Cafer Açar – Ercan Gümüş
İran’ın kuzeybatı sınırında yerleşik olan Bradost aşireti bazen Osmanlılar’la ve bazen de Safeviler’le kurduğu pragmatik ilişkileriyle adından söz ettirmiştir. Özellikle “Altın Elli Han” olarak tarihe geçmiş olan Emir Han Bradost döneminde güçlenen Bradostiler, Emir Han’ın Dımdım Kalesi’ni tamir edip yerleşmesinden sonra, düşmanları tarafından İran merkezindeki kimi kışkırtmaların da tesiriyle, dönemin Safevi Şahı Şah Abbas’ın gazabına uğramış, uzun süren bir kuşatmadan sonra Dımdım Kalesi, Safeviler tarafından ele geçirilmiş ve Bradostiler güçlerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir.
Dımdım Kalesi Safeviler tarafından ele geçirildikten sonra Bradostiler’den bazıları Horasan’a sürülmüş ve kaleleri Türkmen-Kızılbaş emirlere verilmiştir. Hicri 1018/1019 yılında cereyan eden hadiseden yaklaşık altı yıl sonra Bradostiler, Dımdım Kalesi’ni geri almışlarsa da Safeviler tekrar saldırıp kaleyi ele geçirmişlerdir. Bu makalenin amacı, Osmanlı kaynaklarına yansımayan fakat özellikle dönemin Safevi kaynaklarında ayrıntılarıyla ele alınmış olan hadiseyi tartışmaktır.
EMİR HAN’IN ASİ SAYILMASINA NEDEN OLAN BAZI GELİŞMELER
Hicri 1018 yılının Cemaziyelevvel ayında (Miladi Ağustos 1609) Şah Abbas’ın hükmü gereğince bir grup celali,[1] Pir Budak Han’ın fermandarlığında Azerbaycan’a doğru sefere çıktılar. Emir Han Bradost ve Kuban Han Mukri’nin de bu orduyla beraber sefere katılmaları istendi (Yezdi, 1366; 402). Bu haberi alan Emir Han, Pir Budak ile aralarında anlaşmazlık olduğunu, Pir Budak’ın kendisi hakkında devlet erkanına asılsız sözler sarfettiğini, dolayısıyla onun fermandar olacağı bir orduya katılmayacağını söyledi. Bunun üzerine Pir Budak ismi tartışıldı ve Emir Han’ın rızasına uygun olarak Pir Budak azledilerek yerine Hasan Han Ustaclu fermandar olarak tayin edildi. Emir Han Bradost’tan mücbir sebepler olmadıkça orduya katılması istendi. Eğer kendisi gelemeyecekse oğullarından veya aşiretinin ileri gelenlerinden birini iki yüz üç yüz adamıyla göndermesi istendi. Bunu yaparsa Safevi Devleti’ne olan itaat ve bağlılığı bütün Kürt ümeraya aşikar olacak ve orduya katılmayışına başka bir anlam yüklenmeyecekti. Hasan Han Ustaclu, orduya fermandar olarak tayin edildikten sonra diğer Kızılbaş emirlerle birlikte Merağa’da Muhammed Paşa’nın fermandar olduğu Celaliler’e katıldılar. Emir Han’a şahın hükmü mucibince hareket etmesini ve orduya katılmasını, eğer kendisi gelemiyorsa bir grup adamını göndermesini söylediler. Emir Han Bradost, iştirak edemeyeceğini söyledi ve şöyle bir mazeret ileri sürdü:
“Celali taifesi başına buyruk, dengesiz ve güvenilmez adamlardır. Her ne kadar Kızılbaş ümera-yı azamı dost ise de yedi sekiz bin Celali’nin içinde yer aldığı bir orduya dahil olmak istemiyorum. Kendileri münasip gördükleri şekliyle yola revan olsunlar, ben bir grubu onları müteakiben göndereceğim” (Münşi, 1350; 794).
Emir Han Bradost’un sefer arefesindeki bu tutumunu devlet maslahatına uygun bulmayan Kızılbaş emirler her ne şekilde olursa olsun onu ikna etmeyi düşündüler. Emir Han’ın mülkünden geçecekleri için bir iki gece onları misafir etmelerini istediler. Böylelikle onunla istişare edecekler ve onun maslahatı neyi gerektiriyorsa ona göre hareket edeceklerdi (Münşi, 1350; 794). Ordu Emir Han’ın mülkünden geçerken Bradost Kürtler’inden bir grup önlerine çıktılar. Önde seyreden celaliler ile muharebe edip iki celaliyi öldürdüler ve bir kaçını da yaraladılar. Emir Han Bradost, bu hadiseden sonra Hicri 1018 yılının Recep ayında (Miladi Eylül 1609) Dımdım Kalesi’ne sığındı (Yezdi, 1366; 400).
Emir Han Bradost’un Celali taifesinden duyduğu rahatsızlıktan dolayı kaleye sığınma gerekçesi üzerinde durmak gerekir. Osmanlı Devleti’yle sorun yaşayancelali kalabalıklarının zaman zaman Anadolu’dan kaçıp Safeviler’e sığındığı bilinmektedir. 1608-1609 yıllarında Safeviler’e sığınan celalileri Kürdler’e karşı kullanan devlet, bunları Urumiye ve Salmas taraflarına yerleştirmiştir (Sümer, 1976; 155). Anlaşılacağı üzere Kızılbaş celaliler, Safeviler’in içerideki sorunlarında, bu araştırma bağlamında özellikle huduttaki Bradostiler’e ve dolayısıyla Kürtlere karşı kullanılmıştır. Osmanlı sadrazamı Kuyucu Murat Paşa (1606-1611)’dan kaçan, yaklaşık yirmi bin celali İran’a sığınmış ve Şah Abbas bunlardan 8.000 kadarını Bradost Kürtleri arasına yerleştirmek istemiştir (Zeki Bey, 2011; 181). Safevi topraklarında başıbozuk dolaşan bu celali taifesinin yarattığı güvensizlik ve Şah Abbas’ın onları Kürtlere karşı adeta bir tehdit unsuru olarak kullanması ve itaatsizlik eden Kürt emirlerin topraklarının celalilere verileceğini söylemesi (Zendiye-Kanberi, 2016; 20) Emir Han Bradost’un Dımdım Kalesi’ne sığınmasına ve Safeviler’e karşı baş kaldırmasına yol açmış olmalıdır. Yukarıda işaret edildiği üzere Kızılbaş emirleri etkisiz hale getirmek için Kürtlere yaslanan Şah Abbas’ın İran-Osmanlı sınırında sürekli değişen dengelere yeni bir aktör eklediğini ve celalileri de bu denklemin bir parçası haline getirdiğini söylemek mümkündür.
Emir Han Bradost’un mülkünden geçen celalilerden ikisinin Bradostiler tarafından öldürülmesi ve bir kaçının yaralanmasından sonra Safevi ordusu komutanı Hasan Han Ustaclu, öncü birliklerini geri çağırdı ve kaleye yarım fersah uzaklıkta ordugah kurdu. İskender Bey Münşi’ye göre bu sırada kaleden çıkan Kürtler ordugaha top ve tüfek attılar. Kaleden bölük bölük çıkan Kürtler, ihtiyaçlarının teminine çalışan celalilere ve Kızılbaşlar’a saldırdılar. Celalilerin komutanı Muhammed Paşa öldürülen adamlarının kanlarını talep etti ve celaliler kale kapısına kadar dayandılar. Muhammed Paşa’dan korkan ve ondan rahatsız olan yaklaşık üç 300-400 celali kaleye, Emir Han’a sığındı ve Hasan Han Ustaclu bu durumu saltanat makamına bildirdi (Münşi, 1350; 794).
Mezkur haber şahın Erdebil’deki ikameti sırasında kendisine ulaşınca Şah, veziriazam İtimadüddevle Hatem Bey’i olayları araştırması için bölgeye gönderdi. İtimadüddevle’ye, eğer Emir Han’ın tavırlarından ihlas ve bağlılık eseri müşahade ederse ona şefkat-ışahiyi göstermesini, bu işlere istemeyerek giriştiğini farzetmesini ve celalileri Emir Han’ın kalesinden uzaklaştırmasını emretti. Ayrıca celalilere münasip bir yerde kışlak temin etmesi ve kendisine hazineden verilen beş bin altını celaliler arasında taksim etmesi emri verildi. Eğer İtimadüddevle, Emir Han’ın tavırlarından isyan eseri görürse isyan ateşini söndürecek, ülkesini celaliler arasında taksim edecekti. Böylece orada ikamet edecek olan celaliler itaatsizlik edecek sair Kürt ümerasının kökünü kazıyacaklardı (Münşi, 1350; 795). İtimadüddevle, Erdebil’deki saltanat makamından destur aldıktan sonra Tebriz’e geldi.
