”Mehmet Cevdet, “ikinci çocuk olarak Arapkir’de doğdu, çocukluğu Arapkir’de geçti, ilköğrenim ve rüştiyeyi dedesi Hacı Ömer Efendi’nin nezaretinde Elazığ’da okudu, liseyi İstanbul’da babasının yanında Galatasaray Lisesi’nde okudu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, Paris Sorbon Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde tahsilini tamamlamış.”
SEÎD VEROJ
- Doğum yeri, aile, tahsil ve meslek yaşamı
Mehmet Abdullah Cevdet ya da Mehmet Cevdet Karlıdağ, Abdullah Cevdet’in ilk evliliğinden doğan oğludur. Abdullah Cevdet, 1869 yılında bugünkü Malatya’ya bağlı olan Arapkir ilçesinde doğmuş. Babası Ömer Vasfi Efendi, Malatya’nın Arapkir ilçesinden ve aslen Kürd olup Atman (Etman) aşiretine mensupturlar. Ömer Efendi, eğitimli bir insan olup uzun süre devlet memurluğu yapmış ve aynı zamanda “Diyarbekir’de birinci tabur kâtipliğini yapmış… İlköğrenimini Hozat ve Arapkir’de tamamlayan Abdullah Cevdet, Mamuretûl-Aziz Askeri Rüşdiyesi’ne kaydoldu ve bu okulu 27 Mayıs 1301 tarihinde bitirdikten sonra İstanbul’a gelerek Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi’ne kaydolmuş.”[1]
İdadiden sonra Askeri Tıbbiye’ye devam eden Abdullah Cevdet, tahsil yıllarında kurulan İtihad-ı Osmanî Cemiyeti’nin (1889) kuruluşunda yer alır. Bu cemiyet daha sonraki süreçte “Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti” adını alacak ancak A. Cevdet’in cemiyetle bağları gitgide zayıflayarak kopuşa doğru gitmiştir.
1894 yılında Askeri Tıbbiye’yi bitiren A. Cevdet, göz doktoru olarak Haydarpaşa Hastahanesi’ne tayin olur. Aynı yıl Diyarbekir’de gelişen kolera salgını nedeniyle geçici görevle 1 Kasım 1310 (13 Kasım 1894) tarihinde Diyarbekir’e gönderilir ve burada yaklaşık üç-dört ay kalır. Diyarbekir’de iken, aynı zamanda lisedeki derslere de öğretmen olarak girer ve öğrencilerinden biri Ziya Gökalp ve diğeri de Faik Ali’dir. Geleneksel ve dini değerlerle büyümüş olan Ziya Gökalp, bu kısa dönem içerisinde A. Cevdet’ten çok etkilenir, bunalıma girer ve aynı zamanda Cevdet onun cemiyete üye olmasını da sağlar. A. Cevdet, bu karşılaşmadan yaklaşık 24 yıl sonra, İçtihad’in 130’cu sayısında bu iki öğrencisiyle ilgili şöyle bir değerlendirmede bulunur: “Faik Ali’yi de Ziya’yı da Diyarbekir’de aynı zamanda, aynı yaşta tanımıştım. İkisi de zeki, şair, istikbal için vaatlerle dolu on sekiz-yirmi yaşlarında idadi talebesinden idiler…. Bugün bu Faik Ali, on seneden beri katillere, hırsızlara, kan yiyicilere, kadın, çocuk, yazar mütefekkir öldürücülere iktidar ve cüret tevzi eden, İttihat ve Terakki genel merkezi namını alan bir heyet arasında akıl hocası olarak bulunmuş sabık ve kadim arkadaşı Ziya’ya samimi ve hararetli bir eda ile hitap ve itap ediyor [yeriyor].”[2]
Diyarbekir’den Adapazarı’na askeri doktor olarak giden Abdullah Cevdet, yürütmüş olduğu cemiyet faaliyetlerinden dolayı buradan Trablusgarb’a sürülür ve oradan da Fizan’a sürülmek istenince, kaçarak Avrupa’ya gitmiştir ve Eylül 1897’de Cenevre’ye ulaşmış. Bu dönemde farklı tarihlerde Cenevre, Viyana ve Londra arasında vazife gereği gelgitler yaşanmış, en son Cenevre’ye geldiğinde, 1 Eylül 1904 tarihinde İçtihad dergisinin ilk sayısını burada yayınlar. 1904 yılı Ekim ayında Cenevre’den sınır dışı edilmek üzere ayrılmak zorunda kalınca, oradan Mısır’a gitmiş. Avrupa ve Mısır arasında mekik dokuyan A. Cevdet ancak 1910 yılının sonlarında İstanbul’a dönebilmiştir.
Abdullah Cevdet, toplumsal ve felsefi düşüncede ağırlıklı olarak Guyo-Daubés, Gustave Le Bon, Ludwig Büchner, Karl Vogt, Jacob Moleschott, Ernest Heackel ve Herbert Spencer gibi bilim insanları ve düşünürlerin fikirleri etkisinde kalmış. Bunlardan önemli bir bölümünün makalelerini ve temel eserlerini Osmanlıcaya çevirmiş, makalelerinin bazılarını İçtihad dergisinde ve diğer bir kısım temel eserlerini de risale-kitap şeklinde yayınlamıştır.
