KÜRT BASINI

KÜRT BASININDA İLK DÖNEM

”Kurdistan gazetesinin yayımlandığı yer İstanbul’dan çok uzakta da olsa, Abdülhamit’in istibdat yönetiminin doğrudan veya dolaylı baskısından kurtulamamış. Bu baskılar sonucu gazetenin yönetimi ve yayın yeri sık sık değiştirilmiştir. Gazetenin yönetimi, 6. sayıdan itibaren Mithat Bedirhan’dan kardeşi Abdurrahman Bedirhan’a geçer ve aynı zamanda gazetenin yayın merkezi Kahire’den İsviçre’nin Cenevre kentine taşınır.”


Seîd Veroj

Gazete ve dergi gibi periyodik yayınlar; yaşamımıza girdiği dönemden bugüne kadar, farklı kültürel topluluklar ve uluslarda kendisi için var olma bilincinin gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuş, aynı zamanda toplumun kültürel, edebi ve siyasi birikiminin en önemeli yazılı kaynaklarını teşkil etmişler. Bu bağlamda Kürt basınının doğuşu, gelişimi ve bilinmeyen yönlerini araştırmak-incelemek, Kürt toplumunun yeterince aydınlığa kavuşamamış kültürel-siyasal üretimini genç nesillere ulaştırmak, yorumlamak ve yeniden üretimine çok önemli katkılarda bulunabilir. Bu çerçevede, Kürt basınının ilk basamağı olarak kabul edilen Kurdistan gazetesinin yayınlanmasının 121. yılı ve Kürt basın haftası vesilesiyle, Osmanlı Devleti son döneminden Cumhuriyet’in ilanına kadar yayımlanmış ve Kürt basını ilk dönemi olarak adlandırdığım bu süreçte ardısıra yayınlanan beli başlı Kürt gazete ve dergilerden söz etmek istiyorum.

1- Kurdistan Gazetesi

Kürt basınında ilk dönemi olarak adlandırdığım bu zaman dilimi, Kurdistan gazetesinin yayın tarihi olan 21 Nisan 1898 yılında başlar ve 1922’lerin sonlarına kadar devam eder. Yaklaşık 25 yılı kapsayan bu dönemde çok sayıda gazete ve dergi yayınlanmıştır. Bu yayınların birkaç tanesi Kürt aydınlarının bireysel çabaları sonucu çıkmış, diğer önemli bir bölümü ise o dönemde kurulmuş olan Kürt örgütlerine bağlı olarak yayımlanmıştır.

Söz konusu Osmanlı İmparatorluğu son dönemindeki Kürt basını olduğu zaman, çok kısa bir özet şeklinde de olsa II. Abdülhamit dönemi (1876-1908) basın politikasını hatırlatmakta fayda var. Abdülhamit iktidara geldikten sonra genel olarak tüm basına ve özel olarak da Osmanlı bünyesinde yer alan diğer etnik grupların kendi dilleriyle yayın yapmasına, yurt dışında basılmış gazete ve kitapların ülkeye girişine sıkı bir sansür uygulamış. Bundan bütün Osmanlı basını olduğu gibi, ilk Kürt gazetesi olan “Kurdistan” ve ondan sonra gelen “Ummid” gazetesi de kendi payına düşeni aldı.

Şimdiye kadar ortaya çıkmış bilgi ve belgelere göre, Osmanlı döneminde çıkan ilk Kürt gazetesi Kurdistan’dır. Kurdistan’ın ilk sayısı, Hicri takvimine göre 30 Zilkade (Kasım) sene 1315 (1898) yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de “El Hilâl Matbaası”nda basılmıştır. Gazetenin kurucusu ve sorumlu müdürü Mikdad Midhat Bedirhan’dir ve künye kısmında Kurdistanadının alt tarafında gazetenin on beş günde bir “Kürtçe” olarak yayımlanacağı bildirilmiştir. Fakat daha sonraları bu yayın periyodu, istibdadın yurtdışı uzantılarının baskıları ve maddi sorunlar nedeniyle ayda bire ya da daha uzun sürelere yayılmıştır.

Kurdistan’ın birinci sayısının künye kısmında gazetenin, “on beş günde bir yayımlanacağı, dilinin Kürtçe olduğu; imtiyaz sahibi ve yazarının Mikdad Midhat Bedirhan” olduğu belirtilmiştir. Ancak 4. sayıdan itibaren bazı yazıların ve özellikle de II. Abdülhamit’e yazılan dilekçelerin Osmanlıca dilinde yayımlandığı görülmektedir. Dört sayı bu şekilde yayımlandıktan sonra, 8, 9, 11, 15. sayıları da sadece Kürtçe olarak yayımlanmış. 24. sayıdan itibaren gazetenin ayda bir yayımlanacağı ve 25. sayıdan itibaren de “Kürdçe ceridedir” ifadesi “Kürdçe ve Türkçe gazetedir” şeklinde değiştirilmiştir. Gazetenin her bir sayısı dört sayfadan ibarettir. Kahire’de yayımlandığı için okurlarına ve özellikle de Kürdistan’a ulaşabilmesi de başlı başına bir problemdi.

Osmanlı yönetimi ve emniyet güçleri tarafından gazetenin Kürtler arasında ve Kürdistan vilayetlerinde dağıtımı yasaklanmıştı. Buna rağmen gazete gizli bir şekilde dağıtılıyordu ve okurlar tarafından dikkatlice izleniyordu. Okur mektuplarından öyle anlaşılıyor ki gazete başta bazı Avrupa ülkeleri olmak üzere İstanbul, Bağdat ve Şam gibi önemli merkezler ile bazı Kürdistan vilayetlerine kadar ulaşmış ve okurları da memnun etmiştir. Bu memnuniyet okur mektuplarının birinde şöyle dile getirilmiştir: “Kürtler neden eğitimde, okuma ve yazmaktan mahrum kalmışlar? Bu düşünceler beni endişelendiriyor; eziyet çekiyorum ve üzülüyorum. Hamdolsun Allaha ki şimdi gazetemiz Kurdistan var ve Kürt milletine hizmet etmek için çalışıyor.” Gazetenin daha fazla okura ulaşması için, imtiyaz sahibi kapak kısmında şöyle bir duyuru yapmıştır: “Her sayıdan iki bin adet gazeteyi parasız olarak Kürdistan’a göndereceğim.”

Kurdistan gazetesiyle ilgili sık sık sorulan sorulardan biri de o dönemde İstanbul Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti, Kürt aristokrat, ulema ve aydın kesimlerinin de merkezi konumunda olduğu halde neden Kurdistan gazetesi İstanbul’da değil de Kürtler ve Kürdistan’dan çok uzak olan Mısır’ın başkenti Kahire’de yayın hayatına başladı? Gazetenin kurucusu Mikdad Midhat Bey’in anlatımına göre, Kurdistan gazetesinin İstanbul’da yayınlanabilmesi için birkaç kez Dâhiliye Vekâleti’ne başvuruda bulunmuş lakin II. Abdülhamit’in İstibdat yönetimi böyle bir gazetenin İstanbul’da yayınlanmasına müsaade etmemiş ve o da mecburen Kahire’ye yönelmiş. Çünkü o zamanlar Britanya Krallığı’nın Kahire yönetimi üzerinde etkisi daha fazlaydı, II. Abdülhamit istediği her müdahaleyi yapamıyordu. Bu nedenle Kahire, Abdülhamit’e muhalif olanların önemli bir kesiminin yöneldiği ikinci bir merkez konumundaydı. Diğer birçok Bedirhan ailesi mensubu gibi Mikdad Midhat Bey de aktif bir İstibdat muhalifi idi ve aile olarak da Kürtler üzerinde önemli bir etkileri vardı. II. Abdülhamit, muhalif bir aristokrat Kürt ailesinin üyesi tarafında İmparatorluğun başkentinde Kürtçe ve Kürtlere hitap eden bir gazetenin yayımlanıp dağıtılmasını istemiyordu.

