”Daha sonra ona dedim ki ‘Sen, Allahına sen ne yaptın?’. Bana dedi ki ‘Ben birkaç kurşun gökyüzüne doğru attım’. Bu şekilde bunların hepsini öldürdüler. Yalnız bunların içinde bir yaralı varmış. O yaralı onların içinden çıkıp yönünü İran’a verip gidiyor. 33 kurşun yarası işte. Öyle çıkıp gidiyor İran’a.”
NİHAT GÜLTEKİN
Diğerlerini akşam Sefo Deresi’ne götürmüşler, Newala Sefo… Biliyor musun, onları o dereye götürmüşler ve hepsini yaylım ateşine tutmuşlar. Bunların hiçbir suçu yoktu, ne suçları olacaktı ki…
Sefo Deresi’nden söz edildiğinde akla hemen üç isim gelir: 33 Kurşun şiiriyle Ahmed Arif, Muğlalı Olayı ve Kürtler kitabıyla “Sarı Hoca” İsmail Beşikçi ve Yas Tutan Tarih. 33 Kurşun kitabıyla Günay Aslan. Bu çalışmalarla, Sefo Deresi katliamı hakkında daha detaylı bilgi sahibi olduk. Bazîd’de insan manzaralarını ve hikayelerini kaleme almaya başladığım beri çeşitli insanlarla buluştum. Kimi anlatmayı tercih ederken, çoğu insan çeşitli nedenlerden dolayı konuşmamayı tercih etti.
Mustafa Epli’nin Sefo Deresi olayında yer alan bir asker olduğunu duyduğumda hemen ona ulaşmanın yollarını aradım. İki kızı PKK davasından cezaevinde. 3 yıl hapis yatıp çıkan kızı Gülizar Epli ile tanışıyordum. Kendisini ziyaret ettim. Bana, 20 yıldan beri cezaevinde bulunan ablası Aynur Epli’nin “babamla mutlaka konuşun ve konuşmasını kayda alın” sözlerini aktardığında, hemen ‘bu işi ben yaparım’ dedim. Ramazan ayının geçmesini bekledik. Bu arada babasına durumu anlatıp, ricada bulunduk. Babası içinden ah çekerek ‘tamam’ dedi. Ailemi tanıdığı için “senin fotoğraf çekmene de izin vereceğim” dedi Meğer 8-9 yıl önce kendisiyle görüşmek isteyenlere fotoğraf çektirmemiş.
Sefo Deresi katliamında 33 yoksul Kürt köylüsü sorgusuz sualsiz kurşuna dizilmiş, insanlık adına bir vahşet işlenmiştir. 33 insan Geliyê Sefo mevkiinde, elleri arkadan bağlanmış, yere diz çöktürülmüş ve kurşuna dizilmiştir.
Hacı Mustafa Epli, Bazîdli. Bazîd’e bağlı Melikşah (Mêrkişe) köyünde dünyaya gelmiş. 1925 doğumlu olup, şu an 87 yaşında. Askerlik çağı gelince önce Antep ve Siirt’te, ardından Van-Özalp’te toplam 3 yıl (12 Aralık 1942-12 Aralık 1945) askerlik yapmış.
“Acemi birliğini Gaziantep’te bitirdim, sonra Siirt’te, oradan da yürüyerek Özalp’e geldik. Xarebesorrik isminde bir köy vardı. Zengezûr ile Bazîd arası bir mesafe vardı aralarında. Bizim içimizde eksiklikler çoktu. Ruslar İran’a girdiklerinde, İranlılar hayvanlarını satıyordular. Onları alıp getirenler vardı, getirip satıyorlardı. Oraya gidip alışveriş yapmıyorlar, ihbarcılık yapıyorlar diye bize ihbarlar geliyordu.
Bu olay nasıl oldu anlayamadım, bize pek bir şey demediler. Komutan ayarlamıştı, biz sonradan haberdar olduk. Hazırlıklarını yapmışlardı. Benim haberim olsaydı, köylülere derdim Kürtçe isminiz var, bir yolunu bulun kaçın. Bize denilen şuydu: ‘gidip köyün etrafını sarın ve köyden tek bir köpek dahi çemberden çıkmasın’. Biz ordayken gelip isim okudular ve herkesin isimlerini okuduktan sonra ellerini bağladılar. Sonra öğrendik ki bunlar ihbar edilmişlerdir.
Bir ara biz çok askerle göreve gittik. Güneş yere yeni geldiğinde biz köyün etrafını sardık. 33 insanı, 33 köylüyü. İçlerinde bir çavuş vardı. Onların hepsini alıp getirdi. O dönem araç olmadığı için orada 300 at vardı. Bunları buraya getirip, ellerinden bağlayarak buralara bağladılar.