Genel bir çerçeve itibariyle siyasal düşünce olarak Abdullah Cevdet, “Batılılaşma” ve “İttihad-ı Osmani”yi savunurken diğer Jön Türklerden farklı olarak Osmanlı birliğini sağlayacak gücü hanedan yerine birleşen ulusların ortak çıkarlarında görüyordu…. A. Cevdet, düşündüğü birlik içerisinde tüm ulusların gerçek bir eşitlik içerisinde olacağını belirtmesinin yanısıra bu birlik içerisindeki ulus ve etnik grupların öz kültürlerini geliştirmelerini, bağlı bulundukları ulus veya etnik grubun çıkarlarını da düşünmelerini istiyordu.”[3]
Avrupa’da iken yayınlamaya başladığı İçtihat dergisi, ölümüne kadar aralıklı olarak yayınını sürdürmüş. Bu dönemde, Kürd ve Kürdistan meselesiyle daha yakından ilgilenmiş ve 1913 yılında Hêvî Talebe Cemiyeti’ne bağlı olarak yayınalanan Rojî Kurd ve daha sonra Hetawî Kurd dergilerinde yazıları yayınlanmıştır. Sahibi olduğu İçtıhad Evi, birçok Kürd aydın ve siyasetçisinin uğrak yeri ve Kürdlerle ilgili birçok toplantı ve istişarenin de mekanı olmuştur.
Mondros Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, 1918’in sonlarında kurulan KTC’nin üyesi ve Kürt Neşri Maarif Cemiyeti (KNMC)’nin de kurucularından[4] biri olmuştur. KTC’nin yayın organları olan Serbestî, Jîn ve Kurdistan dergilerinde de yazıları yayınlanmıştır. Dr. M. Şükrü Hanioğlu; “Abdullah Cevdet bu dönemde Kürt milliyetçileri arasında Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi ve Wilson ilkelerinin uygulanması ile Batı desteğinde kurulacak bir “Kürdistan” düşüncesinin önemli savunucularından biri olduğunu”[5] belirtmektedir. KNMC ve kurucularından bahsederken şunu da not etmek gerekir ki Diyarbekirli Kurdizade Ahmed Ramiz de KNMC’nin kurucularından olup, hem cemiyetin çalışmalarında ve hem de İçtihad yayınevi faaliyetlerinin sürdürülmesinde Abdullah Cevdet’in yakın mesai arkadaşıdır.
Mehmet Cevdet; Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti kurucularından, aynı zamanda Kürt siyasetçi, entelektüel, yayıncı, çevirmen ve yazarlardan Dr. Abdullah Cevdet’in ilk evliliğinden olan iki çocuğundan biridir. İlk evlilik dediğimiz için bu ailesel konuyu biraz açmakta fayda vardır. Mehmet Cevdet Beyin oğlu Sabahattin Karlıdağ’ın aktarımına göre: “Abdullah Cevdet, Hacı Ömer Efendi’nin evliliğinin çok uzun bir döneminden sonra dünyaya gelen tek evlattır. Bu sebeple erken yaşta evlendirilmiş. Yaşamı boyunca Abdullah Cevdet üç evlilik yapmıştır; birinci hanımı Palo’nun Zaza Kürtlerinden Fatma hanım, ikincisi, Girit’li bir hanımdı ve evlilikleri kısa sürmüş, üçüncüsü de İstanbul doğumlu ve aslen Kayserili olup onun adı da Fatma’dır. Üçüncü eşi, Osmanlı döneminde dâhiliye nazırlığı da yapmış olan Osman Hamdi Beyin kızıydı. Dedem Abdullah Cevdet Elazığ’da bulunduğu dönemde Palo’lu eşi Fatma Hanım’dan bir kızı ve babam Mehmet Cevdet dünyaya gelmiştir. Halam evlilikten kısa bir dönem sonra verem hastalığına yakalanıp ölmüş ve böylece Fatma Hanım’dan yalnızca babam Mehmet Cevdet Bey sağ kalmıştır.”[6]
Mehmet Cevdet, “ikinci çocuk olarak Arapkir’de doğdu, çocukluğu Arapkir’de geçti, ilköğrenim ve rüştiyeyi dedesi Hacı Ömer Efendi’nin nezaretinde Elazığ’da okudu, liseyi İstanbul’da babasının yanında Galatasaray Lisesi’nde okudu. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, Paris Sorbon Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde tahsilini tamamlamış.”[7] Yüksek tahsilini bitirdikten sonra Mamüratülaziz hapishanesine müdür olarak tayin edilir. Bu süreçte genel eğitime ve neşriyatın yayılmasına katkıda bulunmak, Meşrutiyet fikrinin halk arasında yaygınlaşmasını sağlamak için arkadaşlarıyla birlikte Seda mecmuasını yayınlamaya başlarlar.