Kurdistan gazetesinin yayımlandığı yer İstanbul’dan çok uzakta da olsa, Abdülhamit’in istibdat yönetiminin doğrudan veya dolaylı baskısından kurtulamamış. Bu baskılar sonucu gazetenin yönetimi ve yayın yeri sık sık değiştirilmiştir. Gazetenin yönetimi, 6. sayıdan itibaren Mithat Bedirhan’dan kardeşi Abdurrahman Bedirhan’a geçer ve aynı zamanda gazetenin yayın merkezi Kahire’den İsviçre’nin Cenevre kentine taşınır. Cenevre’de 14 sayı yayımlandıktan sonra, gazetenin yayım merkezi tekrar Mısır’a taşınır ve 20. sayıdan 24. sayıya kadar yine Mısır’da yayımlanır. 24. sayıdan itibaren gazetenin yayım merkezi bir kez daha Mısır’dan İngiltere’nin Londra’sına nakledilir ve burada aylık olarak yayımlanır. Gazetenin 24. sayısı Londra’da yayımlanmış ve oradan da güneydeki Folkston kentine taşınmış ve burada da beş sayı yayımlandıktan sonra yayım merkezi tekrar Cenevre’ye taşınmıştır. Gazetenin son iki sayıları Cenevre’de yayımlanır; son sayısı olan 31. sayı 14 Nisan 1902’de yayımlamıştır.

Birinci Meşrutiyet’in ilanından sonra oluşan kısa dönemli nispi özgürlük ortamında, yeğen Ahmet Süreyya Bedirhan yönetiminde eski gazetenin devamı niteliğinde Kurdistan adıyla yeni bir gazete yayımlanır. Bu dönemde haftalık olarak yayımlanan Kurdistan’ın sadece iki sayısı elde mevcuttur; 3. sayı (12 Şubat 1324/25 Şubat 1909) ve 4. sayı da (5 Mart 1325/18 Mart 1909) tarihlerinde yayımlanmıştır. Ancak bu dönemde yayımlanan Kurdistan’ın ne zaman yayına başladığı ve toplam kaç sayı yayımlandığı bilinmemektedir.

Kurdistan gazetesinin içeriğine gelince; zengin bir içeriğe ve yazar kadrosuna sahip olmasa da gazetenin yazım dilinin ağırlıklı olarak Kürtçe olması, Kürt tarihi ve kültürüyle ilgili önemli yazılar yayımlaması, dönemin toplumsal-siyasal durumuyla ilgili makalelerin yayımlanması ve istibdat yönetimine karşı sıkı bir muhalefet yürütmesi en dikkat çekici yönleridir. Kurdistan gazetesinin 9. sayısında “Sebat’ul Mulki Bi’l-E’dl” başlığı altında yayımlanan yazıda, bu muhalefeti çok açık bir şekilde ortaya koymuş ve şöyle demiştir: “Şu an Kürdistan istibdat yönetimi altındadır, sizi yönetenler Abdülhamit tarafından gönderilmiştir. Fakat Kürdistan’ın sahibi sizsiniz!” Bunun yanı sıra toplumsal eğitim ve milli uyanışa vurgu yaparak özellikle çocukların eğitimi, yeni zanaatların öğrenilmesi ve meslek edinme konularında da dikkate değer yazılar yayımlanmış. İşlenen en dikkat çekici konulardan biri de, olası bir Kürt-Ermeni çatışmasına dikkat çekerek Kürtlerin, siyasi iktidarın bu yöndeki kışkırtma ve teşviklerine alet olmaması gerektiği yönünde uyarılarda bulunmasıdır.

Sonuç itibariyle ilk Kürt gazetesi olan Kurdistan’ın serüvenini, bütün içeriği ve yönleriyle bu kısa yazıda anlatabilmek mümkün değildir. Kurdistan gazetesinin yayım hayatına başlaması, emsallerinin ortaya çıkışından çok sonra olmuştur. Gazetenin kurucu ve yöneticilerinin dönemin milliyetçi fikirlerden etkilendiği, yazılarında kültürel bir temelde vatan savunması ve özgürlük vurgusunu öne çıkarttıkları açıkça görülmektedir.

2- Ummid Gazetesi

Mehmet Salih Bedirhan, Mahmut İzzet Bey’in oğlu ve Salih Bey’in torunudur. Dedesi Salih Bey, Mir Bedirhan’ın ağabeyi Abdullah’ın oğludur. Anası Leyla Hanım da Bedirhan Bey’in torunudur. Defter-i Â’malım adlı günlüğünde, Rumi takvime göre 1290’da (1874) Lazkiye’de doğduğunu belirtir. Mehmet Salih Bey, Rewşen Hanım’ın babası ve halen aramızda olan Sinemxan Celadet Bedirxan’ın da dedesidir.

Kurdistan gazetesi yayında olduğu dönemde Bedirhanilerin çıkarttığı ikinci gazete, “UMMID” gazetesidir. Ummid gazetesi, Mısır’da yayın faaliyetine başlamış ve on beş günde bir yayımlanmıştır. Ummid gazetesinin künye kısmında, “sahibi ve yazarı” olarak “Bedirhanpaşazade Mehmed Salih” adı yazılmıştır. Gazetenin künye kısmında on beş günde bir yayımlanacağı belirtilmiş; ancak toplam olarak kaç sayı yayımlandığını bilmiyoruz. Elimizde gazetenin sadece ikinci sayısı mevcuttur. Üzerinde yayım tarihi olarak Pazar 6 Cemaziyel-Evvel 1318 yazılmış. Bu da miladi takvime göre 1 Eylül 1900 tarihine tekabül eder. Eğer belirtilen periyotta bir gecikme yoksa, gazete on beş günde bir yayımlandığına göre, birinci sayısının 15 Ağustos 1900 yılında yayımlanmış olması gerekir.

 

Ummid gazetesinin Kurdistan gazetesiyle bir ilişkisinin olup olmadığı, varsa ne tür bir ilişki olduğunu bilemiyoruz. Ancak, içeriğine baktığımızda işlenen konular bağlamında bir paralellik vardır. Ummid gazetesinin ikinci sayısının yayım tarihi olan “1 Eylül 1900”, Kurdistan gazetesinin 24. sayısının Londra’da yayımlanmasıyla aynı güne denk geliyor. Gazetenin künye kısmındaki “Ummid” yazısının üst kısmında bulunan mason ambleminden (pergel ve gönye) öyle anlaşılmaktadır ki M. Salih Bedirhan; istibdat muhalifleri, İttihatçılarla ve onların içerisinde bulunan Masonlarla da ilişki içerisindeydi.

1889 senesinin haziran ayı başlarında, İttihad-ı Osmani Cemiyeti adıyla kurulan ve daha sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti adını alan örgütün iki kurucusu Abdullah Cevdet ve İshak Sükûti,  Kürt idi. Bu örgüt, Abdülhamit’in istibdat rejimine karşı sıkı bir muhalefet yaptığı için, başta Baban, Bedirhani ve Nehrilerin (Şemzini) bazı tanınan simaları olmak üzere, dönemin istibdat karşıtı Kürt ulema ve aydınlarından da önemli bir destek alıyordu. Daha sonraları İttihat ve Terakki’nin Türkçülük eğilimleri ağır basınca, Kürtler peyderpey bu örgütten uzaklaştılar; ancak bir muhalif örgüt olduğu için zaman zaman Kürdler bu örgütle dayanışma ve eylem birliği yoluna gitmişler.

