GILGAMIŞ

GILGAMIŞ DESTANI

Tabletlerdeki metne göre destan, Gılgamış’ın özelliklerini övgüyle anlatarak başlar. Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış karada ve denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez bir savaşçıdır. Destanının, öbür bölümlerinde Gılgamış’ın başından geçen serüvenler anlatılır. Derinlemesine hikaye türünün en olağan üstü biçimde anlatıldığı Gılgamış akılların tamamen özgür ve doğaçlama melekesini gözler önüne sermektedir.

İlk serüven Gılgamış ile Gök tanrısı Anu arasında geçer. Halkına acımasız davrandığı için Gılgamış’a öfkelenen Anu, onu öldürmek için vahşi bir hayvan olan Enkidu’yu üzerine salar. Enkidu ile Gılgamış arasındaki savaşta Gılgamış üstün gelir. Daha sonra Enkidu Gılgamış’ın en yakın dostu ve yardımcısı olur.

Bunun ardından gelen serüven Gılgamış ile aşk tanrıçası İştar arasında yaşanır. İştar Gılgamış’a evlenme önerisinde bulunur. Gılgamış bunu red eder. Onuru kırılan İştar Gılgamış’ı öldürmek için yeryüzüne bir boğa gönderir. Gılgamış, Enkidu’nun da yardımıyla boğayı öldürür. Enkidu rüyasında, boğayı öldürdüğü için tanrılar tarafından ölüme mahkum edildiğini görür.

Destanın bundan sonraki bölümüyle ilgili tabletler bulunamamıştır. Ama, destanın devamının yer aldığı Gılgamış’ın Enkidu için yaktığı ağıtı, düzenlediği görkemli cenaze törenini, sonunda Enkidu’nun ölüler dünyasına göçtüğünü anlatan tabletler bulunabilmiştir.

Enkidu’nun ölümünü Tufan öyküsü izler. Tufan, yeryüzünün sularla dolup taşmasının öyküsüdür. Gılgamış destanında Tufan’ı tanrıça İştar ve Bel’in başlattığı anlatılır. Gılgamış, Tufan’dan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği Utnapiştim’i bulmak üzere yola çıkar. Utnapiştim ölümsüzlüğün sırrını bilen bir bilgedir.

Utnapiştim’i bulan Gılgamış, onun verdiği ölümsüzlük otuyla gençliğine yeniden dönecek ve ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Ama, destanının insanlar için en üzücü bölümü burada başlar. Çünkü Gılgamış ölümsüzlük otunu yemeye fırsat bulamadan onu bir yılana kaptırır ve Uruk’a eli boş döner. Bazı kaynaklar, Gılgamış’ın ölümsüzlük otunu halkıyla birlikte yemek istediğini belirtir. Destan, Gılgamış’ın ölüm karşısında yenilgisiyle biter. Gılgamış destanı Nuh Tufanı’nın anlatıldığı ilk yazılı eserdir. Uruk kentinin kralı Gılgamış’ın yaşamını anlatan destan, kimilerine göre kutsal kitapların da kaynağıdır.

Çoğu tarihçi, tarihin, çivi yazısını bulan Sümerlilerle başladığını söyler. M.Ö. 4 bininci yılın ikinci yarısında Aşağı Mezopotomya’da yaşayan; Ur, Uruk, Kiş, Eridu, Lagaş ve Nippu gibi önemli kentler kuran Sümerlerden geriye, o dönemi yansıtan pek çok eser kalmıştır. Bunlardan belki de en önemlisi, içinde Nuh Tufanı’nın da anlatıldığı Gılgamış Destanı’dır. Sümer diliyle “Sha Nagba İmuru” yani “Her şeyi görmüş olan” Gılgamış, bugün Gaziantep’in Suriye’ye sınır ilçesi Karkamış’ın o dönemki adıyla, Uruk kentinin kralıdır.

İlk yazılış tarihi M.Ö. 2500-3000 yılları arasında olduğu tahmin edilen destan, Sümerce 12 tane kil tablete yazılmıştır. İlk yazılımın dışında destan, daha sonra Babil döneminde iki kez daha yazılmıştır. Toplam 2 bin 900 satır olduğu tahmin edilen destanın en önemli bölümleri eksiktir. Sadece yüzde 60’ı tam olarak bulunan şiir formatında yazılmış destanın bazı dizelerinin başı ve sonu yoktur.

Gılgameş Destanın’ın Konusu

Destanın kahramanı Uruk Kralı Gılgamış, dörtte üçü tanrı, dörtte biri insan olan bir varlıktır. Gılgamış halk tarafından çok sevilir ama, kral aynı zamanda sert, güçlü ve mağrurdur. Halk bu öfkeli kralın burnu biraz sürtülsün düşüncesiyle tanrılardan yardım ister. Dualar boşa gitmez ve tanrıça Aruru, yarı vahşi bir yaratık olan Enkidu’yu yeryüzüne gönderir. Enkidu destanın ikinci önemli karakteridir. Fakat Enkidu’nun kırlarda yaptığı kıyımlar Gılgamış’tan çok dilekte bulunan Uruk halkının başına bela olur. Gılgamış, Enkidu’yu yola getirmek için güzel bir fahişe yollar ve ehlileşmesini sağlar. Kadının peşinden kente gelen Enkidu krallar gibi ağırlanır, güzel kokularla yıkanır, kentlilere özgün elbiseler giyer, oturup kalkma dersleri alır. Tanrının isteğinin aksine Gılgamış’la Enkidu çok iyi arkadaş olurlar.