Tebriz hakimi Pir Budak Han ve Berhurdar Beg Enis Topçubaşı ve onlara refakat etmekle memur olan İsfehan’ın, Tebriz’in, Horasan’ın ve Bafek’in topçularıyla ve tüfekçileriyle yola koyuldular. Karaçay-Ardahan seferinden dönmüş olan celalilerden iki bin kişi de onlara katıldı. Şaban (Miladi Ekim-Kasım 1609) ayının yirmialtıncı günü orduya dahil oldular (Münşi, 1350; 795). Hasan Han ve celalilerin komutanı Muhammed Paşa ve onların arkadaşları olan Kızılbaş emirler onları karşıladılar ve münasip bir yere kamp kurdular. İtimadüddevle, ertesi gün güvenilir bir adamını Emir Han’ı tanıyan Melik Ağa Muhammed ile beraber kaleye gönderdi. Emir Han kaleden indi ve taraflar arasında görüşmeler başladı. İskender Bey Münşi’ye göre Emir Han, batınındaki hile ve fesadı ihlas ve bağlılık kılığına bürümüş ve şöyle demişti:
“Celaliler’in güvensizliklerinden ve dengesizliklerinden ve münasebetsiz tavırlarından dolayı ve Hasan Han’dan emniyet ve güven hissetmediğim için vehme kapıldım ve bu dört duvara sığındım. Muhammed Paşa benim mülküme tamah etti ve beni Hazret-i Şah-ı Alempenaha kötü okudu. Şu anda isteğim odur ki İtimadüddevle bana Şah nezdinde kefil olsun ve bu kış beni kendi halime bıraksınlar. Oğullarımdan birini layıkı vechiyle İtimadüddevle’nin refakatiyle alempenahın dergahına yollayayım ve baharda hazret-i şahi raiyetiyle beraber yaylağa çıktığında kendim bizzat gelerek etek öpme saadetine nail olayım” (Münşi, 1350; 795).
Bu görüşmeden sonra taraflar ahitleştiler. Buna göre Emir Han Bradost, İtimadüddevle’ye misafir olacak, ertesi gün de İtimadüddevle kaleye gelerek Emir Han’a misafir olacaktı. Emir Han, ertesi gün geleceğine dair söz verdi. İtimadüddevle meclisi hazırladı. Kızılbaş emirleri topladı., Emir Han Bradost, Muhammed Paşa’dan ve Celaliler’den hoşlanmadığı için İtimadüddevle meclisinde onlara yer vermedi. O gün her ne kadar bekledilerse de Emir Han’ın gelişine dair bir işaret görülmedi. İtimadüddevle, bunun üzerine Ağa Muhammed’i kendisini beklediklerini söylemesi için Emir Han’a tekrar gönderdi. Aralarında geçen uzun konuşmadan sonra Emir Han açıkça şöyle söyledi:
“Bradost ileri gelenleri Kızılbaş ve Celaliler’in şerrinden emin değiller ve İtimadüddevle’nin güvence vermesi onları tatmin etmiyor. Bu yüzden benim gelmeme mani oldular. Kendimi Kızılbaşların ve celalilerin eline vermek istemiyorum. Münasip bir vakitte oğlumu dergah-ı alinin huzuruna göndereceğim ve eğer kendileri başka bir yol tutar ise kaleye sığınmaktan başka çarem kalmayacak” (Münşi, 1350; 796).
Emir Han Bradost ile Safevi Devleti’nin veziriazamı İtimadüddevle Hatem Bey arasında yapılan müzakereleri bir diğer Safevi tarihçisi Molla Celal Müneccim Yezdi şu şekilde aktarıyor:
İtimadüddevle, Emir Han ile görüşmesi için Veledülmülk Savcı’yı ona gönderdi. Veledülmülk, Emir Han’a dedi ki;:
“Şimdiye kadar diyordun ki ben celali taifesinden korkuyorum, yoksa şahın kapısının köpeğiyim. Eğer doğru sözlü isen itaat et ve gel şahın hizmetine koşalım ve eğer gelmezsen artık konuşmanın bir anlamı yok ve ben aldığım emri yerine getirme konusunda kararlıyım”.
Bu sözleri Melik Savcı’dan duyan Emir Han dedi ki:
“Her ne kadar kapıma kadar gelmişsen de rica ediyorum İtimadüddevle kendisi gelsin, söyleyecek sözüm var. Onunla görüşeyim ve devlet-i aliyenin maslahatı neyi gerektiriyorsa ona göre amel edeyim”.
İtimadüddevle, Sefer Kuli Bey, Seyid Ahmed Bey ve Şahverdi Bey ile kaleye gittiler. Emir Han adamlarından on iki kişiyle dışarı çıktı ve kaleye beşyüz adım uzaklıkta görüşmeler başladı. Emir Han defaatle özür dilediken sonra dedi ki:
“Benim korkum celalilerdendi, madem siz güvence veriyorsunuz, kaleye gideyim ve sabah hizmete ram olayım”.
Ertesi gün gelmedi, isyan ve itaatsizlikte ısrar etti. İtimadüddevle’nin emriyle Şaban ayının sonunda muhasaraya başlandı ve kalenin etrafı ümera arasında taksim edildi (Yezdi, 1366; 400).
5- DIMDIM KALESİ KUŞATMASI
Dımdım Kalesi kuşatmasından önce yapılan görüşmelerle ilgili olarak iki farklı Safevi kaynağından aktardığımız anlatımların hemfikir oldukları bazı hususlara işaret etmekte fayda vardır. Buna göre Safevi Devleti’ne karşı açık bir başkaldırı girişimi olmayan Emir Han Bradost’un Dımdım Kalesi’ni tamir edip yerleşmesinin temel sebebinin celalilerden ve bölgede hakim olan Kızılbaş emirlerden duyduğu güvensizlik olduğunu söylemek mümkündür.
Çoğu Kızılbaş olan Anadolu celalilerinin Safevi Devleti ile olan mezhepsel yakınlıklarının sünni olan Emir Han Bradost’u böyle bir girişime teşvik etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Yapılan müzakerelerde Emir Han’ın münasip bir zamanda Şah Abbas ile görüşmek istediğini söylemesi de başkaldırı niyetinde olmadığını açıkça göstermektedir. Safevi Devleti’nin temel motivasyonunu Şia inancından aldığı ve bölgede mezhep temelli bir politika izlediği bilinmektedir. Aynı şekilde İran’da yerleşik olan Kürt aşiret ve emirliklerinin de çoğunlukla Osmanlı Devleti’ne meyletmeleri mezhepsel yakınlığın ilişkilerde ve ittifaklarda önemli bir rol oynadığını göstermektedir.
Yapılan müzakerelerden kendilerince olumlu bir netice alamayan Safevi veziriazamı İtimadüddevle ve diğer Kızılbaş emirler olayın mahiyetini Şah Abbas’a bildirdikten sonra kaleyi kuşatmaya karar verdiler. Ravzatu’s-Safeviye isimli eserin müellifi Mirza Bey Cünabadi’nin aktardığına göre İtimadüddevle Hatem Bey ve Hemedan valisi Kara Hasan Ustaclu 10.000’i Anadolu celalilerinden oluşan 30.000 süvariyle kaleyi kuşatmak için harekete geçtiler (Cünabadi, 1378; 512). İtimadüddevle, kaleyi fethetmeye karar verdikten sonra kuşatma için gerekli levazımatın teminiyle meşgul oldu. Bu esnada Mazenderan tüfekçilerinden yaklaşık beş yüz adam ile Sefer Ali Bey Yüzbaşı ve Çegnili silah ustaları yardıma geldiler.