- Seda dergisi ve Mehmet Abdullah Cevdet
Seda dergisi, 9 Teşrinisani 1325-R (22 Kasım 1909) tarihinde yayın hayatına başlamış, sahibi ve müdürü Mehmed Abdullah Cevdet ve başmuharriri de İdris Ulvi’dir. Seda’nın birinci sayısının künye kısmında, derginin içeriğiyle ilgili şöyle bir açıklama yapılmıştır: “Feni, edebi, ilmi makaleler kabul olunur.”[8] Derginin yayın peryoduyla ilgili olarak da şöyle denilmektedir: “Edebi, Tarihi, İlmi on beş günlük Osmanlı mecmuasıdır.”[9]
Seda dergisi birinci sayısının mukaddimesinde, yayın maksadı hakkında şöyle denilmektedir: “Maksadımız terbiye-yi umumiye hadım [hizmet] ve şu’un-ı ilmiyeye ve havadisi medeniye ve vakayi-i siyasiyeden bahis makalelerle vatandaşımıza elimizden geldiği kadar hizmet etmektir.” Ve yine aynı başlık altında, Meşrutiyet’le birlikte yaygınlaşan gazete ve mecmua neşriyatının vatandaşların aydınlanmasındaki önemi ve büyük katkısından bahsederek şöyle denilmektedir: “İnkılab-ı ahirimiz üzerine memalik-i Osmaniye’nin [Osmanlı memleketi] her tarafında birkaç gazete ve risaleler çıkmaya başladı. Zira vatandaşlarımız tenvir-i efkarına [fikirlerin aydınlanmasına] ve memleketimizde meşrutiyet-i idarenin neşr-i füyuzatına [feyizlerin neşrine] bundan büyük ve müessir vasıta olamaz. Bugüne kadar vilayetimizde böyle bir hadım-i medeniyet [medeniyet hizmetçisi] ve ma’rifetin görünmemesi bütün terakki ve maarif taraftarlarını müteessir ettiğini bildiğimiz için lütf-i Bari’ye [Allah’ın lütfuna] mütevellilen ve rağbet ve teşvik etmeye istinaden bu risaleyi neşre niyet ettik.”[10]
1909 yılının sonlarına doğru yayın hayatına başlayan Seda dergisinin, toplam kaç sayı yayımlandığını bilmiyoruz ancak elimizde 1. ve 2. sayıları mevcuttur. Derginin ikinci sayısı, 23 Zilkade 1327-H/ 9 Teşrinisani 1325-R (6 Aralık 1909) tarihinde yayımlanmıştır. Derginin sahibi ve müdürü olan Mehmet Abdullah Cevdet Bey, “1300-H (1886) yılında Elazığ’da doğmuştur, çocukluğu ve rüştiye eğitimi Elazığ’da geçmiştir. 23 yaşında Elazığ hapishane müdürü ve daha sonra Elazığ emniyet müdürlüğü görevini üstlenmiştir. Hapishane müdürlüğü sırasında mahkûmlara okuma yazma kursları açmış, onların sosyal ve kültürel yönden gelişimine özen göstermiştir.”[11] Seda’nın Meşrutiyet sonrasında ve vilayet matbaasında basılmasını da hesaba katarak, Mehmet Cevdet’in bu dönemde Elazığ’da etkili bir devlet memuru olması büyük bir ihtimaldir.
Seda dergisinin içeriğine baktığımızda: Birinci sayısı, sekiz sahifeden ibaret olup “Tarihten”, “Edebiyattan”, “Ulemadan” ve “Eşkal-i Edeba” olmak özere, yazılar dört başlık altında yayımlanmıştır. Tarih, edebiyat alanında genel ve yerelden olmak üzere celbedici ve aydınlatıcı makaleler içermektedir. Özelikle “Tarihten” bölümünde, “Geçen Ondokuzuncu Asrın Kısaca Muhakemesi” başlıklı imzasız makalede, bu asırda bilim, sanayi, siyaset, edebiyat, sanat alanındaki gelişmelerin yaratığı olumlu ve olumsuz sonuçlarla birlikte ince bir eleğe vurularak değerlendirilmektedir. “Bu asır henüz bitti, artık maziye dönüştüğünden dolayı Şiller’in tabir ettiği tarih mahkemesi huzuruna çıkacaktır. Acaba istikbal, bu asır üzerine ne hüküm verecektir? …
Her devir, o devrin eylemlerini icra veya müşahede eden veyahut sitemini çeken adamlar tarafından methetmekten ziyade tenkit olunagelmiştir. Bunun sebebi aşikârdır. Çünkü hiçbir kimse kendi dönemi içinde ne saadete mazhar olmuştur ne de hayal ettiği şeyin tahkikini görmüştür. Herkes kendi asrının problemlerini ve sefaletini şiddetle hisseder… Her sınıfa mensup adamlar kendi zamanlarından şikayet ederler…
“Pariklis” döneminde “Aristofan” Yunanistan’ın en parlak bir dönemi olan bu devri tenkit etmiş, “Hevaris” dünyanın asır asır bozulduğunu tasdik etmiş. Ondördüncü Lui’nin krallık döneminde “Lui Patin”, biz nihayet tüm asırların en alçak çukurlarına düştük diye hissiyatını kaleme almış, bu halin en büyük niteliğini kendinden hoşnut olmamaktır. Ancak ahlaf [halefler, sonradan gelenler], kendi hissetmediği musibetleri nazarı itibara almaz ve daha ziyade geçmiş dönemden miras aldığı kıymetli şeyleri nazarı itibara alır. Bazı cihetlerden dolayı bu geçmiş asır, en meşhur asırlara üstünlük iddiasında bulunabilir.”[12]
“Hiçbir vakitte şairler bir “İyers”, bir “Şiller”, bir “Leopardi”, bir “Alferd Doyin”, bir “Sollirodom”un eserinden yayılan acı, ümitsizlik ve derin bir takım şikayete tercüman olmamıştır. Zamanımızda sonsuz yer ve göğü kaplayan bir gaz gibi bir hiçlik felsefesini müşahede etmek mukadder imiş. İyimserlik ve kötümserlik, endişe içinde bulunmak, kavmiyet davasında bulunmak, insanlık kardeşliği fikri, barış sevdalılığı, savaş arzusu, ırki yönden kavimler arası düşmanlık ve sınıf ile guruplar arasındaki mücadeleler gibi nice nice zıt duygulara, henüz son bulan bu asır bir şiddetli arbede içinde çarpışmış ve onları şimdi çehresi açılmış olan asra, miras bırakmıştır.”[13]
Birinci sayının “Edebiyattan” bölümünde, Diyarbekirli Faik Ali Bey’den “Niyaz” sernamesi adı altında Mehmet Ali Ayni Bey’e peşkeş edilmek üzere bir şiir yayımlanmış. Aynı sayıda “Ulemadan” sernamesi adıyla, “Bakır Altun olur mu?”[14] başlığıyla uzun bir yazı yayımlanmış. “Eşkali Edeba” sernamesiyle “…..Faik Ali Bey’in on bir sene evvel yazılmış makalatından:…”[15] aktarılmak üzere, Hüseyin Cahit Bey’in Hayat matbaasında yayımlanmış eseri değerlendirilmektedir. Ondan sonra da “Mahmud Ekrem Bey”le ilgili kısa bir anma yazısı vardır.