Güçlerini sınamak için yola koyulan ikili, kendilerine hasım olarak, korkunç sesiyle bile insanları öldürebilen Sedir ormanının korucusu dev Huvava’yı seçer. Ancak devin gürleyişi karşısında Enkidu korkudan dona kalır. Gılgamış ise etkilenmez ve devi öldürür. Bunu gören tanrıça İştar, Gılgamış’a aşık olur. Fakat Gılgamış tanrıça İştar’ı, fahişe gibi davranıp her önüne gelenle hatta hayvanlarla bile birlikte olduğu için aşağılar ve reddeder. Tanrıçanın intikam almak için Uruk kentine yaptığı saldırılar ise iki kahraman tarafından bertaraf edilir.

Günün birinde Enkidu ölüme yenik düşer. Dostunu yitirdiği için çılgına dönen Gılgamış, kendisinin de bir gün öleceği gerçeği ile karşılaştığından paniğe kapılır. Ölümsüzlüğün sırrını öğrenmek için “tufan”ı yaşamış ve ölümsüzlüğe ermiş olan Utnapiştim’i görmeye gider. Utnapiştim, binbir zorlukla Mutlular Adası’ndaki evine gelen Gılgamış’ı geri çevirmez ve ona tufanı anlatır. Tanrılar bir tufan ile insanları yok etme kararı alırlar. Ancak Utnapiştim, tanrı Ea’nın uyarısı üzerine ailesini, çeşitli zenaat erbabını, hayvan ve bitki türlerini içine alacak yedi bölümden oluşan bir gemi inşa eder. Yedi gün, yedi gece süren ve yeryüzünün sularla kaplandığı tufan sonunda Utnapiştim’in gemisi Nisir Dağı’nın tepesinde karaya oturur.

Utnapiştim, Gılgamış’tan, genç kalmanın sırrının, denizin diplerinde bulunan bir bitkide olduğunu saklamaz. Kral sevinçle denizin diplerine dalar ve otu bulur. Ancak Gılgamış’ın yorgunluktan uykuya dalmasından yararlanan bir yılan, otu yutuverir. Destan, yılanların her bahar deri değiştirmesini bu olaya bağlamıştır. Ebediyen varolma şansını yitiren Gılgamış deliye döner. Çaresiz bir biçimde geldiği Uruk’ta artık Enkidu’nun ruhuyla kurduğu ilişkiden başka avuntusu kalmamıştır. Gılgamış, Enkidu’ya ölümden sonraki hayata dair yönelttiği sorularla biraz olsun teselli bulurken bilgeliğin dünyanın nimetlerinden yararlanmak anlamına geldiğini kavrar ve destan da sona erer.

Gılgamış Destanının Versiyonları

Gılgamış Destanı, bilinen en eski metindir. Tamamı yaklaşık üç bin dize olması gereken bu metnin, bugüne ulaşabilen kısmı üçte ikisinden biraz daha azdır. Destan, Gılgamış’ı Kent Devleti “Uruk’un kralı” olarak tanıtmaktadır. Sümerlerin Krallar Listesi’nde Gılgamış Uruk’ta Tufandan sonra iktidarı ele geçirmiş ilk hanedanın beşinci hükümdarıdır.(M.Ö. 2650 yıllarına doğru) Destana göre, Gılgamış dünyaya bir tanrıinsan olarak gelmiştir. Babası kendinden önce kral olan, sonra tanrılaştırılan Lugalbanda, annesi tanrıça Ninsun’dur. Bu nedenle, onun üçte biri insan, üçte ikisi tanrı olarak kabul edilmiştir.

Destanda, kaçınılmaz son karşısında duyulan korkular, reddedişler, kaygılar; ölümü aşmak ya da ona çare bulmak için harcanan çabalar ve sonra yenilgiyi kabullenme söz konusudur. Gılgamış Destanı, M.Ö. 2330-2000 arasında yazılı hale getirilir. M.Ö. 1750-1600’de Babil kralı Hammurabi döneminde destanın bugünkü ifadesiyle Eski Versiyonu meydana gelir. M.Ö. 16001000 süresince değişik tanıtımlar ve versiyonlar halinde yayılır. M.Ö. 1000’e doğru Asur üstünlüğü yaşandığı dönemde Sinleqe’unneni, destanı yeniden yazar ve Ninova Versiyonu oluşur.

Destan, bir dönemden başka bir dönemi geçişi ifade etmektedir. Yazısız dönemde başlar ve yazılı dönemde devam eder. Avcı toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik yaşam biçimine, oradan da kentsel yaşam biçimine geçişin özelliklerini taşır. Doğadan kültür dünyasına geçiştir. Humbaba, destanda nefesi ölüm kokan bir yaratık olarak tanımlanmaktadır. Humbaba’nın tanrılar tarafından görevlendirilmesi, ölümün insanın kaderi olduğunun sembolik göstergesidir.

Versiyonları

1. Eski Versiyonu: M.Ö. II. bin yılın ikinci çeyreğine tarihlenen, Eski Babil dönemine aittir. Akkadca yazılan bu versiyon, genellikle Gılgamış’ın uzak ülkelere seyahatlerinin değişik anlarını anlatan basit tablet parçalarından oluşur. Bu ilk taslağın parçaları farklı yerlerde mevcuttur.

