”Aslen Kıbrıs Türklerinden olup, İstanbul’daki eğitiminden sonra TC vatandaşlığına geçen ve daha önce Ağrı, Urfa, Gümüşhane gibi Kürt yoğunluklu illerde valilik yapan, o dönemde Mülkiye Başmüfettişi olan Ahmet Hasip Koylan, bu çalışmayı yürütmekle görevlendiriliyor. Kendisi Osmanlıca, Rumca ve İngilizce dahil birçok dil bilmektedir.”
MEHMET BAYRAK
1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi’ni organize eden Kürdistan Azadi Cemiyeti yöneticileri, hareketi bu isimle veya “Kürt İhtilâli” olarak adlandırırken; Türk resmi tarihi aynı hareketi, Erkân-ı Harbiye Riyaseti’nin (Genelkurmay Başkanlığı) emrine uyarak “bir irtica ve iğfal” yani (gericilik ve kandırma) hareketi olarak nitelendirir ve böylece hareket, Türk resmi tarihine “Şeyh Said İsyanı” olarak girer.
Hareket başladıktan sonra, bu hareketin iç ve dış basında bir “Kürt milli hareketi” olarak yansıma bulması, devlet erkinin tepesinde bulunan Genelkurmay’ı rahatsız eder ve aynı Birim, “Bu Kürt İsyanı’nın iç ve dış matbuatta bir Kürt milli hareketi olarak yayımlanması bizim milli menfaatlerimize aykırıdır; binaenaleyh bu hareketin bir Kürt milli isyanı olarak değil, bir irtica ve iğfal hareketi olduğu” yönünde yayın yapılması için Hükümeti uyarır. Bakanlar Kurulu da toplanarak, durumu “tezekkür” eder ve Genelkurmay’ı haklı bularak; bu hareketin bir “Kürt milli isyanı değil, bir gericilik ve kandırma” hareketi olduğu yolunda tedbir alınması için Dışişleri Bakanlığı’nı görevlendirir. Bu Hareketi ve Şark İstiklal Mahkemesi yargılamalarını izleyip filme alan en az beş Batılı ülke varken; Türk resmi tarihi ondan sonra bu hareketi “Şeyh Said İsyanı” olarak literatüre sokar. (Bkz. M. Bayrak: Kürtler ve Ulusal – Demokratik Mücadeleleri / Gizli Belgeler, Araştırmalar, Notlar; Özge yay. Ank. 1993, s. 407).
Bir anı ve anekdot
1925 Kürt Hareketiyle ilgili yaklaşık 400 sayfa bilgi ve belge barındıran üstteki çalışmam yayımlandıktan sonra, bir gün Meclis’te o dönem milletvekili olan, Kürdistan Azadi Cemiyeti’nin Lideri emekli Miralay Cibranlı Halid Bey’in torunu Dr. Mehmet Emin Sever’i ziyaret ediyorum. Kendisine daha önce Kürdoloji yayınlarımızdan oluşan bir set vermişim. Diyor ki, “Yahu dost, Almanya’dan bir araştırmacı arkadaş benden iki belge istedi, ben de Meclis Başkanı Cindoruk’tan rica ederek, büyük zorluklar karşılığı bu belgeleri Meclis arşivinden sağladım.” Nedir, bu belgeler diye soruyorum, birer fotokopisini veriyor. Bir de bakıyorum ki, benim yayımladığım yüzlerce belgeden sadece 2’si. Yanında kitabım da var, açıp gösteriyorum, şaşırıyor ve hayıflanıyor. Soruyorum kendisine, bu yayımlanmış belgeyi kendisinden tekrar isteyen bu araştırmacı; karşıma çalışmamı daha önce gören Osman Aydın çıkıyor…
Koylan’ın gizli raporu
Resmi ideoloji, Kürt sorununda ret ve inkâr politikasına yaslanıp bilim dışı tezler ürettiğinden, sürekli olarak tarihsel ve toplumsal gerçeklikle çelişmiştir. Başka bir söyleyişle, gizli planda itirafçı ve kabulcü, ancak resmi planda retçi ve inkârcı bir politika izlemiştir. Aşağıda sunacağımız belgelerde temel aldığımız kaynaklardan biri olan “Kürtler, Kürdistan ve Şeyh Said İsyanı” konulu gizli doküman da, bu resmi tutumun ilginç örneklerinden biridir.
İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’den başlayarak en üst düzeydeki resmi makamlar, 1925’te “Şark Islahat Planı” ile temelleri atılan Kürt politikasının gerçekçi ve kalıcı olmadığını algıladıkları için, örtülü planda sürekli bir arayış içinde de olmuşlardır. İşte, sözünü ettiğimiz doküman, bu arayışın son derece ilginç örneklerinden biridir.