Gazetenin, elimizde, sadece ikinci sayısı mevcut ve bu sayısının bütün yazıları Osmanlıca kaleme alınmış; ancak “Arapça makaleleri de kabul edip” yayımlayacakları belirtilmiştir. Gazetenin ikinci sayısında toplam beş yazı yayımlanmış ve bunların altında Ebu’l Berekat adıyla sadece bir imza vardır. Ebu’l Berekat imzası, büyük ihtimalle Mehmed Salih Bedirhan’ın mahlas adıdır. M. Salih Bedirhan’ın ne zaman Mısır’a gittiğini bilmiyoruz; ancak Kurdistan gazetesinin de Mısır’da yayına başlaması, buranın istibdat karşıtlarının ve bu arada Kürtlerin de yerleştiği önemli muhalefet merkezi olduğunu göstermektedir.

Ummid gazetesi, istibdat yönetimine karşı halkçı bir çizgide yayın yapmış ve bu duruşunu şöyle dile getirmiş: “Ummid gazetesi, memleket ve millet hizmetindedir. Milletin dertlerini dillendirmeye hizmet eden siyasi gazetedir.” Elimizdeki ikinci sayısının kapak yazısında ve iç yazılarından öyle anlaşılıyor ki o da Kurdistan gazetesi gibi, Abdülhamit’in istibdat rejimine karşı mücadeleyi sürdüreceğini belirtmiş, ona muhalefet etmeyi “faziletli bir cihat” olarak tanımlamış ve bunu daha vurgulu bir şekilde öne çıkartmıştır. Öyle ki gazetenin künye kısmının en üstünde motto şeklinde şöyle yazılmıştır: “Cihadın en faziletlisi; zalim Sultana karşı söylenen doğru ve hak sözlerdir.”

Gazetenin ikinci sayısının birinci sayfasında yer alan, “Jubileye Yadigâr Yahut Utanmayan Kimdir?” ve dördüncü sayfada Ebu’l Berekat imzasıyla “Hakkı Açıklama” başlığı altında yazılmış iki yazıda da Abdülhamit’in istibdat yönetimi şiddetli bir şekilde eleştirilmekte ve şöyle denilmektedir:

Bir iki aydan beri her gün bir gazetede jübile yadigârı olarak falan vali şunu yaptı, falan mutasarrıf şunu etti, Abdülhamit de İstanbul’da bir Darûl-fûnun tesis etti. Abdülhamit’in yirmi beşinci yıldönümü şerefine şenlikler tertip ediliyor. Kur’anlar okunacak, ondan sonra da biralar, şaraplar içilecek, çalgılar çalınacak, danslar edilecek. Velhasıl İslamiyet şerefine, insaniyet namına yakışmayacak rezaletler…

Şimdi düşünecek olursak, kendimiz için, kocaları ölmüş dulların, babaları ölmüş yetimlerin, evlatları ölmüş bahtsız baba ve annelerin, biraderleri ölmüş kimsesiz bacıların acılı ağlamalarından, yürek parçalayan feryatlarından güzel bir sevinç vasıtasını bulabilecek miyiz? Ne bedbaht mahlukuz ki gözümüz önünde devran eden bu ciğer parçalayan durumlara karşı, sevincimizi göstermek ve bu olayların asıl sorumlusu olan bir gaddarın şerefine şenlikler tertip etmek alçaklığını, irtikap etmeye tenezzül ediyoruz.

Gazetenin ikinci sayısında, Jubileye Yadigâr Yahut Utanmayan Kimdir?”,“Hadis-i Şerifler”, Hitab-ı Mur be-Süleyman [Karıncanın Hz. Süleyman’la Konuşması], “El-kavl-i Ahlak” ve “Hakkı Açıklama” olmak üzere toplam beş makale yayımlanmıştır.

3- Şark ve Kurdistan Gazetesi

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra çıkan ilk gazetelerden biri de Şark ve Kurdistan gazetesidir. Gazetenin yayım yeri İstanbul ve birinci sayısı 20 Kasım 1908’de tarihinde yayımlanmıştır. Gazetenin her sayısı dört (4) sayfadan ibarettir. Haftada iki kez yayımlanan bu gazetenin yayın dili Osmanlıcaydı. Sorumlu müdürü Hersekli Ahmet Şerif, başyazarı ise Malatyalı Bedri idi. Bediüzzaman Said Kurdî ve Hersekli İsmail de gazetede sürekli yazan yazarlardır.

 

Gazetenin toplam kaç sayı yayımlandığını bilmiyoruz ancak elimizde 1, 2 ve 3. sayıları mevcuttur. Gazete yayın politikasında, düşünsel olarak da “Osmanlıcılığı” savunan ve “Batıcılığı” eleştiren bir perspektif izlemiş, bu perspektifi künye kısmında yazılan “Şarkın siyasi vaziyeti ile Garbın insaniyete karşı şaibelerini tasvir eden gazetedir”  mottosuyla özetlemiş. “İfade-i mahsusa” başlığı altında başlarken yazısında yukarıdaki motto şöyle açıklanmaktadır: “Niçin Garbın şaibelerini iddia ediyoruz?… Evet, geneliyle Garb’ın haksızlıktan, şefkatsizlikten, gadr, kin ve garazdan zahiren tatlı, hakikatte insanlık için pek o kadar daha acı olan şaibelerinden bahsediyoruz ve edeceğiz.”

Bildiğimiz kadarıyla gazete bilinen herhangi bir Kürt cemiyetine bağlı olarak yayımlanmamıştır. Fakat gazeteyi çıkaranların kendileri bir fikir topluluğu olabilirler.

Gazetenin birinci sayısında Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarından bahsedilmiş. Eldeki sayıların içeriğine baktığımızda; Batılıların Berlin Anlaşması ve Lahey Konferansı’nda Kürdlere yönelik tutumları, Kürdlerin İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla ilgili yaklaşımları, yeni ıslahatlar ve Kürdçe eğitim gibi önemli bazı konuların ele alındığı görülmektedir.

Gazetenin başyazarı Malatyalı Bedri “Kürd ve Kürdistan” başlıklı yazısında, Berlin Anlaşmasına ve sonrasındaki sürece vurgu yaparak hükümetin Kürdleri suçlaması ve Batılıların da buna bigane kalmasını eleştirerek şöyle der: “Zavallı Kürdler; Berlin Anlaşması’nda, Lahey Konferansı’nda hükümetin Kürdistan’da yapmış olduğu bütün kötülüklerini yüklendiler. Gerçeğin daima tek gözlükle aksini gören Frenkler veya Frenkleşmiş vatandaşlar, Garp basınında “Teracim-i ahval-i Ekrad” (Kürdlerin hal tercümeleri) gülyabani hikayesi tarzından neşrettiler.” Söz konusu makalenin devamında Kürdlerin II. Meşrutiyetin ilanıyla ilgili yaklaşımını da şu satırlarla dile getirmiştir: “Biz Kürdler, Müslim ve gayri-Müslim vatandaşlar bugün fethedilen yüce hürriyet kalesini zaten arzuluyorduk. Millet-i Osmaniye’nin senelerden beri hasretle bekledikleri Meşrutiyet’in fedakârı olduğumuzu bütün fiiliyatımızla, bütün gayretimizle göstereceğiz.”

