Kürt olan Abdullah Cevdet 9 Eylül 1869 günü o zamanlar Dersim’e şimdi Malatya’ya bağlı Arapgir’de dünyaya geldi. Kimi kaynaklara göre 1867 doğumludur. Babası Diyarbakır’a birinci tabur kâtiplerinden Hacı Ömer Vasfi Efendi’dir. İlköğrenimini Hozat ve Arapgir’de tamamladıktan sonra ailesiyle Harput’a gitti. Dinî eğilimli bir ailede yetişen ve dini vecibelerini yerine getiren Abdullah Cevdet, ilk gençlik yıllarında Ramazan Bahçesi adında Hz. Peygamberi öven bir nât-ı şerif yazdığı bilinmektedir. (Cevdet, 1308a, s. 82-100). 1885’te Ma‘mûretülazîz (Elazığ) Askerî Rüşdiyesi’nden mezun oldu.
Dr. Abdullah Cevdet, okul yıllarında dindar, sert mizaçlı, kavgacı ve geçimsiz bir imaj çizmiştir. Önce Abdullah adını kullanırken, öğrencilik yıllarında yazdığı yazılarda “Ömer Cevdet” takma adını kullanmasından dolayı, imzasını Abdullah Cevdet olarak atmaya başlamıştır.
Dr. Abdullah Cevdet, öğrenciliği esnasında yaşayan en büyük şairlerden biri olarak nitelendirdiği Abdülhâk Hamid’i Çamlıca’da köşkünde ziyaret etmiş ve ondan çok etkilenmiştir. Abdülhâk Hamid’in teşviki ile şiirlerini toparlayıp kitaplar halinde yayımlamıştır. İlk şiir kitabı, “Hiç”tir (1890). Onu “Tuluat” (1891), “Türbe-yi Masumiyet” (1890) izlemiştir.
On beş yaşında İstanbul’a giderek Kuleli Askerî Tıbbiyye İdâdîsi’ne girdi. Üç yıl sonra mezun oldu ve eğitimine Askeri Tıbbiye’ye devam etti. Tıbbiyeli yıllarında biyolojik materyalistlerden etkilendi. Bu dönemde, Mekteb-i Tıbbiyye’de Avrupa’dan getirilen kitapların ve eğitimcilerin etkisiyle materyalist fikirler hâkimdir. Zamanla bu mektep; pozitivist, Darwinist ve Freudist fikirlerin üreme merkezi haline gelir.
Ludwig Büchner’e ait, kendisini çok etkileyen “Kraft und Stoff” adlı kitabın bir bölümünü biyolojik materyalist görüşleri herkesin anlayacağı bir dille anlattığı için “Fizyolociya-i Tefekkür” (1890) adıyla Türkçeye çevirdi. Onun çevirilerini hedef alan çeşitli reddiyeler kaleme alındı. Aynı yıl beyin fonksiyonları üstüne “Dimağ” adlı kitabı yayımladı. Ertesi yıl İslâm âlimleriyle biyolojik materyalist filozofların fikirlerini bağdaştırmaya çalışan “Fünûn ve Felsefe” adlı çalışmasının ilk taslağını hazırladı. Okuldaki son yılında biyolojik materyalizm ve beyin fonksiyonları üzerine “Fizyolociya ve Hıfz-ı Sıhhat-i Dimâğ” ve “Melekât-ı Akliyye” adlı iki kitap daha yayımlayan Abdullah Cevdet, aynı konular üzerinde Maârif, Musavver Cihan ve Resimli Kitab mecmualarında makaleler yazdı.
Bu dönemde Tıbbiyeliler, siyasal sistemden rahatsızlıklarını, biyolojik materyalizmi savunan kitapları yaygınlaştırarak göstermekteydiler (Hanioğlu, 1981, s. 22; Kandemir, 1932, s. 106-107).
1889 yılında istibdat yönetimine tepki duyan beş arkadaş, Fransız Devrimi’nin 100. yıldönümünde 3 Haziran 1889 gecesi okulun arkasındaki bir kömürlükte hiç ışık olmayan bir ortamda İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’ni kurmuşlardır. Daha sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti adını alacak bu demeğin ilk beş kurucusu, Dr. Abdullah Cevdet, İbrahim Temo,
Mehmed Reşid Şahingiray, İshak Sükûti ve Hikmet Emin’dir.
Okulu bitirdikten sonra İstanbul’da Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde göreve başladı. Kolera salgını nedeniyle aynı yıl kasım ayında geçici görevle Diyarbakır’a gönderildi; İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Bu şehirde bulunduğu sırada Mehmet Ziya Bey (Gökalp)’in intihar girişiminde ilk müdahale eden ve onu kurtaran kişi oldu ve Ziyâ Gökalp’in cemiyete intisâbına önayak oldu.