2. Hitit Versiyonu: Daha çok özet niteliğindedir. Hititler tarafından kendi dillerine çevrilir. “Gılgamış Şiiri” olarak adlandırdıkları destanda, Gılgamış’a karşı koyması ve onun aşırılıklarını dizginlemesi için kendisi kadar güçlü olan Enkidu’nun doğumuna tanrılar tarafından karar verilişi, Enkidu’nun doğumu, Gılgamış ile birlikte Sedir Ormanı’na yolculukları, Enkidu’nun hastalanması ve ölümü, Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arayışı anlatılmaktadır. Fakat sonu kayıptır.

3. Hurri Versiyonu: Destan, Hurri diline de çevrilmiş ancak günümüzde çözülememiştir.

4. Ninova Versiyonu: “Asurbanipal Kütüphanesi”nde bulunmuştur. Her biri iki yüz üç yüz dizeden oluşan on bir tablete dağılmış iki bin beş yüz ila üç bin dizeden oluşur. Buna sonradan, önceki tabletlerin öyküsüyle bir ilişiği olmayan XII. tablet eklenmiştir.

Tabletlerdeki metne göre destan, Gılgamış’ın özelliklerini övgüyle anlatarak başlar. Yarı insan, yarı tanrı olan Gılgamış karada ve denizde olan biten her şeyi bilen başarılı bir yapı ustası ve yenilmez bir savaşçıdır. Destanının, öbür bölümlerinde Gılgamış’ın başından geçen serüvenler anlatılır. Derinlemesine hikaye türünün en olağan üstü biçimde anlatıldığı Gılgamış akılların tamamen özgür ve doğaçlama melekesini gözler önüne sermektedir.

Destanın Sümerce yazımının anlaşılması oldukça zordur. M.Ö. 1800 yıllarında Babil kralı Hammurabi (M.Ö 1792-1750)zamanında tekrar yazılan Gılgamış Destanı’nın üç tableti bulunamamıştır. Destanın son yazılım tarihi tam olarak bilinemese de, son ozanının, Kassitler çağında yaşamış Sin Lekke Unnini adında bir sanatçı olduğu kabul edilmektedir.

Standart Babilce versiyonu

Destanın standart Babilce versiyonu, Hormuzd Rassam tarafından 1853’te Ninova’daki Asurbanipal Kütüphanesi’nde keşfedildi. “Standart Babilce” edebi amaçlar için kullanılan bir edebi tarzı ifade eder. Bu versiyon Sin-liqe-unninni tarafından MÖ 1300 ile 1000 yılları arasında önceki metinlerden derlenmiştir. Standart Babilce versiyonu, eski versiyondan farklı açılış sözcüklerine sahiptir. Eski versiyon “Diğer tüm kralları aşan” ifadesiyle başlarken Standart Babilce versiyonunda “Derinleri gören” (ša naqba īmuru) ifadesi ile başlar. Gılgamış’a tanrılara nasıl tapılacağı, neden insanlar için ölüm emredildiği, iyi bir kralın nasıl olduğu ve nasıl iyi bir hayat yaşanacağı hakkında bilgi verilmiştir. Tufan efsanesinin kahramanı Utnapiştim’in hikâyesi, Babil destanı Atra-Hasis‘te de bulunabilir.

Destanın ilk iki tabletini sizlere sunuyoruz:

GILGAMIŞ DESTANI (1.TABLET) – Türkçe çevirisi Mustafa Ramazanoğlu :

Yerin dibindeki suyun kaynağını görenin öyküsünü dinle, yurdum!
Dünyada her şeyi bilen adamın adını ünlendireyim:
Onun görmediği hiçbir şey yoktur.
Dünyanın bütün bilgeliklerini bilip,
Torunlarına bırakan bir adamdır.
Gizleri görüp bunların perdesini yırtan bir adamdır.
Tufandan önce olanın haberini getirdi.
Uzun yoldan gelip yorgun düştü; ama gücünü yitirmedi.
Bütün çektiklerini bir anıt taşına kazıdı.
Uruk’un dört bir yanına duvar çektirdi.
Kutsal E-anna’nın (3) ve temiz hazinenin duvarına bak!
O duvar, didilmiş yünden örülen bir urgan gibidir.
Onun köşe burçlarını da gözden geçir!
Onun eşini hiç kimse yapamaz.
Ta öteden beri orada duran taş merdivenden yol alıp
İştar’ın oturduğu E-anna tapınağına yaklaş!
Sonradan gelen hiçbir kral onun eşini yapmadı.
Uruk duvarının üstüne çık! İleri yürü!
Temeli gözden geçir! Tuğla duvarı incele.
Acaba bunun tuğlaları pişmiş (4) değil midir?
Temeli yedi bilge kurmamış mıdır? (5).
(Burada 25 satır eksiklik vardır. Bu eksiklik Etice yazmadan
aşağıdaki biçimde tamamlanabilir.)

Ulu Tanrı Gılgamış’ı en yetkin biçime soktu.
Bütün tanrılar, ona en iyi erdemleri vermek için birbirleriyle yarış ettiler.
Güneş Tanrısı ona, erdemin en yükseğini,
Yeraltındaki Tatlı Su Okyanusunun Tanrısı Ea, bilgeliği bağışladı (6).
Büyük tanrılar Gılgamış’ı şu ölçüde yarattılar:
Boyunun uzunluğu on bir endaze, Göğsünün genişliği dokuz karış (7).
(Gılgamış’ın bedeninin betimlemesini, son yeni Babil yazmasında korunmuş olan ufacık bir parçadan, aşağıdaki gibi tamamlamaya çalışabiliriz.)

