”1905 yılında, o yıllarda Malatya’ya bağlı olan şu anda ise Adıyaman sınırları içinde kalan Narince köyünde doğdu. 11 yaşındayken babasını kaybetmesinden dolayı amcasının yanında büyüdü. 1932 yılında Hawar dergisinde yazmaya başladı ve 1993 yılına kadar farklı dergi ve gazetelerde yazmaya devam etti. 1957’de Suriye’deki ilk Kürt siyasi partisi olan Suriye Kürdistanı Demokrat Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 11 Ekim 1993’te Şam’da hayatını kaybetti.”
Perwer Yaş
Celadet Bedirxan’ın ölümü sonrasındaki günlerdi. Hayat arkadaşı Rewşen için Şam artık Celadetsiz geçiyordu. 1951 yılının bir sonbahar günüydü. Rewşen Bedirxan, uzun yıllardır tanıştığı eski aile dostu, eşinin dava arkadaşı Osman Sebri’ye “Birayê Osman” (Osman kardeş) diye seslendi, sonra birden “Hayır, hayır kardeş değil, Apo, evet ismin Apo olsun” diye düzeltti.
Osman Sebrî gülümseyerek, “Dotmam (amca kızı) sen nasıl istiyorsan, öyle olsun” dedi. O geceden itibaren artık Sebrî, bütün Rojava’da ve Suriye’de yeni takma adıyla anıldı, Kürtlerin “Apo Osman’ı” oldu. Yıllar sonra ise hasta yatağında çocuklarına, “Hayatım boyunca bu isimden gurur duydum, bana verilen ismin layıkıyla yaşamazsanız, hakkımı helal etmem” diyecekti.
Zira Osman Sebrî 20 yıl önce, 11 Ekim 1993 günü “Ruknedin” ya da “Taxa Kurdan” (Kürt mahallesi) olarak Şam’ın kenar mahallesinde bulunan iki odalı, mütevazi evinde, bu dünyadan göç ettiğinde geride Kürdistan’da direniş ve aydınlanmanın izleriyle dolu bir hayat öyküsü bıraktı. Aslında hayatı özgürlük yolunda Kürt’ün hayal kırıklıklarının özetiydi. Umutları ise Kürdistan’ın tan vaktinde atan güneş kadar hep taze kaldı.
20 yaşında Şeyh Said serhildanına katılmış, iki amcasını idam sehbasında kaybetmiş, aç-susuz günlerce Anadolu’ya giden sürgün trenlerinde tıkalı kalmış, Xoybûn Cemiyeti’nin “gizli pusulasını” Seyid Rıza’ya ulaştırmak için ‘Binxetê’den Dersim’e doğru aylarca süren zorlu bir yolculuğa çıkmış, ömrünü Rojava Devrimi hayaliyle geçirmişti.
Hayatındaki iki Çerkes
1985 yılında kaybettiği eşi Şadiye hanım Çerkes’di, eski bir Osmanlı generali olan Recep Toğuz’un kızıydı. Ne gariptir ki Osman Sebrî’nin hayatı ve mücadelesinde, köşe başlarında, hep Çerkesler vardı. 1926 yılında Adana Cezaevi’nde kaldığında “Şeyh Said isyanı hükümlüsü” Hüseyin Hilmi Atik’le tanışmıştı. Hüseyin Hilmi, Çerkes’dir. Bingöl kaymakamıyken arkadaşı Şeyh Said’in başlattığı serhildana katıldığı için 15 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.
Osman Sebrî anılarında Hüseyin Hilmi’den “İlk vatanseverlik derslerini ondan aldım” diye söz eder. Çerkes olmasına rağmen Kürt davasına katıldığı için Hüseyin Hilmi’ye büyük hayranlık duyar. Amcalarının aslında bir özgürlük mücadelesi için idam edildiği düşüncesi, Ankara hükümetine beslediği “intikam” duygusu Hüseyin Hilmi’den aldığı Kürtçülük dersleriyle “ete kemiğe” bürünmüştür, fakat henüz örgütlü bir mücadeleyle tanışmamıştır.
Sebrî, 2 ay Adana Cezaevi’nden kaldıktan sonra Konya’ya, oradan da Denizli’ye gönderildi. 1928 yılında 48 Kürt tutukluyla serbest bırakılır. Arkadaşlarıyla 3 ay Denizli’de çalışıp dönüş parasını biriktirip yola çıkar.
Şeyh Sait isyanı sürgünleriyle dolu tren arkasında uçsuz-bucaksız Çukurova’yı bırakıp Gavur dağının derinliklerine doğru yol aldığında, Kadri Cemal Paşa’nın da trende olduğunu ve kendisiyle tanışmak istediğini öğrenir. Burdur sürgünü Kürt talebe Hêvî Cemiyeti’nin kurucularından olan ve eşiyle birlikte Suriye’ye sığınmak için yola çıkan Kadri Cemil Paşa, Osman Sebrî’yi oldukça sıcak karşılar ve “İki amcanın idamından sonra korkmuyor musun?” diye sorar. Sebrî’nin yanıtı nettir; “Hayır, asla korkmuyorum.” Cemil Paşa “Bu, gönlünde ülke için çalışma istemi anlamına mı geliyor” diye devam eder, Sebrî’nin yanıtı “Kalbimin ateşiyle herkesten daha fazla çalışabilirim.”