Şark ve Kurdistan’ın önemli yazarlarından biri de Bediüzzaman Mele Said-i Kurdi’dir. Bediüzzaman hazretlerinin mevcut sayılarda “Kürdler neye muhtacdır?” ve “Kurd Alemi” başlığı altında iki yazısı yayımlanmıştır. Aynı zamanda Kürdistan’da yeni okulların açılması, bu okullarda eğitim ve öğretimin Kürdçe yapılması talebiyle daha önce padişaha verdiği dilekçenin aynısı yeniden yayımlanarak desteklenmiştir. Kürtler açısında bugün için de geçerli ve gündemde olan anadille eğitim talebinin gerekliliğini, bu tarihsel belgeyi yeniden hatırlatarak bu bölümü sonlandırmak istiyorum: “Hükümetin gayretle Kürdistan’ın kasaba ve şehirlerinde okulların yapımı ve inşası buyurulmuş olduğunu şükranla şahit isek de, bundan yalnız Türkçe diline aşina olan çocuklar istifade ediyor. Bu dile aşina olmayan Kürd çocukları, kemalat kaynağı olan ilim medreselerinden yoksun olmaları ve bu okullardaki öğretmenlerin mahalli lisana vakıf olmamaları vesilesiyle eğitimden mahrum kalmaktadır. …

Bunun çaresi, numune-i imtisal (misal gösterilecek) ve teşvik sebebi olmak için Kurdistan’ın değişik noktalarında; biri Ertûş aşireti merkezi olan Beytüşşebap tarafında, diğeri Motkan, Belıkan, Sason ortasında, biri de Kakan, Heyderan ortasında olan nefsi Van’da medrese (Medrest’ûl Zehra) diye adlandırılan dini ilimlerle birlikte fen ilimlerinin okutulacağı, hiç olmazsa ellişer öğrenci bulunmak, ayrıca onların gündeliklerinin karşılanması hükümetçe temin edilmesiyle üç eğitim kurumu tesis edilmelidir. Bazı medreselerin de kalkındırılması maddi ve manevi olarak Kurdistan’ın gelecek hayatiyetini temin eder, mühim sebeplerdendir.”

4- Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi

İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte örgütlenme, basın ve yayın alanında kısmi bir özgürlük ortamı oluşur. Bu dönemde yıkıma doğru giden imparatorluğu diriltmek ve kurtarmak için, bir yandan “Batılılaşmayı” esas alan siyasi akımlar, öte yandan da “Osmanlıcılık” zemininde hareket eden birçok yeni örgüt kurulur ve bu örgütlere bağlı ya da bağımsız çok sayıda gazete-dergi yayımlanır. Aynı zamanda balkanlardan gelen milliyetçilik dalgası, peyderpey imparatorluğun diğer bölgelerinde de etkisini gösteriyordu. Bu dönemde Kürdler de kendi örgütlerini kurmaya başladılar ve bu örgütlere bağlı olarak da yeni gazete ve dergiler yayımlanmaya başlandı. Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti de Şeyh Ubeydullah Nehri’nin oğlu Seyit Abdülkadir’in başkanlığında bu dönemde kuruldu ve kısa bir zaman sonra da Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi adıyla bir yayın çıkartmaya başladı.

 

Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi’nin ilk sayısı Hicri 11 Zilkade 1326 (5 Aralık 1908) tarihinde İstanbul’da yayımlanmıştır. Gazetenin imtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü Süleymaniyeli Tevfik yani diğer adıyla Pîremerd, başyazarı ise Diyarbakırlı Ahmet Cemil idi. Künye kısmında; “Haftada bir neşrolunacak, dini, ilmi, siyasi, ictimai gazete” olduğu, “sayfalarının daima Kürd erbab-ı fikir ve kalemine açık” olduğu belirtilmiş. Haftalık yayımlanan bir gazete olduğu halde, yaklaşık bir yıl içerisinde toplam 9 sayı çıkmış ve son sayısı 30 Ocak 1909’da yayımlanmıştır.

Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi’nin içeriğine baktığımızda; başta eğitim olmak üzere Kürdlerin geri kalmışlığı, mevcut siyasi durum, toplumsal ihtilaf ve çelişkileri konu alan farklı farklı yazılar yayımlanmıştır.  Gazetenin yazarları ve yayımlanan yazıların içeriğine baktığımız zaman; İkinci Meşrutiyet’in ilanı olumlu karşılanmış, ümmetin birliği ve İmparatorluğun bütünlüğü içerisinde Kürtlerin kültürel haklarının tanınması ve Kürtçe eğitimin serbest edilmesi talebinde bulunulmuştur.

Cemiyetin kurucusu ve gazetenin de önemli yazarlarında olan İsmail Hakkı Baban, bir yönüyle gazetenin yayın politikasını da özetleyen bir şekilde “Kürdler ve Kürdistan” adlı makalesinde şöyle demektedir: “Kürdler her şeyden önce Müslümandırlar, ondan sonra öz Osmanlıdırlar. Üçüncü derecede de Kürd’dürler… Dünyada hiçbir güç düşünülemez ki, Kürdlük ile Osmanlılık arasındaki bu eski bağdaşmayı, bu doğruluk ve dürüstlük bağını yok etmeyi başarsın. Osmanlılık Kürtlüğü ve Kürdlük de karşılıklı olarak Osmanlılığı içermiş, bu iki sözcüğün içeriği mutlak olarak iç içe geçmiştir.” Aynı yazının devamında çalışmaya nereden başlamak gerektiği sorusuna verdiği cevapta da şöyle demektedir: “Önce eğitim, sonra yine eğitim. Daha sonra yine eğitim, yine eğitim, yine eğitim!” Cemiyetin kurucusu ve gazetenin de yazarlarından olan Said-i Kurdi de “Kürdçe Lisanımız” başlığıyla yazdığı Kürtçe yazısında, İslamiyet’in önemine ve insaniyetin gereklerine vurgu yapıp milliyet aidiyetimizin bize kazandırdığı meziyetlerden bahsederek şöyle bir durum tespitinde bulunmaktadır: “Bizi bozguna uğratan üç düşmanımız vardır. Birincisi fakirlik, ikincisi eğitimsizlik ve cehalet, üçüncüsü de düşmanlık ve ihtilaftır.” Çözüm önerisine gelince, O da tıpkı Babanzade gibi şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır: “Eğitim, eğitim, eğitim ve birlik, birlik, birlik.” Bu amaca bağlı olarak cemiyet Modkanlı Halil Hayali, Ahmed Cemil ve Kurdizada Ahmed Ramiz’in sorumluluğunda ilk Kürdçe eğitim yapan bir okulu açmış ve basımevi kurmuştur.

Sonuç olarak bu dönemde kurulan Kürt cemiyetleri ve çıkartılan yayınlarla ilgili yapılan en önemli tartışmalardan biri de, bu cemiyetlerin ve çalışmalarının Kürt milliyetçiliğinin oluşması ve gelişmesiyle ilişkisinin ne olduğudur. Bu konuda önemli çalışmaları olan M. Ş. Hanioğlu, “Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti çevresinde bir Kürt ulusçuluk hareketinin başladığını” belirtmektedir. Bilal Şimşir de Cemiyetin “Tüzüğünde, bir yandan Osmanlılık kimliği vurgulanırken diğer yandan Kürt kimliği öne çıkarılarak ayrılıkçılık, Kürtçülük yapılmıştır.” der. Tarihçi T. Z. Tunay da “İkinci Meşrutiyet dönemi içinde kurulan Kürt cemiyetleri Osmanlı ülkesinden ayrılma amacını gütmemiş.” olduklarını belirtmektedir.

