Abdulcebbar KAVAK
Özet
Melayê Cizîrî, Tasavvufî Kürt Edebiyatının öncü simaları arasında ilk sıradayer alır. Cizîrî’nin günümüze ulaşan tasavvufî Dîvân’ı, Kürtçe yazılmış edebî eserler içinde müstesna bir yere sahiptir. Melayê Cizîrî’nin hayatının son kırk
yılını yaşadığı 17. yüzyıl, Anadolu’da Feqiyê Teyrân ve Ahmedê Xânî, Irak’ta Baba Resûl Berzencî ve Şemsüddin Ahlâtî, İran’da ise Şihabüddin Şâzilî gibi önemli mutasavvıfların yetiştiği bir dönemdir. Bu dönemde bir taraftan Kürtler arasında çeşitli tarikatlar yayılırken, diğer taraftan ilmî ve tasavvufî eserler Kürtçe olarak kaleme alınmaya başlanmıştır. Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ı, tasavvufî Kürt edebiyatını Anadolu’da ve dışında yaşayan Kürtler arasında daha belirgin ve etkin bir konuma getirmiştir. Bu eser edebiyat alanında Farsça’nın Kürtler arasındaki tartışmasız konumunu ciddi bir şekilde sarsmış ve Kürtçe olarak da edebî eserlerin verilebileceğini ispat etmiştir.
Melayê Cizîrî’nin ardından Kürtçe edebî eserlerin nitelik ve niceliğinde görülen artış ve olumlu değişim, toplumsal yaşama da yansımıştır. Bu yönüyle bakıldığında Melâyê Cizîrî’nin, tasavvufî Kürt edebiyatının gelişiminde önemli bir
dönüm noktası olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Bu çalışmada Melayê Cizîrî’nin başlatmış olduğu tasavvufî Kürt edebiyatı ve gelişimi ele alınacaktır.
Giriş
Tarihin akışı içinde meydana gelen bazı hadiseler, toplumların siyasî, sosyal ve kültürel hayatında derin izler bırakmış ve değişim meydana getirmiştir. Kürtleri de toplumsal olarak etkileyen önemli hadiseler bulunmaktadır. Bunlardan biri, İslam’dan önce egemenliği altında yaşadıkları Sasani İmparatorluğunun dili olan Farsça’nın ve Fars kültürünün tesirinde kalmalarıdır. Kürtlerin o dönem din olarak çoğunlukla Zerdüştlüğe yönelmeleri2 ve dinî tebliğde Farsça’nın kullanılıyor olması3 Kürtlerin Farsça’yı benimseyip hem din hem de ilim ve edebiyat alanında kullanmalarını kolaylaştırmıştır. Bunların bir kısmı Fars dili ve edebiyatını kullanmadaki maharetleriyle İran’ın saygın şairleri arasına girmeyi başarmıştır. Kürt asıllı şairler içinde adına yer verilen Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Gazâlî el-Lukrî4 bu şahsiyetlerden sadece biridir. Kürtler, Müslüman olduktan sonra çok sayıda cami ve medrese inşa etmişlerdir.5 Medrese eğitimi zamanla Kürtler arasında köklü bir geleneğe dönüşmüş ve bu yönüyle Kürtlerin yaşadığı bölgeler, Hindistan’dan sonra ikinci sıraya yerleşmiştir.6 Kürt müderrisler bu medreselerde Arapça’ya ve İslâmî ilimlere
ağırlık vermekle beraber özellikle edebiyat alanında Farsça’yı kullanmayı sürdürmüşlerdir. Bu durum uzun süre bu minval üzere devam etmiştir. Kürtlerin siyasî ve toplumsal hayatında iz bırakan hadiselerden bir diğeri ise 1514 Çaldıran Savaşı’dır. Bu savaş Osmanlılar ve Safevîler açısından olduğu kadar Kürtler için de önemli dönüm noktalarından biridir. Sünnî Osmanlının Şiî İran karşısında kazandığı bu savaş, İran’ın Anadolu’daki hâkimiyet ve nüfuzunu kırmakla kalmamış, asırlardır devam eden Fars kültürünün bölgedeki tesirini de zayıflatmaya başlamıştır.
Bunun doğal bir sonucu olarak bölgedeki Kürtler arasında siyasî, toplumsal ve özellikle dil ve edebiyat alanında olumlu bazı değişim ve dönüşümler meydana gelmiştir. Diğer taraftan, Osmanlı idaresinin İran’a karşı kendilerini destekleyen Kürt beylerine tanıdığı geniş imtiyazlar ve sağladığı serbestlik,7 Kürt beylerinin ellerini güçlendirmiş ve bölgedeki nüfuzlarını arttırmıştır. Bu dönemde Anadolu ve Irak’ta bulunan Kürt beyleri bir taraftan
var olan cami, medrese ve tekkeleri daha etkin hale getirirken, diğer taraftan bunlara yenilerini katmak suretiyle Kürtler arasında ilmî ve tasavvufî hayatın canlanmasına katkıda bulunmuşlardır.8 Osmanlının dil, kültür ve toplumsal yaşamda Kürtleri baskı altına almaması, özellikle Kürtçe’nin dil ve edebiyat alanında gelişmesine olanak sağlamıştır. Bu gelişme Kürtlerin ilim dili olan Arapça’yı ve edebiyat dili olarak Farsça’yı kullanmayı tamamen terk ettikleri anlamına gelmemektedir. Belki ilim ve edebiyat alanlarında Arapça ve Farsça’yla beraber Kürtçe’yi de güçlü bir şekilde kullanmaya başlamaları olarak ifade edilmesi daha uygun olacaktır. Bu dönemde, daha önce yaşamış bazı Kürt sûfî ve şairlerinin ferdî girişimlerinin yerini daha ciddi, bilinçli ve Kürtlerin geneline hitap eden edebî bir faaliyetin aldığından söz edilebilir.
17. asrın başından itibaren Kürt dili ve edebiyatı açısından şartların uygun hale gelmesiyle çoğunluğu sûfî meşrep olan bazı Kürt şair ve edebiyatçıları, yoğun bir çalışmanın içine girmişlerdir. Bu sûfî şahsiyetlerin içinde Melayê Cizîrî
(ö. 1050/1641), hem tasavvuf felsefesi, hem de tasavvuf edebiyatı alanında yeni bir dönemin kapısını Kürtlere açan kişidir. Melayê Cizîrî’nin açtığı bu kapıdan girmekte tereddüt etmeyen başlıca Kürt sûfîleri arasında çağdaşı İmadüddin Hakkarî (ö. 1049/1639) ve Feqiyê Teyran (ö. 1051/1641), Şemsüddin Ahlatî (ö.1085/1674), Ahmedê Xânî (ö. 1121/1709) ve Hüseyin Bâteyî (ö. 1160/1747?) yer almaktadır. Melayê Cizîrî ile başlayan edebî hareketliliğin Kürt sûfîleri arasında yankı bulması ve bununla eş zamanlı olarak farklı tarîkatların yoğun faaliyetleriyle toplumsal alana inmeleri, Kürtler arasında tasavvufî açıdan büyük bir sinerji oluşturmuştur. Bu da Tasavvufî Kürt Edebiyatının altın çağı denebilecek bir dönemin yaşanmasını sağlamıştır.
