Celâl Temel
İhsan Nuri Paşa (1893–1976)
(Davasının ve sevdasının peşinde)
Bitlis şehir merkezi Quli mahallesinde doğdu. Cibranlı Aşireti ileri gelenlerinden Elî Qulî’nin oğludur. Onlara “Mala Elî Quli” deniyordu. Yaşadıkları sokağa da Elî Qulî adı verilmişti.
İlk öğrenimini Bitlis’te tamamlandıktan sonra Erzincan Askeri Rüştiye Mektebi‘ne girdi. 1910 yılında Harbiye’den mezun oldu ve teğmen rütbesiyle Osmanlı ordusuna katıldı. İlk görev yeri Arnavutluk isyancılarına karşı Kafkaslarda başladı. Sonra Arap isyancılara karşı Yemen’e gönderildi.
Birinci Dünya Savaşı başlayınca Kafkas Cephesi’nde görevlendirildi. Orada yaralandı, bir süre Erzincan’da tedavi gördü.
1919 yılında garnizon subayı olarak İstanbul’a atandı. Bu sırada, Kürdistan Teali Cemiyeti ile ilişkiye girdi, Jîn dergisinde yazıları yayımlandı. Özellikle Wilson Prensiplerine göre ulusların kaderini tayin hakkının Kürdlere de uygulanmasıyla ilgili yazıları dikkat çekti. 1920 yılında yine Kafkasya’da görevlendirildi.
28 Nisan 1922 tarihinde, subay doktor arkadaşı Ali Haydar’ın (Toktamış) kız kardeşi Yaşar Hanım’la (1905-1984) evlendi. Bu evlilik, daha sonra, dillere destan bir aşka, bir birlikteliğe dönüştü.
Evlilikten sonra, bir süre Siirt’te kaldılar. Daha sonraları, yakın çevrede çalıştığı için Yaşar Hanım’a, memleketi Bitlis’te ev tuttu. Bölgede subay olarak çalışmaya devam etti. 1922 yılından itibaren AZADÎ (Kürdistan Bağımsızlık Komitesi) ile temas kurdu.
Bu sıralarda Siirt ili Beşiri ilçesinde görev yaparken Kürd subaylarla yaptığı bir toplantıda, Kürdistan kurtuluşu için neler yapılabileceklerini tartıştılar.
1924 Eylül ayında meydana gelen Beytüşşebap Olayı’ndan sonra, bazı arkadaşlarıyla ordudan firar ederek Suriye’ye geçti. Bir süre Şengal bölgesinde kaldı. İngilizlerin Irak ordusunda subay olarak çalışma teklifini kabul etmedi. Buradan Rojhilat Kürdistanı’na geçti. Yaşar Hanım’la bir süre ayrı kaldılar.
Hatta, eşinin ağabeyi, devletin baskısıyla, devlete itaat etmediği iddiasıyla, eşinden boşanmaya zorladılar. 1925 Ayaklanmasına destek olma çabası sonuçsuz kalınca, İran’da kalmaya devam etti.
Bu sıralarda (1927) Suriye’de kurulan Xoybûn cemiyetiyle ilişkiye girdi. Ağrı’da isyan başlayınca, XOYBÛN’un kararıyla yirmi arkadaşıyla birlikte Ağrı’ya gitti. Xoybûn, onu general rütbesiyle Kürd güçlerinin komutanlığına atadı.
Bu sırada, Denizli’de yaşayan eşi Yaşar Hanım’a bir mektup yazarak, çok maceralı ve uzun bir yolculuktan sonra onu da İran sınırında bir yere getirtti. Yıllar sonra eşine kavuştu.
Ağrı Ayaklanmasının askeri liderliğini üstlendi. Türk Genelkurmayı’nın isyanda vazgeçmesi karşılığında kendisine bazı önerilerde bulunması üzerine onlara şu tarihi cevabı verdi:
“Benim yurdum burası ve hiçbir ihtiyacım yok. Devletin vereceği sözlere güvenmiyorum. Ben XOYBUN adına Kürd silahlı kuvvetlerinin genel kumandanıyım. Görevim Türkiye’nin, Kürdistan’ın bağımsızlığını tanıması ve ordularından boşaltmasına dek sürecektir… Xoybûn’a yapmak istediğiniz siyasi teklifiniz varsa Xoybûn’a takdim ederim. Muhtelif şahıslara para ve mevki vaatleriyle müracaatlarda bulunmak faydasızdır. Çünkü çözümlenecek sorun şahsi bir sorun olmayıp ulusal bir sorundur.”
Ağrı ve çevresini kapsayan Ağrı Bağımsız Hükümeti’nin ilanından sonra Türk silahlı güçleri, uçaklar eşliğinde büyük bir saldırıya geçerken ilk hedeflerinden biri oydu. XOYBÛN tarafından gönderilen bir matbaa makinesi ile “Ağrı” ve “Gaziya Welat” (Vatanın çağrısı) adlı iki gazete ile “Agirî Agir Dibarîne” (Ağrı Ateş Yağdırıyor) başlıklı bir bülten yayımladı.
Ancak kendisine bağlı güçlerin Türkiye ordusu karşısında, daha fazla direnmesi zordu. Bir süre sonra, 1930 yılı sonlarında, devletin büyük askeri gücü, orantısız gücü karşısında tekrar İran’a geçmek zorunda kaldı.
Bir süre Suriye’de, Beyrut’ta kaldıktan sonra tekrar İran’a döndü. Tahran’a yerleşti. Bundan sonra, İran’da, yıllarca süren çileli bir esir hayatı yaşadılar.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Türkiye’nin de baskısıyla İran devleti tarafından tutuklandı. Savaş sonrasında serbest kalabildi.
Çok yönlü modern bir kişiliğe sahipti. Kürd tarihi, folkloru ve Ağrı Dağı Ayaklanması ile ilgili çalışmalar yaptı. Çalışmaları kitap hâlinde yayımlandı.
18 Mart 1976’da Tahran’da caddeyi geçerken, bir motosikletin çarpması sonucu yaralandı. Bir hafta sonra, 25 Mart 1976’da öldü. Kaza kuşkulu görüldü. Tahran Behşeti Zehra mezarlığında toprağa verildi.
Eşi Yaşar Hanım da 1984 yılında Tahran’da vefat etti.
Bernamegeh Türkçe
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!