Adımlarının genişliği …… idi. Sakalı yanaklarından aşağı uzamıştı.
Güzel bıyıkları vardı. Başındaki saçlar gürdü.
Bedeni her bakımdan ölçülüydü.
Onda üçte iki tanrılık, üçte bir insanlık vardı.
Gövdesi pek iriydi.
(Altı satır eksik)

Bütün ülkeleri dolaştıktan sonra Uruk kentine vardı.
Uruk caddelerinde kurumundan kafasını dik tutuyordu.
Caddelerde yabanıl bir boğa gibi böğürürdü. Eşsizdi.
Silâhları kalkıktı.
İnsanlara dirlik vermemek için eli durmazdı.
Dirliksizliği yüzünden Uruk halkı gittikçe eksildi.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz, gece gündüz kudurup sağa sola çatardı.
Gılgamış ağılı bol (8) Uruk’un ne biçim çobanıdır? (9)
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral,
Oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış’ın savaşçılarının kızları, erlerin karıları,
Bundan ötürü tanrıların huzurunda ağlayıp sızlandılar.
Bunların ağlayıp sızlanmalarını tanrılar dinlediler.
Gökyüzünün tanrıları da,
Uruk kentinin baştanrısı Anu’ya başvurarak şöyle dediler:
“Sen, ipe gelmez, yabanıl, vahşi boğayı,
Uruk halkını tedirgin etmek için mi yarattın?
Eşsizdir. Silâhları kalkıktır.
İnsanlara dirlik vermemek için eli durmaz.
Gılgamış, oğulu babaya bırakmaz.
Gece gündüz kudurup sağa sola çatar.
Gılgamış ağılı bol Uruk’un ne biçim çobanıdır?”
Öylesine güçlü, üstün, bilgiç, bilge olan bir kral
Oğulu babaya, sevileni sevene, kocayı karıya hiç bırakır mı?
Gılgamış’ın savaşçılarının kızları, erlerinin karıları
bundan ötürü ağlayıp sızlandılar.
Bunların ağlayıp, sızlanmalarını büyük Gök Tanrısı dinledi. (10)
Büyük tanrıça Aruru (11) çağırıldı:
“Ey Aruru, sen büyük Anu’yu yarattın. Şimdi onun rakibini yarat!
O istediği denli Gılgamış’a karşı dursun.
Bu iki yiğitin birbirlerine karşı güçlerini ölçmelerinden
Uruk şehri soluk alsın!”
Tanrıça Aruru bunu duyar duymaz
Gök Tanrısının rakibini kalbinde yarattı.
Aruru ellerini yıkadı; bir parça çamur koparıp yazıya attı.
Ve yazıda yiğit Engidu’yu yarattı.
Çamurdan yaratılan Engidu, demir gibi sertti (12).
Bütün gövdesi kıllarla kapkara olmuştu.
Kadın gibi uzun saçları vardı.
Saçının lüleleri tıpkı buğday başağı gibi filizlenmişti.
O, insan ve kent yüzü görmemişti.
Üzerinde, yazının hayvanları gibi bir giysi vardı.
Bu durumda ceylanlarla ot yiyor,
Yabanıl hayvanlarla itişe kakışa suvata (13) iniyor;
Suyun kalabalığıyla (14) gönlü açılıyordu.
Günün birinde suvatın karşı yakasında bir avcıya,
Bir tuzak (15) kurana rasgeldi.
Birinci gün, ikinci gün
Ve üçüncü gün suvatın karşısında ona rasladı.
Onu gören avcının yüzü dondu;
hayvanlarıyla olduğu yerde saklandı;
Korkudan titremeye tutuldu; sesi soluğu kesildi,
İçini sıkıntı bastı; çehresini bulut kapladı;
Gönlünü gam, üzünç sardı;
Yüzü uzun yolculuk yapan bir yolcunun yüzüne döndü.
Avcı, konuşmak için ağzını açıp babasına dedi:
“Baba, dağdan bir adam geldi. Bu yörenin en güçlüsüdür.
Gökten inen yoğun cevhere (16) benzer.
Gücü büyüktür, hep dağda dolaşıyor.
Her zaman yabanıl hayvanlarla ot yiyor.
Ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor.
Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları (17) doldurdu.
Gerdiğim ağları yerden koparıp çıkardı.
Kırın kalabalığını, (18) avı elimden kaçırıyor,
Kırdaki işime engel oluyor.”
Babası konuşmak için ağzını açıp avcıya dedi:
“Biliyor musun oğlum, Gılgamış Uruk’ta oturuyor.
Onu yenecek kimse yoktur. Gökten inen yoğun cevhere benzer.
Gücü büyüktür. Ona, krala yüzünü dön!
Güçlü adam hakkında ona bilgi ver.
O sana bir fahişe versin. Onu kıra götür.
O kadın, bu adamı orada, güçlü bir adam gibi yensin.
Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında,
O kadın giysisini atsın ve o da zevke dalsın.
Kadını görür görmez, ona yaklaşacaktır:
Fakat kırlarda onunla birlikte yürüyen hayvanlar,
Onu yadsıyacaklardır.”
Babasının öğüdü üzerine kalkıp, avcı yaya olarak Gılgamış’a gitti.
Yolunu tuttu, Uruk’un ortasında durdu:
“Gılgamış, beni dinle ve bana öğüt ver! Dağdan bir adam geldi.
Bu, ülkenin en güçlü adamıdır.
Gökten inen yoğun cevhere benzer; gücü büyüktür.
Her zaman dağda dolaşıyor, hep yabanıl hayvanlarla ot yiyor,
Ayağı suvatın karşı yakasından hiç eksilmiyor.
Korkudan ona yaklaşamıyorum. Açtığım çukurları doldurdu.
Gerdiğim ağları yerden çıkarıp kopardı…
Kırın kalabalığını, avı elimden kaçırıyordu.
Kırdaki işime engel oluyordu!”
Gılgamış, ona, avcıya dedi:
“Ey avcı, git; yanında bir fahişe, bir orospu görür!
Yabanıl hayvanlar suvata yaklaştıklarında,
Kadın, giysisini atıp şehvetini kabartsın;
kırlarda onunla büyüyen hayvanlar, onu yadsıyacaklardır.”
Avcı gidip yanına bir fahişe, bir orospu aldı.
Bunlar doğru gidecekleri yerin yolunu tuttular.
Üçüncü günde belli yere vardılar.
Avcı ve fahişe yerlerine oturdular.
Bir gün, iki gün suvatın karşısında beklediler.
Hayvanlar gelip suvatta su içtiler.
Su kalabalığı geldi (19) ve yüreği rahatladı.