A. Melayê Cizîrî’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri
1. Hayatı
Melayê Cizîrî’nin asıl adı Ahmed b. Muhammed el-Bûtî el-Cezerî’dir.9 Doğum ve ölüm tarihleri için farlı bilgiler verilse de10 son dönem yapılan ilmî ve akademik çalışmalarda 975/1567, 1568 yılında doğduğu ve 1050/1640, 1641 yılında 75 yaşında iken Cizre’de vefat ettiği tespit edilmiştir.11 Melayê Cizîrî, Cizre’de başladığı medrese tahsilini Diyarbakır, Hakkâri ve İmadiye bölgelerindeki medreselerde sürdürmüştür. O dönem Cizre’de Mîr Abdal
Medresesi, Medresa Sor (Kızıl Medrese), Müküs’te12 Mîr Hasan-ı Veli Medresesi, İmadiye’de Kubbehân Medresesi çok sayıda âlim ve mutasavvıfın yetiştikleri ilim merkezleri olarak bilinir.13 Otuzlu yaşlara kadar medrese eğitimine devam eden Melayê Cizîrî, Diyarbakır’da yaşayan Molla Taha adındaki hocasından ilim icâzeti alarak bir dönem imamlık ve müderrislik görevlerinde bulunmuştur.14 Kürt sûfîliğinde bir dönüm noktası olan Melayê Cizîrî’nin tasavvufa ne zaman ve nasıl yöneldiği hususunda elimizde kesin bir malumat bulunmamaktadır. Genel olarak Divan’ında yer alan bazı beyitlerden yola çıkarak onun Nakşbendî tarîkatı mensubu olduğu belirtilir.15 Melayê Cizîrî’nin Cizre dışına sürgün edildiği dönemde Diyarbakır’a gittiğinden bahsedilir. Onun bu sürgün döneminde
Diyarbakır’da bulunan Azîzan Tekkesi’nde postnişin olan Nakşbendî şeyhi Mahmud Urmevî (ö. 1048/1638)’ye intisap etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Şeyh Mahmud Urmevî, Diyarbakır’dan Van’a Cizre’den Musul’a kadar
binlerce mürid ve muhibbana sahip ve Osmanlı padişahlarının dikkatini çekecek kadar tanınmış bir Nakşbendî şeyhi olarak bilinmektedir.16
2. Eserleri
Melayê Cizîrî’nin günümüze ulaşan tek eseri divanıdır. Onu tasavvuf alanına taşıyan ve tanıtan bu Dîvân’ının dışında bugüne kadar başka herhangi bir eserinden bahsedilmemiştir. Melayê Cizîrî’nin 1 Muharrem 1041/ 29 Temmuz 1631
tarihinde tamamladığı17 tasavvufî Dîvân’ı, onun Kürtler arasında “Şêxê Cizîrê (Cizre’nin şeyhi) ve “Reîsu’ş-şu’arâ (Şairlerin Üstadı)” gibi lakaplarla anılmasını18 sağlamış ve Tasavvufî Kürt Edebiyatında zirveye oturtmuştur. Melayê Cizîrî’nin şiirlerinde görülen tasavvufî derinlik ve kullandığı kavramlar, Dîvân’ını tasavvuf yoluna girdikten sonra yazdığını ortaya koymaktadır. Dîvân’ında kullandığı dil, Kürtçe’nin Kuzey Kurmancisi olarak adlandırılan lehçesidir. Bununla beraber Melayê Cizîrî’nin şiirlerinde kullandığı kelimeler, Kürtçe’nin diğer lehçelerini konuşan Kürt aydınlarının da rahatlıkla anlayabilecekleri sadeliktedir. Melayê Cizîrî Kürtçe’nin yanında Arapça, Farsça ve Türkçe’yi de kullanabilen bir sûfîdir. Dîvân’ında farklı dillerde kullandığı kelime ve kavramlar, onun bu dillere vukûfiyetini ortaya koymaktadır. Telif ettiği Dîvân’ıyla asırlardır Arapça ve Farsça dillerinin etkin ve baskın olmaları sebebiyle bir türlü kendini ispat edemeyen Kürt dilinde ciddi bir engeli aşmayı başarmıştır. Şiirlerinde “Melâ” ve “Nişânî” mahlaslarını kullanan Melayê Cizîrî’nin, yaşadığı dönemin ilimleriyle mücehhez olduğu beyitlerinden anlaşılmaktadır.
Tasavvufî konuların manzum ifadesinde âyet ve hadislerden istifade eden Cizîrî, yeri geldiğinde Hint ve Yunan mitolojilerine ait bazı motifleri de kullanmıştır. Melayê Cizîrî, tasavvufî düşüncesi ve duygularının manzum tercümanı olan Dîvân’ında, raks, semâ ve dinî musiki ile çok sayıda edebî sanata da yer vermiştir.19 Yerli ve yabancı çok sayıda araştırmacı Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ı hakkında çalışma yapmıştır. Dîvân’ın çok sayıda yazma nüshasının yanında Berlin, İstanbul, Bağdat, Şam, Tahran, Erbil ve Kamışlı baskıları da bulunmaktadır. Dîvân’ın kısmen veya tamamen Kürtçe, Arapça, Farsça, Türkçe, Almanca ve Rusça şerhleri de bulunmaktadır.20 Dîvân ilk defa 1904 yılında Almanya’nın Berlin şehrinde Martin Fon Hartman tarafından matbu hale getirilmiştir.21 Dîvân’ı kısmen şerh
eden ilk mutasavvıf Şeyh Cercis el-Erbîlî (ö. 1206/1791)’dir.22 Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ının en yaygın şerhi Molla Ahmed ez-Zivingî (ö. 1971)’nin el-İkdü’l-cevherî fî şerhi Dîvâni’ş-Şeyhi’l-Cezerî adlı eseridir.
3. Tasavvufî Görüşleri
Melayê Cizîrî’nin tasavvufî görüşlerinin yer aldığı tek ve en önemli eseri
Dîvân’ıdır. Tasavvufî iç dünyasının manzum olarak yansıdığı divanı, bu alandaki
görüşlerini öğrenebileceğimiz tek kaynak özelliğini taşımaktadır. Melayê
Cizîrî’nin bu eseri on altıncı asrın ikinci yarısı ile on yedinci asrın ilk yarısında
İslam dünyasında var olan tasavvufî kültürün bir aynası niteliğindedir.
