Dersim tarihi ve kültürel dokusuyla adından çok söz ettiren Kürt illerinden biridir. Nüfusunun büyük çoğunluğu Alevi ve Zaza olan Dersim ayrıca efsaneler diyarıdır. “Darsım” Zazaca bir sözcüktür; “dar”(ağaç) ve “sim” (gümüş); kelimelerinin birleşmesinden Darsım “Gümüşağaç” anlamı oluşmuştur.
Coğrafya bakımından doğudan kısmen Peri Suyu, kuzeyden Munzur Sıradağları, batıdan Fırat Nehri, güneyden Murat Nehri ile çevirilir. Yönetim birimleri bakımından Dersim’in sınırları, kuzeyde Erzincan ilinin merkez ve Kemah ilçeleri ile kuzeydoğuda Erzincan ilinin Tercan ilçesi, kısmen Elâzığ ilinin Palu ilçesi, Bingöl ilinin Kiğı ilçesi, batıda Erzincan ilinin Kemaliye ilçesi, Malatya ilinin Arapgir ilçesi, güneyde kısmen Elâzığ ilinin Palu ve merkez ve Keban ilçeleri ile birleşir. Yüz ölçümü yaklaşık 10.000 kilometrekaredir (Tunceli ilinin yüz ölçümü ise 7.774 kilometrekaredir). Dersim’in eski sınırlarının doğuda Varto’dan kuzeyde İmranlı ve Zara’ya, batıda ise Malatya’ya kadar geniş bir coğrafyayı kapsar.
Dersim’in bazı efsaneleri şunlardır:
-Munzur Baba Efsanesi, Buyer Baba Efsanesi, Goşkar Baba Efsanesi, Sultan Hıdır Efsanesi, Çoban Baba Efsanesi, Yılan Dağı Efsanesi, Süpürgeci Baba Efsanesi.
Pepuk Kuşu Efsanesi
Kenger, karların erimesiyle yetişen en önemli bitkilerden biridir çocuklar için.
Bir taraftan soyulup yenilir, yemeği yapılır diğer yandan sakızı toplanır. Kenger sakızıyla da meşhur bir bitkidir, üzerine türküler bile yakılmıştır. Kengeri, önemli yapan bence tüm bunlardan da öte acıklı efsanesidir.
Farklı biçimde de olsa kengerin bittiği her yerde pepuk kuşu efsanesi bilinir ve çocuklara anlatılır. Efsane, kimi yerlerde farklılık da gösterse, konu benzerdir. Kimi yerde erkek kardeşin acısı anlatılır kimi yerde kız kardeşin acısı… Vakti zamanda küçük bir dağ köyünde anne baba ile iki çoçuğu yaşarmış. Çocuklarının biri erkek diğeri de kızmış. Bu ailenin herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir her şey gönüllerince olurmuş.
Oturdukları köyde gayet sevilen bu iki güzel çocuk büyümüşler. Günün birinde anneleri aniden rahatsızlanıp ölünce ailenin tüm neşesi, huzuru, mutluluğu üzüntüye çevirip yok olmuş. Bir müddet sonra evde aş pişirecek kimsesi olmadığı için babaları yeniden evlenmek zorunda kalmış. Üvey anneleri kısır olduğu ve de çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, onlara düşmanca davranırmış. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış.
Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlar.
Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek, dağa kenger toplamaya göndermiş. İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyarmış ve böylece de hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar.
Artık köye dönmek üzereyken Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmış ki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran ablası; “Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi? Biz şimdi eve nasıl döneriz? Üvey annemiz bizi öldürür” deyip çıkışmış kardeşine. Kardeşi ise “Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!” demiş. Ancak ablasını bir türlü inandıramamış. “Abla eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!” demiş. Ablası almış bıçağı karnını yarmış bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş. Kardeşi doğru söylemiş.
Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş. Gidip torbaya tekrar bakmışki torbanın dibi delik ve sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış. Meğer üvey anneleri onlara (akşam kötülük etsin diye) dibi delik torbayı vermiş. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvemiş.
Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdanazabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış. “Allah’ım beni pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım“ demiş. O anda kızın dileği kabul olmuş, genç kız o gece, pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. İşte o gün bu gündür bu kız, pepuk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder durur. Her bahar mevsimi kengerin yerden bitmesi ile beraber pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar.
(Kürtçe)
’Pepuuk’
“Keko”
“Kî qir?”
“Min qir”
’Kî kuşt?’
’Min kuşt’
’Kî şuşt?’
’Min şuşt’
“Ax! Ax! Ax!”
(Türkçe)
’Pepuu’
“Kekuu”(abi veya erkek kardeş)
“Kim yaptı?“
“Ben yaptım”
’Kim öldürdü?’
’Ben öldürdüm’
’Kim yıkadı?’
’Ben yıkadım’
“Vah! Vah! Vah
Dağlarda öten bu kuşun bu gün hala, kardeşini öldüren o genç kız olduğu söylencesi, Dersim ve çevre köylerde yaygın bir biçimde bu şekilde anlatılır. Onun çıkardığı bu seslere bile acıklı bir ifade ve anlam yüklenmiştir. Bu efsaneyi Dersim dışında çevre illerdede yaygın bir biçimde anlatırlar. Neredeyse Alevi Kürtlerin yaşadığı her ilde bu efsane farklı versiyonlarıyla dile getirilmiştir.
BERNAMEGEH
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!