Yol boyunca Kadri Cemil Paşa ile süren tartışmaların ardından artık Osman Sebrî’nin kafasındaki “örgütlü mücadele” netleşmiştir. Osman Sebrî, Halep’e doğru yol alan trenden “Eyn El-Ereb” (Kaniya Ereban-Kobanî’nin Arapça ismi) yakınlarında iner.
Amcası Şükrü Ağa’nın vasiyetini yerine getirecektir. Şükrü Ağa, Diyarbakır Cezaevi’nde idam sehpasına yürümeden önce ondan kendilerini ihbar eden Bedir Ağa’yı öldürmesini istemişti ve onu “Silahsız ve arkadan kesinlikle vurma, yüzüne bakacaksın ve amcamın vasiyetini yerini getiriyorum diyeceksin” şeklinde sıkı sıkı tembih etmişti.
Şeyh Said serhildanıyla başlayan günler
Adıyaman’ın sınırları içinde kalan Narince köyünde 1905’te dünyaya gelen ve babasını küçük yaşta tifodan kaybeden Osman Sebrî’yi amcası Şükrü Ağa yanına almıştı. Bir gün, aralarında 19 yaşındaki Osman Sebrî’nin de bulunduğu Mirdês aşiretinin ileri gelenlerini çağıran Şükrü Ağa, “Şeyh Said silahlı mücadele başlatmış, ona yardım etmemiz gerekiyor, eğer Şeyh Said kırılırsa bütün Kürtleri kılıçtan geçirecekler, ne diyorsunuz?” diye sorar. Aşiretin meclis toplantısında Şükrü Ağa bir plan yapar ve hemen işe koyulur.
Mustafa Kemal ve dönemin başbakanı Fethi Okyar’a mektup gönderen Şükrü Ağa, Türk hükümetinden Şeyh Said’e karşı bir milis ordusu oluşturmak için yardım ister. Üç gün sonra Şükrü Ağa’ya teşekkür telgrafı çeken Okyar, memnuniyetini dile getir ve milislerin kime bağlı olacağını sorar. Şükrü Ağa, 480 kişiden oluşacak milis gücünün kendisinin sorumluluğunda olacağını ve Osman Sebrî’nin de yardımcısı olacağını yazar. Ama aynı anda Şeyh Said’e de mektup yazan Şükrü Ağa, “Biz hareketine destek vermek için silahlandık, Urfa’ya ulaşırsanız, bu tarafı milislerimle alacağım” der.
Ancak hareket Diyarbakır’ı geçemez (Osman Sebrî anılarında sıkça “Şeyh Said neden Diyarbakır surlarına takılıp kaldı?” sorusunu sorar) ve hısımları Bedri Ağa, planı deşifre eder. Bedri Ağa’nın ayrıntılı ihbarından sonra Mirdês aşiretinin 480 adamı hakkında dava açılacak ve İstiklal Mahkemesi aşiretin reislerine Şükrü ve Nuri Ağa kardeşlere idam cezası verecek, Osman Sebrî’yi de 6 yıl hapis cezasına mahkum edecekti.
1 Temmuz 1930 Taaruzu
Osman Sebrî, 1929 yılında tahliye edildikten sonra günlerce süren kovalamacanın ardından nihayet bir sabah amcasının vasiyetini yerine getirdi. Amcasının dediği gibi Bedir Ağa’yı silahlı ve yüzüne bakarak vuran Sebrî, soluğu “Binxetê”de aldı. (Osman Sebrî’nin anılarının aksine kimi kaynaklar Rişvan aşiretinin Kahta’daki Zürevkan kolunun lideri olan Hacı Bedir Ağa’nın hastalık sonucu öldüğünü iddia eder. II. dönem Malatya ve III. dönem Kars milletvekilliği yapan Bedir Ağa, AKP eski genel başkan yardımcısı Mir Dengir Fırat’ın dedesidir)
1929 yılın son günlerinde sınırın diğer tarafı “Binxetê”ye geçen Osman Sebrî Celadet Bedirxan ile tanışır ve Xoybûn’a katılır.
1930 yılında Xoybûn, Ağrı direnişine destek için harekete geçer.
1 Temmuz 1930’da başlaması planlanan operasyonun planı şöyledir; Celadet Bedirxan’a bağlı birlikler Cizre-Botan’ı, Haco Ağa’ya bağlı birlikler Hevêrikan bölgesini, Ekrem Cemil Paşa’ya bağlı birlikler Dêrik’i, Milli aşiretinin reisi İbrahim Paşa’nın oğlu Mahmut Viranşehir’e ve Osman Sebrî’ye bağlı birlikler ise Urfa merkezi alacaktır. Zira Xoybûn’e göre Ağrı’yı bastırmak için Türk ordusu aşağı Kürdistan’daki gücünü azaltmıştır.