Seda’nın ikinci sayısı da 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909) tarihinde neşredilmiş. Bu sayının “Tarihten” sernamesi altında, “Vestfalya barış antlaşmasından sonra Almanya’da 1356’dan ziyade müstakil devlet tesis etmişken bunlar nasıl birleşip şimdiki heybetli Almanya İmparatorluğu ortaya çıktı?”[16] sorusuyla başlayan yazıda, Prusya’nın uluslaşma süreci anlatılarak bugünkü Almanya’nın nasıl oluştuğunu konu alan altı sayfalık uzun bir imzasız makale yayımlanmış. Makalenin içeriğinde, bu süreç adeta ders alınması gereken çok önemli bir tarihsel dönem ve deneyim olarak sunulmaktadır.
Mevzubahis olan yazıda, “Yeni Almanya ve tarihçileri” başlığı altında, tarihçilerin bu sürecin gelişmesindeki katkıları hakkında şöyle denilmektedir: “Asrımızda Almanya ittihadının [birliğinin] oluşum tarihi tetkik edilirse, onda tarihçilerin gördükleri büyük görev, insanı hayretler içerisinde bırakır. 1866 ve 1870 zaferlerinden sonra galibiyet şerefiyle elde edilen milli özgürlüğün siyasetini onlar ortaya çıkarmışlardır…
Herkesten çok Almanların kendileri, tarihçilerine ne kadar borçlu olduklarını tasdik ediyorlar. “Hans Delberuk demiştir ki; Ranke, Waytez, Kiyezebrhet, Hawsser, Droysen, Gnayset, Trişke’nin samimi münasebetlerini ve aynı zamanda kabiliyetlerindeki farklılıklarını tarif ve izaha kalkışmak geniş ve müşkül bir teşebbüs olurdu. Zaten bu hususta şimdiye kadar pek az bir şey yapılmıştır. Bununla birlikte günün birinde bu konuda yazılacak bir kitap, mümtaz ve nadir bir eser olacaktır.”[17]
“19. asırda Almanya’nın bütün siyasi tarihçileri -Niyebur, Walman, Ranke, Watiz, Keyzebreht, Droysen, Hanosser, Maks Dunker, Sibel, Mu(o)msen ve Trişke Prusya’nın başkanlık ve hakimiyeti altında “Küçük Almanya” taraftarı idiler. Keyfiyet onlar için mazinin verdiği dersten apaçık bir tarihi zaruret idi. Şu tarihçiler bunu gerek Prusya ve Alman tarihini hikaye ve gerek başka ülkelerin tarihleriyle iştigal ederek vakf-ı enfas ettiler. Zira, onların nazarında yüce kanuna uyan terakki ve milli kalkınma bütün memleketlerde birdir. Almanya’nın bütün yüksek okullarında öğretmenlik yapan bu zatlar, tedrisat kürsülerinin üstünde bu kuralları neşrettikleri gibi, kitaplarıyla da insanlar arasında yaymaya çalıştılar….”[18]
Bu uzun makaleden sonra, “İmam Gazali’nin Son Eseri”yle ilgili Kemaleddin Harpûtî’nin bir değerlendirme yazısı vardır. Yazıda, İmam Gazali’nin yaşamından ve son eserinden bahsedilerek şöyle denilmektedir: “Hüccetûl-İslam, İmam Ebu Hemid Muhammed b. Muhammed et-Tûsi el-Gazeli Hazretleri; Hicret-i Nebeviyenin dört yüz kırk senesinde Horasan’ın Tus şehri civarında bulunan “Gazele” köyünde dünyaya gelmiş ve hayatın çoğunu eserler neşrederek zikir ve ibadetle hasretmiş olup 55 yaşında olduğu halde 505 senesinde ebediyete irtihal etmiştir. …”[19]
İkinci sayının “Eşkali Edeba”[20] sernamesi altında, “Halit Ziya” ve “Cenap Şahabettin”in eserlerinden bir-iki paragraf aktarılarak anılmışlardır. Seda mecmuasının her iki sayısında da imzalı tek yazı “Kemaleddin Harpûtî”nin dir. Diğer imzasız yazıların kimlere ait olduğunu bilmiyoruz. Mecmuanın sahibi ve müdürü olan Mehmet Abdullah Cevdet’in, kendi imzasıyla yazılmış bir yazısına rastlamadık ancak imzasız bazı yazıların onun olma ihtimali yüksektir.
Mehmet Cevdet, Umumi Savaş’a birinci mülazım olarak katılır ve birçok cephede görevde bulunur.
Savaştan sonra, daha önce görev yapmış olduğu Mamüratülaziz’e döner ve 1918’den sonra KTC’ne üye olur ve çalışmaları içerisinde yer alarak Mamüratülaziz’de KTC şubesinin kurulmasına öcülük eder ve aynı zamanda şube reisi olur.