Hasan Han ve diğer emirler İsfehanlı tüfekçiler ve komutanları Mir Fettah ile birlikte kalenin doğu tarafına gittiler. Kalenin en alçak tarafı olan batı tarafına ise Pir Budak Han ile Horasanlı ve Kirmanlı tüfekçiler yerleştiler. Murad Han Sultan ve Halil Sultan Binbaşı ve Muhammed Taki Bey Azerbaycan tüfekçileriyle güney tarafına, buzluk kısmına gönderildiler. Mazenderanlı tüfekçiler Sefer Kuli Bey ve Çegnili silahsazlarla Suluk Kalesi’ne denk gelen kuzey tarafına memur edildiler. Berhurdar Enis Bey tophane ameleleriyle iki büyük top ve bir balyemez[2] yapmaya karar verdiler. Kuban Sultan Beydili top ve tophane işlerine tayin edildi. Güvercinlik Kalesi’nde bulunan küçük bir top Karadeniz’den gemiyle getirilerek Hasan Han’ın mevzisine, kalenin dışındaki burcun karşısına yerleştirildi (Münşi, 1350; 797). Bu arada hadiselerin seyri saltanat makamına ve Şah Abbas’a bildirildi.
Şah, top dökümü için 7.000 bakır para gönderdi ve kırk gün zarfında üç büyük top ve bir balyemez döküldü. Birisi 40, birisi 30 ve diğeri 28 gülle fırlatma kapasitesine sahipti. Tophanenin muhafazası için Kuban Han Begdili görevlendirildi ve Berhurdar Enis Bey Topçubaşı ile beraber hareket etmeleri salık verildi. Kale ahalisi, süvari ve piyade olarak birkaç defa tophaneye saldırdılar, ama Kızılbaşlar tarafından çok sayıda Kürt öldürüldü (Yezdi, 1366; 402). Bu esnada kalp rahatsızlığına düçar olan ve bu hizmetlerden muaf tutulan Muhammed Paşa, celalileri yardım için her tarafa gönderdi ve celalilere harcırah olarak gönderilen 5.000 tümen şahi altınını o taife arasında taksim etti, onlara uygun kışlaklar temin edildi. Münşi’ye göre kuşatma için yapılan hazırlıklardan haberdar olan Emir Han ızdıraba düçar oldu ve mükerrer defa adamlar göndererek itaatini izhar eyledi. Mülayim sözler sarfetti ve bu cemaatin şerrini def eylemek istedi. “Onun hile ve desiseleri defaatle zahir olduğu için” sözleri kabul edilmedi. O da kale müdafaasına gayret etti (Münşi, 1350; 797). Bu sırada Bradost mirzadelerinden bir kaç kişi kaleden çıkarak Şahseven[3] oldular, onlar ve kaleden çıkan herkes ittifakla dediler ki:
“Kaledekiler su yetmezliğinden azap içindedirler zira bu mevsimde kuraklıktan ve yağış azlığından havuzların suyu oldukça azalmıştır ve kalan su da kokuşmuş, hayvanlara içiriliyor. Kale halkının su ihtiyacı suluktan karşılanıyor, onlar arasında azar azar taksim ediliyor. Eğer suluk ele geçirilebilirse teslim olmaktan başka çareleri kalmaz ve tünel kazılırsa kalenin fethi kolaylıkla müyesser olur“(Münşi, 1350; 797).
Kuşatma altında bulunan ve su sıkıntısı çeken kale ahalisinden bazılarının kaleden çıkarak Safevilere sığınması ve iyi bir şekilde kamufle edilmiş olan suluk kısmının yerini Safevi askerlerine söylemeleri Dımdım Kalesi ile ilgili destansı anlatımlarda ”ihanet” metaforuyla ifade edilmekte ve bu ihanet kaledeki direnişin başarısızlıkla sonuçlanmasında bir kırılma noktası olarak görülmektedir.[4]
Daha önce de işaret edildiği gibi Dımdım Kalesi kuşatmasında bizzat yer alan Şah Abbas’ın vakanüvisi İskender Bey Münşi’ye göre kaleden çıkıp Safevi ordusuna sığınanların teklifleri mantıklı bulundu ve lağımcı ustaları getirildi, tünel kazılmaya başlandı ve Hasan Han Ustaclu ve rüfekası doğu tarafından tünel ve hafriyat işine giriştiler (Münşi, 1350; 798). Sepetlerle çıkan toprağı ve hafriyatı taşıdılar ve bu şekilde ilerlediler. Pir Budak Han da batı tarafından bu şekilde ilerlemeye çalıştı.
Burada bir hususun daha altını çizmekte fayda vardır. Araştırmaya konu olan Safevi kroniklerinde Emir Han Bradost’u ve Kürtleri asi, nankör, baği olarak tasvir eden, Kürt emirlerini ”vahşi sıfatlı insanlar taifesindendirler” şeklinde tarif eden bir üslup kullanan kronikörlerin özellikle kale kuşatması esnasında kale mahsurlarının gösterdikleri azim ve gayret dikkatlerini çekmiş, bu direnişi övmekten kendilerini alamamış ve ”Kürtler azim bir şekilde dövüşüyorlardı”, ”merdane dövüşüyorlardı” gibi methedici ifadeler kullanmışlardır. Bu noktada Târih-i Âlem-ara-yı Abbasi isimli eserde kaydedilmiş bir anlatımda şöyle denilmektedir;
“Kürtler geceden sabaha kadar her mevziye saldırdılar, azim bir şekilde savaştılar. Mermileri mevzideki yiğitlerin başına yağmur gibi yağıyordu. İki üç defa gündüz vakti mevzilere hücum ettiler ve çok güçlü savaştılar. Gaziler sebatla mevzilerini müdafa ettiler ve taraflardan bazıları yaralandı, bazıları öldüler. Kürtler kalabalık bir grupla mevziye saldırdılar. Beş kişi mevzinin girişinde birbiri ardınca öldü ama Kürtler’in duhulüne izin vermediler. Biri öldüğünde hemen ardından bir başkası onun yerini aldı ve o gün bütün mevzilerde cansiperane dövüştüler ve Kürtler bir şey elde edemeden kalelerine dönmek zorunda kaldılar. Bu cenkte gazilerden 7-8 kişi maktul ve 10-15 kişi yaralandı. Kürtlerden de 20 kadar kişi öldü ve 30-40 kişi yaralandı” (Münşi, 1350; 798).
Safevi ordusu ile Kürtler arasında yaşanan bu şiddetli çatışmalar ile ilgili olarak Safevi kaynaklarında genellikle net sayısal değerler verilmekte ve çoğunlukla kale ahalisinin aleyhine olacak rakamlar zikredilmektedir. Elbette bu durumun Safevi tarihçilerine özgü olmadığını, resmi tarihçiliğin başvurduğu bir anlatım tarzı olduğunu söylemek gerekir. Benzer bir kayıt Molla Celal Müneccim Yezdi tarafından tutulmuştur. Buna göre hicri 1018 yılı Şevval ayının ortalarında (miladi Ocak 1610) üçyüz Kürt kaleden dışarı çıktı ve Kara Hasan Han ile sair ümeranın mevzilerine hücum ettiler. Öğleden sonraya kadar merdane dövüştüler ve taraflardan çok kişi öldü. Kürtlerden kırk kişinin kafası kesildi, çoğu yaralandı ve kaleye sığındılar.
Üç gün zarfında kaledeki yaralılardan altmışbeş kişi öldü ve yaralı olan Kızılbaşlardan yirmi kişi öldü. Sefer Kuli Bey ordugaha vardıktan sonra İtimadüddevle’nin emri mucibince kaleye doğru tünel kazan lağımcıların başına geçti. Tünel kazıldığını anlayan Kürtlerden bazıları kaleden çıktılar ve sırtlarını dağa vermek suretiyle iki tane muhkem mevzi yaptılar. İkiyüz kadar genç, suluğun muhafazası için uğraştılar. Kürtlerden bazıları kaleden lağımcıların üzerine taş yuvarlıyorlardı ve bu şekilde çalışmak güçleşiyordu (Yezdi, 1366; 402).
İskender Bey Münşi’ye göre Hasan Han’ın mevzisinde küçük bir top büyük burca doğru konumlandırılmıştı. Ama yirmi gün, belki bir ay dövüldüğü halde az bir gedik açabilmişti. Bu yüzden Hasan Han sabırsızlık gösterdi. İtimadüddevle ile istişare etmeksizin, kendi kararıyla o burca saldırdı. Kızılbaş gençlerden oniki kişi burca ulaştılar. Bir kaçı tüfekle yaralandı ve burçtan aşağı düştüler. Diğerleri korktukları için burca tırmanamadılar ve yukarı çıkanlar da aşağıya atladılar. Hasan Han’ın burcun dibine ulaşabilen adamlarından ikiyüz kadarı duraksadılar ve duvarı kazmaya başladılar.