Melayê Cizîrî’nin bir tekke ve sohbet şeyhi olmaktan çok Cizre’de Saray eliti
arasında ilmiye ve sûfîye sınıfına hitabeden bir mutasavvıftır. Fakat bu konumu
onun, şiirlerinde kullandığı sade ve celb edici üslupla halka da hitap etmesine
engel teşkil etmemiştir.
Melayê Cizîrî’nin tasavvufî eğitimde üzerinde durduğu hususların başında
sûfînin kâl’den hâl’e geçişinde önemli bir unsur olan aşk ve muhabbetullah gelir.
Cizîrî’nin şiirlerinde her şey ilahî aşk ekseni etrafında döner 23 ve ona göre aşk
ilmi ilahî bir bilgidir.24 Mecâzî aşkı hakîki aşka hazırlayan bir merhale olarak
telakki eden Melayê Cizîrî, tasavvuf yolunda ilerleyip marifet sırrına ve fenafillah
makamına ermeden mecazî aşktan hakîkî aşka geçilemeyeceğini ifade eder.25
Salik kî ye hatî ji mecazê bi heqîqet
Sûret neşunâsî û bi me’na ne fenâ girt
Mecazî aşktan hakîkî aşka geçemez salik
Tanımadan anlamını marifetin, olmadan fena makamına malik Mâsiva’ya bağlılık ve dünya sevgisinin, Allah’a dönmeye ve hakîki aşka engel olduğunu belirtir. Bu arada kendisine tasavvuf yoluyla gerçek aşkı tattıran
Allah’a şükreder.26
Minnet ji Xudayê ku bi ‘ebdê xwo Melayê
İksîra xemê ‘işqê, ne dînar û direm da
Şükürler olsun Allah’a ki kulu olan Melayı
Aşk iksiriyle sarhoş etmiş vermemiş ona altınla gümüş sevgisini
Aşk sanatında kendisini “Şeyh-i Sânî” olarak niteleyen Melayê Cizîrî, aklıselim
sahibi olanlar ve gönül gözü açık olanlar için Dîvân’ında işaretler bulunduğunu
belirtmeyi de ihmal etmez.27
İlk çağlardan beri felsefenin konu edindiği varlığı tartışma şekliyle, sonradan
oluşan Yeni-Platoncu felsefenin varlığa bakışına itibar etmeyen Melayê Cizîrî,
diğer taraftan Kelam ve Felsefe alanlarında bu konuyu tartışan Müslüman ilim
adamlarının varlığı kadim ve hadis ayrımına tabi tutmalarına da sıcak bakmaz.
Onun itibar ettiği husus Muhyiddin İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240)’nin sistemleştirdiği
varlık teorisidir.28
Melayê Cizîrî’nin yaşadığı dönemde İbnü’l-Arabî’nin varlık konusu başta olmak
üzere tasavvufî düşünceleri Bağdat, Şam, Musul, İstanbul gibi büyük ilim kültür
merkezlerindeki sûfî çevrelerde yoğun ilgi görmeye başlamıştır. Bu husus Cizîrî’nin
Dîvân’ına da yansımış ve kasidelerinde manzum ifadesini bulmuştur.
Özellikle vahdet-i vücûd konusunda etkilendiği İbnü’l-Arabî’nin görüşlerini
beyitlere dökmekten hiç çekinmez. Bunda, o dönem Osmanlı coğrafyasında İbnü’l-
Arabi hakkında başlayan olumlu yaklaşımlar ile çoğunluğu ilmiye sınıfından ona
karşı oluşan sert muhalefet cephesinde görülen nisbî yumuşamanın da etkisi olduğu
muhakkaktır. Onun bu husustaki beyitlerden birkaçını vermek istiyoruz.29
Bade mi noşî ji dest çûme ji xwo mame mest
Qitre bi behre giha behri bi ‘eynî xwo ma
Goşi bi ‘amê mede terkê mudamê mede
Ekseruhum fî xuma exlebuhum fî ‘ema
Herfi ji yek bûne fesl ger bibirî wan bi esl
Herfi dibit yek hetek xet ku nema nuqte ma
Wehdetî mutleq Mela nûr e di qelban cela
Zor idi vê mes’elê ehle dilan şüphe ma
Türkçesi:
Mest olup geçtim kendimden içince elinden bâdeyi
Ulaştı damla denize, bozulmadan deniz kaldı yine
Kulak asma avâm-ı nâsa, sakın etme bâdeyi terk
Gaflet içredir, kördür çoğu, eylemez bunu derk
Bir kaynaktan çıkmış harfleri asıllarına döndürsen eğer
Bir çizgi olur harfler, o da asla dönünce, sadece nokta kalır
Vahdet-i mutlak bir nûrdur Mela, tecelli eder gönüllerde
Şüphede kaldı gönül ehlinin çoğu bu meselede
Melayê Cizîrî’nin iç dünyasından manzum olarak dışa vuran hususlardan
biri de Nûr-i Muhammedî düşüncesidir. İlk olarak Sehl b. Abdullah et-Tüsterî
(ö.283/896)’nin dile getirdiği ve sonraki, dönemlerde İbnü’l-Arabî ve Abdülkadir
Geylânî (ö. 561/1166) gibi büyük sûfîlerin sistemleştirdiği30 bu düşünce,
tasavvufî çevrelerde yazılı olarak çokça kullanılmıştır. Bu nûrun cömertlik denizinin
taşması ile ortaya çıktığını belirten Cizîrî’ye göre bütün varlıklar bu nûr
sayesinde hayat bulur ve Tanrı’nın sıfatlarını içinde barındırdığı için de bunları
varlık âlemine taşır.31
Nûrê ji nura Ahmedê sirra sifatên sermedi
D’ayîneya zatê xwe dî keşfa kemalatê xwe da
Nûr-i Ahmedî’den çıkan nur, sermedi sıfatların sırrıdır
Zatının aynasında görüp açığa vurdu kemâlâtının sırlarını32
Şefaat konusunu da Dîvân’ında dile getiren Melayê Cizîrî, kendisini dünya
zindanına hapsedilmiş bir esir olarak görmektedir. Melayê Cizîrî, bu esaretten
kurtarması için Hz. Peygamber’den Allah katında şefaatçi olmasını ister. 33
Dilberê serdarê xûban ez nizam agah heye
D’heps û zindanê esîr û girtîyê dermande ye
Gitîyem mayi mdi hebsê kî gelo mehder bikit
Carekê navê me binit pur sewabek zede ye
Bilmem haberi var mı güzeller şahı sevgilinin bundan
Aciz ve çaresiz esirinin hapiste ve zindanda olduğundan
Hapiste mahpus kaldım acep kim şefaat eder bana
Çok sevaba geçer bir kez ansa adımı o sevgilinin yanında
B. Tasavvufî Kürt Edebiyatının Teşekkülü
Kürt sûfîliğinin kökleri İslam dünyasında tasavvufî hareketliliğin başladığı
ilk dönemlere kadar uzanır. Tasavvuf ve tarîkatların ortaya çıktığı günden beri
çok sayıda Kürt âlim ve sûfîsinin bu alanda isimlerinden bahsedilmektedir. Ne
var ki, Melayê Cizîrî’ye gelinceye kadar eser telif eden Kürt sûfîleri içinde Kürtçe
yazanların sayısı çok azdır.
