BANKTAKİ ADAM

BANKTAKİ ADAM

Birbirine karşı konmuş iki bankta kaçamak gözlerle birbirimizi tahlil ediyorduk. Ben pek ehemmiyet vermediğim bu heyecana son vermek gerektiğini ve bu tahlili en azından tarafımca sonlandırmak istiyordum.

Zaten hep öyle olmamış mıydı? Ben hep tahlillere bırakılmış, en ufak bir hışırtı ile saklandığı yerden çıkıp kaçmaya çalışan bir hayvan olarak görüyordum kendimi. Bu sefer de böyle olmasını hiç istemeyerek kendiliğimden kaçmak istiyordum. Lakin pek alâkasız kaldığım bakışlar benden alâkalarını inatla kesmiyor bilhassa üzerime üzerime geliyordu. Mahçup kalmamak adına ufak bir tebessümle yanıtlamayı düşündüğüm anda “sizin sıranız galiba” diyen bir sesle irkildim. Cevaben “evet ,haklısınız” dedikten sonra içeri girdim ve ancak bu anda bir doktor odasında olduğumu farkettim. Olağanüstü bir şey yoktu aslında. Her gün olduğu gibi yine psikanalitik tedavim başlayacaktı birazdan. Ancak bu anda dimağım , az önce yaşanan her şeyin gerçek olmadığını ateşli bir şekilde savunarak, tehditler savurarak bana karşı geliyordu. Gerçeğin ne olduğu şüphesi mütemadiyen zihnimi bulandırıyor ve bu şüpheler ruhumun derinliklerine bir inip bir çıkarak beni mantıklı düşünememeye sevk ediyor ve bu anda bastıran bir mide bulantısı ve baş ağrısı, beni, şu an neden burada olduğuma dair düşündüremiyordu. Bir an evvel burdan çıkıp gerçeği teyit etmemin icap ettiğini düşünüyordum. Alelade bir bahane ile dışarıya süratli bir şekilde çıktım. Lâkin ummadığım bir boşluk gördüm bankta. Bu anda dimağıma hararetli bir şekilde küfürler savurarak ve biraz kırgın biraz da buruk bir tebessüm ile geri girdim odaya. Nihayetinde beni buraya sevkeden birtakım problemlerim vardı ama bana bunu yapmaya kesinlikle hakları yoktu. Ne olursa olsun hiç bir şey ruhuma gelgit yaşatan ve beni aciz bir halde bırakan bir hayalet sürmemeliydi gözlerimin önüne.

Akşamüstü belki biraz ferahlarım diye uzunca bir yürüyüşe çıktım. Bir türlü hakim olamadığım düşünceler bana hiç danışmadan meydana çıkıyor ve bunlardan herhangi bir şekilde kurtulmakta muvaffak olsam da derhal bir yenisi peyda oluyordu. Farkında olmadan sahile varmıştım. Ufukta denizden yansıyan kızıl ışık oldukça hoş bir görüntü veriyordu. Ağır adımlarla bazen denize bazen semaya bazen de görmeyen gözlerle insanlara bakarak yürüdüm. Etrafta gülüşen, eğlenen insanlar bitmek bilmiyordu. Bu insanlar neden bu kadar mesut gözüküyorlardı? Ben ne zaman saadet dolu dakikalar içinde olduğumu hissetsem işte tam bu anda alelade bir şey saadetimi bozar, yeis içinde kalırdım.

Yürüdüm. Tabelasının ışığı bozulmuş bir meyhaneye girdim. Pek tanıdık geldi burası. Bir şişe rakı istedim. Şimdi daha aklı başında düşünüyordum. Biraz içer rahatlardım. Artık yavaş yavaş beni rahatsız eden bu düşünceleri kafamdan atıyordum. Burada da gülüşen ve eğlenen insanlar vardı. Bütün kahkahalar dört duvara da çarpıp kulağımda tekasüf ediyordu sanki. Hiç tanımadığım insanlar sanki dönüp, bana bakıp, bağıra çağıra gülüyorlardı. Ben bu dünyada her zaman yalnız yaşıyordum. Dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan biriydim. Kimsenin dostluğuna ihtiyaç duymadığım gibi kimseye bu durumu izahate mecbur da değildim asla. Şüphesiz bu ruhumun herhangi bir şey yahut kimsede veyahut yeryüzünde, evrende bilhassa var olan tüm şeyler içinde bir benzeri mevcud olsaydı şu küçücük dünyada mesut olmama yeterdi. Bir insan başka bir insana herhalde yeterdi. Ve yine şüphesiz, yıllarca kendimden bile sakladığım tüm gerçekler ve içimde pek de sarih olarak durduğu halde görmezden geldiğim bir aşk tam bu anda ona tekasüf eder, bana, benim de bir ruhum olduğunu gösterebilirdi. Ben, hiç kimsenin beni gerçekten sevebileceğini, anlayabileceğini düşünmedim. Öyle birini arasam bile bulamayacağımı biliyordum. Eğer olur da kendime herhangi bir şekilde yakın bulduğum biri yoluma çıksa tesadüfe riayet etmeyi yeğler her şeyden önce tanımaya çalışırdım.

