devlet tarafından gözdağı verilmiştir. Tam burada, şu an Van, Hakkari, Urfa ve Mardin şehirlerinde devletin kontrolünde yer alan isim bağlamında şu veya ağa demek gerekmiyor. Konumuz bu ağa cenderesinde perişan, fakir, biçare bırakılmış Kürtlerin durumudur. Hiçbir söz sahibi olamayan bu ailelerin, bu ağa olan kişilerce kendi çıkarları doğrultusunda kanalize edildiği görülüyor. Ne siyasi ne de fikir belirtme hakkı dahi yok. Tek odaya sahip binlerce benzer aileler var. Çoğunun yaşam ihtiyacına  bile ulaşmaya imkanları yok; böyle  vahim durumla karşı karşıya. Nereye gitseniz aynı; Arap sömürüsünde olan, Fars keza öyle. Türkiye devletinin yaptıkları, diğer sömürge işgalci devletlerin örnek aldığı model niteliğinde. Toplum sosyolojisi adeta açık ceza evi gibi gardiyan ve mahkum ilişkisi halinde. Devletin güdümünde yer alan bu ağalar, Kürtlerin benliğini tahrip etmek için, bu ağaların eliyle korucu yapılmakta, maaş yoksa yaşam da yok algısı ile fakir Kürt köylüsü, Kürtlüğü sanki bir ihanet içindeymiş gibi bir algıya sahip olmuş. Kürt çocukları ve gençleri bu devlet kontrolünde yer alan ağa zalimliğinden kurtarmak gerekir. Artık yeter, bu Kürde reva görülen yaşam şekli. Her şey ortada, ya çözüm ne olur? Tabii eğitimli, liyakat sahibi Kürt gençlerin bu duruma  ciddi şekilde karar vermesi elzemdir. Başka bir üstü kapalı durumlar da var. Genel bir tespitten sonra konumuz Türkiye olduğundan, özellikle devlete biat etmediği taktirde sonları bu şekilde olur diye aşiretlerin bir karar vermesi noktasında zaman verilmiştir. Ziya Gökalp öncülüğünde başlatılan operasyonun perde arkasında bulunan temel hedef, tüm etnik halkların yok edilmesi kararı; Ermeni, Sünni olmayan, Alevi, Ezidi Kürtler, Keldani, Asuri, Süryani ve muhalif Sünni Kürt aşiretleri listesi epey uzundur. Bundan sonra burada dikkat çeken bir şey var. Soy isimlerin tercihi, ağaların özelikle seçtiği, bunun devlete biat olduğu, bu biatin nişanesi olarak, Tatar, Cantürk, Bozkurt, Türk, Özktürk, Turan, şeklinde olmuştur. Şu an bu anlayışla bu böbürlenen aşiretler, özelikle bunu bir üstünlük olarak kullananların tamamı, Kürt halkının kaderini sabote etmekte. Devlet bu şekilde “ulus olma, aşiret kal” diyerek, “böl, parçala” taktiğiyle Kürdistan’ı sömürmekte. Uzun vadeli bakan devlet sistemi, karşısında parçalanmış bir halkla kolay bir şekilde mücadele etmekte. “Kürt olma, ne istersen ol” diyen bir zihniyetle mücadele edemeyecek bir Kürt halkı, zamanın onların lehine işlediğini fark edecek, partileri diye bildikleri yer dahi bu zihniyetlerin elinde; (A veya B) hepsi çıkarcı, kendi menfaatleri dışında hiçbir şey umurunda değil. Kürdistan bu durumda!

Gelelim Avrupa’daki ülkelerde dağılan Kürtlere:

Homo Erectus’tan nasıl Neandertaler ve Homo Sapiens türediyse, Kürdistan’daki Kürtlerden Avrupa’daki Kürtlerin türemesi gerçekleşti. Her türlü imkana sahip, bunun farkında, ama pasif, tüm Kürt olma ruhunu kaybetmiş ve ne yazık ki bunun bilincinde olup, onun dışında hiçbir projesi olmayan bir topluluk halinde. Kürtlüğü sadece hafta sonlarında yürüyüşlerde birkaç slogan atıp kanıtlama girişimi dışında hiçbir faal yapıya sahip olmayan bir gruptan ibaret. Kürt orgütlülük noktasındaki öz eleştiride bulunmakta yarar var. Konuştuğumuz, daha önce mucadelede faal olarak yer alan bazı kişilerin tespitleri önemli örneklerle gösterilebilir. Kürt göçünün baslangıcında, Türkiye’de devlet gözetiminde yobaz Sünni kişilerce yapılan Maraş  katliamından sonra, katliamdan kurtulan Alevi Kürtler geldi. Bu gelenlerin siyasi, politik geçmişi yoktu; sadece 1980 Darbesi öncesi yapılan, bir kurban edilecek kişi olmaları dışında. 1980 Darbesi ile  Kürdistan’da Kürde dair ne varsa, ona karşı devlet tüm imkan ve gücüyle saldırıya girişti. Kürtlerin yaşam alanlarına, adi olağanüstü güvenlik tedbirleri ile imha girişimi başladı. Bu, bir dirençle karşı bir kuvvet oluşturdu. Özelikle Diyarbakır işkence merkezinde Kürt halkının evlatları direnmeye başladı. Mazlum Doğan ve arkadaşlarının, bedenlerini Kürt halkına kurban ettiği yer oldu. Dağların efendileri Kürtlerin gençleri Cudi’yi mesken yaptı. Artık Kürtlerin var oluş algısı gelişmeye başladı. Bu halk olma bilinci geliştikçe yukarda değindiğimiz ağalara ihtiyaç doğdu. Devlet bu kişileri kullanmaya karar verdi. Dönemin hükümeti Turgut Özal kararıyla Urfa’da Bucaklar, Mardin’de Rutiler, Şırnak’ta Jirki, Van’da ise Buruki, Diyarbakır’da Izoli korucu adı altında yandaşlar oluşturuldu. Coğrafya, devletin kirli planları ile açık ceza evine dönüştü. Çeşitli silahlı örgütlerle, ve örnek verecek olursak, JITEM vasıtası ile muhalif görülen kim varsa, kaçırılıp işkence ile oldürüldü; örneğin Vedat Aydın gibi. Zaman ilerlerken Kürde dair ne varsa bu açık veya devlet güvenlik mahkemesi deyimiyle faili meçhul cinayetlerin kurbanı oldu; bunun ardı sıra devamı geliyordu. Dönemin hükümet başkanı Tansu Çiller’in hedef gösterdiği on dokuz Kürt iş adamı, aslında açık olan ama adı faili meçhul cinayete kurban edildi; örneğin Savaş Buldan ve Behçet Cantürk. Devlet tarafından yürütülen operasyonda Kürt yazarlar da hedefteydi. Örnek Musa Anter Diyarbakır’da  cinayete kurban edildi. Kürdistan’da yaklaşık dört bin köy, mezra devlet tarafından yakıldı. Kürt halkının devlet tarafından sayısız kez göçe zorlanması, ne yeni ne de son bulacaktı. Yerinden edilen bu halkın bir kısmı batı illerine gitmiş, orada tekrar yaşam alanı oluşturarak hayatta kalmaya çalıştı, bir kısmı ise Avrupa’ya göç etti. Sayısı on yedi bin faili meçhule kurban veren bir halk olan Kürtler, artık siyasi politik bilince varmış olarak Avrupa’da ciddi bir sayıya ulaşmış duruma geldi. Türkiye  devletinin artık bir sömürge devleti olduğu bilinciyle, çeşitli örgütlenmeler kurdular. Sayısal olarak ciddi bir potasiyel gücü oluşturmak mümkünken 1993’te Almanya’nın otoban ve çeşitli yerlerinde vandal hareketler yüzünden Alman devleti ve halkı Kürtlerin haklı davasını illegal ilan ederek yasaklamalara başladı. Özelikle yönetimde yer alan kadrodaki kişileri hapse atması sonucu örgütlü karakter çözüldü; disiplin de kaybolunca, bilgisiz ve örgütler adına çeşitli mikro guruplar çıkar odaklı parasal destek sağlandıysa da, o toplanan paralar toplayanlar arasında pay edilerek kendi ihtiyaçlarına cevap oldu. Dergi, gazete satışlarının yüzde biri bu halkın çocuklarına doğru dürüst ulaşılmadı. Bunca yıldır bu çetelerce devam eden bir yapı söz konusu. Ayrıca özgün ve kendine has müziği, dansları olan bu halkın bu yanı mikro düzeyde kaldı. Çeşitli kişilerce gelişmeler yaşandıysa da lokal kaldı. Ciddiye alınmayan sanat, sinema hiçbir ilerleme kat edemedi; bu kadar imkan olmasına rağmen. Tam tersi olsa, Kürterin acısını sinemada Avrupa’daki halklara anlatmak mümkün olacaktı. Maalesef bu grupların cahil ve bilgisiz oluşları, Kürtlerin Avrupa’daki orgütlülük konusunda zerre kadar bir örnek almadığı görülüyor. Kırk yıldır Avrupa’da yaşıyor olmalarına rağmen ne siyasi ne de politik lobi edinememiş olmaları, bu çetelerin elinde yer alan dernek, komel gibi yerler soyut bir durumda. Oysa toplanma alanları, dernek ya da komel dediğimiz yerlerde ders verilmesi gerekirken,  Kürt çocukları matematik hocaları ile bir araya gelmeli, çok iyi Avrupa dillerini öğrenmeli, tarih ve siyasetle eğitilmeliydi. Şimdi ciddi bir bilgi sahibi gençlerimiz, mühendis, siysetçi ve çok iyi fabrikalarda yönetici pozisyonunda olacaktı. Bu yerler, boş bir yer olarak kahve gibi işletilmekte ve ne bir lobisi mevcut, ne de bir örgütlü işlevsel güce sahip. Bunun temel sebebi ezberi olan, ama elini taşın altına koymaktan itinayla kaçınan, rahatına çok düşkün, kendi çıkar odaklı olmasından kaynaklı olsa gerek.