O esnada Kürtler saldırıya geçtiler. Taraflar arasında kılıç dövüşü başladı ve Kürtler burçtan ve kalenin yükseklerinden kaleyi kuşatanların üzerlerine mermi yağdırdılar. Gazilere yardım ulaşamadı ve o cesur gençler zaiyat verip yaralandılar. Hasan Han, o cahilce cesaretinden utandı ve perişan oldu. İtimadüddevle onu teselli etti. Birkaç gün kazı yapan lağımcılar serçeşmeye ulaşamadılar. Tüneli ne tarafa doğru kazacaklarını bilemiyorlardı. İlerledikçe tünelin nereye çıkacağın anlayabilmek için bir alamet bırakıyorlardı. Böylece Kürtler suluğa doğru kazı yapıldığını anladılar ve susuzluktan bitap olduklarından gece vakti kazı alanına hücum ettiler. Mazenderan tüfekçileri ile tünelin muhafazasına memur olan Sefer Kuli Bey ve Kürtler arasında azim bir ceng başladı. Lağımcılar kazı yapma fırsatı bulamadılar ve bu durum Ramazan, Şevval ve Zilkade boyunca devam etti. Kürtler, iki üç defa çocuk ve kadınlardan oluşan ve 1.000 kişiyi aşkın kişiyi kaleden dışarı çıkardılar (Münşi, 1350; 798).
Bu üç ay zarfında kaleyi kuşatanlar serçeşmeye ulaşamadılar. Kaynak gizli olduğu için de İtimadüdevle başka bir tedbir düşündü. Suluğa doğru yüksekçe bir mevzi oluşturulmasını ve oradaki burcun dövülmesini emretti. Bu iş için büyük bir top ve bir balyemez döktürülmüştü. Burç toplarla dövülecek, tünel işi de aynı şekilde devam edecekti. İskender Bey’e göre Kürtlerin ızdırabı bu hamle ile daha da arttı. Gece yarısını az bir zaman geçtikten sonra silahlı gençler dışarı çıkıyor ve suluğun olduğu yerde azim bir ceng başlıyordu. Bu taraftan meşaleler yakılıyor, tüfekçiler meşalelerin aydınlığında mevziyi müdafa ediyorlardı ve her gece taraflardan bir kısmı maktul oluyor, bir kısmı da yaralanıyordu (Münşi, 1350; 799).
Dımdım Kalesi kuşatmasında yaşanan hadiseleri Safevi ordusunda görevli bir asker edası ve üslubuyla anlatan İskender Bey Münşi, devamla şu bilgileri nakletmiştir;
Dağın göğsünde suluğa bakan bir mahzen vardı. Kürtler mevziye ulaşıp gazileri dağıtmak ve çalışmalarını engellemek için mahzenden tünel kazıyorlardı. Ümera-yı azam bu mahzenden haberdar olduktan sonra suluğun fethinin müyesser olması için mahzeni ele geçirmeyi uygun gördüler. Kızılbaş serdengeçti gençlerinden otuz kadarı ve bu hizmete memur tüfekçiler ilk gün güneş yükseldiğinde mevzinin girişinden mahzenin dışa açılan kapısına (tünel ağzına), kaleye doğru, hücum ettiler ve cesurca tünele daldılar. Kaleden üzerlerine mermi yağdı ve bir kişiden başka zayi olan olmadı.
Ümera-yı azam gece yarısı mevzilerinin başında durmuş onları muhafaza ediyorlardı. Gece yarısından sonra Kürtler iki grup olarak dışarıya çıktılar. Bir grup yukarıdan mevziye hücum etti, muhafızlarla ceng ettiler ve onları oyaladılar. Diğer grup mahzenden dışarı çıkarak tüneldekilerle muharebe ettiler. O dilaverler son mermilerine kadar ve son okları kalıncaya kadar Kürtlerle savaştılar ve tüneli onlara kaptırmadılar. Cephaneleri bittiği için on adamları zayi oldu. Geriye yirmi kişi kalmışlardı. Kürtlerin tünele saldıracağı ve onlardan hiç birini sağ koymayacakları haberi kendilerine ulaşınca bu keşmekeşten kurtulup mevzilerine ulaşabilmek için mecburen kılıçlarını çekip Kürtlerin arasına daldılar. Onlardan sekizi yaralı olarak dışarı çıktı, diğerleri öldü. Yaralılardan biri Pazuki ve diğeri İsfahanlı bir tüfekçi olan iki kişi yakalanıp kaleye götürüldüler (Münşi, 1350; 799).
Emir Han, onların cesaretlerine şaşırdı, onları katletmeye razı olmadı ve onları tedavi ettirdi, yaraları iyileşince de onları serbest bıraktı. Öldürülenlerin cesetlerini tünelin ağzında yığılmış gören gaziler biraz sarsıldılar. Cenab-ı İtimadüddevle de müteessir oldular. Aynı gün Hasan Han’ın mülazımlarından kırk Ustaclu gazisi son derece gayretli, tünele girmek istediler ama İtimadüddevle onlara cevaz vermekte tereddüt etti çünkü dün geceki kayıplardan müteessir idi. Hasan Han, o gece üçyüz adamıyla Kürtlerin şerrini def için kıyam etmek istedi ve bunun için çok ısrar etti. Cenab-ı İtimadüddevle ister istemez rıza gösterdiler ve Kuban Sultan Beydili’yi ve İmam Kuli Sultan’ı da birlikleriyle beraber Hasan Han’ın imdadına memur etti ve diğer ümeranın adamlarından on kişi daha tayin ettiler. Böylece elli kişi cephane ve zaruri levazımatla ve birkaç günlük erzakla tünele ulaştılar.
Kürtler, bu celadet ve cesaretten hayrete kapıldılar ve taraflar arasında azim bir muharebe vuku buldu ve Hasan Han, ümera, tüfekçiler dışarıdan ve tüneldeki yiğitler içerden gün doğumuna kadar savaştılar. Kürtler tüm gayretlerine rağmen geri çekildiler ve gaziler tüneli kaptırmadılar. Her gece Kürtlerden birkaç kişi sabaha kadar suluktan su çekiyor, top, balyemez ve tüfek darbelerinden helak oluyorlardı. Ta ki mevziler suluk havuzuna kadar dayandı ve havuzhanenin kümbeti delindi. O delikten su yolu bulundu ve çeşmenin kaynağı tespit edildi ve Kürtler yeni çareler düşündüler. Bütün gün tünelde dışarı halkıyla ceng ettiler, lağımcıları engellemeye çalıştılar. Ümera-yı azam 1018 yılı Zilhicce’nin 18’inde (14 Mart 1610) öğlen vakti suluğa açtıkları gedikten çok miktarda saman döktüler ve samanı ateşe verip duman çıkardılar. Saman dumanından dehşete kapılan Kürtler havuzhaneyi terkettiler[5] ve kaleye kaçtılar. Aşağıya atlayan gaziler suluğu ele geçirdiler ve kerpiçle ve çamurla su yolunu kapattılar.
O gün kale dibinde azim bir dövüş yaşandı. Kürtler çok gayret ettiler ama bir şey elde edemediler. Suluk, Mazenderanlı tüfekçilerin kontrolüne geçince ümera-yı azam mevzilerinin başına döndüler. Suluğun ele geçirilmesinden sonra 10-15 güne kadar Emir Han ve yakınları buzluğun kısıtlı suyuyla ve kalenin sair ahalisi büyük havuzun kokuşmuş suyuyla idare etmek zorunda kaldılar ve kalenin tahkimiyle meşgul oldular. Suluğun fethi kıştan bahara kadar sürdü ve yağmur mevsimine denk geldi. Geçen senenin aksine, bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı ve Allah’ın hikmetiyle ki akillerin aklı ermez ona, bir aydan fazla yağmur durmadı. Öyle ki mahsurlar altı aya kadar suya ihtiyaç duymadılar. Üç ay süren ve suluğun fethinin müyesser olmasıyla sonuçlanan bütün o çaba ve gayretler hiç bir işe yaramadı ve bu yüzden kale halkı öncesinden daha azim bir gayretle kale tahkimine başladılar (Münşi, 1350; 800).
