Diyarbakır’da kırk sayısı üzerine söylenegelen efsanelerin başında Kırklar Dağı gelir. Bahse konu olan dağ değil, tepedir, aslında. Dicle Nehri’ne gerdanlık vazifesini gören On Gözlü Silvan Köprüsü’nün hemen üst tarafından yükselen, Diyarbakır’ı bir tepsi içinde görünür halde gösteren, ismine şarkıların, ağıtların yakıldığı bir tepedir, Kırklar Dağı.
Kırk sayısının gizemine kendisini kaptıran anlayışın, kendisine yakın duyduğu söylenceleri bu tepeyle beraber anmasının kendince sebepleri de vardır. Süryanî Geleneği’nde Kırklar Dağı’nda yapılan kiliseye gidip gelmek için On Gözlü Silvan Köprüsü inşa edilmiştir. Burada kırk Hıristiyan azizin kemikleri kilisede mahfuzdur.
Öncelikle söylemek gerekir ki Horepiskopos Aziz Günel’in Türk Süryaniler Tarihi isimli eserinde savunduğu köprünün kiliseye gidiş ve geliş amaçlı yapıldığı ifadesi, köprünün yapılış amacını ortaya koymamaktadır. Dicle’ye vurulan bu gerdanlığın banîsi Roma’dır.
Köprü inşâ edilirken kilise yoktu, o dönemin kentinde İsevî inanç yoktu, Hazreti İsa(a), dünyaya gelmemişti. Kırk Sayısı ve Kırk Aziz İnancı Silvan Kalesi için dillendirilir, Mardin’deki Kırklar Kilisesi, bu değer üzerinden kurulmuştur. (Ahmet Beşenk)
Türkülere konu olmuş, Diyarbakır halkı tarafından sevilen efsane şöyledir:
Kırklar Dağı Efsanesi
Zengin mi zengin atları develeri olan top atsan yıkılmaz bir Süryani ailesinin de çocuğu olmuyormuş.
Kiliselere mumlar mı dikmemişler, fakir fukaranın karnını mı doyurmamışlar, sabahlardan akşamlara kadar istavrozlar mı çıkarmamışlar ne yapmışlar ne etmişlerse çocukları olmamış.
En son kadın, kocasına
Abrahom Efendi kulun kölen olayım gel de şu kırklar ziyaretine adak adayalım demiş.
Ama neticede orası Müslüman ziyareti adam önceleri direnmiş sonra çocuk sevgisi ağır basmış mecburen kabul etmiş. Karı koca kırk gün kırk gece kırklar ziyaretine kırk kurban kesmişler. Kırk birinci gün kadın hamile kalmış.
Allah bu çifte nur topu gibi bir kız evlat vermiş. Abrahom ve Madam Maryam sevinçlerinden develer kestirmiş. Çeşit çeşit yemekler yaptırmış.
Hatta Diyarbakır’ın meşhur büyük 50 60 kilo ağırlığındaki devasa buz gibi karpuzlarından kestirmiş. Davullar zurnalar çalınmış. Halaylar şemmameler oynanmış.
Bu eli açık Süryani ailesi kızlarına Suzan adını vermiş, kısaca Suzi diye çağırıyorlarmış.
El bebek gül bebek evlatlarını büyütmüşler. Annesi her doğum gününde Suzan’ı süsler püsler Kırklar Dağı ziyaretine kurban kesmeye götürürmüş, bir nevi minnettarlık nişanesi olarak. Bunu adet edinmişler.
Yıllar yılları kovalamış aylar ayları gel zaman git zaman Suzan Genç kız olmuş, o kadar güzel olmuş ki dillere destan olmuş. Yüreklere kor düşüren cayır cayır yakan bir afet olmuş.
Ziyarete giderken gelirken derken gel zaman git zaman bir gün yakışıklı kelimesinin yakışıksız kaldığı Müslüman komşularının oğlu Adil’e aşık olmuş.