- Elazığ Kürdistan Teali Cemiyeti Şube Reisi
Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC), Mondros Ateşkes Antlaşması’nın (30 Ekim 1918) imzalanmasından hemen sonra legal olarak kurulan ikinci Kürd örgütüdür. İkinci Örgüt diyorum çünkü ondan yirmi beş gün evvel Serbestî gazetesi sahibi Mevlanzade Rıfat, Emin Âli Bedirhan ve arkadaşları tarafından Radikal Avam Fırkası (22.10.1918) kurulmuştu. KTC ise 17.11.1918 tarihinde, 1880 yılında gerçekleşen Kürd hareketinin lideri olan Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyit Abdülkadir’in başkanlığında İstanbul’da kurulmuştur. T. Zafer Tunaya’nın aktarımına göre, cemiyetin “Kurucu ve yöneticileri: Seyit Abdülkadir Efendi (Reis), Hüseyin Şükrü (Baban) Bey (Kâtib-i Umumî), Dr. Şükrü Mehmet (Sekban) Bey, Muhittin Nâmi Bey, Babanzade Hikmet Bey ve Aziz Bey.”[21] Kendisi de Kürd Hêvî Talebe Cemiyeti’nin kurucularından olan Kadri Cemil Paşa’nın aktarımına göre, yapılan birinci genel kurulda yeni yönetim aşağıda belirtilen şahsiyetlerden oluşmuştur:
“Birinci Başkan: Şemdinanlı Seyit Ubeydullah Efendinin oğlu Ayan Meslisi üyesi Seyit Abdülkadir Efendi.
Başkan Vekili: Botan Emirlerinden Bedirhani Emin Âli Bey
İkinci Başkan Vekili: Süleymaniyeli Said Paşa’nın oğlu Fuad Paşa
Genel Sekreter: Kurmay Subaylıktan Emekli Hamdi Paşa
Muhasip: Seyit Abdülkadir’in oğlu Seyit Abdullah.
Üye: Dersimli Miralay Halil Bey
Üye: Emekli Miralay Bedirhani M. Ali Bey
Üye: Emekli Askeri Kaymakam Süleymaniyeli M. Emin Bey
Üye: Ulemadan Hoca Ali Efendi
Üye: Medrese Hocalarından Arvasizade Mehmed Şefik
Üye: Tercüman Gazetesi Başyazarı Babanzade Şükrü Bey
Üye: Babanzade Fuad Bey
Üye: Tüccar Fetullah Efendi
Üye: Dr. Mehmet Şükrü Sekban Bey”[22]
Yukarıda belirtilen kurucu ve yöneticilerin yanısıra aşağıda adı belirtilen Kürd şahsiyet ve aydınları da aktif bir şekilde KTC’nin çalışmalarına katılmış ve desteklemişlerdir. Bu şahsiyetlerden en çok bilinen ve tanınanları şunlardır: “Diyarbekirli Dr. Fuad Berxo, Bitlisli Kemal Fevzi, Kerküklü Necmedin Hüseynî, Kamuran Âli Bedirhan, İstanbul Kürd hamalları reisi Reşid Ağa, Mahabatlı Kazizade Mustafa Şevki, Sineli Mehmed Mihri, Süleymaniyeli Emin Feyzi, Vanlı Memduh Selim, Süleymaniyeli Abdülvahit Berzenci, Dr. Hamid Şakir, Law Reşid, Süleymaniyeli Abdülaziz Yamulkizade ve Hakkarili Abdurrahman Rahmi.”[23]
KTC’nin merkezi İstanbul’da idi ve İstanbul dışında da genel olarak Kürdistan il ve ilçelerinde toplam “19 şubesi vardı.”[24] Bu şubelerden biri de Kürdistan Teali Cemiyeti Elazığ ya da eski söylemle Mamüratülaziz şubesi idi ki bu şubenin reisi Abdullah Cevdet’in Palo’lu ilk hanımından olan Mehmed Abdullah Cevdet’tir. KTC’nin Mamüratülaziz şubesinin kuruluş ilanı, Kurdistan gazetesinde şöyle yayımlanmıştır:
“Mamüratülaziz:
22.02.35 (1335) tarihli tahrirat-ı âliyeleri eyad-i [elden almak] ihtirame alındı. Mukaddimen arz edildiği vechiyle şube teşkil edilmiştir. Ba’de izin [izin sonrası] emri âlilerine müheyya [hazır halde] bulunduğumuzu arz eyleriz.
Eleziz Kürdistan Teali Cemiyeti
Şube-i merkeziyesi reisi
T. Zafer Tunaya göre, KTC Eleziz şubesi, “22 Şubat 1922 yılında kurulmuştur.”[26] Ancak bu belirtilen tarihte hata olması gerekir, çünkü belirtilen tarihte KTC şubeleriyle birlikte kapatılmıştır. Yukarıda Kurdistan dergisinde yayımlanan ilandan da anlaşılacağı üzere KTC Eleziz şubesi, 22.02.1335 kurulmuştur. Belirtilen tarih Rumi takvime göre verilmiş ve Miladi takvimde karşılığı 21 Şubat 1919 tarihine tekabül ediyor. T. Z. Tunaya’nın verdiği tarihin yanlışlığı, cemiyetin kuruluş ilanı verilen Kurdistan dergisinin 8. sayısının yayın tarihinden de anlaşılmaktadır; adı geçen derginin 8. sayısı 21 Mayıs 1335 (R) tarihinde yayınlanmıştır ve bu tarih de Miladi takvime çevrildiğinde “21 Mayıs 1919” tarihine tekabül ediyor. Bu durumda, diyebiliriz ki KTC Eleziz şubesi, İstanbul merkez şubenin kuruluşundan 3 ay 4 gün sonra kurulmuştur.
KTC Elazığ şubesinin reisi Mehmet Abdullah Cevdet’tir, ancak şube yönetiminde yer alan diğer şahsiyetlerin kimler olduğu, cemiyetin kaç üyesi olduğu ve yerelde ne tür faaliyetlerde bulunulduğu hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. KTC’nin kapanış tarihini göz önünde bulundurduğumuzda ve Mamüratülaziz ya da bugünkü adıyla Elazığ şubesinin de bu dönemde kapatıldığını kabul edersek, fazla bir faaliyet gösteremediği de anlaşılmaktadır. Elazığ da dahil olmak üzere Kürdistan’daki cemiyet şubelerinin kapanışıyla ilgili olarak Jîn dergisinin 33. sayısının ilk sayfasında imzasız olarak yayımlanan “Kürd Cemiyeti Şubeleri Niçin Sededilmiş?[27] başlıklı yazıda, KTC şubelerinin kapatılmasıyla ilgili karar eleştirilerek şöyle denmektedir:
19 şubemiz vardır, Beyefendi’nin nezareti döneminde acaba bütün şubeler aynı anda mı kanuna muhalefet etti.