Bundan sonra yaşanan gelişmeleri Dımdım Kalesi’nin Fethi ve Emir Han ve TabilerininÖldürülmesive Bazısı İtimadüddevle’nin Sağlığında ve Bazısı Ölümünden Sonra Cereyan Eden Hadiselerin Zikri başlığıyla kaydeden İskender Bey Münşi şunları aktarıyor;
Yağan yoğun yağmurdan dolayı suluk fethedilememiş ve maksat hasıl olmamıştı. Bütün ümera-yı azamın mevzilerini ileri götürmelerine ve kalenin Allah’ın tevfikiyle ve bilek zoruyla ve kahr ile ve galebe çalarak fethedilmesine karar verildi. İtimadüddevle ikametgahından ayrıldı, Hasan Han’ın mevzisine geldi. Sefer Kuli Bey’in idaresinde kendisine ve dergah-ı şahinin hizmetkarlarına mahsus bir yer hazırlandı. Gece gündüz her taraftan yoğun bir gayretle mevzilere silah sevkedildi. Sepetçiler sepetler yaptılar ve bir kısım amele onları toprakla ve kille doldurdular. Sepetleri demirle tezyin edilmiş büyük bir kaydıraklı yürür aksamın önüne koyuyorlardı, ki işçiler onun arkasında çalışabilsin ve böylece tüfek ve güllelerden korunabilsinler. Bu şekilde geceleri çalışıyor ve adım adım ilerliyorlardı.
Gündüz de mekanizmayı korumaya çalışıyorlardı ama hiç bir gece yoktu ki iki üç kişi tüfeklerle vurulmasın ve zayi olmasın. Önce Hasan Han ve İlyas Halife Karadağlı ve Mir Fettah Binbaşı ve İsfahanlı tüfekçiler bu yolla siperi (mevziyi) kalenin dışındaki büyük burcun dibine kadar götürdüler ve duvara dayadılar. Emir Han’ın vekili Kara Bey, bir grup Kürt ile o burcu korumaya memurdular. Tüfekçiler iki üç gün çalıştılar ve burcun istihkamında kullanılan kil ve kerpiçlerin arasında burcu tutan mertekleri ateşe verdiler. O burcun sakinleri sarsıldılar, şok oldular. Öğleden sonra ameleler yemek için mevziden çıktıkları sırada burcun dereye bakan tarafı tahrip oldu ve yıkıldı. Muhafızlardan bir grup yukarıdan dereye düştüler.
Bunu gören İtimadüddevle, Hasan Han’a burca saldırmasını emretti. Hasan Han da mevzisindeki adamlara saldırı emri verdi. Burca ilk ulaşan kişi Kara Bey’i tüfekle vurdu, başını kesti ve getirdi. Huzani tüfekçilerinden Pehlivan Muhammed adında biri idi. Onun peşinden İsfahanlı tüfekçilerden on oniki kişi peşi sıra burca çıktılar ve orada yedi sekiz adamı katlettiler, başlarını kestiler. Emir Han’ın yeğeni ki güzel yüzlü, latif, yakışıklı bir gençti, burçtan aşağı düştü ama ciddi şekilde yaralanmadı. Çini taifesinden bir aptal, derede onunla boğuştu, onu öldürdü ve kafasını kesip getirdi. Cenab-ı İtimadüddevle müteessir oldu, ona çok kızdı ve onu almayı umduğu ödülden mahrum etti, ona hiç bir şey verilmedi.
Mezkur burcun, ki gazilerin yoluna konulmuş bir taştı, ele geçirilmesi işleri kolaylaştırdı. Muhafızların çoğu öldürüldü, enkaz altında kalan birkaç kişi helak oldu ve o burcun alınması kalenin fethinin önünü açtı(Münşi, 1350; 808). İskender Bey devamla şunları nakletmiştir;
On gün boyunca mevziler (siperler, kaydıraklar, merdivenler) kaleye ulaştırıldı. Topçular büyük bir topu ve balyemezi kalenin yukarısına doğru ve başka bir topu aşağısına doğru Pir Budak Han’ın mevzisine konumlandırdılar ve kaleyi dövmeye başladılar. Böylece mahsurların işi zorlaştı. Emir Han telaşlandı ve Kürtler ümitlerini yitirdiler. Yakınlarından bir grup bu çatışmalarda öldürüldüğü için sair mahsurlar sarsıldılar ve dışarıya çıkmaya başladılar. Her gün Kürtlerden ve kaledeki celalilerden on yirmi kişi kendilerini mevzilere atıyor, şaha kulluklarını arz ediyorlardı. Onlara lütuf ve inayet-i şahi mucibince kucak açılıyordu. Hadiseler öyle bir noktaya vardı ki, kalenin birkaç gün içinde fethedilmesi kaçınılmaz oldu, ama takdir-i İlahi, İtimadüddevle ile ilgili o beklenmedik hadise yaşandı. Olay şöyle cereyan etti;
O gün ümera ile birlikte Genc Eli Han’ın menzilinde idi, günün sonunda ikametgahına döndü, tophaneye gidip topçuları ziyaret etti. Akşam yemeğinden önce divanhaneye geldi, farizanın edasından sonra gecenin geç bir saatine kadar divanındakilerle koyu bir sohbete daldı. Daha sonra uyumak için odasına çekildi ki birisi geldi ve Cenab-ı Mirza (İtimadüddevle) aniden öldü dedi. Herkes hayretler içinde kaldı. Ümera-yı azama haber eyledik, hepsi toplandı. Olayın aslı saltanat makamına haber edildi ve aynı gece naaşı yıkandı, kefenlendi ve günün sonunda Tebrize yollandı. Ümera, kahhar ordusuyla Selmas’ta bulunan İmam Kuli Han’ı çağırması için birini yolladılar.
Bu hadisenin vuku bulması herkesi fevkalade üzdü, kalenin fethi, ki az kalmıştı ertelendi ve bölük bölük teslim olmaya başlayan mahsurlar duraksadılar. Nihayet serdar Muhammed Bey Begdili[6] ulaştı ve umera-yı sabık ve silahsazlar son sürat işe koyuldular. Kısa zaman içinde mevziler kaleye doğru aşağıdan yukarıya duvarlara ve burçlara dayandırıldı. Mancınıkların darbeleriyle burçlar sarsıldı ve gedikler açıldı. Yiğitler hücum ettiler ve iki üç burcu ele geçirdiler. Batı tarafında Pir Budak Han’ın mevzisinde de Türkmen gaziler Emir Han’ın büyük oğlunun müdafaa ettiği aşağıdaki burca ulaştılar ve müdafaadan aciz muhafızlar yukarı kaleye kaçtılar ve kale fethedildi. Gaziler, kaleleri birbirine bağlayan duvarı delmeye başladılar.
Çaresiz kalan mahsurlar ve buzluğun muhafızları birisini ümeraya gönderip eman dilediler ve buzluğu teslim ettiler. Kalenin üç büyük burcunu kaybeden Kürtler müdafadan yoksun kaldılar ve hepsi Emir Han’ın kalesine, ki onu Narin Kale[7] yapmışlardı, sığındılar ve bir çare düşündüler. Gaziler korkusuzca burçlardan kalenin içine atladılar ve Emir Han’ın ikametgahını ve sair burç ve mevzileri ele geçirdiler. Emir Han, kalenin en yüksek yerine çıktı, Kürtleri ceng ve cidalden men etti. Birini Muhammed Bey Begdili’nin yanına yolladı ve rica etti ki;
Kendisi Şamlu gazileriyle kaleye girsin. Onu Hasan Han ve askerlerinden, ki aralarında kan var ve ondan korkuyor, korusun. Onu ve çocuklarını ve yakınlarını selametle dergah-ı aliye yollasın (Münşi, 1350; 809).
Yukarıda da işaret edildiği üzere Dımdım Kalesi kuşatmasının birebir tanığı olan ve hadiseleri kaydeden Münşi, devamla şunları nakleder;
Bu esnada Han Abdal Mukri birkaç adamıyla dışarı çıktı. Onu misafir etmeleri için İlyas Halife Karadağlı’nın ikametgahına yolladılar. Ondan sonra kaleye sığınmış olan Celaliler de dışarı çıktılar. Onları da misafir etmeleri için bir gruba emanet ettiler. Ondan sonra Muhammed Bey Begdili, Emir Han’ın ricası mucibince kaleye girdi. Emir Han’ın büyük oğlu ve Bradostiler’den yüzü aşkın silahlı adam, silah, tüfek ve teçhizatlarıyla dışarı çıktılar ve Muhammed Bey ile konuştular. İkiyüz adam da henüz kalede idi. Muhammed Bey Begdili, Kürtlerin hanelerine herhangi bir zarar gelmemesi için bir grubu kale ahalisinin güvenliğinden sorumlu kıldı. Sonra da Emir Han ve efradının ikametgahına getirilmelerini ve onlar için büyük bir çadır hazırlanmasını emretti.