Kürtlerin İslam’dan sonra kendi dillerinde eser vermeye başlamaları ancak
V./X. Asırda gerçekleşebilmiştir. Bu meyanda Baba Tahir-i Uryan (ö. 401/1010)’ın
Kürtçe’nin Lorî lehçesinde kaleme aldığı rubaileri ile34 Hakkârili Abdussamed
Babek (ö. 470/1078) ve Ali Harîrî’nin şiirleri Kürtçe olarak kaleme alınan ilk
manzum çalışmalar içinde yer alır.35 Bu çalışmalar yazıldıkları dönem itibariyle
çok önemli adımlar olmakla beraber, Kürtler arasında güçlü bir tesir ortaya koyamamışlardır.
XII. ve XIII. asırlarda Ebu’l-Berekât Hakkarî (ö. 605/1208) ve
Şeyh Fahrî gibi şairlerin gayretleri36 olmuşsa da toplumu kuşatıcı bir etkilerinden
bahsedilemez. Bu nedenledir ki, Kürt edebiyatının başlangıç dönemi Miladi
XV. ve XVI. asırlar olarak kabul edilir.37 Şükrü Bitlisî (ö. 929 /1523)’nin Kürtçe
şiirleri38 bu dönemin eseridir. Şerefhan Bitlisî, bu dönemde bazı Kürt beyleri
için kaleme alınan çok sayıda kasidenin halk arasında dilden dile dolaştığından
bahsetmekle beraber39 bu şairlerin kim olduğundan söz etmemektedir. İsmine
yer verdiği ve Kürtçe Dîvân’ının bulunduğunu haber verdiği sûfî şair Emir Ya’kûb
ez-Zerkî (ö. 987/1579)’nin40 eseri de maalesef günümüze ulaşamamıştır.41
Tasavvufî Kürt edebiyatının teşekkül dönemi sonunda ortaya çıkan Melayê
Cizîrî, tasavvufî düşünceyi Kürtlerin yaşam kodlarına ve irfan anlayışına uygun
olarak edebî bir dille ortaya koyarak bu alanda yeni bir dönemin kapılarını açmıştır.
Melayê Cizîrî ile başlayan bu yeni dönem, sahip olduğu bazı hususiyetler sebebiyle önceki asırlardan ayrılmaktadır. Öncelikle bu döneme şekil veren bazı
siyasî, toplumsal ve kültürel faktörlerin bulunduğunu belirtmek gerekir. Osmanlı
devletinin 16. yüzyılın ilk çeyreğinde İran’a karşı Çaldıran’da elde ettiği zafer,
yaklaşık bir asır boyunca devam edecek sancılı bir sürecin ardından Anadolu ve
Irak’ın sünnî bölgelerinde egemenliğini pekiştirmesiyle sonuçlanmıştır.42 Bunun
doğal bir sonucu olarak daha önce Yavuz Sultan Selim’le ittifak kuran Kürt beyleri,
İran’ın siyasî nüfuzundan kurtularak Osmanlı egemenliğine girmişlerdir.43
İran’ın bu bölgede hâkim olduğu dönemle karşılaştırıldığında, Osmanlı döneminde
Kürt beylerine daha geniş yetkiler tanınmış ve yönetim bölgelerinde
rahat hareket etme imkânı verilmiştir.44 Bu durumun farkında olan Kürt beyleri
toplumsal yapının güçlendirilmesi, ilim ve tasavvuf alanlarında ilerleme sağlanması
için ilmiye ve sûfiyye sınıfına mensup şahsiyetleri istihdam etmiş ve onlar
için yeni cami, medrese ve tekke inşasına girişmişlerdir. Bitlis’te Şerefhan (ö.
1005/1596)’ın yaptırdığı “Şerefiye Medresesi”, İmadiye bölgesinde Kubat Han’ın
inşa ettirdiği “Kubbehan Medresesi”, Cizre’de “Medresa Sor(Kızıl Medrese)”,
Müküs’te45 bulunan “Arvas Medresesi” ve daha birçokları, bu dönemin uygun
siyasî ve toplumsal şartları sayesinde çok sayıda âlim ve mutasavvıfın yetiştiği
eğitim merkezleridir.46
Bu süreç Kürtler arasında kültürel alanda da gözle görülür bir değişimin yaşanmasını
sağlamıştır. Daha önce baskın durumdaki Fars kültürü ile nefes alma
imkânı bulamayan özellikle sınır bölgelerindeki Kürtlere, kendi kültürlerini daha
rahat yaşama ve toplumun her alanında bunu hâkim kılma açısından önemli bir
fırsat sunmuştur. XV ve XVI. asırlarda açılan çok sayıda medresede konuşulan
dilin Kürtçe oluşu, Kürtçe şiirin de önünü açmış ve pek çok şair yetişmiştir.47 Bu
dönemde Kürt eliti medrese eğitiminde sözlü olarak kullandıkları Kürtçe’yi artık
yazı diline de dönüştürmeye başlamışlardır. Dil alanında önce manzum eserlerle
başlayan bu dönüşüm mensur eserlerle devam etmiştir. Medreselerde asırlardır
devam eden Arapça dilbilgisi(Sarf ve Nahiv)’ni, Arapça şerh ve hâşiyelerle öğretmek
yerine doğrudan Kürtçe öğretmek amacıyla Müküslü Ali Teremaxî’nin
telif ettiği “Tesrîfa Kurmancî” (Kürtçe gramer kitabı) bu sahada yazılmış oldukça
iddialı ve ciddi ilk çalışmalardan biridir.48
Melayê Cizîrî’nin bir müderris (Mela)49 ve şair bir sûfî olarak damgasını vurduğu
bu dönemde, kendisinin doğrudan müdahil olmadığı fakat süreci olumlu
etkileyen ve hızlandıran diğer bir hadiseden de bahsedilmesi yerinde olacaktır. O
da XVII. asrın ilk yarısında İslam dünyasında yaygın olan bazı tarîkatların Kürtler
arasında yoğunlaşan faaliyetleridir. Bu dönemde farklı tarîkatların Anadolu’nun
geneline yayılan faaliyetlerinden Kürtlerin yaşadığı bölgeler de etkilenmiştir. 17.
asra kadar diğer tarîkatların ciddi bir varlık gösteremedikleri için Kadiriyye tarikatının50
tek başına üstlendiği tasavvufî misyona, Sühreverdiyye,51 Halvetiyye,52
Nakşbendiyye53 ve Şâziliyye54 tarîkatları ortak olmuşlardır.