Ne de olsa Engidu, dağda yaşadığı için,
Ceylânlarla ot yiyor, su kalabalığıyla yüreği rahatlıyordu.
Orospu bunu, bu yabanıl adamı,
Kırda dolaşan bu cellat (20) herifi gördü.
“Orospu! İşte budur. Göğsünü gevşet,
Kucağını zevkine aç, dalsın! Korkma!.. Onun saldırısını karşıla.
Bir kez seni görür görmez sana yaklaşacaktır.
Üstünde yatması için giysini aç.
O yabanıla kadınlık becerini göster.
Kırlarda onunla büyüyen hayvanlar onu yadsıyacaklardır.
Onun tutkusu (21) senin üstünde zevke doyamayacaktır.”
Orospu, göğsünü gevşetti. Kucağını açtı.
Ve o, kadının zevkine daldı.
Kadın korkmadı. Onun saldırısını karşıladı.
Üstünde yatması için giysisini açtı.
Yabanıl adama kadınlık becerisini gösterdi.
Onun tutkusu kadının üstünde zevke doymadı.
Engidu, altı gün, yedi gece uyanık kalarak
Nefsine uyarak orospuyla bir oldu.(22)
……………………………………………(23)
Engidu’yu gören ceylânlar mertleyip (24) kaçtılar.
Artık kırın hayvanları onun yanından uzaklaştılar.
Hayvanların ondan uzaklaştığı sırada, Engidu,
Bedeni bağlanmış gibi ürperdi. Dizleri tutmadı.
Engidu zayıf düştü. Yürüyüşü eskisi gibi değildi.
Sonra aklı başına geldi; işi anladı.
Geri dönüp orospunun dizlerine oturdu,
Onun yüzüne bakarak sözlerine kulak verdi.
Orospu ona, Engidu’ya dedi:
“Engidu sen bilgesin, sen bir tanrı gibisin!
Neden bu kalabalıkla kırda dolaşıyorsun?
Gel, seni Uruk’a, Anu’nun, İştar’ın evi olan
Görkemli tapınağa götüreyim. Gılgamış’ın olduğu yere,
Gücü tam olan adamın, yabanıl boğa gibi
İnsanlara zorbalık eden yiğitin yanına.”
Fahişenin bu sözleri Engidu’nun hoşuna gitti;
Bilge gönlü bir arkadaşa gereksinim duydu.
Engidu ona, orospuya dedi:
“Gel orospu, beni birlikte götür!
Anu’nun, İştar’ın evi olan görkemli tapınağa;
Gılgamış’ın olduğu yere, gücü tam olan adamın,
Yabanıl boğa gibi insanlara zorbalık eden yiğitin yanına.
Ben ona meydan okumak istiyorum.
Yiğit gibi konuşmak istiyorum.
Uruk’a gidince Uruk’un yazgısını değiştiririm.
Kırda doğanın gücü yamandır!”
“Gel, bırak gidelim. O, senin yüzünü görsün.
Sana Gılgamış’ı göstereyim.
Onun nerede olduğunu çok iyi biliyorum.
Engidu, Uruk’a gel. Süslü kemerler kullanan insanların yanına!
Her gün orada bir bayram kutlanır.
Neşe yaratan genç oğlanların,
Görülmeye değer genç kızların oldukları yere.
Zevk onlardadır; tam neşe içindedirler.”
(Bir satır eksik)
“Engidu, sana yaşamı seven,
Acıdan zevk alan Gılgamış’ı göstermek isterim.
Onu gör, onun yüzüne bak: O, erkek güzelidir.
Tam güçlüdür; senden güçlüdür. Gece gündüz dinlenmesi yoktur.
Engidu, kıskançlığını bırak!
Ona, Gılgamış’a, sevgiyi Şamaş (25) gösterdi.
Onun aklını düşüncesini Anu, Enlil ve Ea (26) genişlettiler;
Sen o dağdan gelmezden önce, Gılgamış seni düşünde gördü;
Düşünü yorarak kalktı, anasına anlattı:
“Aman ana, ben bu gece bir düş gördüm.
Bütün gücümle adamların arasından geçip ileri gittim.
Orada gökyüzünün yıldızları birdenbire yere döküldüler.
Göktaşı gibi yukardan aşağı üstüme düştü.
Onu kaldırmak istedim. Bana ağır geldi,
Kımıldatmak istedim, kımıldatamadım.
Uruk halkı oraya toplandı.
Erkekler onun ayaklarını öptüler ve ben,
O bir karıymış gibi, üzerinde ondan zevk aldım (27).
Orada kendi kendime zorladım. Onlar bana yardım ettiler.
Onu kaldırdım ve sana getirdim.”
Her şeyi öğrenen Gılgamış’ın anası, Gılgamış’a anlattı:
“Gılgamış, bu açık bir şeydir.
Kırda sana benzer biri doğmuştur. Onu dağlar yetiştirmiştir.
Senin onu görür görmez, bir karıymış gibi üzerinde
Ondan zevk aldığın adam, senden asla ayrılmayacaktır.
Adamlar onun ayaklarını öpecektir. Sen onu kucaklayacaksın.
Onu bana getireceksin! O, güçlü Engidu’dur.
Dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır.
Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür.
Gökten inen yoğun cevhere benzer. Gücü büyüktür.
Senin, karı gibi, üstünde zevk aldığın o adam,
Senden hiç ayrılmayacaktır.”
Gılgamış uyumak için yattı ve başka bir düş gördü.
Anasına anlattı:
“Aman ana, başka bir düş gördüm.
Karışık şeyler gördüm.
Uruk’ta yolun ortasında bir balta yatıyordu.
Bunun çevresine toplanmışlar; halk da oraya zorluyordu.
Bu baltanın görünüşü şaşırtıcıydı.
Ona baktığımda sevindim.
Onu severek, bir karıymış gibi,
Onun üzerinde ondan zevk aldım ve yanıma koydum.”
Bilge, bütün bilimleri bilen Ninsun (28), oğluna dedi:
“Gılgamış, senin o adamı görmenin,
O bir karıymış gibi onun üzerinde, ondan zevk almanın anlamı,
Onu sana denk tutacağımı gösterir.
Bu, yine güçlü Engidu’dur,
Dar zamanda arkadaşa yardım eden bir yoldaştır.
Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür.
Gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!”
Gılgamış bir daha anasına dedi:
“Bu, bana büyük bir pay olarak düşsün!
Bir arkadaş kazanmak isterim, bir yoldaş!”
(Bir satır eksik)
Ve Gılgamış düşleri yordu.
“Gel bakalım, yaş yerden kalk!”
Fahişe böylece Engidu’ya anlattı.
Hayvanların su içtikleri yerde ikisi yalnız kalmışlardı.