 Tabii bunu gören Avrupa yöneticileri bu şekil bir halkı görmezden geliyor. Sayısal bir çoğunluğun olması sizi güçlü etmez, bunun en iyi örneği de Kürtlerdir. Bu şekil bir gidişat görünürde de olduğu gibi hiçbir şekilde Kürdistan’ın yollarını açmaz. Dünya fikirsel, politik siyasi anlamda değişirken siz hala aynı sloganı atarsanız, sesinizi sizden başka duyan olmaz. Bu hastalık, bu şeklide ilerliyor. Çözümsel yaklaşımlar ve düşünceler bir araya gelmezse, Kürtler bu dünyada sadece varmış gibi kalacak ve daima başkasının baskısı altında olacak. Kendini “bu halkın sesiyiz” diye göstererek geçinen kişiler, ya bu gidişattan memnun ya da bu durumda kendi çıkarları için sessiz kalıyorlar.

Avrupa’da eknomik birlik sağlamak amaçlanmazken, kendi hayatlarını düşünen, deniz manzaralı bir ev alma düşüncesi dışında hiçbir faydaları yok. Geldikleri coğrafyada yaşayan halk için bir ağaç dahi ekmezler; ama kahve, komel, mala gel köşelerinde Kürdistan ağızlarından eksik olmaz. Kuşadası’nda villa almayı iyi bilirler. Kürdistan’a  yatırım yapmak, bunlar için bir kayıp olarak sayılır, işte tam bu sebeplerden Kürtler ne Avrupa’da ne de kendi coğrafyasında ortak bir proje yapmayarak niyetleri ne olduğu görmek kolay oluyor. Kürtlerin bu kendi halinden memnun köle kalma anlayışı, etraftaki devletlerin ciddi anlamda elini güçlendiriyor. Kürtler kendileri daha tam anlamıyla bir halk olma düşüncesini olgun hale getirememişler.

“Kürdüz, Halkız, Ulusuz” anlayışı doğmadığı sürece, bu ruhu ve iradeyi ortaya koyup arkasında duracak mekanizmalar oluşturulmadığı takdirde, bugüne kadar verilen çabaların çoğu boşa gidecektir.

 

”Bu makale yazarın kendi görüşlerini yansıtır. Bernamegeh Türkçe’nin yayın politikası ve editoryal bakış açısı ile her zaman uyumlu olmak zorunda değildir.”

AYRICA BAKIN

Can Coşkun Kimdir Hayatı

Muhabir, editör, rejisör, spiker ve yapımcı Can Coşkun, 1989 senesinde Mersin’de dünyaya geldi. İlk, orta …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!