Herkes kendi vicdanına göre, biz çok büyük vicdan azabı çektik. Biz onlara bir lokma ekmek veremedik, bir bardak çay veremedik. Biz bir şey yapamıyorduk. (Gözleri doluyor) İşte akşama kadar bekledik. Daha sonra alıp götürdüler. Benim de Allah dualarımı kabul etti. Dedim ‘Allahım ya sen bana bir hastalık ver ya da bana bir görev ver, ben bu vahşeti görmeyeyim’. Çünkü ben artık biliyordum, bunları götürüp infaz edecekler.
Benim bir arkadaşım vardı, ismi Cemalettin idi, Hasankaleli idi. Eğer sağ ise Allah uzun ömürler versin, ölmüş ise de Allah rahmet etsin. Ben bir ara baktım, gözlerim çok yakını görmüyor. Dedim ‘ya Cemalettin, ne gelmiş başıma’. Cemalettin dönünce bana bakıp ‘ya benim evim yıkılsın ne olmuş sana’ dedi. Elini boğazıma verdi, baktı şişmiş. Kalktı, beni götürdü doktora. Doktor benim Abdülkadir abimin arkadaşı idi. İsmi Kemalettin idi. Beni muayene etti, dedi ki ‘korkulacak bir şey yok. Ama sabaha kadar burada kalacaksın’. Ben burada kaldım.
Diğerlerini akşam Sefo Deresi’ne götürmüşler, Newala Sefo… Biliyor musun, onları o dereye götürmüşler ve hepsini yaylım ateşine tutmuşlar. Bunların hiçbir suçu yoktu, ne suçları olacaktı ki.
Ben hastanede tekrar muayene oldum. Doktor dedi ki ‘şişkinlik inmiş, gidebilirsin’. Ben yerime gelince baktım arkadaşım Cemalettin de gelmiş, dedim ki ‘Cemalettin ne olmuş?’. Ağladı, ağladı. Ben de onunla ağladım. Her ikimiz beraber ağladık. Dedi ki ‘Evin yıkılsın, Kürtler Türklere esir olmuş… Kurşun attılar, onların tamamını kurşunlayıp öldürdüler’.
Daha sonra ona dedim ki ‘Sen, Allahına sen ne yaptın?’. Bana dedi ki ‘Ben birkaç kurşun gökyüzüne doğru attım’. Bu şekilde bunların hepsini öldürdüler. Yalnız bunların içinde bir yaralı varmış. O yaralı onların içinden çıkıp yönünü İran’a verip gidiyor. 33 kurşun yarası işte. Öyle çıkıp gidiyor İran’a… Köylüler sonra cenazeleri nasıl aldılar, bilmiyorum. Onların içinde yaralı kaçan biri bu olayı herkese duyurmuştu. Kimse bilmiyordu, bu yayını bu yaralı kişi yaptı.
Biz 24- 30 tane Kürt asker vardık. Kağızman, Eleşkirt, Ağrılı arkadaşlar vardı. Yüzbaşımızın adı da hatırlıyorum, Muharrem Altun idi. Şişman bir insan idi. Emere Şelal’ın oğlu Vahit de Bazîdliydi. O da benim asker arkadaşımdı. Şu an rahmetli olmuş, o zaman çok pasifti. Cemalettin Yıldırım ise çok çok iyi bir insandı. Komutanımız General Mustafa Muğlalı idi. Daha sonra Mustafa Muğlalı’yı cezaevine attılar. Neden sen bu insanları sorgusuz sualsiz öldürdün diye cezaevine attılar ve orada geberdi.”
Dönemin Özalp Jandarma Hudut Tabur Komutanlığı’nda görevli Onbaşı Mustafa Epli’nin anlatımları böyle. 28 Temmuz 1943 günü, sabahın erken saatlerinde 33 yoksul Kürt köylüsünün kurşuna dizildiği Sefo Deresi o günden bu yana “yasak saha” kapsamında. Hala yakınları kurşuna dizilen köylülerin yerine gidemiyor, buralar Zilan bölgesi gibi hala gerçek adaleti bekliyor.
Ahmed Arif’in 33 Kurşun adlı ünlü şiirinde, bu toprakların acı gerçeğini ilk kez öğreniyoruz. İşte bu uzun şiirden bir parça ile yazımızın daha iyi anlaşılacağını düşünerek bitiriyorum…
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun…
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
Politik Art.
Makaleleriniz için: bernamegeh@gmail.com