________________________

İKİNCİ TABLET

Engidu fahişenin karşısına oturdu. O, onun sözcüklerini dinledi
Ve anlattıklarına kulak verdi. Kadının öğüdü yüreğine işledi.
Kadın bir giysi çıkardı: Birini ona giydirdi,
Öbürünü kendisine alıkoydu;
Kadın onu bir ana gibi elinden tutup çobanların sofrasına,
Hayvanların ağılına götürdü.
Onun, yurdu dağlar olan Engidu’nun,
Önceleri ceylânlarla ot yiyen adamın,
Kalabalığın sütünü emenin, şimdi önüne yemek koydular.
O, utanarak gözünü dikiyor, bakıyordu.
Engidu ekmek yemesini bilmiyor, içki içmesini anlamıyor!
Fahişe ağzını açıp Engidu’ya dedi:
“Engidu, ekmek ye! Bu, yaşamın koşuludur!
İçki iç! Bu, ülkenin göreneğidir!”
Engidu, doyuncaya dek ekmek yedi. Yedi küp içki içti.
İçi açıldı, neşe buldu. Yüreğine açıklık geldi, yüzü parladı.
Kıllı, pis gövdesini sıvadı, kendi kendini yağladı (29), İnsana döndü.
Sonra bir giysi giydi, artık adam oldu.
Arslanların üstüne yürümek için silâhını aldı.
Çobanlar geceleri uykuya daldı.
Kurtları yakaladı, arslanları kovaladı.
Eski bekçiler rahat ettiler.
O, güçten üstün insan, o erkeklerin bir tanesi Engidu,
Bunlara bekçi oldu.
(14 satırlık boşluk… Engidu fahişeyle birlikte)

Engidu, orospu ile eğlenirken gözlerini kaldırdı
Ve bir adam gördü. Fahişeye seslendi:
“Yosma! Adam buraya gelsin! O ne diye geldi?
Söyleyeceğini dinlemek isterim!”
Fahişe adamı çağırıp ona yaklaştı, ona dedi:
“Adam, nereye acele ediyorsun? Yorulman neye yarar?”
Adam ağzını açıp Engidu’ya dedi:
“Benimle birlikte kız evine (30) gel!
Nişanlı seçmek için herkesin evi Uruk kralına daima açıktır.
Nişanlı seçmek için herkesin evi,
Uruk kralı olan Gılgamış’a daima açıktır.
O, evlenecek olanlarla önce kendisi yatar, sonra da koca. (31)
Tanrısal yasaya göre bu, tanrının bir buyruğudur.
Bu buyruk kendisine göbeğinin bağı kesilir kesilmez verilmiştir.” (32).
Adamın sözü üzerine benzi sarardı…
(Dokuz satırlık boşluk)