Tıbbıye’den mezun olduktan sonra, göz hastalıkları muallimi doktor Dikran Bey’in muavini oldu. 1895’te İstanbul’a döndüğünde İttihatçı hareketleri tehlikeli görüldüğünden bozgunculukla suçlanarak tutuklandı ve başkentten uzaklaşması için Trablusgarp Merkez Hastanesi’nin göz hekimliğine getirildi. Fakat cemiyet adına çalışmalarına orada da devam etti. Bir buçuk yıl hekimlik yaptıktan sonra Kala’da hapsedildi. Trablusgarb’da siyasi faaliyetlerini sürdürmüş, İttihat ve Terakki ‘nin Trablusgarb grubunda çalışmıştır. Dört ay sonra hapisten serbest bırakıldığında Fîzan’a sürülmesinin kararlaştırıldığını öğrenince, önce Tunus’a kaçtı; oradan 1897 yılında Fransa’ya geçti. Fransa’da ittihadın ikiye bölündüğünü gören Abdullah Cevdet Jön Türklerle bir araya geldi.
Cenevre’de, kapanan Mizan gazetesinin yerine İshak Sukuti ile birlikte Osmanlı gazetesini çıkardı. Aynı yıl Almanya’ya geçti. Abdülhamid’in şahsına gönderdiği bir kartpostalda, padişaha tecavüz görüldüğünden, Abdülhamid’in müracaatı üzerine Almanya’dan çıkarıldı ve Cenevre’ye döndü. Sürgünden kaçmış olmasma rağmen, Viyana büyük elçiliğinde Osmanlı Devleti’nin resmi hekimi oldu. Bu hareketi, İttihadçılar tarafından kötüye yorumlanmış ve aralarının açılmasına neden olmuştur. 1903 yılında sefir Nedim Bey’e, şahsi bir meseleden dolayı tokat atmış, Avusturya hükümetince hudud haricine çıkarılmış, Paris’e gelmiş Meşveret’te yazı yazmaya talip olmuş ve bir müddet Paris’te kalmıştır. sonra Cenevre’ye geçerek bir matbaa tedarik etmiş “İctihad” ünvanlı mecmua çıkarmaya başlamıştır.
Abdullah Cevdet’in fikirlerinin yaygınlaşmasında Meşrutiyet döneminde garpçılık/Batıcılık denilen akımın savunuculuğunu yapan İçtihad Mecmuası’nın büyük önemi vardır. Temelde materyalist değerleri esas alan bu mecmua, 1904–1932 tarihleri arasında toplam 358 sayı çıkmıştır. Birçok Batılı pozitivistin ve aralarında İslam aleyhtarlığıyla tanınan filozof, şair ve yazarın eserleri ve makaleleri burada Türkçeye çevrilir. Burada yayımlanan yazılar incelendiğinde, İctihad’ın bütün yayın hayatında din konusunda sistemli bir programı olduğu görülür. Mecmua Meşrutiyet’ten itibaren genel olarak dinlerde, özel olarak da İslamiyet’te bir takım sosyal konularda yenileştirme ve değiştirmelerden başlayarak sonuçta inanç meselelerinde şüphe ve tereddüt uyandıracak yayımlara girişmiş, zaman zaman deist bir din telakkisine de saplanmıştır. (Polat, 2000, s. 446)
Din aleyhtarı makaleler nedeniyle birçok defa kapatılan mecmua, sonradan Cehd, İşhâd, İştihâd, Âlem-i Ticaret ve Sanayi gibi değişik adlarla yayınlanmaya devam eder (Özgül, 2002, s. 46-47). Giderek materyalist fikirler ve İslam dinine yönelttiği eleştiriler ile tanınan Abdullah Cevdet gerçek ününü, Dozy’nin Tarih-i İslâmiyyet adını taşıyan kitabını tercüme etmesiyle kazanır. Bu kitap aleyhinde aldığı eleştiriler, din düşmanı olarak tanınmasını sağlar. Onun eleştirilmesinin asıl nedeni ise eserin girişinde “ifade-i mütercim” başlığı altında kaleme aldığı yazıdır (Dozy, 1908). Bu ifadeler, yer yer dindar insanların samimi duygularını rahatsız eden bir tavra dönüşmüş ve hakkında reddiyeler kaleme alınmıştır.
Batı eserlerinden çeviriler yaptı; çevirdiği yapıtlar arasında Schiller’in Giyom Tell adlı draması vardır. Bu esere yazdığı önsözü daha sonra “İki Emel” adıyla kitap olarak yayımladı. Ayrıca Vittorio Alfieri’nin, “Della Tirannide”(1789) adlı kitabını, “İstibdad” adıyla çevirdi.