Karanlık oldukça çökmüştü. Gecenin ilerleyen saatlerinde en dokunaklı ve insanın içini karartan şarkılar çalmaya başladı. Nihayet herkes çıkıp gitmeye başladı. Oldukça tenhalaşmaya başlamıştı. Işıklar ortadan kaybolmaya başladı. Loş ışıkta ben ile meyhane sahibi kalmıştık. Bir an önce kalkıp gitmemi isteyen gözlerle arada bana bakıyordu. Zaten ben de sıkılmaya başlamıştım. Artık kalkıp gitmenin icap ettiğini düşündüm. Hesabı görüp sokağa çıktım. Oldukça serin olan hava içkinin üzerimdeki tesirini azaltmaya başladı. Artık daha mantıklı düşünüyor daha isabetli kararlar alıyordum. Nihayet vardım eve. Ev sahibi iğneleyici bakışlar ve imalarla karşıladı kapıda beni. Başımla selamlayarak daireme girdim. Üstümü değişecek takatim yoktu. Sırtüstü uzandım yatağa. İfadesiz gözlerimi tavana çakıp güzel hülyalara dalmaya çalıştım. Olabildiğince her şeyi düşünerek ve bunlardan bir sonuç çıkarmaya çalışırken uyuyakalmaya çalıştım. Lakin ne kadar gayret edersem edeyim nihayetinde o hayal gözlerimin önünde belirdi. Oldukça sakin ve huzur veren gözlerle bana bakıyor ve bu gözlerini hiç de kaçırmaya çalışmıyordu. Olabilecek en güzel gülüş dudaklarına yayılmış ve bunu bana sarfetmekte oldukça cömert davranıyordu.  Sadece sustum ve gözlerimi kapattım. Hiç bir şey düşünmek istemiyordum. Böylesine saadet dolu bir ânı asla bozmak istemedim. Tek isteğim bu hayalin olabildiğince uzun sürmesiydi. Artarak içimi dolduran bu saadet beni dünyanın en mesut insanı yapmıştı. Ona sarılıyor ve adeta yalvarırcasına elini öpüyordum. İçimdeki bu hisleri ona izah etmek, küçük bir çocuk gibi heyecanla ve telaşla ona en güzel sözleri söylemek istiyordum. O, bu halimi görünce beni daha çok sever, ben de tarifi imkansız bir aşk ile devam edecektim sözüme. Hayaline sarılarak uyudum o gece. Sımsıkı.

Sabah şiddetli bir baş ağrısı ile uyandım. Her şey aynıydı. Değişen bir şey yoktu. Dünyada bir gün daha yaşanmıştı. Günün sonunda bir baba çocuklarına sarılmak için evine gitti. Büyük özlemler ile kavrulan aşıklar kavuştu. Şehir dışından düğünlere gelindi, cenazeler götürüldü. Öğrenciler ailelerine kavuştu. İşçiler alın terlerini kazandı. Doğrusu hayat hiç akışını bozmadı. Benim gibi. Neyse. Yarın gidilecek bir randevum daha var ama bu sefer o banka sırtımı döneceğim.

 

Azad Birgûl

Van YYÜ Psikoloji Bölümü Öğrencisi

AYRICA BAKIN

Can Coşkun Kimdir Hayatı

Muhabir, editör, rejisör, spiker ve yapımcı Can Coşkun, 1989 senesinde Mersin’de dünyaya geldi. İlk, orta …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!