Engidu önden gidiyor, orospu onun arkasından.
O, Uruk’a girince halk çevresine toplandı.
Uruk’ta caddenin ortasında durunca, insanlar başına biriktiler
Ve ondan şöyle söz ettiler:
“O, aşağı yukarı Gılgamış’a benzer. Bedence daha ufaktır;
Ama, kemikleri onunkinden daha güçlüdür.
(Bir satır eksik)
Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür. O, kalabalığın sütünü emmiştir.”
(Bir satır eksik)
Zayıf yavrucuklar gibi ondan korkmalarına karşın, adamlar rahatladılar,
“O yiğite karşı, gösterişi yaman bir yiğit alandadır.
Gılgamış’a karşı tanrıya benzer, onun (33) bir eşi alandadır!
İşhara’ya (34) özgü bir yatak hazırlanmıştır.
Gılgamış’ın onun yanında kalması için.
Bu gece onunla ‘Allahın emri’ olacaktır” (35)
Gılgamış yaklaştığında, Engidu caddenin ortasına dikildi.
Gılgamış’a yolu kapamak isteyip, onu yatak odasına bırakmadı.
(Yedi satır eksik)

Gılgamış kırda büyüyen, gür saçlı, ele avuca sığmaz Engidu’ya baktı:
Kendi kendisine yol açtı ve üstüne yürüdü.
Kentin alanında birbirleriyle karşılaştılar.
Engidu kapıyı ayağıyla kapayıp Gılgamış’ı içeri bırakmadı.
Bunun üzerine boğalar gibi böğürerek kapıştılar:
Kapının direklerini paramparça ettiler. Duvar yerinden sarsıldı!
Gılgamış ve Engidu,
Evet, boğalar gibi böğürerek birbiriyle kapıştılar.
Kapının direklerini paramparça ettiler. Duvar yerinden sarsıldı!
Gılgamış diz üstü yere düşünce, öfkesi indi ve göğsünü geri çekti.
Gılgamış göğsünü çeker çekmez, Engidu ona, Gılgamış’a dedi:
“Anan olan, ağılın yabanıl ineği, Tanrıça Ninsun (36),
Seni bir tane doğurdu.
Başın adamların tepesini aşmıştır!
Enlil senin alnına insanların krallığını yazmıştır!
Gücün evrenin beylerinden üstündür.”
(On satırlık boşluk)

Birbirini öptüler ve arkadaş oldular.
(Görünüşe bakılırsa bundan sonraki 14 satırlık boşluğun sonuna doğru,
Gılgamış’ın Engidu’yu, bir oğul olarak kendi anasına götürmüş
olmasından söz ediliyor. Gılgamış, Engidu’dan şu biçimde söz ediyor:)

“Ülkede en güçlü odur. Güçlüdür.
Gökten inen yoğun cevhere benzer, gücü büyüktür!
Kimse karşısında duramaz. Ona lûtfunu göster.”
Gılgamış’ın anası oğluna dedi,
Ninsun, yabanıl inek, Gılgamış’a dedi: “Oğlum….
(Üç satır eksik)
(Engidu’nun hep korumakta olduğu biçiminden ötürü, Ninsun’un
şaşkınlığını belli ettiği anlaşılıyor. Bundan sonraki beş satırsa,
Gılgamış’ın yanıtlarını oluşturabilir.)

“Onunla yukarı, aile ocağının kapısına gitti.
O, bana karşı pek çok kışkırtıldı.
Engidu’nun babası ve anası yoktur.
Onun dağınık saçları hiç kesilmemiştir.
O, kırda doğduğundan kimse onu eğitmemiştir.”
Engidu orada durdu ve onun söylediklerini dinledi.
Gözleri yaşla doldu.
Söylenenler kendisine pek dokunduğundan acı acı içini çekti.
Gılgamış, yüzünü ona çevirip,
Oturdukları yerde birbirleriyle kucaklaştılar;
Âşıklar gibi eller birbirinin üstüne kondu
Ve Gılgamış, Engidu’ya dedi:
“Dostum, neden gözlerin yaşla dolu?
Söylenenler sana dokunduğu için mi acı acı içini çektin?”
Engidu ağzını açıp Gılgamış’a anlattı:
“Dostum, bir acı boğazımı sıkıyor. Kollarım uyuştu, gücüm azaldı.”
Gılgamış, ağzını açıp Engidu’ya dedi:
(Altı satır eksik)

“Ejder yapılı Humbaba ormanda oturuyor.
Sen ve ben onu öldürüp şu belâyı ülkeden kaldıralım.
Kendimize katran ağaçları devirelim.”
(Dört satır eksik)

Engidu, ağzını açıp Gılgamış’a dedi:
“Dostum, ben dağlarda deneyimliyim;
Yabanıl hayvanlarla oralarda dolaştım.
Ormanın uzaklığı iki kez on bin saat çeker.
Yukarıya, onun içine dalacak kimdir? Humbaba…
Onun böğürtüsü tufandır, evet,
Onun soluğu ateş, saldırısı ölüm.
Neden ötürü böyle şeyleri yapmaya yeliyorsun? (37)
Humbaba’nın oturduğu yer için
Savaşan hiçbir kimse ona karşı dayanamaz!”
Gılgamış, ağzını açıp Engidu’ya dedi:
“Katransa, ben bunun dağına çıkmak istiyorum.
Bu dağ geniş ormanın ortasında bulunuyor.
(Üç satır eksik)