Yayımladığı yazılardan rahatsız olan padişah Abdülhamit, siyasi yazılar yazmaması ve İstanbul’a dönmemesi koşuluyla kendisini Viyana elçilik doktorluğuna atamayı önerince teklifi kabul etti. Öte yandan diğer yayın çalışmalarını sürdürebilmek için gazeteyi kapatmaları karşılığında alacakları parayı kabul ettikleri de iddia edilir. 1903’e kadar Viyana sefareti tabipliğini sürdürdü. Bu görevi sırasında belirli ölçüde muhalefete devam etse da daha çok şiirle meşgul oldu ve sembolist şiir çevrelerinde ilgiyle karşılanan kitaplar yayımladı.
Siyasi faaliyetlerini gizlice devam ettirdiğini saraya bildiren büyükelçi Mahmut Nedim Paşa’yı tokatlaması üzerine 1903’te Avusturya’dan sınır dışı edildi. Cenevre’ye dönerek Ethem Ruhi Bey ile buluştu; Osmanlı İttihat ve İnkılap Cemiyeti’ni kurdu ve örgütün yayın organı olarak yeniden Osmanlı gazetesini çıkardı.
İctihad, 1904-1908 yılları arasında Hamidî Rejimi önce Cenevre ve daha sonra da Kahire’de sürdürürken, daha sonraki yıllardaki Batılılaşma çabalarına ve Cumhuriyet inkılâplarına ilham kaynağı olacak laiklik, harf meselesi ve kadın hakları gibi konuları ilk defa dile getirmektedir.
Abdullah Cevdet, 1905’te Cenevre’de kısa bir süre görüşme imkânı bulduğu Mısırlı reformist din âlimi Muhammed Abduh’un fikirlerinden de etkilendi. Aynı yıl Osmanlı hükümetinin baskısı sonucu İsviçre hükümeti kendisini sınır dışı ettiğinde, basımevini Kahire’ye taşıdı.
Tanzimatçıları yeterince hızlı yenilik yapmamakla, başarılı olmamakla suçlayan genç Osmanlı aydınları, “Yeni Osmanlılar” (Jön Türkler) adı altında teşkilatlanmış ve mevcut Tanzimat idaresine karşı mücadeleye girişmişlerdir. Bunların amacı anayasal parlamenter bir demokrasidir. Yeni Osmanlılar, başarıya ulaşmış ve Meşrutiyet ilan edilmiştir.
Ikinci meşrutiyetin ilanından sonra Istanbul’a dönen Abdullah Cevdet doğu-batı birleştiren fikirler savunuyordu.
1908’de Reinhardt Dozy’nin Essai sur l’Histoire de l’Islamisme (İslamcılığın tarihi üzerine deneme) adlı iki ciltlik eserini “Tarih-i İslamiye” başlığı ile çevirip yayımladı. İslâm’ı ve İslâm peygamberini çok ağır biçimde eleştiren bu kitap, Osmanlı kamuoyunda büyük infiâle yol açtı; Şubat 1910’da yasaklandı, toplatıldı ve mevcut nüshâlar Galata Köprüsü’nden atılarak imhâ edildi. Abdullah Cevdet Bey, eseri Müslüman tarihçilerin Dozy’nin yanlışlıklarını düzeltmelerine imkân tanımak amacıyla tercüme ettiğini iddiâ etti.
Bir süre İkdam gazetesinde imzasız başyazılar yazdı. İşgal yıllarında Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne atanan Abdullah Cevdet Bey, kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca halktan gelen tepki üzerine görevden alındı. İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kuruluşunda rol oynadı, Kürt Teali Cemiyeti’nde de çalıştı. “Seçkin” insanların yetişmesine yönelik bir eğitimi ve biyolojik materyalizmi savunan Abdullah Cevdet Bey, daha cumhuriyet kurulmadan yıllar önce Latin harflerine geçilmesi gerektiğini vurguladı ve kadın hakları konusundaki görüşleriyle dikkat çekti. Bahâîlik hakkında hazırladığı yazı dizisi ile dinî çevrelerin tepkisini çekti, kovuşturmaya uğradı.
Kürt örgütleri ile beraber çalıştığı için cumhuriyet kurulduğunda devlet memuriyetinden kesinlikle men edildi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Cevat Paşa’nın Elazığ milletvekilliğinden çekilmesi üzerine onun yerine meclise girmesi söz konusu olduysa da 1925’te tarımı geliştirmek üzere göçmen getirilmesine ilişkin sözleri nedeniyle “damızlık adam getirmek istiyor” şeklinde söylenti çıkarılınca siyasetle ilişkisini kesti ve ve ölene kadar sadece entellektüel çevrelerle takılıp yazı ve şiir yazmak ve içtihad dergisini çıkarmaya devam etti.