5- Serbesti Gazetesi

Serbesti, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yayın hayatına başlamış ilk günlük Kürt gazetesidir. Serbesti’nin imtiyaz sahibi ve genel yayın yönetmeni olan Mevlanzade Rifat, Güney Kurdistan’ın Süleymaniye vilayetinin ileri gelenlerinden mevlanbegzade ailesinin bir üyesi ve meşhur yazar Abdurrahman Nacim’in oğludur. Mevlanzade Rifat, 20. yy. başlarındaki Kürt milliyetçi hareketinin öncülüğünü yapan önemli şahsiyetlerden biri olup gazeteci, yayıncı, yazar ve siyasetçi kimlikleriyle tanınmaktadır. Serbesti gazetesinin yanısıra Hukuki Umûmiye, İnkılab-i Beşer, Âkil, Ahalî, Meşrûtiyet, Faruk, Cihad, Kadınlar Dünyası vb. gazete ve dergilerin de sahipliğini veya sorumlu müdürlüğünü yapmış, aynı zamanda farklı gazete ve dergilerde de çok sayıda yazı ları yayımlanmıştır.

 

Serbesti gazetesi 1908 yılının sonlarına doğru yayın hayatına başlar ve 1. sayısı 3 Teşrinisani 1324 (16 Kasım 1908) tarihinde İstanbul’da yayımlanır. Gazete dört sayfadan ibaret olu

p günlük olarak yayımlanır, imtiyaz sahibi Mevlanzade Rıfat ve başyazarı da Hasan Fehmi’dir. Künye kısmında “Serbesti” yazısının altında şöyle yazmaktadır: “Osmanlıların cins ve mezhep ayrımına bakmaksızın hukukuna hizmet eden günlük gazete”dir.  Gazetenin her sayısı dört sayfa ve beş sütundan ibaret olup 172. sayı hariç diğerlerinin ebattı 40cm x 54cm’dir. Bütün sayılar elimizde olmasa da gazetenin aralıklarla “toplam 770 sayı” yayımlandığı bilinmektedir. Gazetenin 1’den 498’e kadar olan sayılarının dijital kopyaları Beyazıt kütüphanesinde bulunmaktadır. Ayrıca değişik kaynaklardan elde edilmiş 595, 596, 597, 598, 600 ve 601. sayıları mevcut olup geri kalan sayılar elimizde yoktur. 601. sayısı 25 Nisan 1920 tarihinde yayımlanmıştır.

Serbesti’nin her sayısı “Meslek” başlığı altında editöryal yazıyla başlamakta ki ağırlıkla gazetenin düşüncelerini yansıtmaktadır. İlk üç sayısında “Meslek” başlığı altında aynı yazı yayımlanmış ve şöyle demektedir: “Serbesti bütün manasıyla “hür” dür. Meşrutiyet idaremizi muhafaza zımnında fedakârlıktan çekinmeyecektir. Serbesti halkın genelinin aydınlanmasına ve Osmanlının değişik unsurlarının birliğine çalışarak millet hukukunun savunucusu olan “kanunu” yegane rehber edinecektir.

Serbesti, namus ve haysiyeti sertacı meslek tutacaktır ve hiçbir şahsın siyasi ve şahsi emel ve maksadına dahi hizmette bulunmayacaktır.

Serbesti, yalnız hakikati söyleyecek ve milletin medeniyet yoluna girmesinin çarelerini düşünecektir.

Hülasa Serbesti; milletimizin din ve unsuru ayırtetmeksizin genel olarak zulüm görmüş vatandaşlarımızın müdafii ve fikirlerinin tercümanı olacaktır. İşte mesleği bundan ibarettir.”

Serbesti’de yayımlanan yazılar içeriğine ve işlenen konulara göre değişik başlıklar altında yayımlanmıştır. “Siyasiye” başlığı altında gündeme göre yazılmış makaleler, “Hudud-i Dahiliye” ve “Hudud-i Hariciye” başlığı altında da iç ve dış haberler, okur mektupları da genel olarak son sayfada yayımlanmıştır. Aynı zamanda bazı sütunlarda imzasız yazılar da yer almakta ve kimi sayılardaki bazı sütunlar da boş bırakılmıştır. Daha sonraki açıklamalardan öğreniyoruz ki bu sütunlarda bulunan yazılara sansür uygulanmıştır.

Serbesti gazetesi zaman zaman yayına ara verse de, en uzun süreli Kürt gazetesi olup yayın hayatı on iki yıldan fazla sürmüştür. Şüphesiz bu uzun yayın dönemi içerisinde M. Rıfat’ın fikirlerinde ve Serbesti’nin yayın politikasında da değişimler olmuştur. Bu değişimler genel olarak üç farklı döneme ayrılarak incelenebilir. Birinci dönem, gazetenin yayına başladığı zamandan 31 Mart Vakasına kadar olan süreyi kapsar ve bu zaman içerisindeki yayın politikasının temel prensipleri; tarafsız ve hür bir yayın olmak, Meşrutiyet kazanımlarını korumak, istibdat rejimini tamamen ortadan kaldırmak, “İttihadı Osmani”yi koruyarak “Adem-i Merkeziyeti” sağlamak, İttihat ve Terakki rejimine karşı aktif bir muhalefet yapmak, din ve unsur ayrımını yapmadan baskı altındaki bütün vatandaşların sesi olabilmek.

İkinci dönem, Serbesti’nin sürgünde yani Mısır’dan başlayıp Paris, daha sonra da tekrar İstanbul’a dönüşüyle 1912’lerin sonlarında yayın faaliyetlerinin durdurulması ve Birinci Dünya Şavaşı’na kadar olan süreyi kapsar. Bu süreçte M. Rıfat’ın fikirlerinde önemli değişimler olur; daha önce İmparatorluk bünyesindeki “millet sorunu”nu “İttihadı Osmani” çerçevesinde “Adem-i Merkeziyet”in sağlanmasıyla çözülebileceğini düşünürken, artık Kürtlerin kendi kaderini belirleme hakkını savunan bir düşünceye yönelmiştir.  M. Rıfat’ın Hetavî Kurd dergisinin ikinci sayısında yayımlanan mektubu, bu değişimin en önemli göstergesidir. “Bütün kavimleri görüyoruz. Tümü bir milli daire çizmişler. Teali ve terakkiye koyulmuşlar. Milletini bilmeyen, milli ideal arkasından koşmayan milletler, beşer kitlesi içerisinde pek geride ruhsuz olarak kalmışlardır. Bir kavmin ruhsuz olmasını tasavvur ediniz, ne kadar acı vericidir. Sosyal medeniyet içinde ölmeğe, asimle olmaya mahkûm olmak ne kadar acıdır… Şimdi Kürdlere düşen görev, “başımızın çaresine bizzat bakmaktır” ve bu cümleye her Kürdün iştirak etmesi lazımdır.”

Üçüncü dönem ise, yaklaşık beş yıllık aradan sonra 1918’de Kürdistan Teali Cemiyeti’nin yayın organı olarak yeniden yayınlanmasından 1922’lere kadar devam eden süreyi kapsar. Bu dönemdeki yazar kadrosunun önemli bir bölümü KTC’nin üyeleri; Bedirhani kardeşlerden Celadet gazetenin yardımcı editörü, Kamuran ise köşe yazarıdır. Bu devrede M. Rıfat, Kürt milliyetçi hareketinin merkezinde yer almış, bir taraftan örgütlü ve siyasi çalışmaları yürütürken bununla birlikte Serbesti gazetesinin yayınını da sürdürüyor.

Elbette ki belirtiğim bu dönemlerle ilgili yazılabilecek çok şeyler vardır ancak başka bir zaman ve zeminde bu açılım yapılabilir.  Kısacası İstanbul’un Ankara Hükümeti’nin denetimine geçmesiyle birlikte birçok Kürt aydını ve siyasetçisi gibi M. Rıfat’ta İstanbul’u terketmek zorunda kalıyor. Böylece Serbesti gazetesinin yayını da son buluyor. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, o da sürgün edilen 150’likler listesinde yer alır ve Halep’e yerleşir. Halep’teyken kurulan Hoybun örgütü çalışmalarına katılmış ve geçirdiği kalp krizi sonucu 8 Eylül 1930’da hakkın rahmetine kavuşmuştur.