1 Temmuz günü Osman Sebrî’nin komutanlığındaki 38 kişilik bir birlik, Suruç’tan Türkiye sınırına geçer ve yollarına çıkan ilk Türk karakoluna saldırır. Kürt milisler, burada 5 askeri öldürüp karakolun komutanını esir alır. Fakat ne gariptir taarruzda silah patlatan tek birlik Osman Sebrî’nin birliğidir. Zaten yaz boyu Urfa ovasında saklandıktan ve Batı Kürdistan’a döndükten sonra gerçeği öğrenecek ve hayatındaki ilk büyük kırılmayı yaşayacaktır.
Başarısız 1 Temmuz taarruzundan sonra Suriye’deki Fransız yönetimi Xoybûn üyelerini tutuklayıp Şam’a gönderir. Böylelikle Osman Sebrî’nin de Şam günleri başlar, burada ilk sayısı 15 Mayıs 1932’te çıkacak ilk Kürtçe latin alfabeli Hawar (imdat/çığlık) dergisinde yazar, Kürt aydınlanma hareketine şiir, öykü ve araştırmalarıyla katılır.
‘Hawar’lı günler
Celadet Bedirxan’ın yönetiminde çıkan derginin ilk sayısında şair Qedrîcan, Osman Sebrî’ye hitaben “Eğer çığlık varsa yardım çağrısı peşinden gelir” başlığıyla şu mektubu yazar: “Karanlık bir gece, göz gözü görmüyor. Yerdeki buz ayaklarımı kesiyor. Sert rüzgar bazen bir kulağımdan girip diğerinden çıkıyor. Nerede olduğumu bilmiyorum. Varlığımı bastonumu yere vurarak çıkartıyorum…”
Hawar’daki yazıları Fransızları rahatsız edecektir. 1935 yılında Madagaskar adasına sürgüne gönderilir. Burada idam edilen amcalarını anlatan “Evîn” isimli bir şiir kaleme alır. 1937’te serbest bırakılan Osman Sebrî, Hawar’ın ardından gelen Kürtçe “Ronahî, “Stêr ve “Roja Nû” dergilerinde de yazdı, kalemi ve fikirleri o yıllarda Kürdistan’ın arka bahçesi, cephe gerisi gibi duran Rojava’da modern bir benliğe kavuşan Kürt aydınlanmasının en önemli halkası oldu.
1957 yılında ise Halep’te küçük bir evde, Rojava’nın ilk Kürt partisi Kürdistan Demokrat Partisi-Suriye (PDK-S) kurulmasına öncülük etti. PDK-S’nin Genel Sekreteriyken Şam rejiminin ağır işkencelerinden geçti, yıllarca cezaevinde kaldı. Rejimin 1965’teki Kürt bölgelerini Araplaştırma operasyonu “Arap kemeri”ne karşı direnişi şiddetle savunan Sebrî, parti içi hizipleşmelerden dolayı 1970’lerin başında PDK-S’den istifa etti.
Bu tarihten sonra Şam’daki evine çekildi, bir yandan anılarını, ölümle burun buruna geldiği yılları kaleme aldı, diğer yandan öykülere, şiirlere ağırlık verdi. 1984 yılında yayınladığı “Çar leheng” (4 kahraman) kitabında tanıdığı Ağrı ve Şeyh Said direnişçileri; Ferzende, Seyitxan, Ramazan ve Adil beyin hikâyelerini anlattı.
1980’lerde tüm Kürdistan’da olduğu gibi Osman Sebrî’de de yitik umutları yeniden yeşerten bir hareket doğuyordu.
Avrupa’ya çıkmak üzere olan ve Şam’daki evinde kendisini ziyarete gelen ‘aydınlara’ şunu diyordu: “Siz Avrupa’ya giderken, Apocular ülkeye gidiyor, bakın size diyorum; onlar kazanacak, siz kaybedeceksiniz.”
Osman Sebrî, bir Kürt aydınlanma istasyonuna dönüşen evine ziyarete gelenleri hep “Nebin peyayê xelkê” (Başkalarının askeri olmayın) öğüdüyle uğurluyordu.
Osman Sebrî kendisini sıkça ziyaret eden Öcalan’a ise şunu diyordu: “Hayallerimizi gerçekleştiriyorsunuz. Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar gururlu olmadım. Artık Kürdistan’ı özgürleştirecek bir örgüt var.”
Kaynaklar;
- Osman Sebrî’nin Berlin’de yaşayan oğlu Hoşen Sebrî’nin ANF’ye verdiği bilgiler.
- Bîranînên Osman Sebrî (Osman Sebrî’nin anıları), Aram Yayınları, 2004, İstanbul
- Napolyon-Selaheddîn, Osman Sebrî, Belkî Yayınları, 2011, İstanbul,
- Kâhta’dan Madagaskar’a Osman Sebrî, “welatekurdan.blogspot.de”
- Rojava’nın siyasal yapısı, Amed Dicle, 14 Eylül 2013, ANF
- ozgur gundem.
BERNAMEGEH UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!