Dr. Abdullah Cevdet’in yayımladığı îctihad Dergisi, Batıcılığı bir hayat tarzı olarak görmekte ve en aşırı düzeyde Batıcılığı Batı ile “aynîleşmeyi“ savunmaktadır. Dergi, 28 yıllık yayın hayatı boyunca çağdaşları arasında en kararlı, istikrarlı ve ısrarlı bir şekilde Batıcılığı sürekli savunmuştur. Her olayı, her konuyu ve her meseleyi, Batıcı bir tarzda
çözmeyi, anlamayı ve aşmayı prensip edinmiştir. Bu anlayış, çağdaşı aydınlar tarafından
çok şiddetle eleştirilmiştir. Her zaman Batıcılığı savunmakla beraber, 1904-1908 yıllan arasında Sultan Abdülhamid’e karşı en şiddetli muhalefeti de yürütmüştür. îctihad, Meşrutiyet’in ilânından büyük bir memnuniyet duymakla beraber, Meşrutiyet döneminde, Batıcılık alanında beklediklerinin beklediği hızla gerçekleşmemesinden dolayı 1913 – 1918 yılları arasında İttihad ve Terakki Cemiyeti iktidarına karşı da muhalefet yürütmüştür.
29 Kasım 1932’de İstanbul’da kalp krizinden hayatını kaybetti. Dinsizlikle suçlanan Abdullah Cevdet Bey’in Ayasofya Camii’ne getirilen cenazesi sahipsiz kalmış, cenaze namazının kılınmaması gerektiği ifade edilmişse de Peyami Safa’nın ricası üzerine namazı kılınmış, birkaç belediye görevlisi tarafından Merkezefendi Mezarlığı’na defnedilmiştir.Burhan Bozgeyik’in “Meşhurların Son Anları” adlı kitabında ise cenaze namazının kılınamadığı, cenazesini taşıyacak araba bulunamadığı, Fener Rum Patrikhanesi’nden araba istenerek haç sembollü araba ile mezarlığa götürülüp birkaç belediye görevlisince defnedildiği anlatılmaktadır.
Yakın dostların ifadesine göre O, zayıf iradeli, birçoklarını nefret ettirecek kadar cemiyetine yabancı birisiydi. Kendince Meşrutiyet ve Cumhuriyet hareketlerinin getirdikleri, bütün yenileşme şekilleri, ondan kopyadır ve O, daima ve her devirde hakkı ödenmemiş bir alacaklı olarak kalmıştır.
Abdullah Cevdet, Şark’ın geri kalmasında temel sebep olarak İslam Dini’ni göstermekte, diğer sebepleri ise onun
üzerine bina etmektedir. Böyle yapmakla O, dinin gereksiz olduğunu, Allah’a inanmayan (dinsiz) bir toplumun, pekala ve hatta daha iyi yaşayabileceği fikrini ileri sürmektedir.
Dr. Abdullah Cevdet’in edebi kültüründe, Namık Kemal’in Recaizade Abdülhak Hamid’in Menemenlizade Tahir’in tesiri olmuştur. O’nun vahşi, biraz çetrefil ve sert ifadesinde Musset, La Martine, François Coppe’enin etkisi görülür. İran edebiyatından Hayyam, İngiliz edebiyatından Shakespeare, Byron, zaman zaman taklide özendiği şairlerdir. Büchner, Daube’s, Maynaç, Felix İsnard, Darwin, Le Bon, Lamark, Guyav’ın tesirleri de Abdullah Cevdet’de görülmektedir.
Eserlerinden bazıları:
Bir Hutbe Hemşerilerime,Mısır-1908; Dimağ, İstanbul-1308; Fizyolociya-i Tefekkür, İstanbul 1308; Fünun ve Felsefe, Mısır-1906; Masumiyet, İst. 1311; Mükemmel ve Adab-ı Muaşeret Rehberi, İstanbul-1929. Başta R.Dozy, Gustave Le Bon, E.Boutmy, Ludwing Büchner, Jean Marie Guyau, Mevlana Celaleddin-i Rumi ve Ömer Hayyam’dan otuz’a yakın tercüme eseri vardır.
KAYNAKLAR:
-Osman Demir, Doktor Abdullah Cevdet’te Din Algısı.
-Dr. Yunus Emre Tansu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Batıcı Düşünce Çerçevesinde Dr. Abdullah Cevdet Ve İctihad Dergisi.
– M.ŞükrüHanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, İstanbul.
-Nasuh Güney, Dr. Abdullah Cevdet Ve Görüşleri.