6- Rojî Kurd

Kürtlerin bağımsız örgütlenmesi babında ilk tecrübe olan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti ve bu örgütün yayın organı olan Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi, yayımlandıktan yaklaşık bir yıl sonra dönemin İttihat ve Terakki yönetimi tarafından faaliyetleri durduruldu. Ancak çeşitli platformlarda İmparatorluğun gidişatı ve geleceği üzerindeki tartışmalar ve arayışlar devam ediyordu. Özellikle İmparatorluk bünyesindeki Müslüman toplulukların durumu ve geleceği tartışılan konuların başında gelmekteydi.

 

İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarını pekiştirdikçe, “İttihat-ı Osmani” çizgisinden “Türkçülüğe” yönelerek diğer unsurların taleplerini ve hukukunu yok saymaktaydı. Bu durum, Kürtler içerisindeki “İttihat-ı Osmani” düşüncesini zayıflatmakta, milliyetçi düşüncelerin gelişmesini ve buna bağlı olarak kendi örgütlemelerini oluşturma çalışmalarına daha da ivme kazandırmaktaydı. 1912’lerin ortalarına gelindiğinde bu arayışın bir sonucu olarak 27 Temmuz 1912’de Kürt Talebe Hêvî Cemiyeti kuruldu. Kendisi de cemiyetin kurucularından olan Zınar Silopi’nin aktarımına göre, ilk kongreye kadar Ömer Cemilpaşa ve birinci kongreden sonra da Memduh Selim cemiyetin genel sekreterliğini yapmışlar. Hêvî cemiyeti kuruluştan kısa bir süre sonra Rojî Kurd adında bir dergi çıkartmaya başladı.

Rojî Kurd’ün aylık bir dergi olup ilk sayısı, cemiyetin kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra 6 Haziran 1329 (1913)’te yayımlanmış ve ön kapağında Selahattin Eyyubi’nin resmi vardır. Yayım dili Kürtçe-Osmanlıca olan Rojî Kurd, toplam dört sayı yayımlanmış ve son sayısı 30 Ağustos 1329 (12 Eylül 1913)’te basılmıştır. Derginin İmtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü Süleymaniyeli Abdülkerim’di.

Rojî Kurd yayın hayatına başladıktan kısa bir süre sonra, Abdullah Cevdet ve Mevlanzade Rıfat gibi dönemin tanınmış Kürt aydınların da desteğini alarak zengin bir yazar kadrosu oluşturmuştu. Rojî Kurd’ün yazar kadrosu arasında Halil Hayali, Diyarbekirli Fikri Necdet, Ekrem Cemilpaşa, Mehmed Mihri, Fuad Temo, Harputlu H. B., Lütfi Fikri, Babanzade İsmail Hakkı, Babanzâde Abdülaziz, Kerküklü Necmedin, Kerküklü Kerimzâde, Süleymaniyeli Abdülkerim, Mehmed Salih Bedirhan, Kazizâde Mustafa vd. bazı şahsiyetler öne çıkanlardandır.

Rojî Kurd, yüksek tahsil gören Kürt gençlerinin öncülüğünde çıkmış, Kürt kültürel ve siyasi hareketinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur. Daha sonraları kurulan Kürt örgütleri ve çıkartılan yayınların çoğunda bilfiil bu kadronun ya da onların etkilediği insanların çok önemli etkisi olmuştur. Hêvî cemiyeti ve Rojî Kurd’ün Kürtler üzerinde yarattığı bu etki, İttihat ve Terakki hükümetini oldukça rahatsız ediyordu. Bunun sonucu olarak da dergi çalışanlarına yönelik baskılar gittikçe artıtıyordu ve nihayetinde dördüncü sayının yayımlanmasından sonra Rojî Kurd’ün yayını durdurulur. Rojî Kurd’ün dört sayısının da içeriğini ayrı ayrı değerlendirmek elbette çok önemlidir ancak sınırlı bir alanda bunu yapmak mümkün olmadığı için, sadece bazı hatırlatmalarda bulunabiliyorum.

Sonuç olarak Hêvî cemiyeti ve Rojî Kurd’ün yayın politikası üzerine farklı yorumlar da yapılabir. Fakat cemiyetin programına, dergide yayımlanan bazı yazıların içeriğine ve yapılan tartışmalara baktığımızda; amaç ve hedeflerin açık bir şekilde belirlendiği görülmektedir. Rojî Kurd’ün birinci sayısında “amaç ve meslek” başlığı altında belirlenen esaslar, derginin yayın politikası ve amacını açık bir şekilde dile getirmiştir: “Günümüz ve geleceğe layık bir yüce amaç, siyasi ihtiraslardan bağımsız bir bilimsel ve toplumsal amaç. … İşte bugün Kürd gençliği, kürdlüğe ve aleme karşı bu amacı yüklenen bir sorumluluk altındadır. Bu gençlik, bu görevi en güzel şekilde yerine getirme, Kürdlüğe her taraftan vurulan hakaret tokatını, yücelik ve irfan ile reddetmek için söz vermiştir. Diyebiliriz ki bu amaçla Kürtlüğü, Kürtlüğün yüce meşale taşıyıcısı olan gençliği içine alacak bir uyanışa delil olabilecek iki abide tesis etmiş bulunuyoruz; biri Hêvî diğeri de Rojî Kurd’dür.”

7- Hetavî Kurd

Rojî Kurd’ün yayını durdurulduktan yaklaşık birbuçuk ay sonra, Hêvî cemiyeti Kürt Güneşianlamına gelen Hetawî Kurd [Hetavî Kurd] adıyla yeni bir dergi yayımlar. Hetavî Kurd’ün birici sayısı 11 Teşrini Evvel 1329’da [24 Ekim 1913] İstanbul’da “Resimli Kitap” matbaasında basılmıştır. Derginin birinci sayısının künye kısmında ayda bir yayımlanacağı, birleşik basılan 4-5 sayılardan itibaren de on beş günde bir yayımlanacağı belirtilmiştir.

Hetavî Kurd’ün sahibi ve sorumlu müdürü Babanzâde Abdülaziz’di. Derginin toplam olarak kaç sayı yayımlandığı bilinmiyor ancak elimizde on (10) sayısı mevcut olup, onuncu sayı 20 Haziran 1330’da [3 Temmuz 1914] Necmi İstikbal Matbaası’nda basılmıştır. Kadri Cemilpaşazade’nin aktarımına göre, “Hetavî Kurd dergisi de Hêvî cemiyetinin mahsülü olup Rojî Kurd’ün devamı olarak çıkmış ve 1914 yılının ilk yarısına kadar yayınını sürdürmüştür.” 28 Temmuz 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başlayınca, zorunlu seferberlik hizmeti nedeniyle, cemiyet üyeleri ve dergi çalışanlarının büyük bir kısmı askere alınır. Savaş durumunda Hêvî’nin çalışmalarını sürdürme koşulları ortadan kalkar ve dolaysıyla Hetavî Kurd’ün yayını da durdurulur. Onuncu (10.) sayının yayımlanma tarihiyle Birinci Dünya Savaşı’nın başlama tarihini gözönüde bulundurduğumuzda, büyük ihtimalle onuncu sayı bu derginin son sayısı olmuştur.

Rojî Kurd’de yazan yazarların büyük bir kısmı Hetavî Kurd’te de yazmayı sürdürmüştür. Hetavî Kurd dergisinde yayımlanan yazılara ve yapılan tartışmalara baktığımızda, milliyetçi söylemler ve talepler daha net bir şekilde öne çıkarken, “Ümmet birliği” ve “Osmanlıcılık” fikirlerinden de tamamen vezgeçilmiş değil.