Şubelerimiz hangi kanuna muhalefetten kapatılmıştır.
Sözkonusu şubelerimizin hepsi İstanbul merkeze bağlıdır ve İstanbul merkez de kapatılmamıştır. İstanbul merkez, acaba Adil Bey’in bahsettiği derecede muhalefet etmediği için mi kapatılmamıştır?
Sizin nezaretiniz döneminde, bizim cemiyetimizin haricinde baştanbaşa bu Osmanlı memleketinde kanuna muhalefet eden başka bir cemiyet ve kulüp yok mudur? Biz başka bir cemiyetin kapatıldığından haberdar değiliz.
Dahiliye Bakanlığı adına kısaca biz cevaplayalım: Bu cemiyetler Kürdlerin olduğu için kapatılmıştır. Çünkü bütün hükümetlerin temel siyasi amacı, Kürdlerin kendi haklarına kavuşmamasıdır.”[28]
Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Memuratülaziz Şube başkanlığını yapmış olan Mehmet Cevdet Karlıdağ, “Ruşen Arslan ve Şerafettin Kaya’ya anlatımına göre; KTC içindeki bağımsızlıkçı ve Osmanlı Devleti’ne bağlı özerk Kürdistan yanlısı düşünce ayrılığında, babası Abdullah Cevdet ile birlikte Osmanlı içinde özerk Kürdistan yanlısı Seyit Abdülkadir ile birlikte hareket etmişler.”[29]
Dönemin siyasi iktidarı ve egemen güçleri tarafından KTC’nin şubeleri kapatıldıktan sonra İstanbul’a gidiyor ve faaliyetlerine burada devam ediyor. Oğlu Sabahattin Karlıdağ’a anlattığına göre, “KTC bünyesinde gösterdiği faaliyetlerden dolayı İstanbul’da iki arkadaşıyla birlikte gözaltına alınır, dönemin meşhur işkence merkezi Bekirağa Bölüğü’ne götürülür, burada yoğun işkence ve psikolojik baskıya maruz kalırlar ve bir suç ispatı olmadığından bir müddet sonra serbest bırakılırlar.” 1925 Kürd Hareket’nin fırtınası dindikten sonra İzmir’e gitmiş. “İzmir’de üzüm bağları kiralıyor fakat o yıl zararlı haşere sebebiyle zarara uğruyor. İstanbul’a geliyor ve milli eğitimde Erzurum Lisesi’nde Fransızca öğretmeni olarak göreve başlıyor.”[30]
- Erzurum ve Muş’ta Öğretmenlik Yılları
Mütareke dönemi sonrasında İzmir’e gitti ve burada bağcılık yapmaya başladı, beklediği mahsulü elde edemediğinden oradan Adana’ya geçti, Çukurova’da bir yıl tarım yaptı; iklim koşullarından orayı terk etti, Erzurum’a döndü. Erzurum Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak atandı. 1926 yılında, orada Maksutzadelerden Şükrü Bey’in kızı Fatine (Teksoy) ile evlenir ve bu evliliğinden altı çocuğu oluyor. Erzurum’da iken Hınıs kazasındaki ileri gelen aileler ve aşiret reisleri ile devamlı görüşürdü.”[31] 1934’te soyadı kanunu gereğince, soyadını Abdullah Cevdet dedemizin Karlı Dağdan Ses[32] adlı şiir kitabından esinlenerek aile soyadını “Karlıdağ” yapmıştır. 1940’a kadar Erzurum’da kalıyor. Dönemin Muş valisi Niyazi Mergen ile olan dostluğu vesilesiyle, 1940’da aile Muş’a yerleşmiş. 1945 Kasım’ında eşini kaybetmesi üzerine 1946’da Lütfiye Ünal ile ikinci evliliğini yapmış. “Annem, Ağrı Tutak’tan Polat aşiretinden bir aileye mensuptur. Halis Kürt olduklarını biliyorum. Osmanoğulları lakabı ile anılan kişiler yakın akrabalarımızdır. Bu evliliğinden de 4 çocuğu oluyor.”[33] Muşa yerleştikten sonra, tarım faaliyetlerine devam etti ve emekli olana kadar Muş Ortaokulu’nda Fransızca öğretmenliği yaptı.