C. Tasavvufî Kürt Edebiyatının Gelişmesi
Melayê Cizîrî sadece tasavvufî Kürt edebiyatında değil genel olarak Kürt
edebiyatının hemen her alanı için öncü ve örnek bir şair kabul edilir. Edebiyat
alanında attığı cesur adımlar sayesinde o güne kadar Kürtler arasında tasavvuf
edebiyatının başlıca dili olarak kullanılan Farsça’nın yanına Kürtçe’yi de eklemiştir.
Cizîrî, Kürtçe’nin Arapça ve Farsça gibi iki güçlü dil karşısında ilim ve
edebiyat sahasında kendine yer edinebilmesinin zorluğunun farkında olarak
Dîvân’ını telif etmiştir. Onun, bu davranışıyla Kürt aydınlarının; Kürtçe’nin
edebiyat alanında yeterli ve başarılı olamayacağı şeklindeki ön yargılarını yıkmayı
başardığı söylenebilir.
Di î’cazê beyanê da suxen ger bête însafê
Dizanit muxteser herkes Melê sihre ‘îbaret kir 55
Türkçesi: İ’câz-ı beyân hususunda eğer söz insafa gelse,
Mela’nın sözü nasıl sihirli hale getirdiğini herkes rahatlıkla anlar.
Melayê Cizîrî’nin Kürt şair ve sûfîleri üzerindeki en büyük etkisi, henüz hayatta
iken Feqiyê Teyrân ve İmadüddin Hakkârî gibi dili ve kalemi güçlü bazı
şairlerin kendisini ziyaret ederek tecrübelerinden istifade etmelerinin yanında,
kendisinden sonra gelen şair ve edebiyatçılara eserlerini Kürtçe olarak kaleme
almaları hususunda örnek olmasıdır. Onun şiirlerinin Kürtler arasında yaygınlaşması
ve ezberlenmesi diğer şairleri de harekete geçirmiş ve heyecanlandırmıştır.
Melayê Cizîrî’nin çok uygun bir zamanda ve uygun bir vasatta attığı bu adım,
Kürtlerin yaşadığı geniş coğrafyada onları çevreleyen Arap ve Fars kültürü ile
XVI. asrın başından itibaren siyasî kader birlikteliğine karar verdikleri Osmanlı
kültürünün etkisinde yetişen Kürt şair ve edebiyatçılarını etkilemeyi başarmıştır.
Melayê Cizîrî’nin yaşadığı Cizre bölgesinin, Anadolu, İran ve Irak’ın ortasında
merkezi bir konumda bulunması, tasavvufî düşüncesini yansıtan şiirlerinin
Kürtlerin büyük çoğunluğuna kısa sürede ulaşması açısından coğrafik bir avantaj
sağladığı söylenebilir. Nitekim Melayê Cizîrî’nin şiirlerinin Diyarbakır, Bayezit,
Tebriz, Şehrezor, İmadiye, Bağdat ve Şam’da yaşayan ve eli kalem tutan Kürt
aydınlarını, eserlerinin hepsini olmasa da bir kısmını Kürtçe olarak kaleme alma
hususunda etkilediği inkâr edilemez. Asya’nın batısına Nakşbendî-Müceddidîliği
getiren ve hemen her milletten halifesi bulunan Şehrezorlu Mevlânâ Hâlid’in
Arapça ve Farsça yazdığı eserlerinin yanında Kürtçe şiir56 ve Akîda İmânê adlı
eserini57 nesir tarzında kaleme aldığı görülmektedir.
Melayê Cizîrî’nin vefatından sonra önce Kürtçe’nin Kuzey Kurmanci lehçesini
kullanan Anadolu, Suriye, Kuzey Irak, İran ve Azerbaycan Kürtleri, daha
sonra Güney Kurmancisini kullanan Irak ve İran Kürtleri arasında giderek artan
tasavvufî manzum eserler, tasavvufî Kürt edebiyatının gelişmesine önemli
katkı sunmuşlardır. Melayê Cizîrî’nin şiirlerinin yayılmaya başladığı dönemde
Van bölgesinde Feqiyê Teyrân adlı Kürt halk sûfîsinin yazdığı şiirler ile Bayazıt
Sancağı’nda Ahmedê Xânî’nin kaleme aldığı edebî eserler,58 tabiri caizse Melayê Cizîrî’nin diktiği tasavvufî Kürt edebiyatı ağacına verilen can suyu mesabesindedirler.
Bu üç sûfî şair tasavvuf edebiyatının üç ayrı veçhesiyle Kürt toplumunda
saygın yerlerini almışlardır. Bu zaviyeden bakıldığında Anadolu’daki Türkler
arasında Hoca Ahmed Yesevî (ö. 561/1166)’nin yerini Kürtler arasında Ahmedê
Xânî alırken, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö. 672/1273)’nin yerini Melayê Cizîrî
ve Yunus Emre (ö. 720/1321)’nin yerini de Feqiyê Teyrân almıştır.
Melayê Cizîrî’nin Kürt toplumundaki etkisini sadece belli bir çevre ile sınırlamak
doğru değildir. Osmanlı döneminde yerel yöneticilerden ilmiye sınıfına,
şair ve edebiyatçılardan sûfiyye sınıfına kadar geniş bir alanı etkilemiştir.
O dönem Anadolu ve Irak’ta Osmanlıya bağlı olarak hüküm süren Kürt beylerinin
de önemli bir kısmı divanlarındaki ilmî ve tasavvufî sohbetlerde Melayê Cizîrî’nin
şiirlerine ve düşüncelerine yer verdikleri bilinmektedir. Bu idarecileri ziyarete gelen
ilmiye sınıfına mensup bazı kişilerin hediye olarak Melayê Cizîrî’nin şiirlerine
yaptıkları şerhleri takdim etmeleri Melayê Cizîrî’nin mazhar olduğu toplumsal
saygınlığı açıkça ortaya koymaktadır. Molla Cercis el-Erbîlî (ö. 1206/1791) bu
tür sûfîlerden biridir. Molla Cercis, 1186/1772 senesinde İmadiye bölgesini ziyareti
sırasında Melayê Cizîrî’nin Hudûs adlı kasidesine el-Fethiye adını verdiği
42 sayfalık bir şerh yazmış ve bu şerhi dönemin İmadiye beylerinden İbrahim
Paşa’nın oğlu İsmail Han’a hediye etmiştir.59 Yine bazı Kürt beylerinin de bizzat
kendilerinin Melayê Cizîrî’nin bazı kasidelerini şerh ettirdikleri görülmektedir.