Hasan Han ve ümerayı, gelip Emir Han ile mülakat eylemeleri, onunla ve cemaatiyle ilgili devlet-i kahharın maslahatına uygun muamele etmeleri için çağırttı. Kendisi de biraderlerle ve dostlarla oturdu, Emir Han’a mihmandarlık etti. Hasan Han çadıra yaklaşınca birisini Muhammed Paşa’yı dışarı çağırması için yolladı. Hasan Han’ın meclise gelmemesi ve Muhammed Bey’in dışarı çağrılması Emir Han’ı ıstıraba düçar etti. Hasan Han, Muhammed Bey’e hitaben şöyle söyledi;
“Aklını mı kaçırdın, ölümü göze almış olan bu yaği ve baği cemaati almışsın, biraderlerle aralarına oturmuşsun. Doğru olan onları birbirlerinden ayırman. Emir Han’ı ve oğlunu ve birkaç yakınını yanına al, arkadaşlarını da ümera arasında taksim et ki sadır olacak hükme göre amel edelim”.
Bu teklif Muhammed Bey’e makul göründü ve bir adamını Emir Han’ın yanına göndererek ona şöyle söylemesini emretti;
“Sizin ve bu kadar adamın burada aynı yerde bulunması münasip değil, siz oğlunuz ve yakınlarınızla bu çadırda istirahat buyurun, diğerleri başka bir çadıra geçsinler”.
Emir Han bu teklifi kabul etti ama rüfekası razı olmadı ve dediler ki:
“Ne yapıyorsun, ümera kendi insiyatifleriyle seni katletmeye cesaret edemezler ama bizden hiç birini sağ komazlar ve seninle bizim aramızda ahdimiz şöyleydi ki darlıkta ve ferahlıkta birlikte olalım. Şimdi sen iki gün daha hayatta kalmayı ganimet biliyorsun. Birbirimizden ayrılmayalım ve eğer ölmemiz gerekiyorsa birlikte ölelim”. Dışarıya bu cevabı gönderdiler. Bu gidiş gelişler esnasında İlyas Halife’nin çadırında kargaşa çıktı ve hadiseler şöyle cereyan etti:
Han Abdal Mukri’yi İlyas Halife’nin çadırına gönderdiklerinde İlyas Halife mevzideydi. Mülazımları mihmandarlık levazımatıyla meşgul idiler. Sofu ve iyi niyetli bir adam olan İlyas Halife, üç dört hizmetkarıyla çadıra gelmiş, misafirperverlik göstermiş ve mülazımlarına kızarak ”Bu şiddetli sıcakta neden misafirlere silah ve teçhizatlarını çıkarıp rahat etmelerini teklif etmediniz” demiş. Hizmetkarlarından birisi misafirlerin silah ve teçhizatlarını toplamak için ileri atılmış. Han Abdal ve rüfekası yanlış anlamışlar, hızlıca yerlerinden kalkmış, kılıçlarını çekmişler. Çadırda kargaşa çıkmış, İlyas Halife birkaç yerinden yaralanmış, mülazım ve yakınlarındandan bir kaçı, ki silahsız idiler, yaralanmışlar. Olaydan haberdar olan Karadağlı gazileri keskin kılıçlarıyla çadıra dalmışlar. İlyas Halife ve iki yakınını maktul ve birkaç kişiyi yaralanmış görmüşler. Han Abdal’a saldırıp onu ve rüfekasını pare pare etmişler (Münşi, 1350; 810).
Münşi’ye göre bu olay, Hasan Han’ın endişesini doğruluyor ve onlara verdiği emanı kaldırıyor. Münşi, anlatımına şöyle devam ediyor;
Kızılbaş gaziler kılıç çekiyorlar ve Emir Han’dan önce kaleden çıkmış olanları gerek Kürt, gerek celali, katliamdan geçiriyorlar. Büyük bir gürültü kopuyor. Kızılbaş askerinin hücum ettiğini gören ve çadırları kavganın tam merkezinde olan Emir Han ve dostları da ayaklanıyorlar, çadırı yırtıyor ve gazilere kurşun yağdırıyorlar. Hadiseler bu noktaya varınca bu taraftan da tüfekçiler çadırı kurşun yağmuruna tutuyorlar ve onlardan yirmi otuz kişiye kurşun isabet ediyor, diğerleri de yalın kılıç dışarı çıkıyor ve savaşarak ölüyorlar ve kahhar ordu tedrici olarak katliam ve garete başlıyor. Mahsurlardan, altı ay önce teslim olanlardan bazıları da katlediliyor. Yaş ve kuru kahır ateşiyle yanıyor. Narin Kale’den çıkan ahali de bitap ve halsiz, kaza kılıçlarından nasiplerini alıyorlar. Münşi, olayın istemeden bu şekilde cereyan ettiğini, katledilenlerin nankörlüklerinin cezasını çektiğini kaydeder. Devamen, bir kısım Kürtlerin söylediklerine göre Emir Han ve rüfekasının kaleden çıkmadan önce şöyle istişare ettiklerini nakleder:
“Kızılbaşların elinden kurtulmamız mümkün değil, silahlı olarak dışarı çıkalım. Cem’i ümera orada toplanacaklar, dışarıdakiler haberdar olana kadar çadırdaki umerayı katlederiz. Kurtulabilirsek ne ala, yoksa erkekçe dövüşür ve ölürüz”. Bundan cesaret alan Han Abdal’ın, İlyas Halife’yi katlettiğini belirtir.
Bu hadiseden sonra Emir Han’ın küçük çocukları ve ondan geriye kalanlar ordugaha getirildiler. Kale ehlinin mal ve varlıkları gaziler arasında taksim edildi ve ordu-yu ali, Merağe’ye vardığında vakıanın aslı saltanat makamına ulaştırıldı. Saltanat makamının emirleri mucibince Genc Eli Han bir grup tüfekçiyle birkaç gün kale dibinde kaldı, sair ümera-yı azam ve asakir-i zafer fercam dergah-ı alempenaha varıp Karaçuk düzlüğünde ordu-yu hümayuna katıldılar. Urumiye Eyaleti ve mülkü Muhammed Bey Begdili’nin kardeşi Kuban Han’a verildi. Üç bin tümen nakit altın, Dımdım Kalesi’nin levazımatı ve kale mülazımlarının harcamaları için bağışlandı. Kuban Han, Sar ve Corgan ve Gav-ı Rud hududundan Salmas’a kadar bütün ümera ve hükkama, emirlerini beklemeleri ve sözlerinin dışına çıkmamaları için emir verdi ve kendisi mücehhez bir orduyla kaleye vardı. Kalenin tamiri ve mamur hale getirilmesiyle uğraştı. Genc Eli Han ve tüfenkçiler gelerek zafere layık orduya katıldılar (Münşi,1350;811).
Dımdım Kalesi’nin Safevi ordusu tarafından ele geçirilmesi ve Emir Han Bradost’un akıbeti ile ilgili olarak diğer iki Safevi kroniğinde farklı anlatımlar göze çarpıyor. Bunlardan Molla Celal Münecim’de, Emir Han Bradost’un öldürülmesi ile ilgili şöyle bir anlatım vardır;
Kale Devlet-i Kahhar’ın eline geçtikten sonra Han Beg-i Kurd (Han Abdal) geldi ve mushafı kendisine şefaatçi kılarak dedi:
“Sefer Kuli Bey ve Muhammed Bey gelsinler, kaleyi onlara teslim edelim”.