Bu yazıyı hazırlarken, Sabahattin Karlıdağ’ın aracılığıyla Muş Ortaokulu’ndan öğrencisi olan Mehmet Zihni Kalsın ve Nurettin Yıldırak’a da ulaştım. Onlara Mehmet Cevdet Hoca’yla ilgili düşüncelerini ve varsa bir anekdotlarını aktarmalarını istedim. Nurettin Yıldırak, kısa telefon sohbetimizde Mehmet Cevdet Hocayla ilgili şu değerlendirmede bulundu: “1951’den 1953 yılına kadar ortaokulda Fransızca öğretmenimiz idi ve beni ziraat mühendisliğini okumaya teşvik eden de odur. Ben Fransızca dersinde geçer not alamamıştım ancak Mehmet Cevdet Hoca’ya ziraat mektebine gitmek istediğimi söylediğimde, zayıf olan Fransızca notumu düzelterek bana geçer not verdi. Ayrıca bu tercihime çok sevindi ve aynı zamanda bana bu konuda rehberlik de etti. Mehmet Hoca eğitime çok önem veriyordu ve bu konuda özel bir çabayla elinden geldiği kadarıyla öğrencilere yardım ediyordu. Tahsin Saraç’ta onun öğrencisiydi ve aynı zaman da aile olarak dünür idiler. Muş’ta tarım ve ziraatla uğraşıyordu ve Muş’a ilk traktörü getiren insandır. Düşüncelerini korkusuzca ifade etmekten çekinmeyen bir yapıya sahipti. Ne yazık ki o zamanlar, komünist ve dinsiz olduğu ideasıyla Mehmet Cevdet Hocaya karşı kötü bir propaganda yapılıyordu.”[34] Oğlu Sabahattin Karlıdağ, onun hak için mücadelesini şu satırlarıyla aktarır: “Hak verilmez alınır ey beşer inan / Satılırsa hakkın 1 teneke bal,3 teneke yağa bedel / Ey beşer bunu bilmezmisin sen?” Öğrencisi Zihni Bey de, Mehmet Cevdet Hocayı şöyle anlatı: “Mehmet Cevdet Hoca, benim ortaokuldan öğretmenim, çok değerli bir insan ve çok iyi bir öğretmendi. O zamanlar bir ortaokul öğrencisinin öğretmeniyle ders dışında sosyal konular üzerine konuşması mümkün değildi. Mehmet Cevdet Bey, çok kültürlü ve yurt dışında eğitim görmüş, tam entelektüel bir insandı. Muş’un Hêrgit köyünde arazi almış ve orada ziraatla uğraşıyordu.”[35]
Mehmet Cevdet Karlıdağ’ın, Muş’ta yerel basının gelişimine de çok önemli katkıları olmuştur; Muş Altınova, Şark Telgraf, Yeni Zafer ve Muş’un Sesi adlı gazetelerde çok sayıda şiir ve makaleleri yayınlamıştır. “Cevdet Karlıdağ imzasıyla 5 Ocak 1953’te yayına başlayan Muş Altınova gazetesinde, 13 Temmuz 1956-1960 yılları arasında yayınlanan ve Vahdettin Toplu’nun sahibi olduğu Şark Telgraf gazetesine yazılarıyla destek sağlamış. 12 Mayıs 1958 tarihinde yayına başlayan Yeni Zafer gazetesinin imtiyaz sahibi Vahdettin Toplu iken, yazı işleri müdürlüğünü ise öğretmen Cevdet Karlıdağ üstlenmiştir. Yeni Zafer gazetesi şu mottoyla yayımlanmıştır: “Günlük siyasi demokrat gazete: Amacımız hakkı müdafaa ve demokrasiye hizmettir”. Muş’taki yerel basın hayatına 15 Şubat 1961’de yeniden katılan Muş’un Sesi gazetesi, Cevdet Karlıdağ’ın “Muş’un Sesi Çıkarken” başlıklı yazısıyla yayına başlamıştır.”[36]
Yaşamının son bir-iki yılında kendisini ziyarete giden Ruşen Arslan’ın aktarımına göre; “Muş’ta 1950’li yıllarda CHP üyesi olarak siyasi faaliyet sürdürdü. CHP’den milletvekili aday adayı oldu fakat listeye giremedi. Muş’ta TİP’in kurulmasından sonra, CHP’den istifa ederek TİP’e üye oldu. 1969 seçimlerinde ise TİP Muş Milletvekili adayı olarak seçimlere katıldı fakat kazanamadı. 1967 Silvan Mitingi bildirilerini dağıtmaktan tutuklu TİP Muş İl Başkanı ve Genel Yönetim Kurulu üyesi Tahsin Avcı’yı ziyarete gelen TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın ile Meclis Gurup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili Tarık Ziya Ekinci, Ruşen Arslan ile birlikte M. Cevdet Karlıdağ’ı ziyaret ettiler. Daha önce de M. Ali Aybar ve Çetin Altan tarafından ziyaret edilmişlerdi. Şeyh Said’in oğlu Şey Ali Rıza Efendi ile KTC’den gelen ve Şeyh Ali Rıza’nın ölümüne kadar devam eden yakın arkadaşlığı vardı.
Ruşen Arslan ile Şerafettin Kaya’ya 1975 yılından itibaren Kürt dergilerinin ve Kürtlerle ilgili kitapların yayınlanmasını; “Kürtler korkularını yendi” diye nitelemişti.”[37]
Mehmet Cevdet Karlıdağ, hayatının yaklaşık otuz yılını Muş’ta geçirmiş, Muş’un Hêrgêt köyü’nde arazi satın alarak ziraatla uğraşmış ve ailenin Muş’la ilişkileri halen devam ediyor, torunlarından Levent Cevdet halen Muş’ta ikamet ediyor.