On dokuzuncu asrın en aktif Nakşbendî şeyhi olan Şehrezorlu Mevlânâ Hâlid’in
halifelerinden Yahya Mizûrî (ö. 1252/1836), İmadiye beylerinden Zübeyir Paşa
(ö. 1235/1820)’nın talebi üzerine Melayê Cizîrî’nin Muxbeçeyên Meyfiroş adlı
gazelini 1222/1807 senesinde şerh etmiştir. Yahya Mizûrî’nin bu şerhini onun
vefatından sonra o dönem Hakkâri’yi yöneten Nurullah Bey Hükümeti’nin sekreteri
olan oğlu Muhammed Salih Mizûrî 1259/1843’te istinsah etmiştir.60
İdareci sınıfının dışında ilim ve edebiyat alanında mürekkep yalamış çok sayıda
Kürt entelektüeli de Melayê Cizîrî’den saygıyla bahsetmişlerdir.
Kürtçe’nin
farklı lehçelerini konuşan ve yazan Kürt şair ve sûfîlerinin hemen hepsi Melayê
Cizîrî’nin açtığı bu yolda onun üstünlüğünü ve dehasını kabul ederler. Bu yönüyle
Melayê Cizîrî, Klasik Kürt edebiyatında çok sayıda şair ve sufiye esin kaynağı
olmuştur. Ondan etkilenen şahsiyetler içinde Kürtçe’nin kuzey ve güney Kurmancisi
ile yazan şahsiyetlerden Feqiyê Teyran, Ahmedê Xânî, Pertev Begê Hakkâri,
Mevlânâ Hâlid-i Şehrezorî, Abdurrahim Mevlevî, Osman Mahvî, Abdurrahim
Vefayî, Şeyh Ramazan, Şeyh Nureddin Birîfkanî, Şeyh Tâhâ Mâyî, Tayyar Paşa
Amêdî, Halid Beg, Halet, Molla Ahmed Nalbend, Abdusselam Nacî, Mahmud Bilge, Hacı Kadir Koyî, Şeyh Tahir Şûşî, Seyyid Kadrî Cezerî, Cegerxwin, Mesud
Mustafa Amêdî’nin61 isimleri sayılabilir.
Sûfî şairlerin büyük bir kısmının, dîvânlarında Melayê Cizîrî’nin kasidelerinden
birine yahut birkaçına tahmis veya tasdis yazdıkları görülür. Bunun sebebi
Melayê Cizîrî’ye duyulan saygı ve hayranlığın izharı ile beraber, şiirlerinin ilim
ve tasavvuf çevrelerinde daha çok rağbet görmesini sağlamaktır. Bu şahsiyetler
içinde şair Garîbî’den Şeyh Nureddin Birifkanî’ye, Ramazan Cizîrî’den Seyyid
Kadrî Cezerî’ye kadar çok sayıda şair ve sûfînin adı yer almaktadır.
Melayê Cizîrî’nin takipçileri arasında yer alan Şair Garîbî, 1234/1818’de
Cizîrî’nin “çep û rast” diye biten gazeline bir tahmis yazmıştır.62 Bu gazelin ilk
ve son beyitlerine Garîbî’nin yaptığı tahmisleri vermek istiyoruz.
Erkaman helqe ku bestin çep û rast
Ef’ayan dil ji me gestin çep û rast
Me di dil xar şikestin çep û rast
Nergizên şeng û mestin çep û rast
Saqiyan cam di destin çep û rast
Bi Garîbî dil-i mesrur sifet
Reqsê serxûş ve mexmûr sifet
Mestiya bâdeyê engûr sifet
We Melê Ser Periya Hûrî sifet
Sed melek dest bi destin çep û rast
Kadiriyye tarîkatı şeyhlerinden Nureddin Birîfkanî (ö. 1268/1851 )’nin Melayê
Cizîrî’nin “Qelbê me şuphê zêrî” adlı kasidesine yaptığı tahmisten iki kıta:63
İksirê cemala te ji dil reng û seda girt
Wê hüsne cemale ji xwe ra sîne xuca girt
Lew cevhere işqa me ji dil ta ser û pa girt
Qelbê me şuphê zêr û ji feyza te cela girt
Ma rûsiyeh û sifrî sifet renge sefa girt
Ayîneyê dil girtine sed cilve ji berqê
Saqî ji sefa daneme sed cameyê zewqê
Hetta ku me sotin dil û can herdu bi şewqê
Teşbîhê cesed dil me dinêv ateşe işqê
Dê qelb û heqîqet bit û iksîrê homa girt64
Nakşbendî-Halidî şeyhlerinden Seyyid Kadrî Cizîrî (ö. 1381/1961)’nin Melayê
Cizîrî’nin “Remzên te di canan” adlı gazeline yaptığı tahmisten iki kıta:65
Çeşmên te ne şirîn bi me ra aver û naz in
Ger min te dî canan ne bi şer’ û ne cevaz in
Der ‘eynê heqîqet ji me ra melhemê raz in
Remzên te canan ne bi endaze dirazin
Her yek bi hezar rengî rewanê me dixwazin
Eşqa te bû risva kirim der mehfel û sûkan
Xemla te bû min dî bû li ber gerdena bûkan
Hubba te bû eqlê me gerand şuphê biçûkan
Wan derbe li camê me wekî berq û birûskan
Tîrê te di canan ne tine sînegudaz in
Melayê Cizîrî’nin tasavvuf alanındaki maharetinin meyvesi olan Dîvân’ı,
tasavvufî Kürt edebiyatında güçlü bir kaleme sahip olmak isteyenler için önemli
bir örnek ve kaynak bir eser olmuştur. Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ını edebî sanatlarla
süslemenin yanında kullandığı sade ve akıcı dil, bu eserini medrese ve tekkelerin
kütüphane raflarına mahkûm olmaktan kurtarmış ve şiirleri dilden dile dolaşarak
ezberlenmiştir. Abdurrahman Camî, Hafız Şîrâzî ve Şeyh Sa’dî’nin dünya
çapındaki dîvânları bile baştan sona ezberlenmezken, Kürtler arasında Melayê
Cizîrî’nin Dîvân’ını baştan sona ezbere bilenlerin bulunması çok anlamlıdır.