Mezkur komutanların gelmesi ile kale kapısı açıldı ve komutanlar askerleriyle içeri girdiler. Bütün ümidini yitirmiş olan Çolak Emir Han, Çegnilerin kazdığı tünelden dışarı çıktı. Onu ikiyüz Kürt ile beraber Muhammed Bey Begdili’nin çadırına götürdüler ve kaleyi Mir Fettah ile İsfahanlı tüfenkçilere verdiler. Yemek yendikten sonra Şeyh Haydar-ı Kürd Mukri’nin oğlu Han Emir’i (Abdal Han) adamlarıyla beraber İlyas Halife’nin çadırına yolladılar. Orada Han Abdal askerlikten ve sufilikten dem vurdu, hakaretamiz sözler sarfetti. İlyas Halife: “Biz Karadaği ve sufiyiz, böyle sözler sarfetmen hayatına mal olur” dedi ve dışarı çıkmak için kalktı. Han Abdal, onun bu hamlesini katline ferman verecek şeklinde anladığı için İlyas Halife’nin üzerine atladı ve onu hançeriyle öldürdü. Karadaği taifesi hücum ettiler ve Han Abdal ile yanındaki Kürtleri öldürdüler. Kaleden çıkan celalileri Hüsrev Bey Yüzbaşı’nın çadırına gönderdiler ve diğerlerini bir yere topladılar. Emir Han’ın akrabalarından bazıları ondan ayrılmak istemediler ve Muhammed Bey Begdili’nin çadırında kaldılar. Çolak tabiileriyle kaleden çıktığı zaman her birisinin Kızılbaş serdarlarından birini hançeriyle öldürmesi konusunda anlaşmışlardı.
İlyas Halife öldürüldüğü zaman Muhammed Bey Begdili’nin çadırındaki Kürtler kararlaştırdıkları üzere harekete geçtiler. Şamlu taifesi onlara hücum edip hepsini öldürdüler. Kale gailesi böylece halledildiği için Rebiü’l-sani ayının sonlarında hükm-ü şah sadır oldu ki; Dımdıme kalesinde bulunan ümera ve askerler Urumiye havalisindeki Mukrileri öldürsünler. Mukrilerden yüz otuzyedi kişinin kafası ve bir çok esir ve sayısız at ve davar ve koyunları Siyah Nehir’in kenarına getirildi ve kale muhasarasında görevli ümera-yı azam Merağe’de orduya katıldılar. Kalenin muhafazası için kalan Genc Eli Han’ın süvarileri ve tüfekçilerine, tophane alet ve edevatının toplanmasına memur olan Berhurdar Bey Enis Topçubaşı ve yolların güvenliği için mevzilenmiş olan Esirlu taifesine eli boş gelmemeleri bildirildi. Böylece İmam Kuli Han sayısız esir ve davar ve koyunla beraber yüz yetmişyedi baş getirdi. Herbir ümera destur mucibince kaleden hatırı sayılır miktarda baş, esir ve mal çıkardılar. Emir Han Çolak Bradost’un malları arasında mercandan yapılma oldukça güzel ithal bir tesbih vardı. Onu Alaverd adında bir keşişe gönderdiler ve şu beyti okudular:
“Tesbîhê xaricî kê ne der zikrê Heyder est
Der gerdenê seganê cehennem tenab kon”[8](Yezdî, 1366; 409).
Molla Celal, devamla şunları aktarıyor;
Ve bu senenin Rebiü’l-sani ayında (Temmuz 1610) Kuban Sultan Urumiye’den geldi ve Çolak Emir Han Bradost’un ve Abdal Han Mukri’nin başlarını ve Dımdıme Kalesi’nin anahtarını ve sekiz kişiyi, ki üçü ğulamşahi olmuşlardı ve Çolak Emir Han karılarını ve çocuklarını baş aşağı kaleye asmıştı, getirdi. Kuban Sultan’a iltifat edildi, ganimet verildi ve Han ünvanına ek olarak eyalet ve mülk bağışlandı.
Emir Han Bradost’un ölümü ve Dımdım Kalesi’nin düşmesiyle ilgili başka bir anlatım da diğer bir Safevi kroniğinde, Mirza Bey Cünabadi’de şöyle geçiyor;
Emir Han kaleden çıkmaya karar veriyor. Önceden anlaştıkları üzere adamları Muhammed Bey ve Kara Hasan’ı öldürecekler. Emir Han ve maiyeti tayin edilen mevkiye geldiklerinde Emir Han’ın işaretiyle yirmi kadar adamı ikisine saldırıyor ama bu tedbirendiş adamlar Ustaclu taifesinden bir grubu kendilerini korumaları için ayarlamışlar. Taraflar bir saat boyunca dövüşüyorlar. Şahın ümerasından biri öldürülüyor. Bunlar da Emir Han ve adamlarını pare pare ediyorlar. Mahsurlar teslim olmaktan başka bir yol bulamıyorlar ve kale kapıları açılıyor, bütün mal varlıklarına el konuluyor (Cünabadi, 1378; 514-515).
Emir Han Bradost’un öldürülmesinden ve Dımdım Kalesi’nin Safeviler tarafından ele geçirilmesinden altı yıl sonra hicri 1025 (miladi 1616) yılında Emir Han Bradost’un akrabalarından Uluğ Bey Bradost, yanındaki kırk-elli kadar adamıyla kaleye açtığı bir gedikten içeri girdi ve burçların muhafazasından sorumlu Kızılbaş askerleri öldürerek kaleyi ele geçirdi. Yukarıda da işaret edildiği üzere kale Safevilerce ele geçirildikten sonra idaresi Muhammed Bey Beydili’nin kardeşi Kuban Han’a verilmişti. Yine İskender Bey Münşi’nin aktardığına göre Kızılbaşlara hizmet etmeleri için kalede bırakılan Kürtler, kale komutanı Kuban Han’ın av için dışarı çıktığı bir gece Uluğ Bey’e haber göndererek kalenin savunmasız olduğunu ve ele geçirilebileceğini bildirdiler (Münşi, 1350; 889). Uluğ Bey ve beraberindekiler suluk kısmına denk gelen burca bir gedik açtıktan sonra kaleye girdiler ve muhafızları öldürdükten sonra Urumiye civarındaki Kürtlerden yardım istediler.
Dehşete kapılan Kızılbaşlar kaleyi terk edip kaçtılar. Uluğ Bey’in yardım çağrısına icabet eden bin kadar Kürt yolda Kuban Han’ın adamlarıyla karşılaştılar ve onlarla yaptıkları savaşı kaybettiler. Bu arada olaydan haberdar olan Tebriz hakimi Pir Budak Han[9], Kuban Han’ın imdadına koştu ancak taraflar arasında herhangi bir savaş vuku bulmadı. Çünkü kaledeki barutu askerleri arasında taksim eden Uluğ Bey, barutun ateş alması sonucu yüzünden ciddi şekilde yara aldı. Bu hadiseden sonra kalede bulunan Kürtlerin direnecek mecalleri kalmadı. Kalenin etrafı Safevi askerleri tarafından kuşatıldığı için yardım alma ümitlerini yitiren Kürtler yaralı olan Uluğ Bey’i bir ata bindirerek kaleden kaçtılar. Peşlerine düşen Kızılbaş askerler onları yakalamaya muvaffak olamadılar. Sekiz dokuz gün Kürtlerin elinde kalan Dımdım Kalesi böylece tekrar Safeviler’in eline geçti (Münşi, 1350; 890).
Sonuç
Osmanlı Devleti ve İran sınırında yerleşik olan ve iki imparatorluğun mücadele yörüngesinde bulunan Bradost aşireti bu iki imparatorluğun birbirleriyle olan mücadele ve münasebetlerinde önemli bir rol oynamıştır. Bazen Osmanlılar’la ve bazen Safeviler’le kurdukları konjoktürel ilişki ile hayatta kalmaya çalışan Bradostiler özellikle Safeviler tarafından batıda Osmanlılar’a ve kuzeyde Özbekler’e karşı bir set gibi kullanılmışlardır. Nitekim Özbek saldırılarına karşı kuzey-doğu sınırını güvence altına almak isteyen Şah Abbas muhtelif Kürt topluluklarını İran’ın doğusunda bulunan Horasan’a sürmüş, Bradost Kürtleri de bu sürgünden nasiplerini almışlardır.
Safevi Devleti’nin izlediği Şia temelli mezhep siyasetinden rahatsız olan Kürtlerin Osmanlılar’la daha yakın ilişki içinde oldukları bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte özellikle araştırmaya konu olan Bradost Kürtlerinin Safevilerle de sürdürülebilir bir ilişki içinde oldukları anlaşılmaktadır. Ancak Şah Abbas saltanatının ilk yıllarında bu sürdürülebilir ilişki bir çatışmaya dönüşmüş ve Bradost miri Emir Han Bradost’un Dımdım Kalesi’ni inşa edip yerleşmesinden sonra taraflar arasında aylarca süren bir savaş yaşanmıştır. Bu savaş Dımdım Kalesi’nin Safevilerce ele geçirilmesiyle sonuçlanmış ve büyük bir kırılma yaşayan Bradostiler’den bazıları Horasan’a sürülmüşlerdir.