İkinci Dünya Savaşı’yla yeni bir sürece girilen bir dönemde, savaşın seyrinin belli olduğu 1944 yılında hükümetin isteği üzerine İçişleri Bakanı Hilmi Uran’ın emriyle; Kürtler’in tarihini, coğrafyasını, kültürel ve siyasal yapılanmasını, ulusal hareketlerini, 1925 İsyanı’nın oluş sebeplerini ortaya koyacak bir çalışma yapılıyor.
Aslen Kıbrıs Türklerinden olup, İstanbul’daki eğitiminden sonra TC vatandaşlığına geçen ve daha önce Ağrı, Urfa, Gümüşhane gibi Kürt yoğunluklu illerde valilik yapan, o dönemde Mülkiye Başmüfettişi olan Ahmet Hasip Koylan, bu çalışmayı yürütmekle görevlendiriliyor. Kendisi Osmanlıca, Rumca ve İngilizce dahil birçok dil bilmektedir. Koylan, Hilmi Uran’dan sonra İçişleri Bakanlığına atanan Şükrü Sökmensüer zamanında da bu çalışmayı sürdürüyor.
Devlet politikasına temel teşkil edecek bir çalışma olacağı için, o dönem gerek Meclis gerekse Bakanlıktaki birçok gizli dereceli doküman emrine veriliyor. Sözgelimi Prof. Dr. Ergun Aybars’ın, daha sonra “İstiklâl Mahkemeleri” çalışmasını yaptığı sırada inceleme imkânı bulamadığı Meclis evrak mahzenindeki birçok İstiklâl Mahkemesi dava dosyasını da inceleme olanağı bulmuştur. Çalışmada kullanılan belgelere, Ahmet Süreyya Örgeevren ve Avni Doğan gibi Şark İstiklâl Mahkemesi savcılarının derlediği bilgi ve belgeleri de eklemek gerekiyor.
Devlet adına hazırlanan bu önemli raporun hazırlayıcısı Koylan, çalışmanın amacını şöyle anlatıyor: “Doğu illerimizde zaman zaman ortaya çıkan isyanların oluş ve büyüyüş sebepleri ile bunların kovaladığı maksat ve istikametleri resmi belgelere dayanarak yazıp ve hizmete mahsus mahrem (gizli MB) bir broşür halinde bastırarak bilhassa o illerimizde memuriyet verecek olan idare âmirlerinin (yöneticilerin MB) gözleri önüne konulmasının çok faydalı olacağını düşünen Sayın Bakanımız Hilmi Uran, bu belgelerin toplanması ve bunlara göre isyan tarihçelerinin yazılması işine beni memur etmişlerdir.”
Çalışmanın önemi, öncelikle resmi bir kimlik taşımasından kaynaklanmaktadır. Ancak, gizli rapor-kitap olarak hazırlandığı için, resmi devlet görüşünün tersine Kürt ve Kürdistan gerçeği, doğrudan devletin resmi belgeleriyle veriliyor. Çalışma, bu niteliğiyle TC’nin resmi politikasını hemen tümden tekzip eder niteliktedir. Kısaca, “Kürt ve Kürdistan gerçeğinin resmî tescili” niteliğinde son derece önemli bir doküman…
Çalışma, şu ana başlıklar ekseninde yürütülmüş:
* Kürtler: Asılları, menşeleri, dil ve edebiyatları, din ve mezhepleri, sosyal durumları,
* Kürtler’in Tarihi,
* Kürtler’de Milliyet ve İstiklâl Cereyanları,
* Osmanlı’da Kürt örgütleri,
* 1925 Kürt İsyanı hazırlıkları ve gelişimi,
* İsyanın bastırılması,
* İsyancıların muhakemeleri,
* İsyanın basındaki yankıları,
* Şeyh Said hakkında Kürtler arasında söylenen kasideler ve destanlar,
* İsyan sonrası hazırlanan “Şark Islahat Planı”,
* Sürgündeki Kürt millicilerinin yarı – diplomatik girişimleri.
Çalışma tümüyle bir resmi tarihsel belge niteliğinde olduğu için, 1993’teki yayınımızda değerlendiremediğimiz kimi “askeri savaş güncesi” niteliğindeki belgeleri, arabaşlıklar ve zorunlu sadeleştirmeler dışında aslına uygun olarak, yorum yapmadan vereceğiz.
İşin ilginç yanı; ikinci nüshasını İçişleri Bakanlığı kâğıt çöplüğünde bulan, aynı zamanda araştırmacı olan bir Zabıta memuru (sonradan müdür MB) aracılığıyla sağladığımız bu önemli dokümanı, 1993 yılında üstteki çalışmamızda değerlendirdikten sonra çalışma büyük yankı yaratmış, toplatılmış ve hakkımızda dava açılmıştı.