Molla Necmeddin, Hazrolu Molla Ramazan,66 Molla Sadreddin Öztoprak, Molla
Asım Yiğit67 ve Molla Salih Çakay(Dihî) Melayê Cizîrî’nin kasidelerini ezberden
okuyan kasîdebêjlerden sadece birkaçıdır.
Tasavvufî Kürt edebiyatında daha çok gazeli kullanan Melayê Cizîrî, edebî sanatlar
konusunda oldukça zengin manzum bir repertuara sahiptir. Mecaz-ı Mürsel,
istiâre, cinas ve tevriye’den, telmih, teşbih ve mübalağa’ya, tecâhul-i âriften hüsn-i
ta’lîl’e kadar pek çok edebî sanatı kullanmıştır.68 Medih ve hiciv gibi edebî türler
ile deyişler Dîvân’ını süsleyen diğer yönleridir. Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ındaki
bu edebî zenginlik, tasavvufî Kürt edebiyatının yaygınlaşmasında teşvik edici ve
Kürtçe şiir yazacak şairlere güven verici bir özellik arz etmektedir.
Melayê Cizîrî’nin etkilediği çok sayıda Kürt şair ve sûfîsinin telif ettikleri
dîvânlar, genelde Kürt edebiyatı özelde ise tasavvufî Kürt edebiyatının geniş
bir arşive sahip olmasını sağlamışlardır. Günümüzde birçok resmi ve özel kütüphanenin raflarını süsleyen onlarca tasavvufî dîvân, Kürdoloji enstitüleriyle
ülkemizdeki Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri için zengin bir kaynak ve akademik
çalışmalar için vazgeçilmez eserler olma özelliğini taşımaktadır.
Sonuç
Kürt edebiyatının öncüleri arasında yer alan Melayê Cizîrî, ilmî ve sûfî kimlikleriyle
bir döneme damgasını vuran bir Nakşbendî tarîkatı mensubudur.
Onun Nakşbendîlikle ilişkisine rağmen, uzun süreli bir tekke hayatından yahut
postnişînliğinden bahsedilmez. Melayê Cizîrî daha çok müderris-sûfî kimliğiyle
öne çıkmış ve bütün gayret ve himmetini, tasavvufî Kürt edebiyatının temel
taşlarından birini oluşturacak Dîvân’ına hasretmiştir.
Melayê Cizîrî’yi tanımak için Cizre’ye gelen Feqiyê Teyrân gibi sûfîler ile
farklı bölgelerde yaşayan ve onun şiirlerini okuma fırsatı bulan müderrisler,
Cizîrî’nin tasavvufî düşüncesinden ve şiirlerindeki cezbedici üsluptan etkilenmişlerdir.
Melayê Cizîrî ile onun düşünce ve tarzından etkilenen Kürt sûfîler
ve müderrislerin oluşturduğu sinerji, Kürtler arasında tasavvufî hareketliliğin
hızlanmasına ve Kürtçe tasavvufî eserlerin peş peşe kaleme alınmasına sebep
olmuştur. Dahası sûfîlerin kaleme aldığı Kürtçe eserler, ilmiye sınıfı arasında
hüsn-i kabule mazhar olmuş ve bu eserlerden manzum olanlar, medreselerdeki
talebeler tarafından okunup ezberlenmiştir.
Melayê Cizîrî, Kürt mutasavvıfların telif ettikleri edebî eserlerde dönemin
etkin ve yaygın dili olduğu için kullandıkları Farsça’nın hâkimiyetini kırarak,
Kürtlerin de kendi dillerinde eser telif edebileceklerini bizzat Dîvân’ıyla göstermiştir.
Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ının yayılmasından sonra Kürtçe eser telifi
hızlanmış ve çok sayıda ilmî ve edebî eser topluma kazandırılmıştır.
Kürtler arasında var olan ve XVII. asırda daha da yaygınlaşan tasavvufî faaliyetlerin
medrese kültürüyle birlikte yürütülmesi, ayrıca tasavvufun düşünsel ve
felsefî boyutlarının Kürtçe olarak ele alınması ve edebî bir formatta entelektüel
çevre ve halka arz edilmesi, Melayê Cizîrî ve takipçilerinin Kürt sûfîliğine yaptıkları
önemli katkılardır.
Melayê Cizîrî’nin Dîvân’ının medrese ve halk arasında okunması ve okutulması
Kürtlerin tasavvuf edebiyatına olan ilgisini ortaya koymaktadır. Bundan daha
da önemlisi Dîvân’ı baştan sona ezberleyen mollalar çıkmış ve önemli toplantı
ve sohbetlerin başlıca misafirleri arasında Melayê Cizîrî’nin şiirlerini ezberleyen
kasîdebêj (kasidehân)ler yer almaya başlamışlardır. Bu kasidebêjlerden bir kısmı
hâlâ hayatta olup çeşitli vesilelerle bu geleneği devam ettirmektedirler.
Kaynakça:
Adak, Abdurrahman, Destpêka Edebiyata Kurdî ya Klasik, Nûbihar Yayınları,
İstanbul 2013.
Alkış, Abdurrahim, Melayê Cızîrî’nin Dîvânında Tasavvufî Mazmunlar,
Nûbihar Yayınları, İstanbul 2014.
Amedî, Sadık Bahaeddin, Hozanvânêt Kurd, Matbaatü’l-mecma’i’l-ilmiyyi’l-
Irakî, Bağdat 1980.
Azzâvî, Abbas, “Hulefâu Mevlânâ Hâlid”, Mecelletü’l-mecma’i’l-‘ilmiyyi’l-
Kürdî, Bağdat 1974, c. 2, sayı. 2.
Baba Tahir Uryan, Dubeytî, çev. Sabah Kara, Nûbihar Yayınları, İstanbul
2010.
Bağdadî, Mevlânâ Hâlid, Dîvân, tercüme ve şerh: Abdulcebbar Kavak,
Semerkand Yayınları, İstanbul 2013.
Bervârî, Muhammed Zeki, el-Kurd ve’d-devletu’l-Osmâniyye, Dâru’z-Zaman,
Dimaşk 2009.
Bırifkani, Mahmut, Birîfkan Seyyidleri, Ankara: Poyraz Ofset, 2011.
Birîfkanî, Şeyh Nureddîn, Zibanê Kurdî Dîwana Şêx Nureddînê Birîfkanî,
der: Zahid Birîfkanî, Ârâs Yayınları, Hevler 2002.
Bitlisî, Şerefhan, Şerefnâme fî târîhi’d-düvel ve’l-imârâti’l-Kürdiyye, çev.
Muhammed Ali Avnî, tah. Yahya el-Haşşâb, Dâru’z-zaman, Dimaşk 2006.