Önceleri müttefik olan Bradostiler ile Safeviler arasında daha sonra kanlı bir çarpışmanın yaşanma sebepleri bu çalışmada tahlil edilmeye çalışılmıştır. Safevi şahı Şah Abbas’ın Emir Han Bradost’u Bradost aşiretinin reisi olarak ataması ve kendisine altından bir el yaptırıp onu han olarak tanıması hem Safevi kaynaklarında hem de Kürt destansı anlatımlarında zikredilmiştir. Bu dostane ilişkinin bozulmasının sebeplerini kanaatimizce Anadolu’dan kaçıp Safeviler’e sığınan celalilerin yarattığı güvensizlikte ve bölgedeki yerel Türkmen beylerinin Bradostiler aleyhine yaptıkları girişimlerde aramak gerekir. Unutulmamalıdır ki son derece hassas ve geçişgen olan Osmanlı-İran sınır hattında ilişkiler kısa sürede büyük değişiklikler yaşamakta ve hem merkezi hem de yerel güçler değişen şartlara göre yeni ittifaklar kurabilmektedirler.
Bu çalışmada Kürt sözlü kültüründe de hatırı sayılır bir etki bırakan Dımdım Kalesi kuşatması dönemin Safevi kaynaklarına dayanılarak tahlil edilmeye çalışılmıştır. Bu yapılırken mezkur kaynakların anlatım tarzına sadık kalınmış, eserlerin ilgili kısımları tarafımızca çevrilerek aktarılmıştır. Elbette adı geçen Safevi kaynaklarının hadiseyi ”resmi tarih” anlayışıyla aktardıkları gözden kaçırılmaması gereken bir husustur.
Kaynaklar
Kitap-Makale-Tez vb. Basılı Kaynaklar:
Aydoğmuşoğlu, Cihat (2011), Şah Abbas ve Zamanı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı, Ankara.
Bitlisi, Şerefhan (2013), Şerefname I-II, Nubihar Yayınları, İstanbul.
Casimê Celîl (2017) , Kela Dimdimê, Nubihar Yayınları, İstanbul.
Cünabadi, Mirza Bey (1378), Ravzatü’s-Safeviyye, (Haz: Ğulam Rıza Tabatabai), Bonyad-ı Mevkufat, Tahran.
Devellioğlu, Ferit (1999), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, İstanbul.
Evliya Çelebi (2006), Seyahatname, 1. cilt, 1. kitap, (Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), YKY, İstanbul.
Evliya Çelebi (2010), Seyahatname, 4. Cilt, 1. Kitap, (Hazırlayanlar: Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), YKY, İstanbul.
Gündüz, Tufan (2010), Anadolu’da Türkmen Aşiretleri ”Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, Yeditepe Yayınevi, İstanbul.
Hammer, Joseph Von (1998), Büyük Osmanlı Tarihi, C. 4, Üçdal Neşriyat, İstanbul.
Harman, Ömer Faruk (2000), İrem, TDV İslam Ansiklopedisi, C 22, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul.
Huart, CL. (2001), Abbas I, İslam Ansiklopedisi, C. 1, MEB Yayınları.
Izady, Mehrdad (2007), Bir El Kitabı Kürtler, Doz Yayınları, İstanbul.
Kaplan, Yaşar (2015), Destana Kela Dimdim û Xanê Lepzêrîn, Yüksek Lisans Tezi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalı, Van.
Lazarev M.S-Mıhoyan Ş.X (2010), Kürdistan Tarihi, Avesta Yayınları, İstanbul.
Münşi, İskender Bey (1350), Târih-i Âlem-ara-yı Abbasi, (Haz: İrec Efşar), Çaphane-yi Gülşen, Tahran, 1350, Cilt II.
Özbaran, Salih (2004), Bir Osmanlı Kimliği 14. ve 17. Yüzyıllarda Rûm/Rûmî Aidiyet ve İmgeleri, Kitap Yayınevi, İstanbul.
Sümer, Faruk (1976), Safevi Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, Ankara.
Şemseddin Sami (2007), Kamus-ı Türki, Çağrı Yayınları, İstanbul.
Yezdi, Celaleddin Muhammed Müneccim (1366), Tarih-i Abbasî veya Rûznâme-i Molla Celâl, (Haz: Seyfullah Vehidniya), İntişarat-ı Vehidniya, Tahran.
Zeki Bey, M.E (2011), Kürtler ve Kürdistan Tarihi, Nubihar Yayınları, İstanbul.
Zendiye-Kanberi (2016), Safevi Şahı I. Abbas’ın Saltanatı Döneminde Dımdım Kalesi’nin Fethi ve Bradost Kürtlerinin Mağlub Edilmesinin Sebep ve Sonuçları Üzerine Bir İnceleme, İran Yerel Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 4, sayı 2, s. 19-28.
Zilan, Reşo (2015), Edebîyata Kurdî ya Gelêrî, (Ed: Ramazan Pertev), Avesta, İstanbul.
İnternet Tabanlı Kaynaklar:
http://www.ttk.gov.tr/genel/tarih-cevirme-kilavuzu/ (15.06.2018)
https://dictionary.abadis.ir(01.03.2016)
[1] Sözlük anlamı olarak çabuk parlar, sert tabiatlı, asi, serkeş, Hicri 11. yüzyıldan önce Anadolu’da zuhur etmiş bir zümre için kullanılan ifade şeklinde kaydedilmiştir (bkz. Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki, Çağrı Yayınları, 2007, s. 478; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, 1999, s. 130).
[2] Özellikle kale kuşatmalarında kullanılan orta çapta uzun menzilli toptur. İtalyanca ballamezza (yarım top) ya da balimezzo sözcüklerinin bozulmuş şeklidir
[3] Şahseven: Şah taraftarı anlamında Farsça bir terkip. Safeviler döneminde Şah taraftarlarını muhaliflerinden ayırt etmek için kullanılmıştır (Bkz: https://dictionary.abadis.ir).
[4] Destanın ilgili kısmı için bkz: Casimê Celîl, Kela Dimdimê, Nubihar Yayınları, İstanbul, 2017, s.71.
[5] Geleneksel dünyanın savaş yöntemlerinden biri de sınırlı imkanlarla hava alan mekanlardaki hasımları dumana maruz bırakarak boğmaktı. Bir çeşit ilkel kimyasal silah olarak kullanılan bu metoda dair yeteri kadar örnek bulunmaktadır. Öyle ki kitlesel bir imha örneğine Osmanlı kroniklerinde de rastlanabilmektedir. İlgili örnek şöyledir; Nasuh Paşa, Diyarbekir valisi iken buralara Celali gailesine son vermek gayesiyle gelen Sadrazam Kuyucu Murad Paşa’nın başında bulunduğu orduya yardıma gitmiştir. Aşti Kürt aşiretinin bir kalesini ele geçiren Nasuh Paşa, üç-dört bin nüfus olan halkını erkek, kadın, çocuk bir çukura doldurup dumanla boğmuştur (Joseph Von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1998, C. 4, s. 477).
[6] Begdili aşiretinin kollarından biri Kızılbaş aşiretler birliği içinde yer almış ve Safeviler’in Osmanlılar’a karşı yaptıkları mücadelelere katılmıştır (Bkz: Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri”Bozulus Türkmenleri 1540-1640”, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2010, s.120).
[7] Kale içinde kale, yani iç kale anlamına gelir.
[8] “Hariçten alınan (harici/ithal) tesbihin zikr-i Haydar’da yeri yoktur, Onu cehennem köpeklerinin boynuna ip yap“. Metindeki Farsça çeviriler makale yazarı Cafer Açar’a aittir.
[9] Muhammed Emin Zeki Bey’e göre Kürtler’e ve sünnilere büyük bir düşmanlık besleyen Pir Budak Han h.1025/m.1616 yılında Mahmudi Kürtleri’nin emiri Zeynel Han tarafından öldürüldü ve Emir Han Yekdest’in intikamı alınmış oldu (Zeki Bey, 2011; 184).
Bernamegeh Türkçe
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!