Devlet güdümlü Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü çevresinden birileri de bunu daha önce yayımlanmış gibi göstermeye çalıştılar. Bunlar neyse de kitabı bizzat benden alan Diyarbekirli araştırmacı Şevket Beysanoğlu’nun tutumu beni son derece yadırgatmıştı. Feridun Çelik, Diyarbekir Belediye Başkanlığına seçilince, Şevket Bey’e başta Cumhuriyet dönemi olmak üzere, eski kitabını yayımlanmak üzere yeniden güncellemesini öneriyor. O da, özellikle Şark İstiklal Mahkemesi süreci konusunda çalışmamdan yoğun biçimde yararlandığı halde, benim çalışmamı değil; daha önce hiç yayımlanmamış olan bu dokümanı kaynak veriyordu. 2000 yılında Türkiye’ye döndükten sonra, kendisini arayarak uygun bir dille kendisini eleştirmiştim ve kendisinin son derece mahçup olduğuna tanık olmuştum.
Bundan sonraki bölümde, yaklaşık 35 yıldır elimizde bulunan ve yer darlığı dolayısıyla 1993 yayınımızda değerlendiremediğimiz “Askeri Günce” niteliğindeki birçok resmi belgeyi, literatüre katkı sunmak üzere mümkün mertebe yorumsuz olarak vermeyi uygun buluyoruz.
1925 Kürt İsyanı’na/İhtilâli’ne Dair Askeri Raporlar ve Yazışmalar
Takip ve tenkil harekâtında Jandarma kuvvetlerinden istifade edilmediğini gören Ordu Müfettişliği, isyan sahasındaki vilâyetlere 20 Şubat 1341 (1925) tarih ve 186 numaralı şu tamimi göndermiştir:
1- Vali beyefendilerden bir mühimme daha rica edeceğim, o da Jandarmanın istimaline (kullanılmasına MB) taalluk eder.
2- Zamanla anlıyorum ki, kaza ve nahiyelerdeki hükümet memurlarımız jandarmayı bir postacı veya kapı bekçisi telakki etmekte ve asayiş ile zinhar alakadar tutmamaktadırlar.
3- Hadise-i malûme birkaç şeririn (fesatçının) ika eylediği asayişsizlikten başka bir şey değildir. Bunun kemal-i sür’at ve şiddetle bertaraf edilmesini Hükümetimiz arzu ettiğinden dolayıdır ki, Ordu müzaheretine (yardımına) koşuyor. Bu müzaheret, Jandarmayı vazife-i asliyesinden avare tutmamalıdır. Bugüne kadar hiç bir yerden şöyle olursa böyle yapacağım ve böyle yaptım yollu ve jandarmaya müstenit bir vaad ve müdafaa almamışımdır. Mesela eli altında 30-40 jandarması varken, küçük bir propagandaya kapılarak “imdat” diye bağıran bir kaza kaymakamına karşı beride hiç bir jandarma bulunmadığı ve hakiki tehdide uğradığı halde halk ile müdafaaya koşan kaymakam da görüyorum.
4- Binaenaleyh evvelce de arzolunduğu veçhile eşirranın (isyancıların) propagandaları gayet kuvvetlidir. Kaza ve nahiye memurlarımız bir tehdide maruz kalınca bu propagandalara kapılmayacaklardır. Ve hakikaten bir tehdide maruz kalırlarsa, jandarmanın her neferinden ve tüfek adedinden istifadeyi kendilerine bir mecburiyet ve bir vazife gibi bilmelidirler ve jandarmalarını dağıtmamalıdırlar. Bunun için her jandarmanın kıt’a veya karakolu baskına maruz kalarak mukavemet edemeyeceği kuvvet karşısında hatta karakol olmazsa nahiye ve daha bir mecburiyet varsa kaza merkezine doğru gelmeleri ve bu suretle kuvvetlenerek ellerindeki silahlardan müctemian (toptan) istifade etmeleri lâzımdır. Böyle vahdet karşısında en büyük çeteler bile mukavemet edemediğinden başka yine bu tarz-ı harekete ahali de iştirak eder. Böyle yapılmadığı içindir ki, bu kerre takip kıtaatımızın tahlis edildiği (kurtarıldığı) 30 jandarma ile 3 zabit Piran’da esir olmuşlardır. Faik kuvvetlere karşı jandarmadan tard ve tenkil (uzaklaştırma ve cezalandırma) fevkaladeliğini beklemiyorum. Fakat ordu kıtaatı yetişinceye kadar yağmayı men için mukavemet talep ediyorum. Ve binaenaleyh kaymakamlarımızın ve nahiye müdürlerimizin böylece vazifeleri üzerinde titremelerinin teminini Vali beyefendilerden hassaten rica ederim, çünkü tüfek adedi pek iyi malum olan eşirra (isyancı) kafilesini bir zaman gelecek ki, geçtiği kaza dahilindeki jandarmanın tüfekleri ile ölçeceğim.
Y. Özgür Politika.
BERNAMEGEH / bernamegeh@gmail.com