Bruinessen, The Naqshbandi Order in 17th Century Kurdistan, (Naqshbandis
içinde), İstanbul 1990.
_________, Ağa, Şeyh, Devlet, (çev. Banu Yalkut), İletişim Yayınları,
İstanbul 1992.
_________, Kürdistan Üzerine Yazılar, (çev. Komisyon), İletişim Yayınları,
İstanbul 1993
el-Cezerî, Abdusselam, Şerhu dîvani’ş-şeyhi’l-Cezerî, (Düzenleme ve yorum:
Tahsin İbrahim Duskî), Sipîrez Yayınları, Duhok 2004.
el-Cezerî, Ahmed, Dîvânu’ş-şeyh Cezerî, (m.y),(y.y),(t.y).
Cizîrî, Seyyid Kadrî, Dîwana Seyid Qedrî Cizîrî, haz: Tehsin İbrahim Dûskî,
Çapxaneya Xanî, Duhok 2009.
Doğan, Cabir, “XVI. Yüzyıl Osmanlı İdari Yapısı Altında Kürt Emirlikleri ve
Statüleri”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2011/23.
Doru, Nesim, Melayê Cizîrî Felsefî ve Tasavvufî Görüşleri, Nûbihar Yayınları,
İstanbul 2012.
Abdulcebbar KAVAK
Yıl/Year/Sal: 1, Cilt/Volume/Cîld: 1, Sayı/Issue/ Hejmar: 2, Kasım/October/Mijdar 2015
65
Epözdemir, Şakir, Medreseyên Kurdıstanê, Nûbihar Yayınları, İstanbul 2015.
Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1985.
Gülsüme Cemil Abdulvahid, Kurdistan fî ahdi’s-Sâsâniyyîn, Matbaatu
Vizâreti’t-Terbiye, Hevler 2007, s. 49-50.
Gündüz, İrfan, Osmanlılarda Devlet -Tekke Münasebetleri, Seha Neşriyat,
(yy), (ts.).
Haznedar, Ma’ruf, Mêjûyê Edebê Kurdî, Çaphane-i Ârâs, Hevler 2010.
Hoşnav, Hakîm Ahmed, el-Kurd ve bilâduhum inde’l-buldâniyyîn ve’rrehhâleti’l-
muslimîn, Dâru’z-Zaman, Dimaşk 2009.
Karadağî, Muhammed Ali, İhyâu t’ar’îhi’l-‘ulemâi’l-Ekrâd min hilâli
mahtûtâtihim, Çaphâne-i Ârâs, Hevler 2007.
_________, Devru’l-Umerâi’l-Babaniyyîn fî hidmeti’s-sekâfeti’l-islamiyye
min hilâli bekâyâ mektebetihim, Hezarmird, Sayı: 24, 2004.
Kavak, Abdulcebbar, “Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî ve Akîde-i Îman Adlı Eseri”,
BÜİFD, Bingöl 2013, C. I, Sayı: 2, s. 157-171.
__________, “Melayê Cizîrî’nin Dîvân Şerhleri Arasında el-İkdu’l-Cevherî
fî Şerhi Dîvani’ş-Şeyhi’l-Cezerî Adlı Eser”, Bingöl Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi/BÜİFD, Bingöl 2013, C. I, Sayı: 1, ss. 53-67.
Komisyon, el-A’mâlu’l-kâmile li’ş-şeyh Maruf el-Berzencî el-Kürdî, (thk. Baba
Ali b. Şeyh Ömer Karadağî-Mahmûd Ahmed Muhammed-Muhammed
Ömer Karadağî), Matbaatu’l-‘ânî, Bağdat 1984.
Kurdo, Qanate, Tarîxa Edebyeta Kurdî, Öz-Ge Yayınları, Ankara 1992.
el-Mâî, Enver, el-Ekrâd fî Behdînân, Matbaatu Hâwâr, Duhok 2011.
Mikâîl, Nayif Tahir, eş-Şeyh el-Cezerî nehcuhu ve akîdetuhu min hilâli
Dîvânihi’ş-şi’riyyi, Sipîrêz Yayınları, Duhok 2005.
Peçevî İbrahim Efendi, Peçevî Tarihi, (haz. Bekir Sıtkı Baykal), Kültür
Bakanlığı Yayınları, Özkan Matbaacılık, Ankara 1999.
Raûf, İmad Abdüsselam, el-Mu’cemu’t-târîhî li İmâreti Behdînân, Matbaatu
Hacı Hâşim, Erbil 2011.
Sadınî, M. Xalıd, Feqiyê Teyran, Nûbihar Yayınları, İstanbul 2000.
Sağniç, Feqî Hüseyin, Dîroka Wêjeya Kurdî,Weşanên Entîtuya Kurdî ya
Stenbolê, Stenbol 1992.
es-Selefî- ed-Dûskî, Hamdi Abdülmecid, Tahsin İbrahim, Mu’cemu’ş-Şu’arâi’l-
Kurd, Dâru Sipîrêz, Duhok 2008.
Tenik, Ali, “Kürtlerde Tasavvuf ve Tarikatlar”, Kürtler Toplum ve Din,
Editörler: Adnan Demircan, Celil Abuzar, Metin Bozan, Nida Yayıncılık,
İstanbul 2015.
Melayê Cizîrî ve Tasavvufî Kürt Edebiyatının Gelişim Dönemi
Bingöl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Dergisi
Tûdâr, Abdussamed, Nûru’l-Envâr der Silsile-i Âl-i Athâr, İntişârâtu Hüseynî,
Tahran 1369.
Turan, Abdulbaki, Melayê Cızîrî Divanı ve Şerhi, Nûbihar Yayınları, İstanbul
2010.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara 2011.
Yasmî, Gulam Mîrza Reşîd, Kurd, Çaphâne-i Nakş-i Cihân, Tahran 1369.
Yılmaz, Necdet, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, OSAV Vakfı Yayınları,
İstanbul 2001.
Zeki Bek, Mehmed Emin, Meşâhîru’l-Kurd ve Kurdistan, (çev. Seyyide
Kerimete), (haz. Muhammed Ali Avnî), Dâru’z-Zaman 2006.
ez-Zivingî, Molla Ahmed, el-İkdu’l-cevherî fi şerhi divani’ş-şeyhi’l-Cezerî
(Giriş Bölümü), Matbaatu Rafideyn, Kamışlı 1958.
Bingöl Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Dergisi Yıl:1, Cilt1, Sayı2, Kasım 2015, ss. 48-66.
BERNAMEGEH
UYARI: Yazıların izinsiz kopyalanması ve Web Sitelerinde yayınlanması kesinlikle yasaktır. Hakkınızda yasal işlemlerin başlatılabileceğini lütfen unutmayın!