Adil zaten 3 yaşından beri Suzi’ye aşıkmış. Bu iki genç gizli gizli görüşmeye aşklarını yaşamaya başlamışlar. Yaklaştıkça birbirlerine bağlanmışlar. Bir tek Suzan ile Adil birbirlerine dokunmamışlar.
Sen sus gözlerin konuşsun felsefesini şiyar edinmişler.
Ah be Adil, ateşle barut yan yana durmaz derler ya, neticede Suzan pamuk gibi gencecik bir kız dolayısıyla ateşle pamukta yan yana durmamış. Suzan genç oldukça anası yaşlanmış. Ayakları tutmaz olmuş gene de sözünden dönmemiş, bu defa hizmetçileriyle Suzan’ı kırklar dağına kurban kesmeye göndermiş.
Yine bir doğum gününde, hizmetçiler kurban kesme telaşındayken, Suzan ile Adil kırklar dağının arkasına dolanmış.
Eller ellere selam çakmış, gözler gözlere göz kırpmış, güneş bulutların arkasına kaçmış. Vücutlar birbirine yaklaştıkça tazecik ciğerler vermiş birbirlerine nefesi, nefesler nefeslere karışmış, terler tanıdık olmuş, tenler tanıdık olmuş, göz bebeklerinde birbirlerini görmüşler, başkada kimse görmemiş.
Suzan o günden sonra bir acayipleşmiş Dicle nehri beni çağırıyor, balıklar bana el sallıyor gitmem lazım der olmuş. Kimse hiç bir şey anlamamış. Bir gün sabah tan yeri ağarırken Suzan on gözlü köprünün orada boynundaki kolyesini kuma kendisini Dicle’nin sularına bırakıvermiş. Nice ana kuzularını yutan Dicle Suzan’ı da yutmuş. Sevdiğinin boynundaki altın haçı kumlarda gören Adil, yeri göğü yırtmış, ciğerleri yettiği kadar bağırmış, gözyaşları Dicle’yle yarışmış. Sevdiği ile kırklar ziyaretinde kırk düğüm oldukları aklına gelmiş. Pişman olmuş, ziyaret çarptı bizi demiş. Atmış kendini kumlara, ağlaya ağlaya delirmiş. Kırklar dağı kırk gün yas tutmuş, Dicle nehri kırk gün kırk gece gözyaşı akıtmış. Ziyaret çarpmış onları.
KIRKLAR DAĞI TÜRKÜSÜ
Diyarbakır’ın güneybatısında yer alan ve zamanında kırk evliyanın dağdaki mağaralardan birine girip bir daha çıkmadıkları rivayet edilen dağdır.Suzi ile müslüman komşuları Adil arasında büyük bir aşk yaşanır. Suzi yine bir doğum gününde hizmetlileriyle birlikte kırklar ziyaretine gider ve kurban kesilme telaşından faydalanıp, gizlice dağa gelmiş olan adil ile buluşur ve beraber olurlar. Rivayet odur ki ziyaret Suzi’yi çarpar ve geri dönüş yolunda on gözlü köprüden dicle nehrine düşerek ölür. Adil ise aklını yitirir.
Halk arasında şöyle bir türkü halen söylenmektedir:
Kırklar dağının düzü
Karanlık bastı bizi
Kör olasın zalim Suzan, zalim Suzan, zalim Suzan
Ziyaret çarptı bizi
Köprü altı kapkara
Ana gel beni ara
Saçlarıma kumlar doldu, kumlar doldu, kumlar doldu
Tarağ getir de tara
Gazi köşkü serindir
Dicle suyu derindir
Ağlama sen garip anam, garip anam, garip anam
Kadir mevlam kerimdir.
Yöre: Diyarbakır
Kaynak kişi: Hafız Celal (Celal Sevimli)
Derleyen: Bedri Ayseli
BERNAMEGEH UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!