Hetavî Kurd’de yayımlanan yazılarda ve verilen beyanlarda; Kürt dilini yazmaya elverişli bir duruma getirmek, Kürtçe okuma-yazmayı yaygınlaştırmak ve Kürtçe kitaplar basarak Kürdistan’da dağıtılmasını sağlamak, Kürt çocuklarının eğitimi için modern okul ve medreselerin kurulmasını sağlamak gibi çok önemli konular işlenmiş. Bunların yanısıra işlenen en önemli konulardan biri de din ve milliyetçilik meselesidir. Dergide yayımlanan yazılarda, din ve milliyetçilik, birbirini tamamlayan iki unsur olarak işlenmiş, bu konu derginin 3-4. sayılarında yayımlanan beyanda şöyle açıklanmış: “Milletimize ve dinimize olan görevlerimizi yerine getirmek için Kürt Talebe Hêvî Cemiyeti adı ile bir yapı oluşturduk… Bugün büyük, küçük, zengin ve fakir her Kürt, dinine ve milletine olan borcunu yerine getirmek için çalışmalıdır. Ayrı ayrı çalışmak hiçbir yarar sağlamaz, en iyi ve faydalı yol, birleşerek çalışmaktır. Yeni uyanmaya başlayan uluslar ilk başta cemiyetler kurarak işe başladılar. Neticesinde de milletlerini ilerletip muratlarına erdiler.”

Yukarıda da belirtiğimiz gibi Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Hetavî Kurd’ün yayını da fiilen son bulmuştur. Bununla birlikte zorunlu seferberlik yasası gereğince askere alınan çok sayıda Hêvî Cemiyeti üyesi, aktivisti dört yıl süren savaş süresince büyük zararlar gördü ve önemli bir kısmı da geri dönemedi. Hêvî Cemiyeti’nin asıl mimarlarından olan Halil Hayali’nin savaş sonrasında Hêvî’nin tekrar faaliyete başlaması vesilesiyle, Kurdîyê Bîtlisî mahlasıyla Jîn dergisinin ondürdüncü sayısında yazdığı yazıda, savaşın Kürt gençliği ve Hêvî saflarında oluşturduğu tahribatı şöyle dile getirmektedir: “Büyük Savaş’ın zalim ve kanlı eli, ulusal hazinemizin ne yazık ki sayıları pek az olan değerli cevherlerini aramızdan ayırdı ve geniş savaş cephelerine dağıttı. Gittiler. Onlardan bize geri gelen, yalnız acı haberlerdi…. Ey gençler, rahat uyuyun! “Ümid”iniz ölmedi. Nice bin dert ve sıkıntıyla tutuşturduğunuz ulusal ümit meşalesi, yine sizin gibi genç ve ateşli beyinlerin elinde, geleceğin yolunu aydınlatan bir ışığa dönüşmek üzeredir.” 

Sonuç olarak, aynı amacın ardıl ürünleri olan Rojî Kurd ve Hetavî Kurd’ün dönemin siyasi ve toplumsal olaylarıyla ilgili geliştirdiği bakış açısı, Kürt dili ve kültürünün geliştirilmesi, Kürtçe eğitimle ilgili yaklaşımları ve çalışmalarıyla Kürtler arasında ulusal bilincin gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuşlardır diyebiliriz.    

8- Jîn Dergisi

Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasında Osmanlı İmparatorluğu tamamen dağılır ve yeni bir durum ortaya çıkar. Mütareke dönemi olarak adlandırılan 1922’lerin sonlarına kadar devam eden bu dönemde, Kürtler, kurdukları yeni örgütler veya aktifleştirdikleri eski örgütleriyle bir yandan savaşın yarattığı tahribat ve kırılmaları aşmaya çalışırken diğer yandan da “Wilson Prensipleri gereğince” Kürd Milletinin kendi geleceğini belirleme hakkının tanınması için, ulusal ve siyasal mücadelelerini sürdürmüşler.

 

Bu amacın ve çalışmanın bir ürünü olarak 1918 yılının sonlarına doğru İstanbul’da bir şemsiye örgüt olarak Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) kurulur. Cemiyet’in ilk etapta Diyarbekir, Bitlis, Harput ve Dersim gibi Kurdistan vilayetlerinde de şubeleri açılır. Kürd Tamim-i Marif ve Neşriyat Cemiyeti,  Hêvi Cemiyeti, Kürd Millet Partisi, Jîn mecmuası, Kurdistan mecmuası ve Serbesti gazetesi bu dönemde KTC bağlı olarak faaliyet yürütür.

KTC’nin kuruluş kongresinde Seyyid Abdülkadir cemiyetin başkanı, Emin Ali Bedirhan birinci yardımcı ve Süleymaniyeli Fuad Paşa da ikinci başkan yardımcısı olarak seçilir. Farklı kaynaklarda yönetim kurulunda yer alan diğer şahsiyetlerin adları da şöyle sıralanır; Hamdi Paşa (genel sekreter), Seyyid Abdullah, Miralay Halit Bey (Dersim), Miralay M. Ali Bedirhan (Botan), M. Emin Bey (Süleymaniye), Şefik Arvasi (Van), Hoca Ali Efendi, Prof. Şükrü Baban (Süleymaniye) Fetullah Efendi, Mevlanzade Rifat ve Dr. Şükrü Mehmed (Bakırmadenli). Ayrıca cemiyetin kurucu, aktif  üye ve yazarları arasında; Bediûzzeman Said-i Kurdi, Müküslü Hamza, Halil Hayali, Dr. Şükrü Mehmed Sekban, Dr. Fuad, Kemal Fevzi, Necmeddin Huseyin, Kamran Bedirhan, Celadet Bedirhan, Reşid Ağa (hamal teşkilatı reisi), Kazizade Mustafa Şevki, Mehmed Mihri, Emin Feyzi, Memduh Selim, Abdülvahid Berzencizade, Dr. Hamid Şakir, Law Reşid, Abdülaziz Yamulkizade, Abdürahim Rehmi gibi şahsiyetlerin adları öne çıkar.

KTC’nin yayın organı olan ve haftalık olarak çıkan Jîn mecmuasının birinci sayısı 7 Teşrinisani 1334 (07/11/1918) tarihinde yayımlanır. Jîn’in birinci sayısının künye kısmında yazılan; “Din, edebiyat, içtimaiyat ve iktisadiyattan bahseder Türkçe-Kürtçe mecmuadır”  mottosu, 25. sayıya kadar olduğu gibi tekrarlanmıştır. 21 Haziran 1920’de yayımlanan 33. sayıdaki motto “Kürd vahadet ve hukuki milliyesinin müdafii siyasi, ilmi hafalık gazete”şeklinde değiştirilmiştir. İlk 20 sayısının sorumlu müdürü ve imtiyaz sahibi Müküslü Hamza’dır ve ondan sonraki sayılar ise Memduh Selim’in sorumluluğunda yayımlanır. Jîn’in toplam olarak kaç sayı yayımlandığını bilmiyoruz ancak elimizde 36. sayısı da mevcuttur. Büyük ihtimalle KTC’nin 1920’nin ikinci yarısından sonra bölünmesi ve daha sonra da kapatılma davasının açılmasıyla birlikte, Jîn’in yayın hayatı da bu yılın bitimine doğru sona ermiştir. İlk 25 sayısı büyük bir emek ve titizlikle değerli araştırmacı M. Emin Bozarslan tarafından çevrilip sadeleştirilerek, 1985’te beş cilt halinde Deng yayınları tarafından İsveç’te yeniden yayımlanmıştır.