Humbaba’nın bulunduğu ormana gitmek istiyorum.
Savaşta bir balta bana yeter. Sen burada yalnız kal,
Ben oraya gideceğim.”
Engidu, ağzını açıp Gılgamış’a dedi:
“Oraya nasıl gidebiliriz… Katran ormanına?
Gılgamış, onun bekçisi bir savaşçıdır. Hiçbir zaman ımızganmaz. (38)
(İki satır eksik)

Enlil onu, katranları korusun diye İnsanların başına belâ kılmıştır.
Her kim yukarı, ormana çıkarsa, kötürüm olur.”
Gılgamış, ağzını açıp Engidu’ya dedi:
“……………………………………………..” (39)
“Güneş gökyüzünde durdukça tanrılar sonsuza dek yaşarlar.
Ancak, insanın günleri sayılıdır.
Onların ettikleri hep havadır.
Sen daha buradayken ölümden korkuyorsun.
Yiğit ruhundaki gücün sana yararı ne?
Öyleyse, seni ben götüreyim de, ağzın bana:
“İleri git! Korkma” diye çağırsın.
Kendim ölürsem adımı yükseltirim,
‘Ejder yapılı Humbaba’nın düşmanı Gılgamış ölmüştür,’ derler.”
(Sekiz satır eksik)

“Katran devirmek için elimi bulaştırmak istiyorum.
Kendim için bir ad bırakmak istiyorum.
Şimdi dostum, silâhçı ustasına gitmek istiyorum.
Silâhlar gözümüzün önünde dövülsün.”
Elele verip silâhçı ustasına gittiler.
Ustalar oturup birbirleriyle danıştılar.
Büyük baltalar dövdüler. Üç okkalık nacaklar dövdüler.
Yalımı iki okkalık büyük kılıçlar dövdüler.
Kabzaların başı on beş okkalık,
Kılıçların kını on beşer okkalık; altından.
Gılgamış ve Engidu, her biri 300 okkalık silâhlar taşıdılar.
Adamlar, Uruk kentinin yedi sürgülü kapısına vardılar;
Halk bir araya birikti; Uruk sokaklarına neşe saçıldı.
Gılgamış, Uruk sokaklarında halkın neşesine tanık oldu.
O, karşısında oturan halka seslendi:
“Ben, ejder yapılı Humbaba’ya gitmek istiyorum.
O söylenen şeyi, ben Gılgamış, görmek istiyorum!
Onun adı ülkelere yayılmıştır.
Katran ormanına koşmak istiyorum.
Uruk çocuğunun nasıl güçlü olduğunu bütün ülkeye anlatayım.
Katranları devirmek için elimi bulaştırayım.
Kendim için sonsuzlaşacak bir ad yapayım!”
Uruk mahallesinin yaşlıları dönüp Gılgamış’a dediler:
“Gılgamış, sen genç olduğundan,
Gönlün seni böylesine ileri götürdü.
Sen burada ne yaptığını bilmiyorsun.
Bizim işittiklerimiz, Humbaba’nın çok acayip olduğudur.
Onun silâhının karşısına çıkacak olan kimdir?
Orman iki kez on bin saat uzaklık çekiyor.
Yukarı çıkıp onun içine girecek olan kimdir?
Humbaba, onun böğürtüsü tufandır, evet,
Enun soluğu ateş, onun saldırısı ölüm.
Neden dolayı böyle şeyleri yapmaya heves ediyorsun?
Humbaba’nın oturduğu yer için savaşan hiçbir kimse ona dayanamaz!”
Gılgamış, öğütçülerinin sözünü dinledikten sonra,
Gülümseyerek gözlerini arkadaşına dikti (40).
(Dokuz satır eksik)

“Korucuyu meleğin seni sıkıntılardan kurtarsın;
Barış içinde Uruk kıyısına (41) dönmen için sana kılavuz olsun!”
Gılgamış, diz çöküp elini kaldırdı:
“Söyledikleriniz yerini bulsun. Şimdi gidiyorum.
Şamaş!.. Ellerimi sana kaldırıyorum:
Oraya varınca canım sağ esen kalsın!
Beni Uruk kıyısına geri döndür! Gölgeni üstümden eksik etme!”
Bundan sonra Gılgamış, arkadaşını çağırdı,
Falına onunla birlikte baktı. (42)
(Yedi satır eksik)

Gılgamış’ın gözlerinden yaşlar boşandı:
“Hiç gitmediğim bir yol. Sonu belli olmayan bir yolculuk.
Burada sağ esen kalırsam seni gönlüme göre sevmiş olurum.
Kendimi senin zevkine kaptırmak isterim,
Seni tahtlara geçirmek isterim.”
Artık köleler silâhlarını getirdiler.
Büyük kılıçları, yayı, sadağı eline teslim ettiler.
Baltaları aldı, sadağı ve Anşan (43) yayını bir yanına astı,
kılıcı kemere taktı. Yolda yürümeye başladılar.
İnsanlar Gılgamış’a sordular:
“Sen ne zaman kente geri döneceksin?”

Kaynaklar:

-Berna Şirvan, Gılgameş Destanı.

-Muazzez İlmiye Çığ, Gılgameş Destanı.

-Mustafa Ramazanoğlu, Gılgameş Tabletleri Çevirisi.

Bernamegeh Türkçe

UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!

AYRICA BAKIN

Can Coşkun Kimdir Hayatı

Muhabir, editör, rejisör, spiker ve yapımcı Can Coşkun, 1989 senesinde Mersin’de dünyaya geldi. İlk, orta …

error: LÜTFEN KOPYALAMAYIN OKUYUN!