Mehmet Cevdet Karlıdağ, yaşamının son döneminde tedavi olmak için 1970 yılında İstanbul Kadıköy, Selamiçeşme semtine yerleşti. 14 Şubat 1976 yılında burada vefat etti. 15.02.1976 tarihli Hürriyet gazetesinde vefatıyla ilgili şöyle bir ilan verilmiştir: “Merhum Dr. Abdullah Cevdet’in ve Fatma Hanımın oğlu; Lütfiye Karlıdağ’ın eşi; Gül Karlıdağın ağabeyi, Seza Derbentli, Canan Şeneler, Serap Güneri, Cem, Abdullah, Can, Seher, Fikret, Sabahaddin ve Selama Karlıdağ’ın babası, Dr. Fehmi Derbentli, Şeref Şeneler, Kudret Güneri, Salise Nurcan ve Lale Karlıdağ’ın kayınpederi Emekli Fransızca öğretmeni Mehmed Cevdet Karlıdağ, 14 Şubat 1976 günü hakkın rahmetine kavuşmuştur.” Medfun bulunduğu Karacaahmet mazarlığında, “Mezar taşında şu dörtlüğü yazılıdır:
Dolaştım şarkını da garbını da vatanın,
Cepheden cepheye koştum pür şevk ve heyecanla,
Umarak bir feyz-i ati, bir ümid-i istikbal
Yaşadım pür tahammül nikbetini mihnetini kaderin.”[38]
07.03.2020/ Diyarbekir
[1] Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, 1981, s. 5
[2] Faik Ali, Ziya Gökalp Beye, İçtihad, no: 130, 14 Teşrini Sani 1918. Faik Ali Bey’in Ziya Gökalp’e Yazdığı şiir: “Birçok zamandır işte, ey en eski arkadaş!/ Haki vatanda haşrolan ahval-ı dılhıraş/ Kalbimde barı kahrını her gün biraz daha/ Sıkletle artırıp duruyor …. menzil reha/ Bir bu’di bi nihayede nabud olur gibi/ Hep mustarip bu şeb yine sandım kevakibi / Ruhum zebun savleti bin fikir müzicin/ Geldim bugün seninle biraz hasbihal için.”
[3] Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Age. s. 216-217
[4] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siaysal Partiler, Cilt 2 Mütareke Dönemi, İletişim Yayınları, 4. Baskı, 2010, s. 224
[5] Dr. M. Şükrü Hanioğlu, Age. s. 320
[6] Sabahattin Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 11.02.2020. Sabahattin Karlıdağ: Mehmed Cevdet Karlıdağ’ın küçük oğludur, 06.01.1953 yılında Muş merkez köylerinden birinde Kürt ebenin elinde dünyaya gelmiş. İlkokulu Muş Atatürk İlkokulu’nda okumuş, liseyi Kocaeli’nde 1972 yılında bitirdikten sonra aynı yıl Sultanahmet İktisadi Ticari Bilimler Akademisi’ne kaydını yaptırmış ve 1976 yılında mezun olmuş. Özel sektörde yönetici, yatırım uzmanı olarak çalışmış ve halen İstanbul’da serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik yapmaktadır.
[7] Can Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 19.03.2020. Can Karlıdağ: 1935’te Erzurum’da doğmuş, ilkokulu Muş’ta ve ortaokulu Kastamonu-Muş’ta okumuş. Ankara Erkek Teknik Öğretmen Okulu Tatbikat Enstitüsü’nde liseyi okumuş. İstanbul Yüksek Tekniker Okulu Makina Bölümü’nden 1962’de mezun olmuş, makina yan sanayi alanında serbest çalışmış, emekli olup İstanbul’da yaşamakta, bir oğlu ve kızı vardır.
[8] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 1
[9] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 1
[10] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 1
[11] Sabahattin Karlıdağ, röportaj, 5 Şubat 2020, İstanbul
[12] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 2
[13] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 5
[14] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 6
[15] Seda, no: 1, 9 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325/ (22 Kasım 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 8
[16] Seda, no: 2, 23 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 1
[17] Seda, no: 2, 23 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 1
[18] Seda, no: 2, 23 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 2
[19] Seda, no: 2, 23 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 6
[20] Seda, no: 2, 23 Zilkade 1327 / 9 Teşrinisani 1325 (6 Aralı 1909), Mamüratülaziz Vilayeti Matbaası, s. 8
[21] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siaysal Partiler, Cilt 2 Mütareke Dönemi, İletişim Yayınları, 4. Baskı, 2010, s. 198
[22] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopî), Doza Kurdistan: Kürt Milletinin 60 Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Özge Yayınları, İkinci Baskı: 1991, Ankara, s. 56, 57
[23] Jîn, Kovara Kurdî-Tirkî (1918-1919), Cild: I, Wergera M. Emîn Bozarslan, Weşanxana Deng, Sweden, 1985, s. 29
[24] Jîn, Kürd cemiyetinin şubeleri niçin sed edilmiştir?, no: 33, 17 Cemaziyelahir 1338 (8 Mart 1919), İstanbul, s. 1
[25] Kurdistan, aded: 8, s. 2, 21 Mayıs 1335 (21 Mayıs 1919)
[26] Tarık Zafer Tunaya, Age. Dipnot 14, s. 201
[27] Jîn, Kürd cemiyetinin şubeleri niçin sed edilmiştir (kapatılmıştır), no: 33, 17 Cemaziyelahir 1338 (8 Mart 1919), İstanbul, r. 1
[28] Jîn, no: 33, 17 Cemaziyelahir 1338 (8 Mart 1919), İstanbul, r. 1
[29] Ruşen Arslan, Cim Karnında Nokta (Anılar), Doz Yayınları, 2006, s. 282
[30] Sabahattin Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 5 Şubat 2020
[31] Can Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 19.03.2020.
[32] Bu şiir kitabı 1931 yılında Orhaniye Matbaası’nda basılmıştır.
[33] Sabahattin Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 5 Şubat 2020
[34] Nurettin Yıldırak (83 yaşında), Röportaj, Ankara, 11.02.2020
[35] Mehmed Zihni Kalsın, Röportaj, Ankara, 11.02.2020
[36] İrşad Sami Yuca, Cumhuriyet Döneminde Muş’ta, Basın Hayatı (1923-1960), The Journal of Academic Social Scienece Studies, Sayı: 43, 2016, s. 208-212
[37] Ruşen Arslan, Cim Karnında Nokta (Anılar), Doz Yayınları, 2006, s. 282
[38] Can Karlıdağ, Röportaj, İstanbul, 19.03.2020.
RûpelaNÛ.
BERNAMEGEH / bernamegeh@gmail.com