Jîn mecmuasının içeriğine baktığımızda, değişik konuları işleyen çok sayıda yazı ve okur mektuplarının yayımlandığı görülmektedir. Mecmua KTC’nin şubeleri vasıtasıyla birçok Kürdistan vilayetinde dağıtılıyor ve okuyucularına ulaşabiliyordu. Jîn mecmuasının içeriğinde Kürt millet meselesi, siyaset, tarih, dil, edebiyat, eğitim, kadın sorunu, folklor vb. konuları içeren geniş bir yelpazede yazılar yayımlanmıştır. Jîn’in işlediği konular ve yayın politikası, Kürdistan Teali Cemiyeti ve ona bağlı olarak faaliyet yürüten Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti’nin amaç ve politikasından bağımsız düşünülemez. Bu bağlamda Jînmecmuası, işlediği temalar ve izlediği yayın politikasıyla Kürt kültürel değerlerinin işlenerek yeniden üretilmesi ve Kürtlerde milliyetçilik fikrinin gelişmesine büyük bir katkılarda bulunmuştur.

9- Kurdistan Derrgisi 

 Jîn’in yanısıra Kurdistan Mecmuası da Kürdistan Teali Cemiyeti tarafından yayımlanmıştır. Ancak bu Kurdistan Mecmuası 1898 yılında Mikdad Mithad Bedirhan tarafında yayımlana “Kurdistan” gazetesiyle karıştırılmamalıdır. Kurdistan Mecmuası, İstanbul’da yayımlan haftalık bir yayın olup birinci sayısı, 30 Kanun-i Sani 1335 (30 Ocak 1919) tarihinde basılmıştır. İmtiyaz sahibi ve sorumlu müdürü Mehmed Mihri, başmuharriri ise Arvasizade Mehmed Şefik idi. Derginin yayın dili Kürtçe-Osmanlıca’dır, bununla birlikte Farsça ve Arapça bazı yazılar da yayımlanmıştır. Birinci sayının künye kısmında, “Siyaset dışında her konu mevzubahistir ve her dil ile haftada bir defa neşrolunur mecmuadır.” yazılmış ve 5. sayıdan itibaren bu ibare değiştirilerek “Siyasi, içtimai ve ilmi olarak haftada bir defa neşrolunur müstakil fikir mecmuası” ibaresi yazılmıştır.

 

Kurdistan’ın toplam kaç sayı yayımlandığı net olarak bilinmemektedir. Jîn Mecmuası ve Serbesti Gazetesi’nin birçok sayısında, Kurdistan’ın yayımlanan yeni sayılarının reklamı verilmiştir. Jîn’in 25. sayısında, Kurdista’ın 14. sayısının yayımlanma haberi verilmiş, bunun yanısıra Hasip Kalyon’un bir raporundaki aktarıma göre 15. sayı da yayımlanmıştır ve bu sayıda Mehmed Mihri’nin “Kürtlerin Hissiyat-ı Necibesi” başlıklı bir yazısından bahsediliyor. Araştırmacı Alattin Sücadi ve Kemal Haznadar’a göre, Kurdistan Mecmuası toplam olarak 27 sayı yayımlanmıştır, tarihçi Kemal Mazhar da bu mecmuanın 19. sayısını gördüğünü ve bu sayı üzerindeki yayım tarihi olarak da 7 Recep 1338 (27 Mart 1920) tarihinin yazılı olduğunu belirtmektedir. Viladimir Minorsky de haftalık Kurdistan Mecmuası’nın toplam olarak 37 sayı yayımlandığını söylemekte ancak bunun için hiçbir kaynak da gösterememektedir.

Kurdistan’ın içeriğine ve yazar kadrosuna baktığımızda; her ne kadar derginin ilk sayılarının künye kısmında “siyaset dışında her konu mevzubahistir” denilse de, aslında siyaset de dahil birçok konuda değişik yazılar yayımlanmıştır. Dergide yayımlanan yazılara baktığımızda, dergi sayfalarında o dönemin ileri gelen siyasi kadro ve yazarlarının yazılarına da rastlamaktayız. Yazar kadrosuna baktığımızda sorumlu müdür Mehmed Mihri ve başyazar olarak da Arvasizade Mehmed Şefik’in isimleri başta olmak üzere Abdullah Cevdet, Hakarili Abdurrahman Rahmi, Emin Fevzi, Cano, Mehmed Osman, M. Yamulkizade, İbn el Reşid, Süleyman Sabri ve Lawê Delal gibi isimler öne çıkmaktadır. Mehmed Mihri’nin farklı imzalarla birinci sayıda beş yazısı yayımlanmıştır.

Kurdistan Mecmuası’nın yayın politikasına gelince; dergi Kürdistan Teali Cemiyeti’ne bağlı olarak yayımlandığı için, yayın politikası da KTC’nin amacı ve politikasına paralel olmuştur. Bu çerçevede yayımlanan yazılar, yapılan tartışmalar ve gelen okur mektupları değerlendirildiğinde, derginin Kürtlerde ulusal bilincin oluşturulması ve ulusal taleplerin yaygınlaştırılması yönünde çok önemli bir misyon üstlendiği görülmektedir. Derginin izlediği bu yayın politikası dönemin yabancı diplomat ve askeri görevlilerinin de dikkatini çekmiş ki C. L. Woolley adlı İngiliz komutanın 10 Temmuz 1919 tarihli ve FO 371/4191 numaralı raporunda “Kürdistan Dergisi’nin ulusal ve haftalık bir yayın” olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda Kurdistan’ın da yazarlarından olan Hakarili Abdurrahman Rahmi’nin Serbestigazetesinin 483. sayısında “Kürtler ve Kürdistan” başlığı altında yayımlanan yazısında KTC bağlı olarak çıkartılan yayınların amacı ve misyonunu açık bir şekilde ortaya koyarak şöyle demiştir: “Önemli bir şekilde milli hukukumuzun müdafaasına tahsis edilmiş olan “Serbestî”, “Kurdistan” ve “Jîn”  gazeteleri Kürdistan’ın her tarafında dikkatle mutala olunmalı, sürekli temini ve dağıtımının genişletilmesine hizmet edebilecek teşebbüslerin süratli bir şekilde ve kesinlikle icra olunmalıdır… Gazetelerimize abone olma hususunda fevkalade ehemmiyet atfedilerek günlük Serbestî gazetesiyle haftalık Kurdistan ve Jîndergilerine ait abone bedelleri doğrudan doğruya cemiyetimiz merkezine gönderilmelidir.

Her türlü ayrılığı ve nifakı terk ile vatandaşlarımızın birlik içerisinde görevlerini güzelce ifa etmeleri, aziz vatanımızın menfaatinin gereğidir. Kürdistan, herkesten vazifesinin tamamen ifasını bekliyor.”

Sonuç olarak, Kürt basınının başlangıçtan 1922’ye kadar olan dönemini konu alan bu yazıda, söz konusu dönemle ilgili genel bir özet vererek kısa bazı hatırlamalarda bulunabildim. Bu nedenle yeterince açılımı yapılamayan yönler ve noktalar olabilir. Daha uygun zaman dilimlerinde, söz konusu yayınların her birinin daha geniş bir çerçevede incelenmesi, bağımsız eserler şeklinde ortaya konulması, bizi bekleyen önemli sorumluluklardandır.

kovarabir.com/

BERNAMEGEH / bernamegeh@gmail.com

AYRICA BAKIN

Oya Küçümen Kimdir Hayatı

Oya Küçümen, uzun yıllardır Oya Bora ikilisi olarak müzik severler tarafından tanınan isimdir. Oya-Bora, Oya …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!